Allah’ın
rızasına uygun olan oruç nasıl tutulmalıdır yerine, ne kadar süre aç ve susuz
kalınmalıdır, tartışması yapılırken haberimiz bile olmadan Ramazan ayı çoktan
bitmiş. Bir ay boyunca oruç tutuldu. Orucun nasıl tutulması gerektiğiyle
ilgilenenler bu aydan kazançlı çıkanlardır. Onlar sadece kendilerini haram olan
şeylerden değil, helâl olan şeylerden de uzak tutanlardır. Onlar, Ramazan
ayından önceki 11 ayın içinde yaptıklarıyla yüzleştiler, öz eleştiri yaptılar.
Böylece istenilen ahlâkî olgunluğa ulaşmış oldular. Gelecek 11 ayın
kendileriyle ilgili vukuatsız geçmesi için de irade ortaya koydular ve
Allah’tan yardım talebinde bulundular. Ne mutlu o erdemli Müslümanlara. Allah
orucunuzu kabul eylesin.
Orucun
nasıl tutulması gerektiğiyle ilgilenmeyip de oruç tutmayı aç kalmak, susuz
kalmak olarak düşünenler bu aydan iflas etmiş olarak çıkanlardır. Allah’ın
gözüne girmek için yaptıkları küfürler, tekfirler ve kırdıkları kalpler
nedeniyle Ramazan’ın bereketi onların ellerinin altından kayıp gitti. Belki
kazanç olarak kilolarının azalmış olmasını söyleyebiliriz. Ama onlar,
fakir-fukaraya inat Ramazan ayında mükellef iftar sofraları hazırlayıp da sadece
karınlarını şişirmişlerse kilo da verememişlerdir, bu durumda külliyen zarar
ederek, tam bir müflis olarak Ramazan’a veda etmişlerdir.
Durumdan
vazife çıkaran bu gafiller; teravih namazlarındaki, cematin 2-3 saf olmasını
iftar ile imsak arasının çok kısa olmasına bağlamaktadırlar. Çalışanlar için yatsı
namazının saati uygun değilmiş. Sorduğumda, cami derneklerinin etkili ve
yetkili kişileri böyle söylediler. Hem kel hem fodullar.
Söyledikleri
doğru elbet, ama uygulamaları yanlış. Yanlıştan dönmek için de erdemli olmak
lazımdır. 21:30’da iftar oluyor, bazı cemaatlere göre 21:50’de iftar oluyor.
22:30’da yatsı namazı kılınıyor. Teravihle beraber yatsı namazı 23:30’da
bitiyor. Eve gelinceye kadar saat 24:00 oluyor. Yatıp uyumak için zaman yok,
çünkü bazı cemaatler 01:30’da, bazı cemaatler 03:30’da imsak yapıyorlar. Almanya’da
işe başlama saati 07:00 olduğundan yolun uzunluğuna ve kısalığına göre kişinin
sabah 05:00’de evden çıkması gerekiyor. Ne yapsın bu Müslüman şimdi. Ya oruç
tutmayacak ya da Ramazanın bereketinden istifade edebilmek için şartlar zor da olsa
oruç tutarak kendisine işkence edecek. Bir yol daha var; Ramazan boyunca oruç
tutmak için yalan söyleyerek cürüm işleyecek ve doktordan rapor alacak, yatarak
oruç tutacak. Durum böyle olunca camiler haliyle boş olur.
Allah
böyle bir ibadeti insanların sırtına yüklemez, “Yüklemem” demiştir ve
yüklememiştir. O merhametlidir, zalim değildir. Mekke ve Medine’dekilere daha
şefkatli olup onların 12-13 saat oruç tutmalarını uygun görürken; gündüzleri
19-22 saate kadar uzanan yerlerdeki insalara zulmetmez. O’nun çifte standardı
yoktur. “Ben sizin kaldıramayacağınız
yükü sırtınıza yüklemem.” “Sizin için zorluk değil, kolaylıklar dilerim.” diyen
bir Rab’dir O. Sorun Rab’bimizin buyruklarında değildir. O buyrukları göz ardı
ederek, çarpıtarak; Allah’ın gözüne girmek için mazoşistleşen Müslümanlardadır.
Ne
kadar çok eziyet çekilirse sevabın o kadar çok olacağına inanıyorlar bunlar.
Ahlâkî olgunluk umurlarında bile değildir bu mazoşistlerin. Sohbetlerinde “Ben
orucu çok rahat tutuyorum, acıkmıyorum ve susamıyorum.” diye dayanıklılıklarıyla
övünürler bu mazoşistler. Konu ile ilgili fetvaları verenler de klimalı
odalarda oturan, güneşle teması olmayan, masa başındaki sadistlerdir. Empati
yapmazlar.
