17 Şubat 2020 Pazartesi
MÜSLÜMANLAR “HOUSE OF ONE: VAHDET EVİ” PROJESİ´NİN NERESİNDELER?
Son zamanlarda “House of One” projesi gündemden düşmez oldu. Müslümanlar bu projenin neresindedirler? Bana sorarsanız hiçbir yerinde değildirler.
Türkiye Cumhuriyeti Berlin Büyükelçisi Sayın Ali Kemal Aydın da konuyu basına taşımış. Türkiye Gazetesi’nin internet sayfasında yayınlanmış olan bir haber de okudum. Haberi kimin yazdığı belli değil. Üstelik kötü bir Türkçe ile yazılmış. İmzasız bir şekilde. Gazete, haberi “Sayın Elçi meseleyi anlayamamış!” başlığıyla vermiş.
Sayın Büyükelçi hangi meseleyi anlayamamış diye okumaya devam ettim. Konu “House of One” ile ilgili. “Vahdet Evi” projesi.
Haberin devamı ise şöyle: “İslamiyet’i tahrif için Dinler arası Diyalog Projesini tertipleyen Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) sinsi oyunlarından birini Almanya’da tezgâhlamıştı.
Örgüt, Almanya’nın başkenti Berlin’de kilise, sinagog ve caminin tek çatı altında inşa edilmesinin planlandığı tartışmalı “Vahdet Evi (House of One)” projesine ön ayak olmuştu. Proje, FETÖ elebaşı Gülen’in “dinler arası diyalog” projesinin en kritik adımlarından biriydi. Projeye destek verenlerden işadamı Catherine von Fürstenberg Dussman, Gülen’in 15 Temmuz FETÖ darbesinden sorumlu olduğunu belirterek geçen yıl projeden çekildi. Müslümanlar, FETÖ tuzağının rafa kaldırılmasına sevinirken Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Ali Kemal Aydın’dan dikkat çekici bir açıklama geldi. Berlin’de görev yapan Türk gazetecilere konuşan Aydın, FETÖ’nün devreden çıkarılması durumunda skandal projeye destek verebileceklerini söyledi. Alman makamlarından cevap beklediğini duyuran Aydın’ın sözleri, şaşkınlığa yol açtı…. Büyükelçi’nin açıklamaları “FETÖ ile FETÖ projelerine sahip çıkarak mı mücadele edilecek?” dedirtti”. (31.01.2020)
Bu konuyla ilgili bir yazıyı ben de yazmıştım. www.ha-ber.com internet sitesinde. (28/11/2019)
Almanya’da hizmet veren dini cemaatlere bir çağrı yapmıştım, o yazımda. “Tüm dini cemaatlere çağrımdır: Almanya’da hizmet veren dini cemaatler, “House of One” projesinin içinde mutlaka biz de varız diye başvuru yapmalıdırlar.”
Türkiye Gazetesi’nin amacı nedir onu bilmiyorum. Ama, Almanya’da yaşayan Müslümanlar adına bir faaliyet yapılacaksa, bir bina inşa edilecekse, bir kurum oluşturulacaksa bu kurum üstelik devlet destekli olacaksa Müslümanların o konuda söz söyleme hakları doğar. House of One bir projedir. Bunu biliyoruz. Ancak Müslümanları da ilgilendiren bir projedir. Bu projenin tarafları, Hristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlardır. Almanya’da FETÖ’ye yakınlığıyla bilinen “Forum Diyalog” adlı kuruluş Müslümanları temsilen o projenin içine alınmış. Bilerek veya bilmeyerek. Müslümanlar bu haberi duyduklarında herhangi bir itirazda bulunmamışlar. Tabiatıyla proje devam etmiş. Yapının temelinin, 14 Nisan 2020’de atılması bekleniyor. House of One (Vahdet Evi) projesinden bahsediyorum. Bu proje için Almanya 19.5 Milyon Euro destek verdiğini de açıklamış. Toplam maliyeti 47 milyon Euro civarında olacakmış.
Türkiye Gazetesi’nin haberine göre proje rafa kaldırılmış. Bu doğru değildir. Dezenformasyondur. Rafa kaldırılmış olan, projeye ücretsiz arsa tahsis etme sözünü veren bayan Dussmann’ın sözüdür. Proje değildir.
Ben Büyükelçi Ali Kemal Aydın’ın Alman devletine yaptığı teklifi olumlu bir girişim olarak görüyorum, desteklenmesi gerektiğine inanıyorum. Ve Almanya’da hizmet veren dini cemaatlere tekrar sesleniyorum. Hazır Büyükelçi Ali Kemal Aydın Alman devletine böyle bir teklif yapmış iken, sizlerde aynı minval üzere başvurular yapmalısınız. Bu projenin içinde biz de olmak istiyoruz demelisiniz.
Konu, Müslüman yazarlar tarafından da yazılıp çizilmeli. Dini cemaatler bu konuda konferanslar düzenlemeli. Konu ile ilgili imza kampanyaları düzenlemeli. Başta İçişleri Bakanlığı olmak üzere yetkili mercilere bu imzalar gönderilmeli. ‘Vahdet Evi’ projesinde biz de yer almak istiyoruz diye müracaatlarda bulunulmalı.
Müslümanlar ‘sinekli seccade’ gibi konularla uğraşmaktan, maalesef bu tür konulara zaman ayıramamaktadırlar.
14 Şubat 2020 Cuma
EGE VE AKDENİZ GEZİSİ / 7 KİLİSELER (VI) -Demre-Antalya-Side-Aspendos-
Rüştü Kam
Ha-ber.com
Demre
Ege ve Akdeniz gezisini Türk Eğitim
Derneği başkanı Ahmet Yumuşak teklif etmişti. Ancak kendisi maalesef geziye
katılamadı. Çok istemesine rağmen katılamadı. Biz yola çıktık, o bir gün sonra
hastaneye yattı. Kalp kapakçığı değişecekti. Basit bir ameliyat dediler. Gezi
dönüşü ameliyat olmasını teklif ettik ama o bizi dinlemedi. 10 gün sonra
ameliyat olabilirdi.
Hastanede gerekli tetkikler yapılmış ve
bizim dönüşümüze 2 gün kala ameliyata girmiş. Biz Demre’ye henüz gelmiştik ki,
acı haber geldi. “Ahmet vefat etti başımız sağolsun.” Dünyamız yıkıldı.
