Rüştü Kam
Dünyada ilk kiliseler neden Ege’de inşa edildi?
Berlin Türk Eğitim
Derneği’nin (TED) organize ettiği ‘Ege ve Akdeniz Gezisi’nin amacı, 7 Kiliseleri
ve o döneme ait Ege ve Akdeniz’de kurulan medeniyetlerin geride bıraktıkları kültürel
değerleri tanımak ve ibret almaktır. Kur’an “Yeryüzünü gezin dolaşın ve ibret
alın“ der (Neml 69). Dünyada kalacağımız kısa süre içinde alacağımız ibretlerle
kendi yaşamımıza çeki düzen vermektir amacımız. Kur’an da zaten bu amacın
gerçekleşmesi için bu tavsiyeyi yapar. Kur’an’ın tavsiyelerine zorunluluk
olarak bakmak gerekir. Laf olsun torba dolsun anlayışıyla yaklaşılmamalıdır bu
tavsiyelere.
Tur sorumlusu rehberimiz
Emin’e sorduk, dünyada ilk kiliseler neden Ege’de inşa edildi? Anlattı:
Evanjelistlere ve Kabalistlere göre, “Tanrı’nın İmparatorluğu kurulmadan önce
Edom yani Anadolu fethedilecektir. (St. Pierre)
Ege Bölgesi çok
zengin bir bölgedir. Liman şehirleri bu bölgededir. Medeniyetler de bölgenin
coğrafi özelliğinden dolayı bu bölgelerde kurulmuştur. Nüfus yoğunluğu da
bölgenin özelliğine göre bilinçli olarak buralarda oluşmuştur. Ancak bölge
halkı putperesttir(Pagan).
Yahudiler Filistin’de
yaşıyorlardı. Allah Yahudi halkının irşad edilmesi için onlara birçok peygamber
gönderdi. Ancak Yahudiler o peygamberlere iyi davranmadılar. Allah’ın
peygamberleri aracılığıyla kendilerine gönderdiği hem Zebur hem de Tevrat’ı tahrif
ettiler. Allah son olarak Yahudilere yeni vahiylerle donattığı İsa’yı peygamber
olarak gönderdi. Yahudiler İsa’nın da söylemlerinden rahatsız oldular. İsa
Yahudilerin kurduğu yerleşik düzene çomak sokuyordu. Yıllarca oluşturdukları
düzenin yıkılması demek, kazançlarının başkalarıyla paylaşılması demekti. Makam
ve mevkilerin el değiştirmesi demekti.
O günün din
baronları, kapital sahipleri, İsa’dan kurtulmanın yollarını aradılar. Ondan
kurtulmanın tek yolu vardı o da onun Romalılar tarafından ortadan
kaldırılmasıydı. İsa tek olan Allah’tan bahsediyordu. Romalılar ise putperest
idi. Kararlarını verdiler ve O’nu Romalılara şikâyet ederek çarmıha gerilmesini
sağladılar. Böylece İsa’dan kurtuldular. Ancak Havariler İsa’nın söylemlerini
devam ettirdiler. İsa’nın çarmıha gerilmesi Yahudilerin fazla işlerine
yaramadı. Hatta inançlıların sayısında artmalar başladı. Havarilerden de
kurtulmak gerekiyordu.
Yeni plana göre, Havarileri
Anadolu’ya göndereceklerdi. Anadolu’da Romalılar vardı ve putperestti.
Havariler dinlerini Anadolu’da tebliğ etmeliydiler. Böylece hem Havarilerden
kurtulacaklar hem de Romalılar arasında karışıklık çıkarılacaktı. Böylece Tanrı’nın
İmparatorluğu kurulmadan önce Arz-ı Mev’ud’a ulaşmak için bir adım daha
atacaklardı. Kolları sıvadılar.
İlk iş olarak,
Tarsus’ta Hahamlık yapan ve ilerde Paulus diye anılacak olan Saul’u Filistin’e
davet ettiler. Paulus Roma vatandaşıydı, zeki ve çalışkan birisiydi. Paulus’a
planlar anlatıldı ve görev kendisine verildi. Sonrasında düğmeye basıldı, plan
işlemeye başladı.
Rivayete göre, Kudüs’te gerekli görüşmeler yapıldıktan sonra
Paulus geriye dönmüş ve Şam’a doğru yol alırken, İsa kendisine görünmüş. Paulus İsa’yı görünce heyecandan bayılmış ve
yere düşmüş ve gözleri kör olmuş. Tedavi için, Hannaniya isimli bir Yahudi tarafından
Şam’da
bulunan Yahuda’nın evine götürülmüş. Üç gün boyunca, aç ve susuz bırakılmış. Bu
süre içinde Paulus devamlı dua etmiş. Üç günün sonunda Yahuda Paulus’un
gözlerinin üzerine elini koymuş ve Paulus’un gözleri açılmış. Hemen sonra orada
vaftiz olmuş. Hahamlıktan vazgeçmiş. Paulus, İsa Mesih’in ismini milletlere,
krallara ve İsrail oğullarına tanıklık etmeye çağıran bir elçidir artık.