Ben
bu Ramazan’da yalan söylemeyi bıraktım, ticaretimde bundan sonra hile
yapmayacağım, kalp kırmayacağım, yetim malı yemeyeceğim, insanlığın barışı için
ne gerekiyorsa onu yapacağım, küfür etmeyeceğim, insanları tekfir de
etmeyeceğim, diye söz veren duyarlı Müslümanlardan değildir bunlar. Ama biz
yine de bu sorumsuz sorumlulara dua ederiz; Allah sizleri ıslah etsin...
Her sene olduğu gibi bu sene de iftar
sofraları kuruldu. Bazı Müslüman kuruluşlar imaj için iftar sofralarında
insanları buluştururlarken bazı kuruluşlar da amacına uygun iftar sofraları
düzenlediler kendi mekânlarında. Avrupa Türk İşverenler
Ağı (NETU) imaj için iftar yemeği verenlerdendi. NETU
daha çiçeği burnunda bir dernek. İdealleri var, geleceğin inşasında söz sahibi
olmak istiyorlar. Güzel işler yapıyorlar. Bazı eksikliklerine rağmen organizasyon
iyiydi. Gençler seferber olmuş misafirlerine özenle hizmet ediyorlardı. Başkan
Veli Karakaya anlam yüklü bir konuşma yaptı, özetle şunları söyledi: “Mübarek Ramazan ayı farkındalıktır,
farkındalık sorumluluğu, sorumluluk da fiiliyatı getirir. Bizler önce alemlerin
Rabbine, sonra şahsımıza, son olarak da yaşadığımız topluma olan
sorumluluğumuzun farkındayız. Misafir işçi olarak geldiğimiz Avrupa’da, yabancı
işçi, sonra yabancı kökenli işçi olarak bu günlere geldik ve işveren olduk. Bu
toprakları kendimize vatan edindik. Zenginliğimizi paylaşarak adeta etle tırnak
olduk. Yeri geldi siyasetçi olduk, memur olduk, Alman Milli takımına sporcu
olduk ama ötekileştirilmekten kurtulamadık. 100 bin işverenle 500 bin kişiye
istihdam sağlayan ve Almanya ekonomisine yıllık 15 milyar Euro’luk ciro yaparak
katkı sağlamamıza, toplumsal barışa olan katkımıza rağmen ne yazık ki
ırkçılığın, İslâmofobinin ve yabancı düşmanlığının bir türlü önüne geçilemedi.”
İftar sofraları organize etme konusunda bilhassa
camilerimiz daha da bonkör davrandılar, 30 gün iftar verdiler. Fakir-fukara bu
sofraların davetsiz misafiriydi. Yıl içerisinde sık sık görüşemediğimiz
dostlarımızla iftar sofralarında bir araya geldik. Uzun uzun sohbetler ettik,
adresler alındı, adresler verildi.
Almanya’nın değişik şehirlerinden sadece
iftar sofrasına davet edildiği için Berlin’e gelen STK temsilcileri bile vardı
bu sofralarda. T.C. Büyükelçiliğinin iftar sofrasında karşılaştık onlarla. Kançılaryada gerçekleştirilen iftar programında Sefir Ali Kemal Aydın
şunları söyledi: ”Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan tarafından Londra'da kabul edilen Almanya Milli Takımı
futbolcuları Mesut Özil ve İlkay Gündoğan hakkında Alman basınının düzenlediği
linç kampanyası, Türk toplumunu incitmiştir. Yaşananları hep birlikte ibretle
izledik. Günlerce bu konu işlendi. Ülkemiz, Sayın Cumhurbaşkanımız ve buradaki
Türk toplumu etrafında yersiz, ön yargılı ve yaralayıcı bir tartışma iklimi
yaratıldı. Bu dışlayıcı yaklaşım uyum çabalarına katkı sağlamamaktadır. Sürekli
sadakat sorgulamasının yapılması yanlıştır ve toplumsal uzlaşının
geliştirilmesine de hizmet etmemektedir. Almanya'nın kalkınmasına emek ve alın
teriyle katkıda bulunan Türkler, dinleri ve kültürleriyle Almanya'ya aittir.“
Sefir
Ali Kemal Aydın Beyefendiye bu vesile ile bir teklifte bulunmak isterim:
Uzaktan yakından davetliniz olarak gelen bu insanlara iftardan 2 saat
öncesinden aynı salonda kültür değerlerimizin anlatıldığı, Türkiye’nin
tanıtıldığı, Türk ve İslâm tarihinden örneklerin uzmanları tarafından sunulduğu
programlar düzenlense de bu insanlar sadece midelerini doyurmasalar,
beyinlerini de doyurarak evlerine dönseler nasıl olur?