Beklenmedik bir ölüm. Bir anda otobüs yasa boğuldu. Herkes ağlıyor, kimse
kimseyi teselli edemiyordu. Kim, kimi teselli edecekti, herkes aynı acıyı
yaşıyordu. Yasımız uzun sürdü. Benim kendimi toparlamam gerekiyordu. Grup
lideri bendim. Arkadaşları sükunete davet etmeliydim. Kaptan Sezgin’e mikrofonu
açmasını söyledim ve titrek sesimle söze başladım:
“Ecel gelince ne bir saniye ileri ne de bir saniye geriye gider.” Kalp
kapakçığı ve diğer ölüm sebepleri bahanedir. Sabırlı olmamız lazım, yapacağımız
iş ağlamak değil onun için dua etmektir O da bizden bunu bekliyor. ‘Allah sana rahmet eylesin Ahmet’im… Mekânın Cennet
olsun. Biz seni çok sevdik, Allah da seni sevecektir. Allah için çalışan birisi
olduğuna dair şahitliğimiz tamdır. Ruhun şâd olsun. Biz de geleceğiz oraya. Ha
bir gün önce ha bir gün sonra ne fark eder. Sen önce gitmekle bu fani dünyanın
kirlerine fazla bulaşmadın. Ne mutlu sana ki, arkada seni seven dostların var.
Onlar senin için dua ediyorlar…’
Bu mealde kısa bir konuşma yaptım. Bir de
Kur’an okudum. En azından o hüzünlü havanın dağılması için bir adım atmış
oldum. İşe yaradı. Ancak, gezi bizim için burada bitti. Bundan sonra ne
anlatılanları anlama ne de kültür miraslarına bakıp inceleme gücümüz kaldı.
Yığıldık kaldık Demre’ye.
Rehberimiz Serdar ve tur sorumlusu Emin bu
hüzünlü havayı dağıtmak istemiş olmalılar ki; önce bizlere baş sağlığı dilediler,
Emin geçen gezilerden bahsederek kısaca Ahmet’i anlattı. Yerinin
doldurulamayacağından söz etti. Ve Serdar, Serdar Ahmet’i tanımadığı için
kendisinin şanssız olduğundan söz etti ve “arkadaşları tarafından böylesine
sevilmenin haklı gururu ona yetecektir” diyerek bizlere baş sağlığı diledi.
Sonra da başladı Demre’yi anlatmaya. O da
havadan etkilenmişti, Serdar ondan önceki Serdar değildi. Tadı kaçmıştı sanki.
Ama onun görevi anlatmaktı:
“Myra (Demre) Likya uygarlığının en önemli
6 kentinden birisidir. En erken sikkeler M.Ö. III. yy.’la
tarihlenir. Fakat şehrin en azından M.Ö. V. yy’ da kurulduğu tahmin
edilmektedir.
Rivayetlere göre St. Nikolaus, M.S. 270 yılında, Likya’nın Patara
kentinde doğdu. Zengin bir ailenin çocuğuydu. Erken yaşta anne ve babasını bir
veba salgınında kaybetti. Onu Patara piskoposu olan dayısı büyüttü. Eğitimini
dayısından aldı. İlk görev yeri Patara yakınlarındaki Sion Manastırı’nda
başrahiplik, sonrasında Myra Piskoposluğu. Bu kutsal görevinde çok başarılıydı.
Cemaatine sahip çıktı, dul ve yetimlere, fakirlere, hastalara yardım etti, maneviyatlarını
kuvvetlendirdi. İmparator Diocletian zamanındaki Hıristiyan kıyımında,
mahkemelerde onları savundu, işkenceye alınanları veya ölümle
cezalandırılanları cesaretlendirdi, kalan ailelere sahip çıktı. Sonunda o da
tutuklandı. İstanbul’a götürüldü. İşkencelere tabi tutuldu, idam kararını
beklerken tahta yeni imparator Constantin geçince serbest bırakıldı.
Tekrar Myra’ya döndü. O sırada ülkede korkunç bir açlık hüküm
sürüyordu. Paganlar açlık nedeniyle Tanrı Diana’ya adaklar adıyorlardı, bunun
üzerine Piskopos Nicholaus Pagan mabedini darmadağın etti, adakları,
kurbanları, heykelleri yerlere attı, kırdı parçaladı. “Putların sizlere bir şey vereceği yok. Kendinize gelin” diye halka
nasihatler etti, onları Hristiyanlığa çağırdı, Allah’a dua etmelerini istedi.
Paganların zulümlerinden bıkan halk dalga dalga din olarak Hıristiyanlığı
seçmeye başladılar. Hristiyanlığın inanılmaz bir şekilde gelişmesi Putperest
olan Roma İmparatorluğu yöneticilerini endişelendirdi ve Hıristiyanlığı
yasakladılar. Dini liderleri tutuklamaya ve idam etmeye başladılar. Yapılan
korkunç işkencelere rağmen dinlerini inkâr etmeyen ve Paganlığa dönmeyen tüm
Hıristiyanların öldürülmeleri için fermanlar çıktı. Fakat yükselişin önüne
geçilemedi. Her şeye rağmen Hristiyanlık gerilemedi, aksine Hıristiyanların
işkencelere aldırmadan inançlarını savunmaları ve idamları korkusuzca
kabullenmeleri putperestlerin kitleler halinde Hıristiyanlığı kabul etmelerine
yol açtı.
Halkın Hristiyanlaşmasında St.Nikolaus’ın
payı büyüktür. O aynı zamanda
çocukların, gemicilerin ve ağır işlerde çalışan işçilerin koruyucusudur. O
Demrelidir. Demre’nin Noel Babasıdır. Demre Hıristiyan Dünyası için önemli bir
merkezdir. Her yıl 6 Aralık`ta Noel Baba etkinliklerini yapmak geleneksel hale
gelmiştir. Kaya Mezarları, Tiyatro ve St. Nikolaus Kilisesi varlığını günümüze kadar sürdürebilmiştir.
Nikolaus’un
kerametleri
Rivayet edilir ki; yaşlı ve fakir bir baba karısını kaybettikten
sonra büyük zorluklarla büyüttüğü üç genç kızından büyüğünün evlenme zamanının
gelip geçmesine rağmen çeyizini hazırlayamamış ve büyük üzüntü içindeymiş. Bu
durumda sırasıyla evlenme çağına gelecek diğer kızlarına da çeyiz hazırlayamazsa,
onları geneleve bırakması gerekiyormuş. Babanın onların fahişe olmalarına gönlü
asla razı değilmiş.
Durumu haber alan Myra piskoposu Aziz Nikolaus, bir gece geç vakit
büyük kızın çeyizine yetecek kadar altını bir keseye koyup, o ailenin
penceresinden içeri atmış. Sabah keseyi bulan baba buna çok sevinir. Ama bu
iyiliği kimin yaptığını da merak eder. Araştırır ama bir netice alamaz.
Ortanca kızın evlenme vakti geldiğinde Aziz Nikolaus, yine gece
geç vakit o fakir yaşlı adamın penceresinden bir kese altın daha atmış. Sabah o
evdeki mutluluk ve sevinç büyük olur. Yaşlı baba, merak içinde, evin etrafında
dolaşıp bir ipucu arar ama yine bulamaz.
Üçüncü kızının evlenme zamanı gelince ihtiyar baba bu
iyilikseverin kim olduğunu bulmak için geceleri pencere önünde sabahlamaya
başlar. Aziz Nikolaus bunu görünce, bu sefer bir kese altını pencereden değil,
bacadan atmış. Üçüncü kız, o gece çoraplarını yıkamış ve kurutmak için şöminenin
içine asmış. Aziz Nikolaus bacadan bir kese altını atınca da -olacak ya- kese
kızın çorabının içine düşmüş. Bu olay, Hristiyanların bugün Noel Baba
bayramında çocuklar için çoraplara hediye koymaları geleneğinin esin kaynağıymış. Olur mu, olur…
Aziz Nikolaus, 343 yılının 6 Aralık günü ruhunu Myra’da Tanrı’ya
teslim etti. Myra’da defnedildi. Sevenleri ona mermerden fevkalade güzel bir
lahit yaptırdılar.
Rusların Demre aşkı
Rus Çariçesi Anna Galicia 1850'de Myra'ya gelerek kilisenin
bulunduğu araziyi satın aldı ve o sıralarda çok yıkık durumda olan kiliseyi
tamamen restore ettirdi. Bugün görülen ve binanın ilk yapım stiline uymayan
kubbeler, 1885 yılında bu Çariçe tarafından yaptırılmıştır. 1862 yılında Rus Prensi Kiliseyi restore ettirmiş ve kiliseye bir de çan bağışlamıştır.
Demre’deki Kilise’yi her sene binlerce turist ziyaret etmektedir.
Özellikle Rusların başı çektiği Demre Aziz Nikolas Kilisesi Turizm Bakanlığı
tarafından onarılmıştır. 2000 yılında Rus heykeltıraş Gregory Pototsky’nin
bronzdan yaptığı Aziz Nikolas heykelini Ruslar, Kilise’nin karşısındaki meydana
diktiler. Ancak daha sonra Demre Belediyesi bu bronz heykelin yerine plastikten
kırmızı elbiseli Noel Baba heykelini koydu. Bu durum Ruslar tarafından protesto
edildi. İş daha da büyümeden bronz heykel belediye tarafından eski yerine konuldu.
Böylece bu yanlış uygulama skandala dönüşmeden çözülmüş oldu. St.Nikolaus’ın kemikleri kilise içindeki
mermer bir mezarda buluyordu. Bu kemikler İtalyanlar tarafından sahiplenilerek Bari`ye
kaçırılmıştır.”
Anlatılan yerlerin hepsini fotoğraflayamadık. Restorasyon
çalışmalarından dolayı kapalıydı. Ancak ben yine kaçak yollardan
yaklaşabildiğim kadar yaklaştım kiliseye ve fotoğraflarımı çektim. Kilise
bölgesi, giriş yolu ve meydanda bulunan hediyelik eşya dükkanları
bilgilendirmeleri hep Rusça yapılmış. Nereye çevirirseniz çevirin başınızı
orada Rusça yazılmış bilgilendirmelerle karşılaşıyorsunuz. Ruslara ait özerk
bir bölge gibi…
Demre’den sonra otele geçtik. Yerleştik. Önceden Antalya için
akşam gezisi planlamıştık, türkü evine de gidecektik, bütün programları iptal
ettik. Herkes odasına çekildi ve acısını yaşadı. Antalya’dan sonra Alanya’ya da
gidecektik, gezi planımızı öyle hazırlamıştık. Yeni bir plan yaparak Alanya’yı da
iptal ettik. Antalya ve çevresini gezerek Berlin’e dönme kararı aldık.
Antalya
“Antalya
Milat’tan önce VIII. Yüzyılda Bergama Kralı II. Attalos, tarafından kuruldu. Antalya’nın
antik çağdaki adı Pamphylia idi ve burada kurulan şehirler bilhassa II. ve III.
yüzyılda altın çağını yaşadı. V. yüzyıla doğru da eski ihtişamını kaybetti. Rivayete
göre, 2 bin yıl önce, Bergama Kralı II. Attalos,
askerlerine emir verir: ‘Gidin ve bana yeryüzünün cennetini bulun!’ Bergamalı
askerler aylar, yıllar boyu dolaşır ve nihayet Toros Dağları’nın eteklerinden
inmeye başladıklarında Antalya’yı görürler. Yeryüzünün cenneti, ayaklarının
altındadır! Buraya, Attaleia adını verirler ve böylece Antalya’nın temelleri
atılır...
Yöre 1207’de Selçuklular
tarafından Türk topraklarına katılır. Anadolu Beylikleri devrinde ise Teke
Aşiretinin egemenliğine girer. Teke Türkmenleri, Türklerin eski yurdu bugünkü
Türkmenistan’da da nüfus olarak en büyük boylardan birisidir. Antalya’nın
kuzeyi ile Isparta ve Burdur’un bir kısmı olan Göller Yöresi’ne Teke Yöresi
denir. Osmanlılar zamanında Anadolu eyaletine bağlı Teke Sancağı’nın merkezi,
şimdiki Antalya il merkeziydi. O yıllarda buraya Teke Sancağı denirdi.
Maalesef bugün Antalya’da Yörük
geleneği yok olmak üzeredir. Yörede birkaç konar-göçer grubu kalmıştır. Belek,
Manavgat ve Alanya’da süslenmiş, çanlı- çıngıraklı turist taşıyan develer
görürsünüz. İşte o gelenekten arta kalan hatıralardır bu develer. Ayrıca
Kemer’de ve Antalya Kumluca yolunda yine yerli yabancı turistlere hizmet veren
Yörük çadırları görürsünüz. Yarı müze görünümündeki bu çadırlarda Yörüklere has
gömbe, ayran ve gözleme yiyebilirsiniz. Alanya gibi bazı ilçelerde kışın Toros Dağları’nda
kuyularda saklanan karların, ağustos ayında dağdan indirilerek şehir merkezlerine
getirildiğini, şerbet haline getirilerek seyyar satıcılar tarafından
satıldığını görürsünüz. Bunlar Yörüklerin eski geleneklerinden geriye kalan
birkaç örnek…
Hadrianus Kapısı (Üç Kapılar)
Roma
imparatoru Hadrian’a adanan bu yapı M.S. 139 yılında yapılmıştır. Sütunları
hariç tamamı beyaz mermerden yapılmıştır. Oyma ve kabartmalarla süslenmiştir.
Kapının her iki yanında birer adet kule bulunmaktadır. Birisi Hadrian
döneminden kalmış diğeri de antik çağdan kalmadır. Üst kısımları Selçuklular
döneminde inşa edilmiştir. Dört ayak üzerinde yükselen üç gözlü girişi ve sütunlarıyla
süslü çift cepheli mimarisi ile Roma Şeref Tak'ı görünümündedir. Takın üzerinde
muhtemelen imparator ve ailelerinin heykelleri yer almaktaydı. Ancak bunlardan
günümüze ulaşan olmamıştır. Hadrianus kapısı, Pamfilya Bölgesi’nin en güzel
kapılarından biridir. Kaleiçi ve modern
Antalya’yı birleştiren bir kapıdır bu kapı.
Kaleiçi Tarihi
Helenistik dönemde Bergamalıların getirdiği
yaşam, önce Kaleiçi’nde başladı. Antalya, Bergama Kralı’nın vasiyeti ile
Romalıların eline geçti ve kent; sırasıyla Bizanslılar, Hristiyanlar, Araplar,
Müslümanlar, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından yönetildi. Sur ile çevrili
Kaleiçi’nde gezerken daracık sokaklarında bu medeniyetlerin izlerini
bulacaksınız.
XVII. yüzyılın ikinci yarısında
Antalya’ya gelen ünlü Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi, Kaleiçi’nde dört mahalle
ve üç bin ev, kale dışında da 24 mahalle olduğunu belirtir.
Kale içi at nalı şeklindedir. İçten
ve dıştan surlarla çevrilidir. Büyük bir bölümü yıkılmış ve yok olmuş. Surların
içinde kiremit çatılı 3.000 kadar ev bulunmaktadır. Evlerin karakteristik
yapıları Antalya'nın sadece mimari tarihi hakkında fikir vermekle kalmaz, aynı
zamanda bölgedeki yaşam tarzını, gelenek ve görenekleri en iyi şekilde
yansıtır. Günümüzde Kaleiçi, otelleri, pansiyonları, restoranları ve barları
ile eğlence merkezi haline gelmiştir. Trafiğe kapalı olan Kaleiçi’nde yaya
olarak dolaşmak keyif verir. Zaman tünelinde gibisinizdir.
Yivli Minare
Bizans kilisesiyken, 13. y.y.’da camiye
çevrilen Yivli Minare, Antalya kentinin neredeyse sembolü haline gelmiştir.
Taş, tuğla ve Horasan harcıyla inşa edilen minarenin içinde 90 basamaklı bir
merdiven yükselir. Selçuklu dönemine ait ilk İslâmi eserlerden
sayılır. Mevlevihane Yivli minare külliyesi içerisinde yer alır. İlk
yapılışı 13.y.y’a Selçuklar dönemine dayanıyor.
Mevlevihane, Antalya’da Türklerin inşa ettiği ilk yapıdır.
Üzerindeki yazıta göre Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat’ın yönetimi
zamanında (1219-1236) inşa edilmiştir. Tuğla ile örülen gövdesi, sekiz yarım
silindirden oluşur. Bu minarenin bitişiğinde bir cami varmış, yıkılmıştır. Minarenin
yanındaki cami daha geç devre, 1372 yılına aittir. Bir Türk Beyliği olan
Hamitoğulları zamanında, Tavaşi Balaban adlı bir mimar tarafından yapılmıştır. Minarenin yüksekliği 30 m. kadardır
Cami, zeminindeki üzeri camla
kapatılarak koruma altına alınan ve 800 yıllık olduğu tahmin edilen antik su
kanallarıyla ısıtılıyordu.
Karatay Medresesi
Karatay Medresesi, II. İzzettin Keykavus
devrinde, Emir Celalettin Karatay tarafından, 1251 yılında yaptırılmıştır. Mimarı bilinmemektedir. Osmanlı devrinde
de kullanılan medrese 19.
yüzyılın sonlarında terk edilmiştir.
Düden Şelâlesi
Antalya il merkezinin yaklaşık 10
km. kuzeydoğusundaki bu şelâle, şehri simgeleyen tabiat güzelliklerindendir. 20
metre yükseklikten dökülür.”
Şelalenin döküldüğü yerde
fotoğraflar çekildik. Şelalenin döküldüğü yerin biraz uzağında sağda restoran
var. Yukarıdan aşağı doğru iniliyor, biraz dik yamacı var. Manzarası
olağanüstü. Öğle yemeği için önceden Emin tarafından yer ayrılmış. Ancak
işletme sahibi bizim geleceğimizi unutmuş olmalı. Grup için bir hazırlık
yapılmamış. Garsonlar oldukça acemi, yeni işe alınmışlar sanki, siparişleri de karıştırmışlar.
Arkadaşların sinirleri zaten yıpranmış olduğu için haklı olarak parlayıverdiler.
İstemeden de olsa restoranda tatsızlık yaşandı. Sonrasında tatlıya bağlandı iş ama,
olmasa daha iyi olacaktı. Sabır böyle zamanlarda gerekir. Hele bir de Türk
Eğitim Derneği misyonu taşıyorsanız iki kez sabırlı olmalısınız.
Perge
“Perge, Hıristiyanlar için önemli
bir kenttir. Rivayete göre Aziz Paulus ve Barnabas, Perge’ye gelmişlerdir.
Perge’de; Tiyatro, Stadyum, Sütunlu Cadde, Agora’dan oluşan şehir kalıntıları vardır.”
Hediyelik eşya almak için 1 saat
serbest zamanımız var. Satıcıların içinde Antalya’nın yerlisi yok gibi. Hem
alışveriş hem de tanışma fasılları, samimiyeti de peşi sıra getiriyor. Ticari
maksatla da olsa kartvizitler alınıp veriliyor. Fazla samimi duygularla
söylenmemiş olsa da “tekrar bekleriz” falan deniliyor…
Side
“Side Antik kenti uzun yıllar boyunca farklı egemenliklere ev
sahipliği yapmıştır. Bu topraklar da sırasıyla Hititler, Lidyalılar, Persler,
Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlılar yaşamışlardır. Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden biri
olan Side M.Ö VII. Yüzyılda kurulmuştur. Önemli bir ticaret merkezidir. Özellikle köle ticaretinin yapıldığı yerdir Side. M.Ö. II. yy.’ da bilim ve kültür merkezi haline de gelmiştir.
Sideliler IV.
yüzyılda Hristiyanlaşmaya başlamışlardır. Şehrin giriş kapısı Hellenistik döneme aittir. Kapı belediyenin yol çalışmaları
sırasında hasar görse de hâlâ ihtişamını koruyor. Kapının hemen girişinde
Vespasianus Çeşmesi bulunuyor. Biraz ilerde eskiden agora hamamı olarak
kullanılan müze var.
Side, M.Ö.546’da Persler’in M.Ö.334’te Büyük İskender’in eline
geçmiştir. Rodos’un ve Bergama Krallığı’nın desteklediği Romalılar ile Suriye
Krallığı arasındaki deniz savaşı Side önlerinde olmuştur. Bu savaştan Roma
galip çıkmıştır. Pagan olan Side halkı, St. Paulus’tan sonra Hristiyanlaşmış ve
V. Ve VI. Yüzyılda bir Piskoposluk Merkezi haline gelmiştir. Side, hamamları,
agorası, çeşmeleri, antik döneme ait heykelleri, sütunları, kiliseleri ve tiyatrosuyla
harika bir yerleşim ve ticaret merkezi haline gelmiştir. Çoğu yıkılmış da olsa
kalan tarihi kalıntılar şehrin tarihi hakkında yeterli bilgiyi
vermektedir.
Side Antik Tiyatrosu özel bir mimariye
sahiptir. 17 bin seyirci alabilecek büyüklükte inşa edilen tiyatro, diğer Roma
tiyatroları gibi bir dağ yamacına değil, denizin çok yakınında, 20 metre
uzunluğunda, iki katlı, kemer tonozlu galeriler üzerine inşa edilmiş. V. ve VI.
yüzyılda açık hava kilisesi olarak kullanılan tiyatro, bugün pek çok festival
ve konsere ev sahipliği yapıyor.
Bugün alışveriş merkezi halini almış olan ana caddenin sonundaki
iki tapınak, şehrin en anıtsal Roma dönemi yapılarıdır. Kısa kenarlarında 6, uzun
kenarlarında 11 sütunla çevrelenmiş olan tapınaklardan biri Athen’a, diğeri ise
Apollon’a aittir.
Side, XV. yüzyılda Türk topraklarına katılmıştır. 1895-97
yılında Yunan isyanı sebebiyle kaçan Giritli Müslümanlar buraya
yerleştirilmişlerdir. Side’de Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait esere
rastlanmaz.
Manavgat Şelalesi
Batı Torosların doğu yamaçlarından doğan ve Akdeniz’e
karışan büyük yeraltı sularından beslenen Manavgat Nehri, yaklaşık 5 metre yüksekliğindeki falezlerden
dökülen Manavgat Şelalesi’ni oluşturur. Birçok balık ve kuş türüne (alabalık, sazan, kefal,
levrek, karabalık, sutavuğu, ördek, kaz, yalıçapkını, değişik türlerde
balıkçıllar, martılar vb.) ev sahipliği yapan Manavgat Nehri, söğüt, çınar,
kavak, dut, karacaağaç gibi birçok ağaç türü ve zengin bir bitki çeşitliliğine
de sahiptir.
Antalya’ya 72 km. mesafededir. Az bir
yükseklikten dökülmesine rağmen geniş bir alan üzerinde yüksek bir debiyle
akar. Kent gürültüsünden uzaklaşıp doğa ile baş başa kalmak isteyenler için
şelalenin çevresinde uygun piknik alanları vardır. Ayrıca çevredeki lokantalar,
taze balık yeme imkânını sunarlar.
Aspendos
Aspendos, Bizans ve Selçuklu dönemlerinde
varlığını sürdüren şehirlerden biridir. Ekonomisi güçlüdür. Kendi parasını
basmıştır. Şehir ekonomisini ayakta tutan en önemli ihraç ürünü, Kapria
gölünden elde edilen tuzdur. Ayrıca bağcılık ve buna bağlı olarak şarapçılık,
zeytin ve zeytinyağı ile diğer tahıl ürünleri ve yaş meyve şehrin tarıma dayalı
diğer ihraç ürünleridir.
Tarihçiler Aspendos'ta yetiştirilen
atların, tüm Yakındoğu ve Akdeniz dünyasının en aranır atları olduğunu
yazarlar. Ayrıca kilim ve benzeri tekstil ürünleri ile limon ağacından yapılmış
mobilyaların başta Roma olmak üzere diğer Akdeniz merkezlerinin de en aranılır
hediyelik eşyası olduğu bilinmektedir.
Şehrin, en parlak dönemi şüphesiz, ünlü
tiyatro ve su yollarının inşa edildiği Roma İmparatorluk dönemidir. Aspendos
Tiyatrosu, mimari özellikleri ile Roma Devri tiyatrolarının günümüzdeki en
seçkin temsilcilerinden biridir. Tanrılara ve devrin imparatorlarına adanan
yapı, Roma tiyatro mimarisinin ve yapım tekniğinin son çizgilerini sergiler.
Devrinin görkemli yapılarından biri olan Aspendos tiyatrosu 15-20 bin kişi
alabilmektedir. İmparator Marcus Aurelius devrinde (M.S. 161-180) Theodoros'un
oğlu mimar Zeno tarafından inşa edilmiştir. Bu tiyatronun özelliği, sesi en
uzağa kadar en iyi şekilde ileten akustik orkestra olmasıdır.
Girişin iki yanında Grekçe ve Latince
yazıtlardan Curtius Crispinus ve Curtius Auspicatus adlı iki kardeş tarafından
yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Tiyatronun yanında şehrin ziyaret edilebilir en
önemli kalıntıları suyollarıdır. Aspendos suyolu sistemi antik suyollarının
günümüze dek koruna gelmiş en iyi örneklerinden biridir. Tiyatronun yaslandığı,
yer yer sur duvarları ile çevrili tepenin üzerinde ise şehir merkezinin
yapıları olan agora, bazilika, anıtsal çeşme, meclis binası ile anıtsal tak,
cadde ve Hellenistik tapınak yer alır.
Ünlü tiyatroda Selçuklu dönemi onarım
izlerini özellikle dış cephe ortasındaki anıtsal kapı eklentisinde ve
cephesindeki koyu kırmızı zigzag desenli sıva kaplamada görmek mümkündür.
Selçuklu sultanlarının konakladıkları, kervansaray olarak düzenlendiği
düşünülen sahne binasının günümüze dek sağlam kalabilmesinin en önemli nedeni,
Selçuklular tarafından koruma altına alınması ve restore edilmesidir.”
Aspendos
Köprüsü
“Köprü çay nehri
üzerinde, tarihte kendinden çokça bahsettirmiş olan tarihi köprülerden
birisidir. Antalya-Alanya güzergâhında, Serik İlçesi yakınlarında Aspendos Antik
Kenti yol ayrımından çok rahat görülmektedir. Köprü, Belkıs ya da Eski Köprü
olarak da anılmaktadır.
Aspendos Köprüsü ilk olarak Roma döneminde inşa edilmiştir. Depremler
sonucu yıkılmış olan köprü daha sonra 13. yüzyılda Selçuklular tarafından eski
köprünün kalıntıları üzerine yeniden inşa edilmiştir. Köprü, (1219-1236)
tarihleri arasında, Antalya'nın Selçuklular için önemli olduğu dönemlerde
Alaeddin Keykubat zamanında kıyıda ulaşımı sağlamak için tekrar yapılmıştır.
Köprünün yapımında, yakınında bulunan Aspendos antik şehrinin yapılarına ait
taşlar da kullanılmıştır. Tarihi köprü; 225 metre uzunluğundadır. Araç
trafiğine kapalı olarak yerli ve yabancı ziyaretçinin gezip gördüğü harika bir
eser olarak ayakta durmaktadır.”
Anadolu’da kurulan uygarlıklardan geriye kalan eserler ibret
alınması açısından çok önemlidir. Anadolu Yurt olarak kalacaktır. Kalmalıdır da.
“Yeryüzünü gezin dolaşın ve ibret alın” ayetinin anlamlı olabilmesi için bu
gezilerin yapılması gerekir. Bilhassa devlet bu gezileri desteklemelidir.
Geziye burada son noktayı koyduk. Rehberimiz
Serdar’la vedalaştık. Kendisine memnuniyetimizin nişanesi olarak hediyeler
verdik. O da kısa bir konuşma yaparak memnuniyetini ifade etti. Bilhassa yurt
dışında yaşayıp da Anadolu’daki kültür değerlerinin peşinden koşmamızın çok
anlamlı olduğunu vurguladı. Elveda Antalya…
Bitti
4 Şubat 2020 Salı
BERLİN İSLÂM FEDERASYONU 40. YILINI KUTLADI
1961 yılında Türkiye, vatandaşlarını Avrupa ülkelerine 2 yıllığına işçi olarak gönderdi. 2 yıl geçti geçmesine de Türkiyeliler geriye dönmedi. Zamanla aile birleşimi yolu açıldı. Avrupa’da kalıcı olmaya başlayan misafir işçiler zaman geçtikçe geldikleri ülkelerde günlük yaşamlarında ihtiyaç duyulan konularda kurumlaşmaya başladılar. Mesela; dini İhtiyaçlarını gidermek için camiler açtılar. İhtiyaç duyulan konularda siyasetçilere ulaşabilmek için de Federasyonlar kurdular. Berlin İslâm Federasyonu bu kurumlardan biridir (1980). Başlangıçta Berlin’de yaşayan Müslümanların çatı kuruluşu olarak kurulduklarını ilan eden İslâm Federasyonu, kuruluşundan kısa bir süre sonra yalnızlaştı. Kurucu derneklerden bir kısmı zamanla Federasyonun tarafsızlığını korumadığını görünce Federasyondan ayrıldılar.
İlk Başkan Nail Dural, koltuğu bir türlü bırakmak istemedi. Yaptığı hiçbir faaliyet olmamasına rağmen koltuğa sımsıkı yapıştı. Zeki Bina, Bekir Durak, Hasan Şenocak, Ahmet Algan, Şaban Gencer, gibi gençler, Yahya Schulzke gibi özverili Almanlar ve Muna Algan, Aysun Dilek gibi idealist kadınlar Federasyon çalışmalarında aktif olarak görev aldılar. Çok çalıştılar.
Federasyon toplantılarına Nail Dural değil, Haldun Algan başkanlık yapıyordu. Nail Dural süs biberi gibi kenarda durur ve gerekirse birkaç kelime ederdi. Buna rağmen koltuğu bir türlü bırakmazdı. Çalışmadan başkanlık koltuğunda oturmak onun da işine geliyordu.
Genç bay ve bayanlardan oluşan Federasyon ekibi uzun uğraşlar sonucunda İslâm Koleji’ni Federasyon’a kazandırdılar. En önemlisi de resmi okullarda Federasyon’un İslâm dindersi verme hakkını elde ettiler. Ben o kadroyu kutluyorum. Tabi burada Haldun Algan’ın hakkını da teslim etmek gerekir. Daha sonra bu ekibe Burhan Kesici de katıldı.
Nail Dural başta olmak üzere Federasyon başkanlığına getirilen kişiler Federasyon için oldukça talihsiz isimlerdir, koltukta oturmaktan ve toplantılarda Federasyon Başkanı olarak taktim edilmekten başka bir vasıfları olmayan kişilerdir bunlar. Uzaktan kumandayla Federasyon yönetilmez ki. Tek özelliği gazete okumak için koltukta oturmak olan başkanlarla Federasyon yapması gerekenleri yapabilir mi…Elbette yapamaz.
İslâm Koleji’nin Berlin’de başka ilçelerde şube açamaması tamamen başkanların ve yandaş yöneticilerin beceriksizliğidir denilebilir. Din dersi öğretmenlerinin özel gayreti olmasa din dersinin akıbeti de parlak olmasa gerektir. Hem maddi hem de manevi fedakârlık yaparak din dersi konusunda özverili bir şekilde çalışan öğretmenleri kutluyorum.
2020 yılına gelindiğinde kuruluşunun 40. Yılını kutladı İslâm Federasyonu. Aradan 40 yıl geçmiş. 40 yılın sonunda İslâm Federasyonu’nun geldiği yere baktığımızda yüreklerimiz parçalanıyor. 40 yılda 40 tane dost edinememişler. İslâm dindersi veren bir kurum var. Alman makamlarının müsaadesiyle veriliyor din dersi. Ancak o makamı temsil eden Eğitim Senatörü 40. Yıl kutlamalarında yok. O Eyalet’in Başbakan’ı orada yok. Din dersi verilen okulların müdürleri orada yok. Kilise temsilcileri orada yok. Berlin’de hizmet veren derneklerin temsilcileri orada yok. En önemlisi Federasyon’a üye olan derneklerin temsilcileri de orada yok. İslâm Federasyonu yaklaşık 150 kişi ile 40. Yılını kutluyor. Benim yüreğim yanıyor. İçim acıyor. Yazıktır, günahtır. Bu Müslümanlar çok fedakârlık yaptı. Ne istendiyse verdiler. Ancak verilenler buhar oldu, uçtu gitti. Berlin’li Müslümanların elinde avucunda bir şey kalmadı. Saçları ağardı belleri büküldü, birer ikişer tabutların içinde geldikleri şehirlere gönderilmeye başlandılar. Allah onlardan razı olsun, hem fedakarlık yaptılar, hem de cefa çektiler.
40 yıl sonra 40 tane dost edinemeyen bu sorumsuz sorumlular, 40. Yıl kutlaması yapıyorlar, bir halt işlemişler gibi fotoğraflar çekiliyorlar, plaketlerle ödüllendiriliyorlar. Birileri çıkıp ta siz neyi kutluyorsunuz, bu plakette neyin nesidir demiyor, diyemiyor.
Yapıcı bir eleştiri yapınca da “Allah seni ıslah etsin” deniliyor. 2020 de Federasyon başkanı olan zat diyor bunu. 40. Yıl kutlamasında ahbap çavuş da olsa salona yaklaşık 150 kişiyi zorla toplayan Federasyon Başkanı Murat Gül diyor bunu.
Facebook hesabında aramızda geçen diyaloğu aynen buraya alıyorum. Sonunda kararı siz verin. Benim yazdıklarımın yanlışı var ise lütfen samimiyetle bana yazın. Camiadan özür dileyeceğim.
Facebook yazışmaları
40. yıl kutlamaları bir otelin salonunda yapılıyor.
İlk tepkiyi Mustafa Güneşdoğdu veriyor:
-Mevlâna cami o zamanlar otelde mi kurulmuştu ki 40. Yılını otelde kutluyorsunuz?
-Murat Gül Federasyon Başkanı: Mustafa Özcan Güneşdoğdu. Parmak ayı gösterirken hep parmakta takılı kalıyoruz ya buna yanıyorum...
-Burhan Kesici: Mustafa Özcan Güneşdoğdu’ya cevaben; Selam hocam, sorunuz ciddi mi?
-Rüştü Kam: 40 yıl önce kurulmuş olan bir federasyon, 40. yılını kendi salonunda değil de, otel salonlarında kutluyorsa orada bir yanlışlık olmuş demektir. Bu yanlış elbette sorumsuz sorumluların yanlışıdır. Mustafa Güneşdoğdu, doğrusunu yazmış...Federasyon Başkanı Murat Gül ise her zamanki vurdumduymazlık alışkanlığı ile beylik laflardan bir laf etmiş...Yazıktır, günahtır.
-Murat Gül: vay beee
-Murat Gül: Allah seni de islah etsin
-Rüştü Kam: Hangi günahımdan ötürü? Yalakalık yapmadığımdan ötürü mü? Menfaat için ciğeri 5 para etmez kubur fareleriyle iş tutmadığım için mi? Yoksa insanları Allah ile aldatmadığım için mi? Ne dersin sayın Federasyon başkanı....?
-Murat Gül: Allah herkesin ne yaptığını biliyor..
-Burhan Kesici: Rüştü Kam hocam, birkez de Maşallah iyi yaptınız desen?
-Rüştü Kam: Sevgili Burhanım, ben istemez miyim sizleri ve emeği geçenleri tebrik etmeyi...İslâm Federasyonu 40. yılını kutluyor.
Bildiğim kadarıyla Federasyon 20 küsur okulda ders veriyor 40. yıl kutlamasında kaç tane okul müdürü vardı salonda?
Eğitim Senatörü salonda mıydı?
Kaç tane derneğin temsilci vardı salonda?
Katolik, Evanjelist ve Ortodoks ve Süryani Kiliselerini temsilen kaç temsilci vardı?
40. yıl kutlamasında salonda kaç kişi vardı?
40. yılını kutlayan bir Federasyonun toplantısına Eyalet Başbakanı niçin gelmez, bunun izahını yapabilir misin?
Kendiniz çalıp kendiniz oynuyorsunuz, kendiniz çalıp kendiniz de oynayamaz olmuşsunuz artık ve benden aferin bekliyorsun...
Şimdi sen bana diyorsun ki; bir de "maşallah iyi yaptınız desen"...Nasıl diyeyim sevgili Burhanım...Aferin, maşallah diyecek bir durum varsa diyeyim...
-Burhan Kesici: hocam, sen dua et inşallah hepsi olur. İnşallah bir çay da görüşürüz. Allah emanet ol.
-Murat Gül: Rüştü Kam bey 20 değil 39 okul da ders veriyoruz. Müdür dersen vardı. Papaz desen o da vardı.
Bilen biliyor federasyonu bırakın bölgesel, uluslararsı çalışıyoruz. Rusya Müftüğü, Polonya müftüğü bile geldiyse bir çalışma var denektir. Diğerlerini de davet ettik gelmediyseler ne yapalım?
-Rüştü Kam: Sayın başkan, ben zaten 20 küsur yazdım. Kaç müdür geldi onu da yazarsanız sevinirim. Papaz yok demedim kaç tane vardı dedim... Halkımıza lazım olan bölgesel çalışmadır, uluslararası değil... Davet ettiğiniz kişilerin gelmemesinin sebebi nedir onun üzerinde çalışmanızı tavsiye ederim… Dışarıdan gelen misafirler uluslararası çalıştığınızı göstermez… Ancak uluslararası neler yapıyorsunuz onları da öğrenmek isterim...
-Murat Gül: çalışmadan dolayı sizin kadar Facebook dan yazmaya vaktim yok. Müsaadenizle bırakında çalışalım. Federasyonun faaliyetleri ortada elhamdulillah. Bizi izlemeye devam edin...
-Rüştü Kam: Eyvallah sayın başkan...
İlk tepkiyi Mustafa Güneşdoğdu veriyor:
-Mevlâna cami o zamanlar otelde mi kurulmuştu ki 40. Yılını otelde kutluyorsunuz?
-Murat Gül Federasyon Başkanı: Mustafa Özcan Güneşdoğdu. Parmak ayı gösterirken hep parmakta takılı kalıyoruz ya buna yanıyorum...
-Burhan Kesici: Mustafa Özcan Güneşdoğdu’ya cevaben; Selam hocam, sorunuz ciddi mi?
-Rüştü Kam: 40 yıl önce kurulmuş olan bir federasyon, 40. yılını kendi salonunda değil de, otel salonlarında kutluyorsa orada bir yanlışlık olmuş demektir. Bu yanlış elbette sorumsuz sorumluların yanlışıdır. Mustafa Güneşdoğdu, doğrusunu yazmış...Federasyon Başkanı Murat Gül ise her zamanki vurdumduymazlık alışkanlığı ile beylik laflardan bir laf etmiş...Yazıktır, günahtır.
-Murat Gül: vay beee
-Murat Gül: Allah seni de islah etsin
-Rüştü Kam: Hangi günahımdan ötürü? Yalakalık yapmadığımdan ötürü mü? Menfaat için ciğeri 5 para etmez kubur fareleriyle iş tutmadığım için mi? Yoksa insanları Allah ile aldatmadığım için mi? Ne dersin sayın Federasyon başkanı....?
-Murat Gül: Allah herkesin ne yaptığını biliyor..
-Burhan Kesici: Rüştü Kam hocam, birkez de Maşallah iyi yaptınız desen?
-Rüştü Kam: Sevgili Burhanım, ben istemez miyim sizleri ve emeği geçenleri tebrik etmeyi...İslâm Federasyonu 40. yılını kutluyor.
Bildiğim kadarıyla Federasyon 20 küsur okulda ders veriyor 40. yıl kutlamasında kaç tane okul müdürü vardı salonda?
Eğitim Senatörü salonda mıydı?
Kaç tane derneğin temsilci vardı salonda?
Katolik, Evanjelist ve Ortodoks ve Süryani Kiliselerini temsilen kaç temsilci vardı?
40. yıl kutlamasında salonda kaç kişi vardı?
40. yılını kutlayan bir Federasyonun toplantısına Eyalet Başbakanı niçin gelmez, bunun izahını yapabilir misin?
Kendiniz çalıp kendiniz oynuyorsunuz, kendiniz çalıp kendiniz de oynayamaz olmuşsunuz artık ve benden aferin bekliyorsun...
Şimdi sen bana diyorsun ki; bir de "maşallah iyi yaptınız desen"...Nasıl diyeyim sevgili Burhanım...Aferin, maşallah diyecek bir durum varsa diyeyim...
-Burhan Kesici: hocam, sen dua et inşallah hepsi olur. İnşallah bir çay da görüşürüz. Allah emanet ol.
-Murat Gül: Rüştü Kam bey 20 değil 39 okul da ders veriyoruz. Müdür dersen vardı. Papaz desen o da vardı.
Bilen biliyor federasyonu bırakın bölgesel, uluslararsı çalışıyoruz. Rusya Müftüğü, Polonya müftüğü bile geldiyse bir çalışma var denektir. Diğerlerini de davet ettik gelmediyseler ne yapalım?
-Rüştü Kam: Sayın başkan, ben zaten 20 küsur yazdım. Kaç müdür geldi onu da yazarsanız sevinirim. Papaz yok demedim kaç tane vardı dedim... Halkımıza lazım olan bölgesel çalışmadır, uluslararası değil... Davet ettiğiniz kişilerin gelmemesinin sebebi nedir onun üzerinde çalışmanızı tavsiye ederim… Dışarıdan gelen misafirler uluslararası çalıştığınızı göstermez… Ancak uluslararası neler yapıyorsunuz onları da öğrenmek isterim...
-Murat Gül: çalışmadan dolayı sizin kadar Facebook dan yazmaya vaktim yok. Müsaadenizle bırakında çalışalım. Federasyonun faaliyetleri ortada elhamdulillah. Bizi izlemeye devam edin...
-Rüştü Kam: Eyvallah sayın başkan...
29 Ocak 2020 Çarşamba
BUGÜN MÜSLÜMANLARIN HACCA GİTMESİ HARAM OLSA GEREKİR
Sevgili Vedat,
ibadetler ikiye ayrılır; Müteaddi ve lazım olmak üzere. Müteaddi geçişli demektir. Üçüncü kişiye dokunmakla yerine getirilir.Lazım amel şahsidir. Kişinin iç eğitimiyle ilgilidir. Üçüncü kişiyi ilgilendirmez. Kişi kulluğunda samimi ise Allah onu huzura alır, değilse almaz. Günün 24 saatinde secdeden başını hiç kaldırmasa yine de almaz. Çünkü; müteaddi ameliniz yoksa lazım ameliniz de yok demektir. İlk yerine getirilecek ibadet müteaddi amellerdir. Namaz kılıyorsun, yanındaki çocuk elini ateşe soktu veya kuyuya düştü, namazı bırakacaksın ve çocuğu kurtaracaksın. Namazda iken dışardan bir ses beni kurtarın diye bağırıyor…Namazı bozacak ve o sesin geldiği yere koşacaksın.
Müteaddi amellerin üst başlığı CİHAD etmektir. Cihadın olmaz ise ne namazın olur ne haccın olur ne de zekâtın olur. Tövbe suresi 24 bu konuda sana yol gösterecektir. Hac ibadeti, ona yol bulan içindir. Müslümanlar Haccı kutsamışlardır. Oysa hac da ibadetlerden bir ibadettir. Öyle kutsanacak bir tarafı da yoktur. Yol bulabilenlerin gitmesi demek, imkân bulanların gitmesi demektir, ortamın müsait olması demektir, can güvenliğinin olması demektir.
İslâm’ın 13 senelik Mekke döneminde namaz yoktur, hac yoktur. İnsanların onurlarını korumak için mücadele vardır. Yetimlerin, kimsesizlerin elinden tutmak vardır, hürriyeti elinden alınanları hürriyetine kavuşturmak vardır. İnsan onurunun ayaklar altına alındığı yerde Allah Müslümanlara sessiz kalmayacaksınız der. Peygamberler de zaten bu onurun kurtarılması için gönderilmiştir/ gelmiştir.
Bugün dünyada Müslümanların onuru her vesileyle çiğnenirken Müslümanın Hacca gitmesi HARAMDIR.
Sevgili Vedat;
Hacca gitmeyen insan şirke girmez. Ama Hacca gideceğim diye Müslümanların onuruyla oynamak şirk için sebep olabilir. Orada zalime yardım etmek vardır. Zalimi alkışlamak vardır. Ona yataklık etmek vardır. Şirk itikat ile ilgili konularda geçerlidir. Mesela Allah’tan isteyeceğin yardımı birilerini vesile kılarak, araya koyarak istersen bu şirk olur. Allah’ın gücü dışındaki başka gücleri kutsar da korkuya kapılırsan bu şirk olur…
Sevgili Vedat,
Allah Müslümanlara Yemen halkının yanında neden durmadınız diye hesap soracaktır, Suriye’nin, Afganistan’ın, Irak’ın, Arakan’ın yanında neden durmadınız diye, Mültecilerin yanında neden durmadınız diye hesap soracaktır. Mültecileri niçin aşağıladınız, niçin onların onurlarıyla oynadınız diye hesap soracaktır. Ama bu durumda Hacca niçin gitmedin diye hesap sormayacaktır. Aksine durum böyleyken neden Hacca gittin diye hesap soracaktır.
Müslümanın verdiği bir kuruşun, kurşun olarak Müslümanlara geri dönmesi Allah’ı rahatsız etmektedir. Allah bu rahatsızlığın Müslümanlar tarafından da duyulmasını istemektedir.
Nisa Suresi’nin 75. ayetinde Allah: “Size ne oluyor da Allah yolunda ve “Rabbimiz bizi, idarecileri zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli gönder bize katından bir yardımcı yolla!” diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar için savaşmıyorsunuz?!” der.
Sevgili Vedat,
bugün Müslümanlar katolikleşmişlerdir. Dışarda olup biten Müslümanı ilgilendirmiyor. Namaz kılmayı ve hacca gitmeyi ve tespih çekmeyi yeterli görüyor. İbadetin Camiye/ Kiliseye hapsedilmesidir. Müslüman ibadeti camiye hapsetmiştir. Bu katolikleşmedir. Sokakta İslam yoktur. İslam’ın olmadığı yerde Müslüman da yoktur. Dünyada 2.5 milyar Müslüman var. Eğer bunlar Katolikleşmeyen gerçek Müslümanlar olsaydı, dünya bugün adaletle yönetilirdi veya Müslüman, zalim için caydırıcı bir güç olurdu.
Allah bugün Müslümanlara yardım etmiyor, çünkü Müslüman yok ortada. Ayet şöyledir: “Onlar biz Müslüman olduk dediler, oysa onların kalbine iman girmedi.” (Hucurat 14)
Sevgili Vedat,
bu ayeti her vesileyle hatırlamak gerekir. Acaba bu ben miyim? diye…
“BEDEVÎLER, “Biz imana erdik” derler. De ki [onlara, ey Muhammed]: “Siz [daha] imana ermediniz: ‘Biz [zahiren] teslim olduk’ demeniz daha doğrudur; çünkü [gerçek] inanç henüz kalplerinize girmiş değil”. Ama Allah’a ve Elçisi’ne [gerçekten] kulak verirseniz O, hiçbir işinizin boşa gitmesine izin vermez: çünkü şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, bir rahmet kaynağıdır. Müminler ancak şu kimselerdir ki, Allah’a ve resulüne iman ederler; sonra hiçbir kuşkuya düşmezler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda didinirler. İşte bunlardır, özü-sözü birbirine uyanlar.”(Hucurat 14-15)
Sevgili Vedat,
Bugün Müslümanların Hacca gitmeleri haram olsa gerektir. Sigaranın haram olduğuna dair fetvayı bulmakta zorlanmayan Diyanet’ten, Müslümanların kanını akıtan, kanlarının akmasına sebep olan, gayr-i müslimlerle iş tutan, Suud-i Amerika yönetiminde olan topraklara Hac için gitmenin de Haram olacağına dair fetvayı bulması gerekir…
Selam ve dua ile
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)