(Elç.İş.9:1-20)
Paulus Anadolu’dadır
Paulus, Anadolu’yu
dolaşmaya başlamıştır. Ege, coğrafya, iklim ve ekonomik açıdan karar kılmak
için uygundur. Bilhassa ‘Yedi Kiliseler ’in kurulduğu şehirler çok zengindir.
Altın rezervleri bu bölgededir. Tarıma da elverişli topraklardır buralar. Aynı
zamanda halk paganların zulmünden bıkmış olduğu için umut veren yeni bir dini
kabul etmeye hazırdırlar. Paulus’un dinini kitlelere ulaştırması için zemin
hazırdır. Paulus dinini anlatmak için Ege Bölgesi’nde karar kılmıştır.
Paulus’un tanıttığı bu yeni dinde İsa Allah’ın oğludur
(Teslis inancı). İsa Romalıların putlarına dil uzattığı için çarmıha gerilmiştir,
sonrasında ise göğe yükselmiştir. İnsanlar günahkâr olarak doğarlar, İsa
insanların günahlarına kefaret olarak çarmıha gerilmiştir. Çocuklar vaftiz
yapılarak asli günahtan kurtulacaklardır. İsa kıyamet yaklaştığında tekrar
yeryüzüne gelecektir. O zaman Armageddon Savaşları çıkacak ve bu savaşların
galibi İsa olacaktır. Çerçeve böyle çizilmiştir. Bu çerçevenin içinin doldurulması
gerekiyordu. Bunun için ibadet evleri açılmaya başlandı. İbadet evlerinde domuz
eti yemenin helal olduğundan, sünnet olmanın gereksiz olduğundan, şarap içmenin
helalliğinden, teslisten ve asli günahtan v.b. bahsedildi.
Paulus, Hristiyan
dinini yayarken kendi düşüncelerini de dine katarak ilerde kendisinin hâkim
olacağı bir Hristiyan inancı oluşturmuştur. İngiliz tarihçi Wels’e göre Paulus,
din konusunda oldukça bilgili ve çağın gereklerine ayak uyduran ileri görüşlü
bir kişiliğe sahipti. Wels’e göre Paulus diğer dinlerden de uygun gördüğü birçok
kuralı ve düşünceyi Hristiyanlığa aktarmıştır.
Paulus, kendisine
verilen görevi başarıyla tamamlayınca Roma’ya çağrılmış ve Roma topraklarında
fitne çıkardığı için idam edilmiştir.
Hıristiyanlığın İlk Yedi Kilisesi
Paulus öldürülmeden
önce inşa ettiği kiliselere hitaben mektuplar yazmıştır. Vahiy Kitabı’nda,
“Anadolu’nun 7 Kilisesi”ne ve onların topluluklarına, yazılmış mektuplardır bunlar.
Mektuplarda söze şöyle başlanır: “Ben Yuhanna, zulümde, krallıkta ve İsâ'nın
çilesinde birlikte olduğunuz kardeşiniz, yoldaşınız. Pathmos Adası'ndaydım.
'Ruh'la esinlendim ve ardımda güçlü bir ses duydum boru sesine benziyordu. ‘Bu
duyduğunu bir kitaba yaz ve 7 Kilise'ye gönder ‘denildi:
Ephesos (Efes)’a,
Smiyrna (İzmir)’ya,
Pergamon (Bergama)’a,
Thyateira (Akhisar)'ya,
Sardes (Salihli)’e,
Philadelphia (Alaşehir)’ya,
Laodikeia (Denizli)’ya.”
(, İncil; Eski Ahit Vahiy, 1:11, Yüzüncü Ad; Amin Maalouf)
Paulus’un mektupları
sırasıyla bu 7 Kiliselere gönderilmiştir. Her mektup, gönderildiği kilisenin
halkını, günahlardan sakınmaları için uyarır ve dine bağlı kalmalarını öğütler.
Yahudiler Paulus ile
İsa’dan ve Havarilerinden kurtulmuşlar ve aynı zamanda, Putperest Romalılar
arasında Hristiyanlık dininin yayılmasını da başarmışlardır.
Aslında, Yahudilik
içerisinde bir tecdit hareketi olarak zuhur eden Hristiyanlık ilk başlarda yeni
bir din olarak görülmemiştir. İlk Hristiyanlar kendilerini Yahudi Paulus’un
takipçileri olarak görürler. Hristiyanlık çok sonraları din olarak anılmaya
başlanır. Ancak, bir Yahudi kuruluşu olan Hristiyanlık dini, Yahudiliğin
kontrolünden hiçbir zaman çıkmamıştır. Hristiyanlık siyasi amaçlarla kurulmuş
bir dindir. Kurulduğu günden beri de amacına uygun olarak kullanılmaktadır.
Evanjelizm
Hristiyanlıkta
değişik mezhepler vardır. Bu mezheplerden biri de Evanjelizmdir. Evanjelist;
Yunanca’da, “müjdeci” anlamına gelir. Evanjelizm, en masum anlamıyla İnciller
hakkında vaaz vermektir. İsa üzerinde yoğunlaşan bu vaazların amacı Hristiyan
olmayanları bu dine davet etmektir. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna tarafından
yazılmış dört kanonik İncil’in her birine "Evanjel" denir. Evanjelizm adını ilk kullanan
kişi, Reform hareketinin lideri Martin Luther'dir. Bu nedenle Kıta Avrupası'nda Evanjelik sözcüğü,
Protestan veya Luther’ci olarak algılanır.