Türk
Eğitim Derneğinin verdiği iftar sofrasında; T.C. Berlin Başkonsolosu Sayın Mustafa
Çelik ile Eğitim Müşaviri Sayın Cemal Yıldız ve YTB temsilcisi Sayın Mustafa
Arslan vardı. İftardan önce Hristiyan Menonit Papaz Hristiyanlıkta orucun mânâ
ve ehemmiyetini anlattı. Udî Burak Eres Türk Sanat Musikisi’nin eşsiz
eserlerinden bir demet sundu. Sonra eğitim konuşuldu. Ana dil Türkçe’nin
önemine vurgu yapıldı, velilere biraz daha gayretli davranmaları için
tavsiyelerde bulunuldu. Vatandaş devletiyle buluşunca ve de kucaklaşınca vaktin
nasıl akıp geçtiğini fark etmek mümkün olmuyor. Sohbet 24:00’e kadar devam etti.
Ne vatandaş devletinden ne de devleti vatandaşından ayrılabildi. Vatandaş Başkonsolos
Mustaf Çelik Beyefendiyi çok sevdi.
İftar
sofralarında benimle karşılaşanlar, hemen sözü İlahiyatçılar Derneğinin
çıkardığı imsakiyeye getirdiler. Ben de tekrar tekrar anlattım. İlahiyatçılar
Derneğinin üyeleri olarak bizler, 6 seneden beri Medine’nin oruç süresini esas
alarak oruçlarımızı tutuyoruz. 3 yıldır bastırdığımız imsakiyelerle bu
uygulamadan başka Müslümanların da istifade etmesine vesile olduk. İnternet
ortamında da paylaşıldığı için dünyanın değişik yerlerinden geri dönüşler
aldık. Bu dönüşlerden oldukça memnun kaldık. Geçen 2 seneye nispetle bu sene
daha fazla geri dönüş aldık. Bazı Müslümanlar memnuniyetlerini bildirirken bazı
Müslümanlar da bizlere küfürler ettiler, hem de Ramazan ayında ve de Allah
rızası için... Konu ile ilgili broşürler de dağıttık. Broşürler Almanya’nın
değişik şehirlerine ve Türkiye’de bazı şehirlere ulaştırıldı.
Din
Hizmetleri Ateşesi Sayın Ahmet Fuat Çandır ile bu sene iki, geçen sene de bir
kez iftar sofrasında sohbet etme fırsatım oldu. Çandır nazik bir insan,
yüzünden tebessümü eksik olmuyor. Söz hemen gündüzleri uzun olan yerlerdeki
oruca geliyor haliyle. Ateşe Çandır, “Sizin imsakiyeniz yanlıştır, çünkü burada
güneş doğuyor ve batıyor, insanları kandırmayın.” şeklindeki bildik sözleriyle
sohbete devam ediyor. Diyanet İşleri Başkanlığının konu ile ilgili verdiği fetva
için de, “O fetva kutuplar ile ilgilidir, Almanya ile ilgili değildir, sen
fetvayı yanlış anlıyorsun.” deyip noktayı koymaya çalışıyor her seferinde.
Ben
de cevaben; “Sayın Ataşe’m, güneşin doğuşu ve batışının oruçla ilgili olduğunu
söylüyorsunuz. Orucun başlangıcının ve bitişinin güneşle alakası yoktur. Oruç
ayeti Medine’de inmiştir. Medine, ortalama 12 saat gecesi ve 12 saat gündüzü
olan bir yerdir. Yaz-kış kıyamete kadar bu böyle olacaktır. İlgili ayet
‘fecirden sonra beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar’ yenilip
içileceğini ve sonra da ‘gece karanlığına kadar’ da beklenip iftar edileceğini
söylemektedir. İplik benzetmesi ile, çıplak gözle varlıkların birbirinden
farkedilebileceği zaman anlatılıyor, o zamana kadar yenilip–içilecektir, çıplak
gözle varlıkların birbirinden fark edilemeyeceği zamana gelindiğinde de iftar
edilecektir.