Luther’ci Protestanlık ile başlayan;
Püritenizmle olgunlaşan, Jimmy Carter, Ronald Reagan ve Baba Bush'un
başkanlıkları döneminde adım adım gelişen Evanjelizm, 11 Eylül'den sonra Oğul
Bush ile Küresel Emperyalizmi yönlendiren esas güç haline gelmiştir.
Evanjelikler için en
kutsal kilise Bülbül Dağı'ndaki Efes Meryem Ana Kilisesi'dir. İlk yapılan
Kilisedir. Evanjelistler,
Eski ve Yeni Ahit’e inanırlar. Onlara göre “Kutsal Kitap” iki bölümdür;
birinci bölümde Tevrat (Eski Ahit), ikinci bölümde ise dört kitaptan oluşan
Yeni Ahit (İncil) yer alır. Tevrat’ta, Allah’ın, Nil ve Fırat arasını Hz.
İbrahim ve O’nun nesline vaat ettiği yazılıdır, vaad edilen arz, yani Arz-ı
Mev’ûd. Bu vaad, Hz. İbrahim’e ve O’nun nesline yapılmıştır. (Çıkış, 23-31,
Yaratılış 15-18 ve 26)
Evanjelistlere
göre sadece Yeni Ahit’e inanmak yetmez, Eski Ahit’e de inanmak gerekir. Evanjelistler
Yahudilerin seçilmiş kavim olduklarına inanırlar. Bunun için de Nil-Fırat
arasının onlara ait olabilmesi için çaba sarf etmek gerekir. Ancak bu
yapılırsa, Hz. İsa tekrar yeryüzüne gelecek, krallığını kuracak ve inananlarla
inanmayanlar arasındaki büyük savaş yani Armageddon başlayabilecektir.
İsa’nın
yeryüzüne ineceği inancı Müslümanlarda da vardır. Bu inanç Müslümanlara Yahudilikten
ve Hristiyanlıktan geçmiştir. Amik Ovası ve Dicle'nin Kabala'daki kutsiyetleri hatta Fırat Irmağı'nın
İncil'deki kutsiyeti hafife alınmamalıdır. Suriye’deki olup bitenler hem
Hristiyanlar açısından hem de Yahudiler açısından Tevrat’ta sözü edilen Arz-ı
Mevûd hayaline ulaşmak için yapılan çalışmalardır. Bu bilgiler bize, bugün
Türkiye'nin nasıl bir bela ile karşı karşıya olduğunu anlamamıza yardımcı
olacaktır.
Yedi kiliselerden ikincisi Agora’da
Yedi Kiliselerden
ikincisi İzmir (Smyrna) kilisesidir. Paulus, İzmir'deki kiliseye gönderdiği
mektubunda; önce övgü dolu sözler söyler. Arkasından inançlarından dolayı maruz
kalacakları zulümlere ilişkin uyarılarda bulunur: “İzmir'deki kilisenin
meleğine yaz. Ölmüş ve yaşama dönmüş, ilk ve son olan şöyle diyor: “Sıkıntılarını,
yoksulluğunu biliyorum. Oysa zenginsin! Yahudi olduklarını söyleyen, ama Yahudi
değil de Şeytan'ın havarisi durumunda olanların iftiralarını biliyorum. Çekmek üzere olduğun sıkıntılardan korkma! Bak,
denenesiniz diye İblis içinizden bazılarını yakında zindana atacak. On gün
sıkıntı çekeceksiniz. Ölüm pahasına da olsa sadık kal, sana yaşam tacını
vereceğim. Kulağı olan, Ruh'un
kiliselere ne dediğini işitsin. Galip gelen, ikinci ölümden hiçbir zarar
görmeyecek.” (Vahiy
2:8-11)
İzmir
kilisesi üçüncü müjdeleme seyahati sırasında Paulus tarafından kurulmuştur (M.S. 53-56). Hristiyanlar, ilk olarak şehirde yaşayan
dindar Yahudilerin tepkilerini çekmişler ve sonrasında Roma yönetimi tarafından
sistematik bir yıldırma politikasına tabi tutulmuşlardır. Yönetim tarafından
dinlerinden vazgeçmeleri ve imparatora tapmaları istenmiştir. Bazı imanlılar
korkmuş ve istenileni yapmışlardır. Bazı imanlılar ise imparatora tapmayı
reddetmişlerdir. Bunlar Romalılar tarafından hapse atılmışlar, bazıları da idam
edilmiştir.
Mesela,
İzmir Kilisesi’nin papazı olan St. Polycarp, M.S. 155
senesinde yakılarak öldürülmüştür.
Sezar’ı Rab
olarak tanıması için onu zorlayan cellada St. Polycarp: “Sen beni ancak bir saat süreyle yanıp sonra sönecek olan ateşle
tehdit ediyorsun, fakat kötüler üzerine gelecek olan yargı ateşinden ve sonsuz
cezadan habersizsin. Ne duruyorsun? Haydi, ne yapacaksan yapsana” diyerek
meydan okumuş ve ruhunu teslim etmiştir. Bu zulümlere
rağmen sadık kalan Hristiyanlara Rab 2 şey vaat eder: “Ölüm pahasına da olsa sadık kalırsan, Ben sana yaşam tacını vereceğim.
Kulağı olan, Ruh ‘un Kiliselere ne dediğini işitsin. Sabreden, galip gelen,
ikinci ölümden hiçbir zarar görmeyecek.” (Vahiy 2:8-11)
İnsanlık tarihinde, Tevhid inancının
sahipleri her zaman Paganlar/putperestler tarafından işkenceye tabi
tutulmuşlardır. İsa’dan önce de bu böyleydi İsa’dan sonra da. Hristiyanlar
kiliselerini niçin yüksek dağlara kurmuşlardır, niçin mağaralara,
peribacalarının içine, yerin altına yapmışlardır, kiliselerin dış duvarları
niçin kalındır? Bu soruların cevabını,
bu anlatılanlardan ve olanlardan sonra daha iyi anlıyoruz.
Emin’in verdiği 10 dakikalık fotoğraflama süresi yetmedi. Hızlıca
fotoğraflarımızı çektik. Bir de baktık ki; fotoğraf molasını fırsat bilerek,
yiyecek bir şeyler almak için ana caddeye inen arkadaşlarımız olmuş. Emin’in
düdüğü acı acı çalsa da bu sefer işe yaramadı. Hüseyin de ceza kuralını askıya
almış gibi görünüyor. İdarecilik böyle bir şey. Bazen kurallar sert uygulansa
da bazen idare edebilmek gerekiyor. Gezinin ikinci günündeyiz ve herkes heyecanlı.
İzmir’den bu kadar tarihi malumat toplayacaklarına kimse inanmıyordu. Ama
topladılar.
Hedefte Efes var. Otobüste İzmir üzerine sohbetler devam etti. Kaptan
Sezgin sohbeti sonlandırmak için olsa gerek, CD çalara İzmir’in kavakları
türküsünü verdi. Bir anda hava değişti. Otobüste zeybek oynanır mı, bizimkiler
oynadı ve de oldu. Bizler de alkışlarla eşlik ettik onlara. Hey gidi efeler
hey…
“İzmir’in kavakları / Dökülür yaprakları / Bize
de derler çakıcı / Yar fidan boylum / Yakarız konakları Servim senden
uzun yok/ Yaprağımda düzüm yok / Kamalı da zeybek vuruldu / Yar
fidan boylum
Çakıcıya sözüm yok.”
Türkünün hikâyesi şöyle; Çakıcı Efe, Ege Bölgesi’nde ortaya çıkan bir halk
kahramanıdır. Osmanlı’nın son zamanlarıdır artık. Halk kendi kahramanlarını,
kendi kurtarıcılarını çıkarmak zorunda kalmıştır. Efeler sahnededir. Onlar halk
kahramanlarıdır. Çakıcı Efe İzmir,
Denizli, Aydın civarında hüküm sürmüş bir Efe’dir. Saygın birisidir. Kimi zaman
dağlardadır, kimi zaman da halkın arasına inerek düşmanla ve zalimlerle
mücadele etmiş, adalet dağıtmış, zenginden alıp fakire vermiş bir efedir.
Koro halinde söylediğimiz
bu türkünün büyüsüne kapıldık. Zaman su gibi akıp geçmiş. Büyünün
etkisinden kurtulunca baktık ki; Efes’teyiz. Efes
rehberimiz İsa Levent Gürcav. Efes Antik Kenti’nin önünde bizi bekliyor.
Tanışma faslından sonra. “Hedef Meryem Ana Evi”
dedi. Otobüs
hiç zaman kaybetmeden hemen tırmanışa
geçti.
Meryem Ana Evi
“Meryem Ana Evi, Bülbül Dağı’nda, doğanın güzellikleri içine saklanmış bir
yapı. Hz. Meryem’in son yıllarını Aziz Yuhanna ile birlikte geçirdiğine
inanılan ev/kilise. Hristiyan dünyası
için kutsal kabul edilen bir mekân. Her yıl 15 Ağustos’ta büyük ayinin
yapıldığı yer. Hz. İsa çarmıha gerilmeden önce annesi Meryem’i, arkadaşı ve
havarisi olan Aziz Yuhanna’ya emanet etmiş. Havari Aziz Yuhanna da İsa’nın göğe
yükselişinden sonra emanet edilen Meryem’in Kudüs’te olmasını sakıncalı görmüş
ve onu Efes’e getirmiş. Bülbül Dağı’na.
Ve Efes bu özelliğinden dolayı Hristiyanlar için hac yeri haline
getirilmiş. Kilise Meryem Ana adını M.S. 431
yılında almış. Ekümenik Meclis Efes'te toplanmış ve Meryem'in İsa'yı Tanrı'nın
oğlu olarak doğurduğunu ilan etmiş. 1950 yılına gelindiğinde de Meryem Ana Evi’nin
Vatikan tarafından kutsal olduğu dünyaya ilan edilmiştir. 1967 yılında Papa VI.
Paul ve 1979 yılında Papa II. Jean Paul ve sonra Papa Benedikt tarafından
Efes’e hac ziyaretleri gerçekleştirilmiştir.
Evin önünde
anahtar şeklinde bir vaftiz havuzu var. Dünyaya günahkâr olarak gelen
Hıristiyanlar, bebek yaşlarında anahtar şeklindeki bu havuzda vaftiz edilirler
ve böylece cennetin kapılarını aralamış olurlar. Vaftiz havuzunun hemen yanında
Meryemana heykeli var. Haç şeklinde. Meryem Ana Evi’ne girerken, kadınların başlarını
ötmeleri gerekiyor.
Evin giriş kapısının sağ ve sol
taraflarında, Kuran-ı Kerim‘de
Meryem’den bahsedilen sure ve ayetleri hem Türkçe, hem de Fransızca olarak
okuyabilirsiniz. Meryem Ana Evi’nden sonra merdivenlerden aşağı inerken taş
bloklardan akan ve şifalı olduğuna inanılan kutsal sudan da içilebilirsiniz.” Şifa niyetine içenler olduğu gibi susadıklarından
dolayı da içenler olabiliyor. Bizler de içtik bu sudan, oldukça soğuk ve de lezzetliydi.
Efes Antik Kenti
Meryemana Evi’nden sonra vakit kaybetmeden Efes Antik kentine geçtik.
Girişte hemen sağda toplandık ve rehberimizi dinlemeye başladık: “Efes, 250,000 nüfusuyla Roma’dan ve İskenderiye’den sonra I. yüzyılın en büyük şehirleri arasında yer alır. Bugün İstanbul Türkiye için
ne ise, I. yüzyılda Efes Anadolu için oydu. Anadolu’nun en çok vergi alınan yeriydi Efes. Aynı
zamanda Anadolu’nun kültürel,
sosyal ve dini merkeziydi. Dünya’nın yedi harikaları arasında yer alan Artemis tapınağı buradadır.
Efes’teki antik
tiyatro hâlâ günümüzün en güzel antik eserleri arasında yer almaktadır. Kütüphanesinde
200.000 cilt eser vardı. Efes şehri birçok İncil kahramanına ev sahipliği
yapmıştır. Havari Yuhanna, İsa’nın annesi Meryem ve İncil yazarı Luka buralarda yaşamışlardır.
Rivayetlere göre mezarları da buradadır.
Misyoner Pavlus M.S.
53-56 tarihlerinde Efes’e gelmiş. Burada Hristiyanlığın yayılması için
çalışmalar yapmış. Hıristiyanlık dininin ilk kilisesini Efes’te inşa etmiş. Diğer Kiliseler de Efes’i takip
ederek kurulmuş, hepsi de Ege’de.
Anadolu’nun
Hristiyanlaştırılması ile görevli olan Paulus görevini hakkıyla yapmış ve
birçok insanın Putperestlikten vazgeçmesine imana gelmesine vesile olmuştur. Bu
durum putperestleri çok kızdırmıştır. Çünkü, halkın tek tanrılı dine inanır
olması(Hristiyan olması) put ticaretini olumsuz yönde etkilemiştir. Halk artık
put satın almamaktadır. Gelirler azalmıştır. Put ticaretinden olumsuz etkilenenler
protestolarla yönetime baskı yapsalar da Hristiyanlığın yükselişine engel
olamamışlardır.
Paulus ilk mektubunu Efes
Kilisesi mensuplarına yazar: “Yaptıklarını,
çalışkanlığını, sabrını biliyorum. Kötü kişilere katlanamadığını da biliyorum.
Elçi olmadıkları halde kendilerini elçi diye tanıtanları sınadın ve onları
yalancı buldun. Evet, sabırlısın, benim uğruna nice acılara dayandın ve
yılmadın. Ne var ki, bir konuda sana karşıyım: Başlangıçtaki sevginden
uzaklaştın. Bunun için, nereden düştüğünü anımsa! Tövbe et ve başlangıçta
yaptıklarını sürdür. Tövbe etmezsen, gelip kandilliğini yerinden kaldırırım. Yine
de olumlu bir yanın var: Nikolas yanlılarının yaptıklarından nefret ediyorsun;
ben de nefret ederim. Kulağı olan, Ruh'un kiliselere ne dediğini işitsin.
Galip gelene Tanrı'nın cennetinde bulunan yaşam ağacından yeme hakkını
vereceğim.” (Vahiy 2:4-5)
Tümüyle mermerden
yapılmış ilk kent olan Efes'teki başlıca yapılar ve eserler:
Artemis tapınağı
“Tapınak M.Ö. 550 yılında Croesus’un (Lidya
Kralı) emri üzerine yapılmıştır. Artemis Yunan Tanrıçalardan biridir. Zeus’un
kızı ve Apollon’un kız kardeşidir. Tapınağın en büyük özelliği; Helen dünyasının antik çağda mermerden
yapılmış en büyük anıtsal eseri olmasıdır.
Dünyanın 7
harikasından biri olan Artemis Tapınağı’nın büyüklüğü 130 x 68 metredir. Ön cephesi Batıya dönüktü. Tapınak hem bir
pazaryeri hem de bir dini müessese olarak kullanılıyordu. Artemis Tapınağı M.Ö.
356'da adını ölümsüzleştirmek isteyen Herostratus adlı bir Yunan
tarafından yakıldı. Tapınaktan günümüze sadece birkaç mermer blok kalmıştır. Efes kazıları sırasında bulunan çok memeli Artemis heykelleri arkeolojide
olduğu kadar dünya din tarihinde de çığır açmıştır. Artemis’in çok memeli bir
Tanrıça olması, bereketin simgesi olmasındandır.
Celsus Kütüphanesi
Roma dönemi yapılarının en
güzellerinden birisi olan yapı hem kütüphane hem de anıt mezardır. 106 yılında
Efes valisi olan Celsius ölünce, oğlu kütüphaneyi babasının adına anıt mezar
olarak yaptırmıştır. Celsius'un lahdi kütüphanenin batı duvarının altındadır.
Kütüphanede kitap ruloları, duvarlardaki nişlerde saklanıyordu.
Yamaç Evler
Yamaç Evler;
Helen ve Roma çağlarından kalmadır. Efes kentinin merkezindedir. Roma döneminin
varlıklı üst sınıf yaşantısını günümüze taşıyan, eşsiz mimarlık eserleri olarak
kabul edilir.
Evlerde,
günümüzdeki merkezi
ısıtma sistemine benzer bir uygulama gerçekleştirilmiştir.
Hamam benzeri merkezi ısıtma yerleri oluşturulmuştur. Mutfak, kabul ve bazı
yatak odalarındaki çeşmeler künklerle merkezi ısıtma merkezlerine bağlanmıştır.
Günlük yaşama uygun olarak hazırlanan oturma odaları, salon ve kabul odalarının
altından geçirilen künkler merkezi ısıtma sistemine bağlanarak, zeminden ısıtma
yöntemi gerçekleştirilmiştir. Hayranlık uyandırıcı bir çözümleme ile günümüz
merkezi ısıtma sistemine benzer bir çözüm üretmişlerdir. (M.Ö.I.yy.)
Ayrıca Yamaç
evlerde kanalizasyon tertibatı da vardır. Evlerin tuvaletleri içeridedir. Bütün
evlerdeki tuvaletlerin kanalizasyonları ana kanalizasyona bağlanmıştır.
Ayasuluk Tepesi
Ayasuluk Tepesi bir höyüktür. Ayasuluk Tepesi’nin
en yüksek yerine inşa edilmiş olan iç kale, Selçuk İlçesi’nin başına konulmuş
bir taç gibidir. Görülen kale duvarları Bizans, Aydınoğulları ve Osmanlı
dönemlerine aittir. 15 kuleyle güçlendirilmiştir. İç kalenin biri batıda diğeri
doğuda olmak üzere iki girişi vardır. Batı kapısı dıştaki duvarlarla
korunmuştur. Kale içinde kapıların yakınında bulunan beş sarnıçtan tonoz
örtüleri sağlam olan üç sarnıç ayakta kalabilmiştir. Merkezi kısmın güneyinde
tek kubbeli ve minaresi kısmen sağlam kalabilmiş bir de cami (Kale Camii)
vardır. Üstte, batıda Türklere ait kale hamamı vardır. En üstte beşik tonozla
örtülü bir başka sarnıç. Bu sarnıç eski bir bazilika yapısının ayakta
kalabilmiş bölümüdür.
St.Jean Kilisesi
Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri
olan St. Yuhanna (St.Jean ), diğer bir
adıyla Aziz Yuhanna, İncil’in
yazarlarından biridir. Yuhanna İncili İznik konsilinin seçtiği 4 İncil’den
biridir. Konsil, M.S.
325 tarihinde İmparator I.
Konstantin tarafından Roma İmparatorluğu'nda resmî din olacak Hristiyanlığın
içerisinde tartışılan bazı konuları netleştirmek amacı ile toplanmıştır.
Hıristiyan
efsanesine göre St.Yuhanna M.S.50 yıllarında Efes’te yaşamış ve Ayasuluk Tepesi’ne
defnedilmiştir. M.S. IV. yy.’ da buraya ahşap çatılı bir kilise
yapılmıştır. Justinianus (M.S.527-565) zamanında ise halen kalıntıları görülen
kubbeli bazilika inşa edilmiştir. Haç planlı yapıya batıdan
"Atrium" denilen büyük avludan girilir. St.Yuhanna'nın mezarı en
ortadaki kubbeli bölümün altındadır.
İsa Bey Camii
İsa Bey Camii Ayasuluk Tepesi’nin altında yer alıyor. Cami 1375'te
Mimar Ali tarafından Aydınoğlu İsa Bey için yapılmıştır. İsa Bey Camii, pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. İsa
Bey Camii gerek mimarisi gerekse süsleme özellikleriyle Anadolu Türk mimarisi
içinde ayrıcalıklı bir yere sahiptir.
Ait olduğu dönemden başlayarak Anadolu Türk
mimarisinde önemli etkileri görülecek bu yeni plan şemasının esasları
Suriye’deki İslam mimarisine dayanmakta olup Şam Emeviye Camii’ne kadar inen
eski bir geçmişe sahiptir. Farklı kültürlerin bir sentezini oluşturan
yapı, Osmanlı dönemi mimarisine de kaynaklık etmiştir. Doğu ve batı taç kapılar
üzerinde iki minare yükselmektedir. Minarelerden doğu yönde olanı günümüze
ulaşamamıştır. Günümüze ulaşan minarenin de şerefeden yukarısı hâlâ yıkık
vaziyettedir. Yetkililerin gelip kendisini aslına uygun olarak inşa etmesini
beklemektedir. Anadolu’da iki minareli, revaklı ve şadırvanlı avlulu camilerin
ilk örneklerinden olan İsa Bey Camii, Türk mimarlık tarihinin Anadolu
Beylikleri dönemine ait en eski ve gösterişli eserlerinden biridir. Osmanlı
Devleti döneminde önemini kaybeden İsa Bey Camii, uzun süre kaderine terk
edilmiştir. 1653-1688 yıllarındaki depremler sonucu da kubbeler hariç çatıları
ve minaresi tamamen yıkılmıştır.
Cami, 19. yüzyılın ikinci
yarısında kervansaray olarak kullanılmaya başlanmış. Bu süreçte yapıya
uygulanan değişiklikler ciddi tahribata neden olmuştur. O kadar ki, güney duvarındaki
mihrap sökülüp buraya da bir kapı açılmıştır. 1895’te Avusturya Arkeoloji
Enstitüsü’nün Efes’te yürüttüğü çalışmalar çerçevesinde G. Niemann
başkanlığındaki ekip tarafından fark edilen cami, basit de olsa olumlu bir
müdahale görmüştür.
Cami, özgün karakterini bazı
yerlerde önemli ölçüde kaybederek günümüze ulaşmış olsa da hâlâ görkemli ve
etkileyici. Pencerelerde görülen mermer ve
renkli taştan yapılmış zengin süslemeler bu cephedeki taç kapıda da
uygulanmıştır.
Dört sıra mukarnas sırasının üzerinde dantel gibi işlenen
istiridye kabuğu biçimindeki kavsara, hâlâ göz kamaştırıyor.” Dünyada, tarihine
ve tarihi eserlerine sahip çıkmayan hatta ihanet eden başka bir millet var
mıdır acaba?
Şirince Köyü ve Kıyamet Kehaneti
“Şirince,
İzmir’in Selçuk İlçesi’ne bağlı bir Köy. Köy, 2012 yılında Mayalar’ın takvimine
göre tam 21 Aralık’ta kıyamet gününün geleceği söylentileriyle çalkalanmıştı.
Maya takvimini yorumlayan ve kendilerine “Mavi Enerji Grubu” adını veren
grup 21 Aralık 2012’de kıyamet gelip çattığında dünyada sadece 2 yere
sığınanların kurtulacağını iddia ediyordu. İzmir’deki Şirince ve Fransa’nın
güneyindeki Bugarach Köyü insanların sağ kalacağı tek yer olacaktı. Bu
söylentiler hem Türkiye’nin hem de dünyanın gündemine bomba gibi düştü. Arama
motorlarında Şirince en üst sıralardaydı. Her ne kadar Mayalar yanılmış olsa
da, tüm bu tantana Şirince turizmi için bulunmaz fırsat oldu. Cennet çorbası
ile başlayıp kıyamet kebabı ile devam eden kapanışı da yasak elma tatlısı ile yapan,
kıyamet menüleri hazırlayan işletmeler vardı Şirince’de.”
Biz Şirince
köyüne kadar çıkamadık. Trafik çok kalabalıktı. Köyün girişinde Ayşe hanımın
yerine öğle yemeği için park ettik. Yolun hemen sağında. Self servis. Birkaç
otobüs birden gelince sıkışıklık meydana geldi. Biz sıraya geçtik yemeğimizi
almak için. Ancak yemek almakta zorlandık. Hatta bazı arkadaşlarımız
alamadılar. Sıraya uymak gibi bir alışkanlıkları yoktu arkadan gelenlerin.
Aradan kaynak yaparak girenler olduğu gibi arkadaşını önlerine çağıranlar da
vardı. Sanki onun için sıraya girmiş gibi. Yemek kuyruğunda sıra kavgası. Şirince
yolunda buna da şahit olduk. Koca koca insanlar. Saygıda ulaşılan seviye işte bu.
Alabildiğimiz kadar aldık ve yedik. Yemekten sonra da Şirince Köyü sevdasından
vazgeçerek, kırdık dümeni Kuşadası’na.
Kuşadası
“Kuşadası Antik çağlarda Anadolu'nun Akdeniz’e
açılan başlıca limanlarından biridir. Bugün de Türkiye’nin
en büyük 3. Limanıdır. Tarihi
M.Ö. 3.000 yılına kadar uzanır. Antik çağlarda İyonya adı
ile anılır. 1086′da I. Süleyman Şah’ın bölgeyi Selçuklu Devleti'ne katmasıyla adada
Türk egemenliği başlar. Bugünkü
Kervansaray ve Kuşadası'nı çeviren surlar, su kemerleri, Osmanlı Paşası Öküz
Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Sadrazam
Mehmet Paşa Konyalıdır ve zamanın Osmanlı padişahı II. Osman'ın damadıdır.
Türkmen'dir. Babası Öküz nalbandı olduğu için bazı kendini bilmez tarihçiler
tarafından kendisine "öküz" lakabı yakıştırılmıştır. Kuşadası’nın
hemen kıyısında Güvercin Adası var. Bir mendirek ile karaya bağlanmış, üzerinde
Bizans döneminde inşa edilen bir kale bulunmakta. Güvercin Adası'nın en yüksek noktasında
bulunan kule, muhafızların çevreyi gözetlemesi için kullanılmıştır.”
Rehberimiz Levent
Efes’te kaldığı için, Efes’ten sonra rehberlik tur şirketinin sorumlusu Emin
Oruç’a kaldı. Adayı Emin’in rehberliğinde gezdik. Sonra şehrin merkezinde
soluklanalım teklifi geldi. Uygundur dedik. Aheste aheste Yola koyulduk. Yolda
herkes kafasına göre takıldığı için şehrin merkezine geldiğimizde üç kişi kalmışız.
Orada küçük bir meydan var, meydanın etrafı dükkanlarla çevrili. Cıvıl cıvıl
bir meydan. Hava biraz soğuk. Masalara
oturduk. Hemen arkamızda taze taze lokma döküyorlar. Mis gibi kokuyor. Kokusu
iştahımızı kabarttı. “Daha ne
duruyorsunuz beni alın ve yiyin.” diyordu sanki lokmalar. Davete icabet etmek
gerekir dedik ve siparişlerimizi yaptık. Arayıp da bulamadığımız tatlılardan.
Çıtır çıtır. Çay ile birlikte harika oldu. Soğuğa karşı panzehir.
Emin, “Gezimizin
bundan sonraki güzergahında Serdar Kaymaz rehberlik yapacak.” dedi ve genç bir
arkadaşı bizimle tanıştırdı. Kendisi de Kuşadalı imiş. Uzunca bir
beraberliğimiz oldu Serdar’la. Mesleğine aşık ve oldukça bilgili bir genç.
Gururu ve kibiri olmayan bir delikanlı. Ekibimiz kendisini çok sevdi. Aspendos’ta
ondan ayrılırken duygu dolu dakikalar yaşandı.
Hava kararınca
Güvercin Adası ışıklandırıldı. Gece manzarası oldukça büyüleyici. Ancak
zamanımız yok. Otele gitmemiz gerekiyor. Serdar’ın düdüğü çaldı bile. Akşam
yemeği otelde yenecek… Emin pasaportları topladı. Otele giriş kaydı yapılacak.
İşlemin hızlı bir şekilde yapılabilmesi için bu yöntemi Emin seçti. Akıllıca
bir seçim. Kaydımız yapılınca kolumuza bir plastik bilezik taktılar. Bu
bilezikteki renkten müşterinin kaçıncı sınıf olduğunu anlıyorlarmış. Ben bu
sınıflandırmaya girmek istemedim ve bileziği takmayı reddettim. Reddettim ama
otel personeli itirazımı kabul etmedi. Israrcı oldular ve sonunda münakaşa
başladı. Benimki belki de anlamsız bir tartışma ama, ağırıma gitti bu durum.
Sonunda otel müdürü devreye girdi ve otelin prensiplerinden bahsetti. Ancak bir
istisna olarak benim bileziğimi takmayabileceğimi söyledi. Sanırım boşuna bir
kuruntu yaptım. Yemekten sonra odalarımıza çekildik. Oldukça fazla yorulduk
bugün. Otel şehrin dışında olduğu için şehri dolaşmak imkânımız da yok. Ancak
taksi ile gidebiliriz. Gerek duyan da olmadı.
Sabah kalkarken
zorlanmadım. Deniz havası yaradı galiba. Eşim de tasdikledi beni. Çok güzel bir
sabah kahvaltısından sonra istikamet Bergama. 7 Kiliselerden üçüncüsü orada.
Bergama’da Milli Türk talebe Birliği (MTTB)’ nin eski genel başkanlarından Raşit Ürper var. Bir dönem
Bergama Belediye Başkanlığı da yaptı. Önceden haberleştim kendisiyle. Kendisini
aramamdan oldukça mutluluk duydu. Memnuniyetini ifade eti. Bergama’da bizi
bekliyor olacak. Öğle yemeğini de beraber yiyeceğimizi özellikle söyledi.
Bergama yolunda Efes
ve Kuşadası ile ilgili yorumlar yapıldı. Arkadaşların dikkatini Efes’te Antik
Kütüphane ve mermer yol çekmiş. Bir de Yamaç Evlerin kaloriferli oluşu. O
tarihte o kadar büyük bir kütüphane, gerçekten anlamlı. O zaman okunacak kitap
ve o kitapları okuyacak insanlar varmış demek ki. Bulunduğumuz çağdan oraya
bakınca kendimizden utanıyoruz. Berlin’de Almanya’nın ilk Türk Kütüphanesi’ni
kurduk, insanımız okusun diye. 8.000 cilt kitabımız var. Okumaya gelenlerin ve
eve kitap alıp götürenlerin sayısı oldukça az. Kıyaslama yaptık. Sonuç vahim.
Devam edecek