Allah
bu ayetlerde astronomik bir ifade kullanarak imsak işaretini tanımlamıyor, örfi
bir tanım yaparak iftar zamanının işaretini belirliyor. Ve dönemin Arap toplumu
bu tanımı anladığı için de orucunu rahat rahat tutabiliyor. Sahurda geç
kalmışlarsa “Perdeyi çekin.” deyip yemeye devama ediyorlar. Güçlerinin üstünde
bir yükü sırtlanmıyorlar. Gün boyu da işlerine güçlerine gidiyorlar. Öğle
uykusu ile işe ara veriyorlar (siesta) ve sonra tekrar işe gidiyorlar. Biz
diyoruz ki; Allah’ın verdiği işaretler, işe başlama ve işten dönme zamanının
işaretleridir. 1.400 sene önceki Arap anlayışından bahsediyoruz. Orta Çağ’daki
Arap’tan. Bugüne gelip de astronomik ölçümleri esas alarak hesap yapmanın
anlamı yoktur. Din kolaylık dinidir, zorluk dini değildir. Aç kalan Müslümana
‘domuz eti’ni yemesi için, susuz kalan Müslümana da ‘şarap’ içmesi için izin
veren Allah, Müslümana 19 saat, 22 saat oruç tutturmaz. İbadetler bir
çoğrafyada yaşayan Müslümana avantaj sağlarken öbür coğrafyada yaşayan
Müslümana dezavantaj sağlamamalıdır. Zekat gibi. Allah zekatın nerelere
verileceğini ve nasıl toplanması gerektiğini ayetinde beyan etmiştir, ancak
miktarını belirlememiştir. Zekat miktarı ayrı coğrafyalarda yaşayan Müslümanlar
için şartlara göre belirlenecektir. Ve zekatın zenginler tarafından
verileceğine dair de bir hüküm yoktur. Biraz varlıklı olan Müslüman,
kendisinden biraz fakir olana zekat verecektir. Aynen bunun gibi; oruç ayetinin
indiği coğrafya esas alınarak orucun süresi belirlenecek ve Medine’ye uymayan
diğer coğrafi bölgelere aynen monte edilecektir. Belirleme yapılırken işe
başlama saati esas alınacak ve oradan sürenin ulaştığı yere kadar gidilerek
iftar edilecektir. Çeşitli astronomik hesaplarla Müslümanın ibadeti çekilmez
hale getirilmemelidir.” desem de olmuyor, velhâsıl, Din Hizmetleri Ataşesi
Sayın Çandır ile bu konuda anlaşmak mümkün görünmüyor. Üzerindeki resmi
elbiseyi çıkardığı bir gün belki tekrar oturup konuşmak nasip olur.
Bu
vesileyle, Diyanet İşleri Eski Başkanı Prof. Dr. Süleyman Ateş’in fetvasını ve
yine Diyanet İşleri Eski Başkanı Ali Bardakoğlu zamanında Din İşleri Yüksek
Kurulunun verdiği fetvaları tekrar hatırlatmak isterim:
“Kur’ân-ı
Kerîm’de oruç tutulması emredilen gün, normal namaz vakitlerinin olduğu
bölgelere mahsustur. Yüce Allah, normal bölgelere göre hükmünü bildirmiş,
normal şartların dışında kalan konuları, Müslümanların içtihatlarına
bırakmıştır. Böyle uzun yerlerde ve özellikle kutup bölgelerinde oruç,
ya Kur’ân’ın indiği kent olan Mekke saatine veya o bölgeye en yakın olan normal
vakitlerin cereyan ettiği ülkeye kıyasen tutulur. Kutup bölgelerinde namazlar
da belirlenecek saatlerde kılınır.”(S.A.)
“Normal
vakitlerin oluşmadığı dönemlerde namaz ve oruç vakitleri hususunda takdir
yöntemine başvurulması kaçınılmazdır. Bazı hadislerde de ifade edildiği gibi
vakitlerin oluşmadığı yerlerde ‘takdir yöntemi’ ile ibadet edilmesinde dinen
bir sakınca yoktur.“(DİYK)
Sayın
Ataşe’m, gücün ne kadar yeter onu tam olarak bilemem ama; Allah aşkına, etmeyin
eylemeyin, yazın bu sıcağında klimalı odalarda oturarak, arazideki, tarladaki,
ocak başındaki, inşaattaki, fabrikadaki Müslümanlara, Allah’ın gözüne gireceğiz
diye 19-22 saat oruç tutturmayın. Sizin fetvalarınız yüzünden oruç tutmaktan
vazgeçen insanlar tanıyorum ben. Yazıktır, günahtır.
Almanya’da
yaz aylarında gündüzler uzundur. Bu ve benzeri coğrafyalarda orucun süresi ortalama
14 saat olmalıdır. Allah, 14 saat oruç tutan Müslümanları, niçin 14 saat oruç
tuttun diye azarlarken, 22 saat tutanlara, aferin işte böyle olacak, diye
madalye takmaz. Ancak her ikisine de; Ramazan ayı bittiği halde; “Niçin, hâlâ
ahlakî zaafların var, niçin bu ayda ahlâkî olgunluğa ulaşmadın?” diye hesap
soracaktır. Unutulmamalıdır.
Selam
ve dua ile
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder