22 Ekim 2011 Cumartesi

İŞ AHLAKI VE İŞVERENLERIN AYRICALIKLARI



Rüştü Kam 1996

-Bir insanın sahip olduğu servete "mal" denir.
-Mala bu ismin verilmesinin sebebi; vefasız ve çabuk yok oluş özelliğindendir.

Cennete götüren bir binek olan mal; kimileri için bir hayır vesilesi,  kimileri içinse kötülüklere, isyana ve haramlara dalmaya sebep olan günah vesilesi olmaktadır.
Bolluk, rahat ve lüks içinde yaşayış, maddi imkanlara sahip olmak, bazen insanları Allah'tan uzaklaştırabilmektedir.
Şükürsüz, infaksız, sadakasız refah, maddi bolluk ve imkan sahibi olan bazı insanlar azarak Allah'ın kulu olduğunu unutup; sahip olduğu nimetleri kendi iktidarıyla elde ettiği zannına kapılarak, istediği gibi harcayabileceği kanaatına vamaktadır.
Bunlar hayat olarak sadece dünya yaşantısını bilmekteler, adeta dünyadan kâm alırcasına bir yarışın, yaşayışın içine girmektedirler. Verilen imkanlar, öyle hoyratça ve isyan içinde kullanılmaktadır ki, sanki "Yaratan yokmuş" "hesaba çekilmeyeceklermiş" gibi hareket etmektedirler
Kur'an bu konuda karun’u misal olarak verir:’’ Elindeki serveti kendi dehasına, bilgisine bağlayan bu adam O dedi: "Bu servet bana, bendeki bir ilim sayesinde verildi." Peki o bilmedi mi ki Allah, önceki nesiller içinden ondan kuvvetçe daha zorlu, sayıca daha çok olanları bile helâk etmiştir. Günahlarının ne olduğu, günahkârlardan sorulmaz.?" [1]

-Malın diğer adıda kıyamdır
Kur’an konuyu şu şekilde ifadeye koyar: "Allah'ın sizin için ayakta durma(kıyam)aracı yaptığı mallarınızı kendini bilmez beyinsizlere vermeyin, o mallar içinden onlara rızık ayırın, onları giydirin ve onlara tatlı ve işe yarar bir söz söyleyin. " [2]
*Bu ayetin anlamı çok geniş kapsamlıdır. Müslüman topluluğa, hayatın devam ettirilmesi için çok gerekli olan servetin, hiç bir zaman beyinsizlere ve onu doğru dürüst kullanmayı başaramayacak ehil olmayan kişilere verilmemesi gerektiği, çünkü bu tür kişilerin serveti israf ederek toplumun ekonomik ve kültürel sistemini, uzun dönemde de ahlâkî düzenini bozabileceği öğretilmektedir.
*Ancak özel mülkiyet hakları mutlaka korunmalıdır, fakat aynı zamanda kişinin onu istediği şekilde sınırsızca kullanıp, toplumu ifsad etmesine de izin verilmemelidir.
Bir kişinin hayatî ihtiyaçları sözkonusu olduğunda da bunlar karşılanmalıdır. Fakat kişinin bu hakkını zorlayarak, toplumun ahlâkını, kültürünü ve ekonomik düzenini bozacak kadar ileri götürmesine izin verilmemelidir.
*Bu ayete göre, her servet sahibi kendi servetini birine emanet etmeden önce o kişinin ehil olup olmadığına dikkat etmelidir. Daha geniş planda ise kamu otoritesi, kendi servetlerini kullanmaya ehil olmayanların veya kötü yollarda kullananların temel ihtiyaçlarını karşılamak şartıyla, onların servetlerinin idaresini ele alabilir.

-İyi bir tüccar, iyi bir İslam tebliğicisi olmalıdır
İslam'ın dünyaya duyurulmasında ve yayılmasında en etkili hususlardan biri de, müslüman tüccarlardır. Bir misal verecek olursak; Altınordu hükümdarı Berke Han bir gün Buhara'dan gelen bir kervana rastlar. Kervanda bulunan iki Müslüman tüccar ile sohbet etmek üzere bir köşeye çekilir ve onlara, İslam ahkâmı hakkında işittiği şeylere dair sorular sorar.
Bu iki tüccar dinleri hakkında o kadar ikna edici açıklamalarda bulunurlar ki, Berke Han kemâl-i samimiyetle Müslüman olur. İhtidasını önce küçük kardeşine söyler ve kendisine uyması için onu ikna etmeye çalışır. Bir müddet sonrada imanını açıklar. [3] Bu, İslam tarihinde, tüccarların tesiri ile meydana gelmiş yegane ihtida hadisesi değildir. Buna benzer binlerce olay cereyan etmiş ve pek çok yere İslamiyet tüccarların bu çeşit telkin ve tebliğleri ile yayılmıştır. [4]
İslam'ın Afrika içlerine, Çin'e, Endonezya'ya, Japonya ve dünyanın pek değişik yerlerine girmesinin atlılardan önce, tüccarlar vasıtasıyla olduğu bilinmektedir. Çünkü Müslümanlar, dürüst bir ticari ahlak sergileyerek örnek olmuşlardı.

-Bizim çarşılarımızda dini bilen kimseler satıcılık yapsın
Hz.Ömer r.a: "Bizim çarşılarımızda dini bilen kimseler satıcılık yapsın, dini bilmeyenler satıcılık yapmasın" buyurmuştur.[5]  Çünkü: Ticaretle meşgul olanın dinini çok iyi bilmesi farzdır. Ta ki sair muamelatta şüphelerden ve mekruh olan şeylerden korunabilsinler. Sanat sahipleri ve diğer herhangi bir işle meşgul olanlar da böyledir. Haramdan korunmak için onların da meşgul oldukları işin hükmünü bilmeleri farzdır.[6] Ticarî ahlâkımızın böyle olduğu dönemlerde, hem güçlü olmuşuz, hem kazandığımızın bereketini bulup, binlerce esere imza atmışız... Böyle olanlar elbette her zaman kazanacaktır.

- Evimize haram getirme, zira biz açlığa, yokluğa, kıtlığa dayanırız
Eskiden, evin erkeği evden çıkarken, evin hanımı: "Aman efendi, evimize haram getirme, zira biz açlığa, yokluğa, kıtlığa dayanırız, eski giyeriz, az yeriz ve sabrederiz ancak cehennem ateşine dayanamayız" diye uyarıda bulunurlarmış. Günümüzde olduğu gibi, insanlar israf yarışı yapmazlarmış ve böyle olunca da kazançlarında bereket bulurlarmış, hayatlarında huzur varmış:
-Acaba şimdi o huzuru niçin bulamıyoruz,
-Niçin çok kazandığımız halde yetmiyor?
-Niçin çoluk çocuğumuz isyankâr?
-Niçin Allah yolunda daha çok harcayamıyoruz?
-Niçin kimin elinin kimin cebinde olduğu belli değil?

-iktisadi kalkınma, herhalde öncelikle doğruluk ve güvene bağlıdır
"Dürüst, emin müslüman bir tüccar, peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salihlerle beraberdir." [7] İşlerinde "doğruluk" ve "güven"i esas alan kimseler insanların en üst tabakasını teşkil eden peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salihler zümresinde yer alabilirler.
*Hadiste bu iki durumun tüccarlar hakkında zikredilmesi, bu iki vasfın bilhassa ticaret hayatındaki ehemmiyetini ifade eder.
Bir memlekette iktisadi kalkınma, herhalde öncelikle doğruluk ve güvene bağlıdır. Doğruluğun olduğu yerde güven hasıl olur. Güvenin olduğu yerde az az sermayeler bile bir araya gelerek en büyük kalkınma faaliyetlerine yönlendirilebilir.
İslam'ın yalan, aldatma, ölçü ve tartılarda hile gibi ahlaksızlıklar karşısındaki şiddetli tehditleri, söz konusu doğruluk ve emniyeti sağlamaya yöneliktir.[8]  Bu iki temele yani dürüstlük ve güvene aykırı hareket eden tacir ise fasıklar ve asilerle olur.

            - Kur’an servet sahiplerine bir baba şefkatiyle yaklaşır
Servet sahiplerine Kur’an bir baba şefkatiyle yaklaşır ve incinmelerini katiyyen istemez. Ve hiç darlanmadan, fevkalade bir anlayış rahatlığı içerisinde, servet sahipleri ile sohbete girer ve servetlerini nasıl değerlendirmeleri gerektiğiyle ilgili detayları onlara bir öğretmen edasıyla takdim eder.

Mesela:

-Ortaklık
Sad Suresi 24. ayet
Davûd dedi ki: "Vallahi, senin bir tek koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana zulmetmiş. Zaten ortaklardan birçoğu birbiri aleyhine haksızlık ve zulme sapar. İman edip hakka ve barışa yönelik işler yapanlar böyle değildir. Ama onlar da pek azdır." Davûd, kendisini imtihan ettiğimizi düşündü; hemen Rabbinden af diledi; rükû ederek yerlere eğildi ve Allah'a yöneldi.’’
*Bu örnekte, Davud peygamber, şikayetçi tarafı dinledikten sonra duygularına kapılarak karar veriyor. Diğer tarafı dinlememesi büyük bir hata idi. Adalet, tek tarafı dinleyerek gerçekleşmez. Şikayetçi, olayı tek taraflı aktarabilir veya olayla ilgili bazı önemli detayları gizleyebilir. Davaya sosyal adalet kaygısıyla yaklaşılsa bile durum değişmez. Şikayetçi taraf çok büyük bir araziye, bağ ve bahçelere sahipken, diğer tarafın tüm varlığı yüz koyundan ibaret olabilirdi.

-Alınan borçların yazılması
Bakara Suresi 282. ayet
‘‘Ey iman sahipleri! Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğinizde onu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borç altına giren kişi de onu kayda geçirtsin ve Rabbinden korksun da borcundan hiçbir şey eksiltmesin. Borç altına giren, aklı ermez yahut zayıf-çaresiz biri ise yahut yazdırmaya gücü yetmiyorsa, velisi adaletle yazdırsın.
Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu kadınlardan biri şaşırırsa/ unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir. Tanıklar, çağırıldıklarında çekimser davranmasınlar. Küçük veya büyük, borcu, süresine kadar yazmaktan üşenmeyin.
Böyle yapmanız Allah katında adalete daha yakın, tanıklık için daha sağlam, kuşkuya düşmemeniz için daha elverişlidir. Ancak aranızda döndürüp durduğunuz tamamen peşin bir ticaret sözkonusu ise onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Karşılıklı alış-veriş yaptığınızda da tanık bulundurun. Yazıcıya da tanığa da zarar verilmesin. Böyle bir şey yaparsanız bu, kendinize kötülük olur. Allah'tan korkun. Allah size öğretiyor. Allah, her şeyi en iyi biçimde bilendir. ‘’

*Kur’an-ı Kerim, bu en uzun ayeti ile noterlik müessesesinin esaslarını koymuş, müslümanlarda bu tavsiyeyi genellikle uygulamışlardır. İslam’ın titizlikle üzerinde durduğu prensiplerden biri de hakkın korunmasıdır. Alacak ve borcun korunması, ifası gereken haklardandır. Hakkın icra ve ifası, onun bilinmesine, gerektiğinde isbat edilebilmesine bağlıdır. Gerek yazma ve yazdırma ve gerekse şahit tutma, isbat için hala kullanılan en geçerli vasıtalardandır.

“İşin yoksa şahit, paran çoksa kefil ol” şeklindeki meşhur söz, İslam’ın getirdiği kardeşlik ve dayanışma ruhunun söndüğü, ahlakın zayıfladığı devirlere aittir. Kur’an, müminleri, işleri olsa da şahitlik etmeye çağırmış, böylece hakların korunması görevine katılmalarını istemiştir. “Hak” yücedir, hiçbir şey onun üzerine çıkarılamaz.”

*Bir erkek şahidin yerine iki kadının ikame edilmesi hükmü, kadının ahlakî veya aklî melekeleri ile ilgili bir husus değildir: Bu farklılık, genel olarak kadınların ticarî usullere erkeklerden daha az aşina olmaları ve bu nedenle bu konularda hata yapmaya daha yatkın olabilmeleri gerçeğinden dolayıdır.[9] Bu tanıklık uygulaması sadece alışveriştedir. Bu ayetten, kadının zeka, hafıza veya güvenilirlik açısından erkeklerden aşağı olduğu çıkarılamaz[10].
- Kadınlar için verilen bu hüküm  kendi uzmanlık alanı olmayan konularda erkekler için de geçerlidir. Burada mütekabiliyet ilkesi geçerlidir.
- Görgü tanklığı şahitliğinde kadın ve erkek şahitlerde sayı aranmaz.
- Şahit olarak dinlenen kadınların ikisinin birden aynı anda aynı şeyleri söylemelerini zaten Kur’an istemediğinden, sonuçta yine bir kadının şahitliği geçerli olmuş olmaktadır. Hüküm şöyledir: ‘’… Bu kadınlardan biri şaşırırsa/ unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir....’’ 

Hadislere dayanan bilinen yorumlar konu ile ilgili diğer ayetlerle çelişki içerisindedir. Günümüzün ileri kayit ve belgeleme teknolojisi ve çokdetaylı yazılmış kontratlar, yazılı belgelere ek olarak sözlü tanıklığa olan gereksinimi alabildiğine azaltmış bulunuyor.

-Allah’a borç vermek
Maide Suresi 12. ayet
‘’Andolsun ki Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. (Kefil olarak) içlerinden on iki de başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: Ben sizinle beraberim. Eğer namazı dosdoğru kılar, zekatı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah'a güzel borç verirseniz (ihtiyacı olanlara Allah rızası için faizsiz borç verirseniz) andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkar yolunu tutarsa doğru yoldan sapmışolur.’’

Hadid Suresi 11. ayet
‘’Kim Allah'a güzel bir ödünç verecek olursa, Allah da onun karşılığını kat kat verir ve ayrıca onun çok değerli bir mükafatı da vardır.’’

Hadid Suresi 18. ayet
‘’Sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve Allah'a güzel bir ödünç verenlere, verdiklerinin karşılığı kat kat ödenir ve onlara değerli bir mükafat vardır.’’

*"... Allah'a verilen güzel borç (karz-ı hasen)" O'nun yolunda harcanılan paradır. Bu tür paraya Kur'an'ın çeşitli yerlerinde 'güzel borç' denmekte ve Allah, meşru yoldan kazanılıp, iyi niyetlerle İlâhî emre uygun olarak harcanması şartıyla, bu borcun karşılığını cömertçe kat kat ödeme vaadinde bulunmaktadır. Allah kendi yolunda harcanan bir kuruşu bile kat kat geri ödeyecektir.
            *Allah’a ödünç vermekten maksat, sırf yardım gayesiyle ve Allah rızası için maddi sıkıntı içinde bulunanlara faizsiz borç vermek ve bu borcun tahsilinde kolaylık göstermektir.
*Allah'ın kendisine verdiği malın, kişinin O'nun yolunda sarfetmesini, Allah'ın Karz-ı Hasen (güzel bir borç) olarak nitelemesi, O'nun insanoğluna bir lütfudur. Ancak, halis niyetle ve bu dünyada şahsi hiçbir çıkar beklemeden, gösteriş ve şöhret niyeti olmaksızın verilmesi şartıyla. Üstelik verildikten sonra teşekkür beklenilmemeli ve sadece Allah rızası için sarfedilmelidir. Bu şekilde verilen "karz" (borç) için Allah'ın,            
-birincisi kat kat karşılığını vermek,
            -ikincisi kendi lütfuyla ayrıca mükafatlandırmak şeklinde iki va'di vardır.
-"İbn Mesud'un rivayet ettiğine göre Ebu Dehda El-Ensari "Bu ayet nazil olduğunda Rasulullah'a, "Ya Rasulallah! Allah bizden borç mu istiyor?" diye sordu Rasulullah "Evet, ya Ebu Dehda Allah borç istiyor" diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebu Dehda Rasulullah'tan elini uzatmasını istedi ve O'nun elini alarak, "Ben bağımı Allah'a borç (Karz-ı Hasen) olarak veriyorum" dedi. İbn Mesud, Ebu Dehda'nın bağında 600 hurma ağacı olduğunu ve O'nun bağı içindeki evinde, ailesiyle birlikte oturduğunu söyler.
Bu hadiseden sonra Ebu Dehda evine gelir ve hanımına "Ey Dehda'nın annesi! Bu bağı ve evi boşaltacağız. Çünkü ben bu bağı Allah'a borç verdim" der. Hanımı ise ona, "Ya Ebu Dehda, çok kârlı bir alış veriş yaptın" diye cevap verir. Daha sonra da eşyalarını ve çocuklarını alarak bağdaki evi boşaltırlar. (İbn Ebî Hatim). Bu rivayetten o dönem Müslümanlarının nasıl bir karakterde oldukları, ayrıca Allah'ın, karşılığında kat kat ve fazladan mükafat vereceği Karz-ı Hasen'in ne olduğu çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. [11]
            *"Sadaka" kelimesi umumiyetle kötü bir anlam çerçevesi içinde kullanılır. Oysa bu kelime, İslâmî bir kavramdır ve gösteriş olsun diye başkalarına yardım ediyor görünmek için değil de, Allah rızası için halisane verildiği takdirde, Allah'a ibadet ve O'nun lütfuna karşı bir hediye mesabesindedir.

Sadaka kelimesi Sıdk'tan türemedir. Dolayısıyla temelde Allah yolunda infak ve ihlasa dayanmayan hiç bir sadaka, makbul değildir.

Şuara Suresi 182. ayet
Doğru terazi ile tartın

Rahman Suresi 8. ayet
Sakın dengeyi bozmayın.

Mutaffifin Suresi 1. ayet
Eksik ölçüp noksan yapan hilekarlara yazıklar olsun!

*Ayette geçen mutaffifin ifadesi, tatfif'ten türemiştir. Arapçada tafif, küçük ve hakir görülen şeyler için kullanılır, tatfif ise, tartıda belli etmeden hile yapmak anlamına gelir.
*" Kainatın nizamı adalet ve dengeye dayanır. Dolayısıyla size verilen yetki ve hareket dairesi içerisinde adaleti teessüs etmeniz gerekir. Şayet siz, kendinize tevdi edilmiş bir başkasının hayatını telef ederseniz, böyle yapmakla temelinde adalet saklı olan bu nizamı ifsad etmiş olursunuz. Bu nizam haksızlık ve adaletsizliği kabul etmez. Değil büyük bir zulüm, terazide hile yapmak suretiyle müşterinin hakkını yemek gibi küçük bir haksızlık dahi, adalet ve denge üzerine kurulu bu alemin nizamını sarsar.
*Bu üç ayette, Kur'an talimatının biri tevhid, diğeri adalet olan iki önemli bölümünden, ikincisi açıklanmıştır. Böylece bu kısa cümlelerle, Rahman olan Allah'ın Kur'an vasıtasıyla gönderdiği hidayet vurgulanmış olmaktadır.

-Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.
Bakara Suresi 262. ayet
Müddessir Suresi 6. ayet
“Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların Allah katında has mükafatları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir. “

            *Onlar için ne haketikleri mükâfatı kaybetme korkusu vardır, ne de onların harcadıkları şeyler için üzülecekleri bir zaman gelecektir.
            *Metinde "Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma" diye geçen cümlenin şu şekilde anlamlandırabiliriz:
- Birinci anlamı şudur: İhsanda bulun, bağış yap, cömert ol, iyi muamelede bulun. Bunların hepsini sadece ve sadece Allah rızası için yap. Bir kazanç elde etmek için iyilikte bulunmaktan kaçın.
- İkinci anlamı şudur: İnsanlara ihsanda bulunuyoruz diyerek bir gösterişe kapılma ve bundan kişisel bir çıkar bekleme, demektir.
- Üçüncü anlamı da şu olabilir: Yaptığın bu hizmet çok büyük olabilir. Ama sakın ben büyük bir iş yapıyorum gibi düşüncelere kapılma.

-Malını gösteriş için harcama
Bakara Suresi 264. ayet
‘’Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kafirleri doğru yola iletmez.’’

            *Onun diğer insanlara göstermek için harcaması, onun mükâfat istediği ilâhın (Allah değil) insanlar olduğunu göstermektedir.
Bu misalde yağmur, cömertlik ve harcamaktır (infak). Yağmurun düştüğü sert ve çıplak kaya ise bu harcamada güdülen kötü niyettir. İnce toprak tabaka ise kötü niyeti saklayan ve harcamayı iyi gösteren sözde fazilettir. Her ne kadar yağmur yağarak bitkileri büyütüyorsa da, eğer üzerinde ince bir toprak tabakası olan bir kayaya düşerse, üstündeki toprağı akıtıp kayayı çırılçıplak bırakarak, gerçekte, o kayaya zararlı olur.
*Aynı şekilde cömertlik ve eliaçıklık, fazileti geliştiren bir güç olmasına rağmen iyi niyetle yapılmadığı zaman fazileti geliştirmez. Bu şartlar olmaksızın infak edilen servet, aynen, üzeri ince bir toprak tabakası ile kaplı çıplak kayaya düşen yağmur gibi boşa gitmiş olur.
*Burada kâfir "nankör, şükretmeyen" anlamında kullanılmıştır. Allah tarafından verilen serveti; O'nun yolunda ve O'nun hoşnutluğunu kazanmak için harcamayan, fakat insanların takdirini kazanmak için harcayan kimse nankördğr, zavallıdır. Çünkü Allah'ın nimet ve lütfunu unutmaktadır. Bu husus bir malı Allah yolunda harcayan, fakat aynı zamanda verdiği kişiye kötülük yapan kimse için de geçerlidir. Böyle bir kimse O'nun rızasını istemedikçe, Allah da ona kendi rızasına götüren yolu göstermez.

Bakara Suresi 261. ayet
‘Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki,
her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah'ın lütfu gen
iştir, O herşeyi bilir. ‘’

*Burada müminler, inandıkları büyük ve soylu amaç uğruna canlarını ve mallarını feda etmeye teşvik edilmişlerdir.
*Muhakkak ki ekonomik görüşleri tamamen değişmedikçe insanlar ahlâkî bir sebeple mâlî fedakârlıklarda bulunamazlar. Servet biriktirmek için yaşayan ve ölen, her şeyi kâr ve zarara göre değerlendiren materyalistlerden, yüce bir amaç uğruna bir şeyler harcamaları beklenemez. Hatta onlar soylu bir gaye uğruna harcama yapıyor görünseler bile, gerçekte bunun kendilerine, kabilelerine veya uluslarına neler kazandıracağını hesaplamakla meşguldürler. Bu tip bir kafa yapısıyla Allah yolunda bir adım bile ilerlemek imkânsızdır.
*Allah kelâmını yüceltmek için kişi, dünyevî bir kazanç veya kayıp sözkonusu olmaksızın tüm hayatını, servetini ve enerjisini harcamalıdır. Bu yol, geniş bir görüş açısı, büyük bir cesaret, geniş bir kalp ve herşeyin ötesinde Allah rızasını kazanmak için samimi bir istek gerektirir. Bundan başka materyalist ahlâkı kaldırıp, yerine manevî değerleri koymak için, sosyal sistemde de köklü değişiklikler yapmak için çalışma yapmak gerekir.
*İlâhî ilkelere uygun şekilde ve Allah rızası için harcanan her şey;
-kişinin kendi ihtiyaçları veya akrabalarının ihtiyaçları için,
-kamu yararına veya İslâm'ı tebliğ için,
-ya da insanlığın muytluluğu için, barışı işn harcanmış olan her şey, Allah yolunda harcanmış demektir.

Allah'ın sınırsız kaynakları olduğu ve O her şeyi bildiği için, kişi Allah yolunda harcarken ne kadar samimi ve istekli olursa, Allah'tan göreceği mükâfat da o denli büyük olacaktır. Kişi, bir tohumdan yedi sekiz yüz dane üreten Allah'ın, yapılan iyilikleri de yedi yüz misli ile mükâfatlandırmaya kâdir olduğuna kesinlikle inanmalıdır.

-
Borçluyu sıkıştırma
Bakara Suresi 280. ayet
‘’Eğer (borçlu) darlık içinde ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer (gerçekleri) anlarsanız bunu sadakaya (veya zekata) saymak sizin için daha hayırlıdır. ‘’

            *Bu ayet, alacaklı olanın yanı sıra İslâm mahkemelerine de, borçlu çok zor durumda kaldığında alacaklıya süre tanımasını emretme ve bu emri uygulama yetkisi verir. Belirli bazı durumlarda mahkeme borcun bir kısmını veya tümünü silme hakkına sahiptir. Bir hadise göre Hz. Peygamber'e (s.a.) çok borcu olan ve iflas eden bir adamdan bahsedildi. Hz. Peygamber (s.a.) bunu duyunca etrafındakilerden bu adama yardım etmelerini istedi. Fakat etrafındakilerin yardımlarına rağmen adamın borcu ödenemedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) alacaklıları çağırdı ve onlara toplanan parayla yetinmeleri gerektiğini söyledi.
*İslâm Hukukuna göre, borçlu kimsenin evi, mutfak eşyaları, şahsî giyim eşyaları ve geçimini kendileriyle kazandığı meslekî araç ve gereçleri hiçbir surette haciz edilemez.

İsra Suresi 29. ayet
‘’Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.’’

İsra Suresi 27. ayet
‘’Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür. ’’

            *"Elini boynuna bağlı olarak asma" diye kelimesi kelimesine tercüme edilen cümle "cimri olma" anlamına gelir. "Onu büsbütün de açıp saçma" ise, "Savurgan ve müsrif olma" anlamına gelir. Eğer 27. ve 29. ayetler birlikte okunursa Kur'an'ın insanlardan orta yolu takip etmelerini, yani ne servetin dönüşümünü ve dağılımını engelleyecek denli cimri, ne de kendi ekonomik durumlarını çökertecek denli savurgan olmamalarını istediği anlışılır. Bunun aksine onlar dengeli bir biçimde davranmayı öğrenmeli; parayı harcaması gereken yere harcamalı ve kendilerini felakete sürükleyecek savurganlıktan sakınmalıdırlar. Gerçekte parayı insanın gerçek ihtiyaçlarından olmayan, faydasız yerlere, yani gösteriş, lüks, günah fiiller ve buna benzer yerlere harcamak, Allah'ın verdiği nimete karşı nankörlük etmektir. Bu nedenle bu tür yerlere para harcayanlar şeytanın kardeşleridir.

Bu iki cümle de sadece bireye yapılan ahlâkî tavsiye ve emirden ibaret değildir. Bu emirler, İslâm toplumunu ahlâkî eğitim, sosyal baskı ve hukukî sınırlamalarla savurganlıktan korumaya yöneliktir. Buna uygun bir şekilde Medine Devleti'nde toplumu savurganlıktan korumak için bazı önlemler alınmıştı:
-Birincisi, savurganlık ve lüksün bir çok çeşidi kanunen yasaktır; yani haramdı.
 -İkincisi, bunlara karşı hukukî önlemler alınmıştı.
 -Üçüncüsü, israfı içeren gelenekleri ortadan kaldırıcı sosyal düzenlemeler yapılmıştı.
Ve müslümanlar savurganlıkla cimriliği, cömertlikle hasisliği birbirinden ayırarak genel bir toplumsal sağduyu oluşturmuşlardı. Öyle bir toplum oluşturmuşlardı ki, cimri insanlar hor görülüyor, cömert insanlar alkışlanıyordu/ şerefli kabul ediliyordu. O gün bu zihni ve ahlâkî tavır İslâm toplumunun bir parçası olmuştu.
Bugün ise tam tersi bir tutum var. Genel olarak cimri insanlar tutumlu ve akıllı, cömert insanlar ise akılsız, budala olarak görülmektedir.

Al-i İmran Suresi 180. ayet
‘’Allah'ın, kereminden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün ptıklarınızdan haberdardır.’’

            * Her şey sonuçta, Allah'a dönecektir. O'nun kullarından birinin mülkiyetinde olan şey, sadece geçici bir emanettir. Herkes şu kısa dünya hayatında kendisinin olduğunu zannettiği servet ve zenginliği bir gün bırakmak zorunda kalacaktır. Bu nedenle akıllı olan kişi, Allah'ın serveti'ni Allah yolunda harcayandır kişidir, aptal kişi ise onu biriktirip yığmaya çalışandır.

Tevbe Suresi 34. ayet
‘’Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!’’

Tevbe Suresi 35. ayet
(Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): "İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azabını) tadın!"

            * Yahudi hahamları ile hıristiyan rahipleri Mukaddes Kitaplarındaki ayetleri dünya menfaatı (aldıkları rüşvet) karşılığında ya değiştiriyorlar veya hükmünü menfaatleri doğrultusunda yorumluyorlardı. Özellikle Hz.Muhammed’in peygamberliği ile ilgili ayetleri tahrif ettiler. İşte yukarıdaki ayette onların bu çirkin işlerine işaret edilmektedir. Ayrıca altın ve gümüşü veya nakit parayı ya da malı biriktirip de zekatını vermeyen, hayırlı ve yararlı işlerde kullanmayanların ahirette şiddetli azap ile ceza göreceklerini de haber vermektedir.
            *Bu dini önderler şu iki günahtan dolayı suçludurlar:
-Birincisi, bunlar aslı esası olmayan fetvalar satarak, rüşvet, hediye ve mükafatlar alarak halkın elindeki serveti yiyip tüketirler. Aynı şekilde bu kimseler, halkı kendilerinden, henüz hayattayken kurtuluş ve beratlarını satın almaya teşvik eden ve ölümlerini, evlenmelerini bu cennet 'tekelciler'inin koyduğu bir fiyatı ödemeye bağımlı kılan dini tören ve düzenlemeler icad ederler.
-İkinci olarak da, kendi çıkarları için çeşitli sapıklıklara meydan vermek ve her hakiki tebliğ yolu üzerine alimane hilelerini "muttaki" gibiymişcesine şüphelerini dikmek suretiyle insanları Allah yolundan alıkoyarlar.

Muhammed Suresi 36. ayet
‘’Doğrusu dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman eder ve sakınırsanız Allah size mükafatınızı verir. Ve sizden mallarınızı (tamamen sarfetmenizi) istemez.’’

            *Yani, ahiret karşısında bu dünyanın değeri birkaç günlük gönül eğlendirmeden öte birşey değildir. Bu dünyanın başarı veya başarısızlığı fazla önemi olan gerçek ve sürekli bir şey değildir. Asıl hayat ahiret hayatıdır ve insanoğlu onu kazanmaya çalışmalıdır. Sonra sarfedilmesi istenen, sadece zekât ve sadaka gibi cüz’î bir miktardır.

Hakka Suresi 34. ayet
Yoksulu doyurmaya teşvik etmezdi.

            *Yani, kendisi yoksullara yemek yedirmediği gibi başkalarının da onlara yemek vermesini sevmezdi. Bu âyetle, yoksulun gözetilmemesi ve onun haline hiç aldırış edilmemesi, Allah’a iman etmemenin hemen akabinden en büyük günah olarak zikredilmektedir. Gerçekten İslâm ahkâmı içinde yer alan mükellefiyetler iyi incelendiğinde, bunların iki noktada merkezîleştiği görülür:
- Allah’ın emrini büyük tanımak,
- Allah’ın yaratıklarına şefkat göstermek.

Leyl Suresi 18. ayet
O ki ,Allah yolunda malını verir, temizlenir.

Bakara Suresi 212. ayet
‘’Kafir olanlar için dünya hayatı cazip kılındı. (Bu yüzden) onlar, iman edenler ile alay ederler. Oysa ki, (iman edip) inkardan sakınanlar kıyamet gününde onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.’’

            *Ebu Cehil ve arkadaşları, fakir müminler ile alay ettiler, bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Hayat gerçeğini sadece dünya malı ile değerlendiren kafirler için dünya malı cazip hale getirilmiştir. Onun için bunlar, üstün değerlere değil, geçici dünya malına kıymet vermişler, sonunda dünya malı onlara hiçbir fayda sağlamamıştır.

Al-i İmran Suresi 14. ayet
‘’Nefsani arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzelyer, Allah'ın katındadır.’’

Yunus Suresi 7. ayet
‘’Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatını sevip ona bağlananlar ve ayetlerimizden gafil olanlar...’’

            *“Bizimle karşılaşacaklarını ummayanlar, beklemeyenler”: Bu insanlar ölümden sonraki hayata ve dolayısıyla Allah'ın nihaî yargısına inanmazlar. “onunla doyuma ulaşanlara...” –yani onlar, bu dünya hayatına var olan tek realite olarak bakarlar ve ölümden sonra dirilme fikrini, hayal olarak görüp ciddiye almazlar.

Kehf Suresi 28. ayet
‘’Rab'lerinin rızasını dileyerek sabah akşam kulluk edenlerle birlikte olmaya çalış. Dünya hayatının çekici materyallerini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Kalbini mesajımızdan gafil kıldığımız ve hevesine uyarak işlerini karıştıran kimseleri izleme.’’

            *Bazı Kureyş ileri glenleri Hz. Peygamber’den Allah’a ve Resul’üne candan bağlı, fakat maddi bakımdan fakir müminleri yanından kovmalarını istemişler, böyle yaptığı takdirde kendisi ile görüşüp konuşabileceklerini söylemişlerdi. İşte bu ayet, üstünlük ve şerefin, maddi zinette değil, gönül zinetinde, yani iman ve güzel yaşayışta olduğunu, dolayısıyla müşriklerin bu isteğine değer vermemek gerektiğini ifade etmektedir.

Bu sözler Peygamber'e (s.a) hitap eder görünmektedir, fakat aslında Kureyş ulularını kastetmektedir. İbn Abbas'tan rivayet edilen bir hadise göre Kureyşli büyükler, Peygamber'e (s.a), çoğunlukla onun yanında bulunan Bilal, Süheyb, Ammar, Habbab, İbn Mesud ve benzeri kimselerle oturmalarının şereflerini düşürdüğünü ve onları yanından gönderirse davetini öğrenmek için Peygamber'in meclisine katılabileceklerini söylerlerdi.
Bunun üzerine Allah (c.c) şu ayeti indirdi.: "Nefsini sabah akşam rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut. Gözlerin onlardan başka yana sapmasın." (Kureyş büyüklerinin, zenginlerinin gelip senin yanına oturabilmesi için bu samimi, fakat fakir insanlardan yüz çevirmek mi istiyorsun?)

Bu ayet Kureyşlilere şöyle demektedir: Sizin zenginliğiniz, ihtişamınız ve gururlandığınız debdebenizin Allah ve Rasûlü katında hiç bir değeri yoktur. Bilakis bu fakir insanlar onların gözünde daha değerlidir. Çünkü onlar samimidirler ve her an Allah'ı anarlar.

Birbaşka ifadeyle, "Haktan dönen, bütün sınırları aşan ve burnunun doğrultusunda giden" anlamına da gelebilir. Her iki durumda da sonuç şudur: "Allah'tan gafil olan ve arzularının kölesi olan bir kimse kaçınılmaz bir şekilde bütün sınırları aşacak ve aşırılığın kurbanı olacaktır. Bu nedenle ona itaat eden kimse de aynı yolu izleyecek ve onun arkasından sapıklığa devam edecektir.

Kehf Suresi 46. ayet
‘’Para ve çocuklar bu dünya hayatının çekici materyalleridir. Ama, sürekli kalacak erdemli işler, Rabbinin katında bir ödül ve umut olarak çok daha iyidir.’’

Hadid Suresi 20. ayet
‘’Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.’’

            *Bu konuyu yeterince kavramak için Kur'an'ın aşağıdaki ayetlerini gözden geçirmek gerekir. Bkz. Ali İmran: 14-15, Yunus: 24-25, İbrahim: 18, Kehf: 45-46, Nur: 39. Tüm bu ayetlerde, insanoğluna içinde yaşadığı hayatın geçici olduğu hatırlatılmaktadır. "Bu dünyadaki hayat ve bu hayat içindeki iniş ve çıkışlar geçicidir.

Nur Suresi 22. ayet
‘’Sizden mal ve imkana sahip olanlar, akrabalara, yoksullara ve ALLAH yolunda göç edenlere vermemek için yemin etmesinler. Affetsinler, geçsinler. ALLAH'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? ALLAH Bağışlayandır, Rahimdir.’’

            *Genel olarak, bu ayetin, kızı Hz. Ayşe hakkında ortaya atılan söylentilere katıldığı için o güne kadar destekleyip yardımda bulunduğu fakir akrabası muhacirden Mistah'a bir daha yardımda bulunmayacağına yemin eden Hz. Ebû Bekir'le alakalı olduğu kabul edilmiştir. Müfessirlerin bu görüşü, şüphesiz sağlam delillere dayanmaktadır; ama, yine şüphe yok ki, yukarıdaki ayetin mesajı zamanla kayıtlı değildir ve dolayısıyla tarihî olarak ilgili göründüğü olay ya da olaylardan bağımsızdır. “Affedip geçmek” konusundaki çağrı, kötülüğü iyilikle savmak yolundaki Kur’ânî ilkeyle tam bir bağdaşma halindedir.

Hz. Aişe'den gelen bir rivayete göre, kendisini temize çıkaran 11-21'inci ayetler vahyedildikten sonra, Hz. Ebu Bekir Mistah b. Usase'ye bir daha yardım etmemeye yemin etmişti.

Bunun nedeni de, Mistah'ın ne yakınlığa, ne de Ebu Bekir'in kendisine ve ailesine yapageldiği yardımlara bir itibar etmemiş olmasıydı. Sonra bu 22'inci ayet indi ve Hz. Ebu Bekir bunu duyunca derhal, "Vallahi, biz Allah'ın bizi bağışlamasını arzu ederiz" dedi. Ardından, Mistah'a öncekinden daha cömertce yardımlara yeniden başladı. Abdullah İbn Abbas'a göre, Hz. Ebu Bekir'in yanısıra, daha bazı sahabeler de, iftirada faal rol oynayanlara daha fazla yardımda bulunmamaya yemin etmişlerdi. Bu ayetin inmesinden sonra hepsi yeminlerini geri aldılar ve şerrin meydan verdiği bu tür kötü kararlar da yok oldu.

Burada, bir şey için yemin
eden, fakat ardından yemininde hayr olmadığını görerek, daha iyi ve daha faziletli bir yolu benimseyen bir kişinin yeminini bozmasıyla üzerine keffaret gerekip gerekmediği sorulabilir.
-Bir grup fakih, bizzat faziletli yola girmenin keffaret olduğu ve ayrıca başka bir şey gerekmediği görüşündedir. Delilleri bu ayette Allah'ın Hz. Ebu Bekir'e yemini geri almasını emrettiği, fakat karşılığında keffaret istemediğidir. Ayrıca, görüşlerini ispat sadedinde şu hadis-i şerifi de anarlar: "Eğer bir kimse, bir şey için yemin eder ve sonra da daha iyi bir yol bulur ve ona girerse, onun daha iyi yola girmesi yeminini bozmasına keffarettir."
*Diğer grup, Kur'an'da yeminleri bozmakla ilgili açık hüküm bulunduğu[12] ve bu hükmün hiçbir zaman neshedilmeyip, baki kaldığı görüşündedir. Evet, Allah, Hz.Ebu Bekir'e yeminini geri almasını emretmiş, fakat keffaretin gerekmediğini belirtmemiştir. İlgili hadis-i şerif ise, yanlış bir şey için yapılan yeminin günahının, doğru yola girildiğinde silineceği anlamında olup, kişiyi yemininin keffaretinden kurtarmaya yönelik değildir. Nitekim, bir başka hadis-i şerif bu durumu açıklar: "Kim bir şey için yemin eder ve sonra yemin ettiğinden daha iyi bir yol görürse, bu daha iyi yolu benimser ve yemini için keffaret öder." Görülüyor ki, yemin keffaretiyle, iyi olanı yapmama günahının keffareti farklı farklı şeylerdir. İkincisinin keffareti doğru olanı yapmakken, birincisinin keffareti Kur'an'da konan hüküm üzeredir. [13]

Duha Suresi 10. ayet
’’El açıp isteyeni de sakın azarlama.’’

            *Eğer yardım edebilirseniz yardım edin. Eğer yardım edemezseniz yumuşak sözle ve nezaketle özür dileyin. Ama hiçbir şekilde sert davranmayın ve kovmayın... Verilen hidayet ve ihsanın karşılığı olarak Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: "Sen yoksuldun biz seni zenginleştirdik."

Furkan Suresi 67. ayet
‘’(O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.’’

            * Allah'ın gerçek kulları, harcamada bulunurken terazinin dilini tam ortada tutarlar. Ne gerekli harcamalarının sınırını aşarak israfta bulunurlar, ne de para biriktirip yığmak için acınacak durumlara düşerler; yalnız tutumludurlar.

-İslâm'a göre şunlar israftır:
1-Gayri meşru yerlerde en küçük miktarda da olsa harcamada bulunmak,
 2-Meşru yollarda yapılan harcamalarda kendi kaynaklarının dışına taşmak, ya da zevk için  harcamada bulunmak,
3- Allah için değil de gösteriş için infakta bulunmak.

Öte yandan, kendisinin ve ailesinin ihtiyaçları için kendi mevki ve imkanları ölçüsünde harcamada bulunmamak, ya da hayırlı işler için parayı kısmak ise cimriliktir. İslâm'ın öngördüğü yol, terazinin dilini ortada tutmaktır. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a) şöyle
buyurmuştur: "Yaşayışta "itidal" üzere olmak, hikmet işaretidir."[14]

- Üretime yönelik emek, ibadet hükmündedir.[15]
İstihdama yönelik olarak çalışanları teşvik eden Kur’an’ın buyruklarını, Rasül detaylandırıyor ve bu çalışmaların ibadet olduğunu söylüyor. Servet sahibi olan müslümanlar her fırsatta övülüyor. Ve bu çalışmaların ibadet olabilmesi için nelere dikkat edilmesi gerektiğiyle ilgili satır aralarındaki tavsiyeleri şu şekilde sıralamak mümkündür:

1-     İlk önce başarılması gereken madde ve mana bütünlüğü inancıdır
Bu başarıldığı taktirde müslüman dünyanın ahiretin köprüsü olduğu gerçeğini ancak kavrayabilecektir. Rasül-i Ekrem şu şekilde uyarmıştır: "Her ikisinden nasiplenmeyip, dünyası için ahiretini veya ahireti için dünyasını terk eden kimse, hayırlınız değildir. Şüphesiz dünya ahirete ulaştırıcı bir köprüdür. Başkasına yük olmayınız."  [16]

2-İkinci olarak şahsiyetli kişiler ve kadrolar yetiştirilmelidir
- Şahsiyetli insan; sorumluluk sahibi, iyi niyetli ve samimi insandır.
- Hem ferdî, hem de sosyal sorumluluğa sahip idealist, birikimli, donanımlı, dünyadaki gelişmeleri yakinen takip edebilen, sürekli araştıran, değerlerine bağlı, hiçbir değeri istismar etmeyecek derecede şahsiyetli, üretim ve yönetim bilgisine sahip işinin ehli kadrolar teşekkül ettirilmelidir.
- Daha büyük hedeflere ulaşabilmek için güçlü olmak gerekir. Güçlü olmak için de güç birliğine, yardımlaşmaya ve dayanışmaya ihtiyaç vardır. Hayırda, iyilikte, güzellikte, aynı hedefleri yakalamakta, aynı engelleri aşmada yardımlaşma, dayanışma ve işbirliği zaruridir.
- Çünkü günümüzde ferdî başarılar, ferdî teşebbüsler yeterli olmamaktadır. Bunun için herkes mevcut çalışma tecrübelerinden de yararlanarak güçlü oluşumlar geliştirmeli, ekip çalışması ile organizeler yapmalı veya güçlü oluşumlarla birlikte hareket imkanları bulmalıdır.
-Özel okullar, yurtlar açılmalı, insanların eğitimi yaygınlaştırılmalı, teknolojik gelişmelerden yararlanılmalı,
-kitap, gazete, dergi gibi neşriyatlar, radyo, televizyon gibi medya araçlarından istifade edilmeli.
-Her gönüle girecek anahtarı bulunabilmeli, her eve girilebilmeli, faydalı olanlar yaygınlaştınlıp, zararlı olanların zararı önlenebilmeli, insanlar doğru bilgilendirilebilmeli,
-güzel hizmetler ve çalışmalar tanıtılabilmeli ve  duyurulabilmelidir.

3- Hak, hukuk meselelerine gereken önem verilmelidir.
-İşçisinin, ortağının hak ve hukukunu korumayanları Allah korumaz. Çünkü Cenab-ı Hakk'a kul olan, kul hakkını yemez ve haksızlık yapmaz.
- Yapılanmaların sorumluları, kurucuları son derece dikkatli ve adil olmalı, tasarrufları en verimli şekilde değerlendirmeli, harcamalarda israfa yer vermemeli, şahsi çıkar hesabına düşmemeli, verimsiz, atıl alanlara yatırım yapmamalı ve ortaklarına karşı çok şeffaf davranmalıdır.
- Ancak, iş sadece hep bu tür katkılara kalırsa sıkıntıya düşülebilir. Onun için böyle güzel hizmetleri finanse edecek kurum ve kuruluşların da bulunması gerekir. Bunun için de faaliyet alanı çok güzel seçilerek, ticari çalışmalar ortaya çıkarılmalıdır. Tek tek değil, birlikte, daha büyük ve güçlü çalışmalar ortaya konulmalıdır. Para sermayeye dönüştürülmelidir. Bunu başaramayanlar, sermaye sahiplerine muhtaç ve hizmetçi olurlar.
- Elemanlarını hizmetçi olarak görmemeli, kardeşleri ve hizmette yardımcıları ve destekçileri olarak bilmelidir.

4- Kâr ve zarar ortaklığı esasına göre kurulan şirketler vs. gerçekçi olmalı, başkalarına şirin görünme, yeni ortakları cezbedebilmek için afaki, kazanılmamış kâr oranları açıklanmamalıdır.
- Bu hususta sahtekârlarla, tamahkârlar buluşunca pek çok olumsuzluklar meydana gelmekte ve kötü örnekler teşkil etmekte ve gerçekten samimi, gayretli, birikimli ve tecrübeli kişilerin ve kuruluşların önü kesilmektedir. Aklı başında insanlar bunlara meydan vermemelidir.
- Evet çağ, yürekleri, kafaları, kalpleri ve kasaları çağın pislikleriyle kirlenmemiş, hakk'ı ölçü alan, hakk yolda olan, gücünü hak'tan ve halktan alan, işinin ehli olan, kazançta helali ve bereketi esas alan Müslümanlara muhtaçtır.
- Unutmayalım; gaflet değil, gayret zamanıdır!
- İmtihan olunan şeylerden biride maldır.[17]

Allah mü'minleri para ve çocuk sevgisinin aşırılığına karşı uyarmaktadır: "Bu dünya büyük bir imtihan sahasıdır. Çocuklarınız ve mallarınız ise iki imtihan sorunudur. Bunlar size, onların haklarına uyup uymadığınızı ve konulan sınırları aşıp aşmadığınızı denemek amacıyla verilmiştir. Bakalım sorumlulukları taşıyarak doğru yolda mı yürüyeceksiniz, yoksa arzu ve eğilimlerinizin cazibesiyle ondan sapacak mısınız ve bir taraftan Allah'ın kulu olmaya devam ederken, diğer taraftan O'nun belirlediği hakların dışına taşarak mal ve çocukların kölesi olmaya eğilimli olan "nefsinizi" kontrol edebilecek misiniz?" İyi mal (helalinden kazanılan, iyi yola sarf edilen mal) Salih kimse için ne güzel bir şeydir.[18]

5- İslam, mülkiyete, zenginliğe asla karşı değildir.
-Bir lokma bir hırka teranesini de asla kabul etmez. Aksine Müslümanların güçlü olmaları, veren el haline gelebilmeleri zorunludur. Efendimiz s.a, "Veren el, alan elden üstündür" buyurmuştur.[19]

- Bilhassa her şeyin ölçüsünün, hizmetlerin yürümesinin maddeyle ölçüldüğü günümüzde, müslümanlar olarak zenginleşmek zorundayız, tabiki helalından. Bunun aksi düşünülürse. Heybetimiz, ciddiyetimiz kaybolur, selin önündeki çör-çöp gibi oluruz. Bâtılların kurdukları tuzaklar içinde ipek böceği gibi kendi kendimize ağ öreriz de, ken di elimizle sonumuzu hazırlarız. Servet, milletin virdi ve zikri haline gelirse; hep konuşmalar dünyalık olursa, vay başımıza geleceklere...

- Bu nimetler dünya hayatında iman edenler içindir
Araf sûresinin 32. âyetinde şöyle buyurulmaktadır: "De ki: Allah'ın kullan için yarattığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti? De ki: Bu nimetler dünya hayatında iman edenler içindir; kafirler de o arada yararlanırlar. Kıyamet gününde ise sadece mü'minlere mahsustur."

- Bu ayet açıkça ahiret nimetlerinin olduğu gibi dünya nimetlerinin de mü'minler için hazırlandığını göstermektedir. O halde mü'min helal şekilde ve meşru dairede dünya nimetlerinden istifade edecektir.
- Ancak nimetlerden istifade ederken israfa kaçmayacak ve harama bulaşmayacak, meşru dairenin dışına çıkmıyacaktır. Ayrıca nimetlerin şükrünü eda edecektir.
- Yani, aslına bakılırsa, hayatın iyi ve hoş olan bütün yönlerinin müminler için olması istenir. Çünkü hakiki mülk sahibine tam olarak inanan ve inanç sahibi olmanın mükâfatına layık olan kullar da onlardır. Fakat bu dünyada, hayatın nimetleri kâfirlere de verilir, çünkü burası insanoğlunun imtihan yeridir. Bundan dolayıdır ki kâfir, müminden daha büyük bir pay alabilir. Fakat, iyi ve güzel şeylerin iman temeline göre dağıtılacağı ahirette ise, bütün bu güzel ve temiz şeyler sadece müminlerin istifadesine sunulacaktır. Diğer tarafta, Allah'a karşı isyan tavrını benimsemiş olan inançsız kimseler, bu dünyada O'nun nimetleriyle yaşamalarına rağmen, ahirette bu ikramlardan hiçbir şey alamayacaklardır.

Peygamberimiz s.a konuyu şu şekilde ifadeye koyar: "Ümmetimin en kötüleri nimetler içinde gözünü açan, onunla beslenen, türlü türlü yiyecekler yiyen, çeşit çeşit elbiseler giyinen, değişik değişik binitlere binen ve avurtlarını şişire şişire edebiyat parçalayarak konuşan kimselerdir."[20]
-Hadiste kınanan yeme, içme, giyme; helal daireyi taşan, israfa kaçan ve şükrü yerine getirilmeyen yiyip içme ve giyinmelerdir.
-Nimetler içinde yüzdüğü halde şükretmeyip havalara girmek, büyüklenmek, kasılmak, israfa kaçmak, nimetlerin Allah tarafından geldiğini bilmemek, şükretmemek hadisin tehditi içine girer.

Bişr bin Haris der ki: "Dünyaya karşı zühd, onu terk etmek değildir; asıl zühd, Allah'tan gayri her şeyden gönlü çekmektir. Hz.Da-vud (as) ve Hz.Süleyman'a (as) baksana. İkisi de dünya padişahı idiler. Bununla birlikte Allah katında zahitlerin başında yer alıyorlardı."
-Malımızla felaketimizi hazırlamamalıyız.
-Yanlış yerlerde kullanarak, israf ederek yada zekatını vermeyerek, haramdan kazanarak kendi kuyumuzu kazmamalıyız.

Yüce Rabbimiz güzel halini muhafaza etmeyen, zenginleşince zekatını vermeyen ve malla ilgili görevlerini yapmayanları şöyle uyarmıştır: "Allah, lütuf ve ihsanıyla onlara zenginlik verdiğinde ise, cimrilik ettiler ve sözlerinden döndüler. Zira onlar yüz çevirmeyi adet edinmişlerdir."[21]

-Hadislerdeki işaret ve ikazlara dikkat edelim:
Peygamberimiz s.a: "Hedefi takva(duyarlılık) olan kimse için zenginlikte bir sakınca yoktur. Takvaya dikkat eden kimse için sıhhat, zenginlikten daha hayırlıdır. İnsanlardaki gönül hoşluğu da ayrı bir nimettir." [22] Buyurur.

"Şüphesiz dünya malı tatlıdır. Kim onu hakkıyla alır ve yerli yerince kullanırsa, o ne güzel yardımcıdır. Onu hakkı ile (helal yoldan) elde etmeyen kimse, yiyip yiyipte doymayan varlıklar gibidir." [23]

Fakirlik ve zenginlik, elde mal ile değil, kalpteki iman, sevgi, şuur ve huzurla ölçülür. İşte ilahi ikaz: "Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah'ın zikrinden alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar zarara girenlerin ta kendileridir" [24]
Bu ayetin muhatabı Müslüman olduğunu söyleyen herkestir. "Ey iman edenler"; ifadesi Kur'an'da bazen müminlere, bazen Müslüman olduklarını iddia edenlere, bazen de genel olarak Müslümanlara hitaben kullanılmıştır. Nerede, kime hitap edildiği, ayetin siyak sibakına bakılarak anlaşılır.
Burada "mal ve çocukların" özellikle zikredilerek vurgulanması, insanların umumiyetle mal ve çocuklarının hatırı için imanın sorumluluklarından yüz çevirmeleri nedeniyledir. Çünkü insan umumiyetle bunlar yüzünden nifak, iman zaafı, fısk ve itaatsizliğin bataklığına saplanır. Aslında kastedilen, insanı Allah'tan gafil eden dünyadaki herşeydir. Allah'tan gaflet, her kötülüğün asıl sebebidir.
-Her halin bir fitnesi ve bir çilesi vardır.
"Öyle kimseler vardır ki, bunları ne ticaret, ne de kazanma hırsı, Allah'ı anmaktan, namaza devamlı ve duyarlı olmaktan ve zekat vermekten alıkoyabilir." [25]

Hepimiz, hayır ve şerle imtihan edilecek, varlık ve yokluk içinde deneneceğiz. Her halin bir fitnesi ve bir çilesi vardır. Bir kul için hangi halin hayırlı olduğunu ancak Allah bilir. Bunun için, fakirliğin fitnesinden korktuğumuz gibi, zenginliğin fitnesinden de Allah'a sığınmalıyız.
Burada, Allah'ın Mutlak Nuru'nu algılama ve O'nun nimetlerinden faydalanma için gerekli olan nitelikler tanımlanmaktadır. Allah nimetlerini sebepsiz olarak bahşetmez, onları ancak hak edene bahşeder. Alıcının kendisini içten sevdiğini, karşısında huşu ile durduğunu, lütûfunu isteyip gazabından çekindiğini, maddî kazançlar peşinde koşturmadığını ve dünyevî meşguliyetlerine rağmen, kalbini daima zikirle sıcak tuttuğunu gördüğü zaman nimetlerini yayar. Bunları hak eden kişi, alt düzeydeki manevi mertebelerle yetinmez.
Rabbinin kendisini götüreceği zirvelere ulaşmaya gayret eder. Bu fani dünyanın değersiz kazançlarına göz dikmez, bunun yerine gözü hep sonsuz ahiret hayatındadır. Bütün bu nitelikler, kişinin Allah'ın Nuru'ndan yararlanıp yararlanamayacağını belirleyen ölçülerdir. Sonra, Allah nimetlerini vermeye razı olduğu zaman, bunları hesapsız verir, eğer kişi bunları bütünüyle alamıyorsa, bu kabının dar oluşundandır.
            - İsrafa ve isyana alet edilen zenginlik tehlikelidir.
İsrafa ve isyana alet edilen zenginlik tehlikelidir. İşte Peygamber (sav) Efendimizin uyarıları: "Vallahi sizin için en fazla korktuğum şey fakirlik değildir. Fakat asıl korktuğum, sizden öncekilere olduğu gibi dünyanın önünüze açılması ve onların birbiriyle yarıştığı gibi sizin de mal hususunda birbirinizle yarışmanız, dünyanın onları oyaladığı gibi sizi de Hakk'tan alıkoyması, onları helak ettiği gibi sizide helak etmesidir."[26]

Mal ile mücadele, mücadelenin temel taşıdır. Mali çalışma olmazsa İslâmi çalışmaları devam ettirmek güçleşir.

- Şu ayeti kerimelerde en karlı işin canla, malla Allah yolunda mücadele etmek olduğunu açıklıyor:
"Ey iman edenler! Pek acı bir azaptan kurtaracak kârlı bir yolu size göstereyim mi? Allah'a ve Rasülüne iman eder, Allah yolunda mallarınız ve canlarınızla cihat edersiniz. Eğer bilseniz, bu sizin için daha hayırlıdır." [27]

Bu vechile, Allah'ın indinde bu mukavelenin (alışveriş) şartları şunlardır: "Eğer siz gönüllü olarak (ve herhangi bir baskı altında kalmadan) hayatınızın, sahip olduklarınızın ve bu dünyadaki herşeyin aslında benim, bana ait ve kendinizi de sadece onların emanetçisi olduğunu kabul etmeye ve böyle görmeye razı olursanız, ben de bunun karşılığında size sonsuz ahiret hayatında cennetler vereceğim.

-Bu mukaveleyi yapmanın sonuçları şunlardır:
Allah bu konuda insanı iki zor imtihana tabi tutmuştur:
Birincisi, insanın kendisine verilen seçme hürriyetine rağmen, malın asıl  Sahibini sahib olarak tanıyor mu? Yoksa, bunu reddederek nankör, hain,asi mi oluyor?
İkincisi ise, Allah'a tam olarak güveniyor mu, güvenmiyor mu? Cüz-i iradesini, O'nun iradesine teslim ediyor mu, etmiyor mu?

Allah, mallarıyla ve canlarıyla Allah için çalışmaktan  geri kalan kimseleri ise kınamakta ve tehdit etmektedir. [28] Dünyada insan için kıymetli şeyler vardır. Bunların en önde geleni can ve maldır. Onun için, "mal canın yongasıdır" denilmiştir. Mü'minler, dünyada bunların her ikisini feda etme pahasına da olsa mücadele meydanlarına atılmakla görevlendirilmiştir.

- İşin edebi konusunda görevlerimiz
1-Yakinen bilinmeli ve zihninde tutmalıdır ki, eldeki mal, Allah'ın malıdır. "Allah'ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilinmelidir ki zorlanmalarından sonra Allah (onlar için) çok bağışlayıcı ve merhametlidir." [29]

Bu ayetler en güzel yorumunu hadis-i şeriflerde bulmuştur. Hz. Abdullah b. Mes'ud'un rivayetine göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Ey gençler, içinizde kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin, çünkü bu, gözleri kötü bakıştan alıkor ve kişinin temiz ve iffetli kalmasını sağlar, evlenmeye gücü yetmeyen ise oruç tutsun, çünkü oruç ihtirasların bastırılmasına yardım eder." [30]
"Bu (mal) ise, Allah'ın rızıklarından (bir rızık) tır. Size verdiğimiz rızıktan (Allah) için harcayın." [31]

2- Mal kötüye kullanılmaktan (zulüm vasıtası etmekten/tuğyanül-mal) sakınılmalıdır. Çünkü mal, bazen sahibini azdırır. Cenab-ı Hak İsrailoğulları'na hitaben şöyle buyurur: "Size verdiğimiz rızkın temizlerinden yeyin, ama bu hususta taşkınlık etmeyin;sonra gazabım üzerinize iner, kimin üstüne gazabım inerse artık o (ateşe) düşmüştür." [32]

3-Karun Kıssası'nı akıldan bulundurmak  gerekir. Allah (c.c.) kendisine çokça mal vermişti de, o, malda azmış ve o mal onun şımarmasına sebep olmuştu. Hatta (daha ileri giderek) malı, zekiliği sayesinde malı kendisinin kazandığını iddia etmişti. Sonucu Kur’an şu şekilde haber veriyor "Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik." [33]

Yani, Rızkın genişletilip bir ölçüye göre takdir edilmesi daima Allah'ın dilemesiyle olur ve Allah'ın iradesi O'nun kendi gerekçeleriyle tecelli eder. O'nun bir kimseye bol rızık vermesi illa da, o kimsenin O'nun katında makbul oluşuna ve nimetlerle şereflendirildiğine delâlet etmez. Çoğu kez öyle olur ki, Allah'ın gazabını celbeden fakat gittikçe daha çok nimete garkolan bir şahıs için aynı servet onun sonu olur ve Allah'ın azabı kendisine yetişiverir. Bunun hilafına bir kimsede belli bir ölçüyle rızıklandırılır, fakat bu kendisinin Allah tarafından sevilmediği ve cezalandırıldığı anlamına gelmez. Çoğunlukla salih kimseler, her ne kadar Allah'ın velileri olsalar da, zorluklar içinde yaşarlar ve çoğu durumda aynı zorluklar Allah'ın rahmetinin üzerlerine olmasını sağlar. Sonuç olarak, bu hakikati anlamayan kimse, gerçekte Allah'ın gazabını çağıran kimselerin refah ve servetine gıpta ve hasretle bakar.

4- İslam, zenginliğe değil, onun kötü kullanılmasına ve zenginliğe güvenerek haktan yüz çevirenlere karşı çıkmıştır. Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
-"Allah'tan korkan (takva sahibi) kimse için zenginlikte beis (zarar ve sakınca) yoktur.[34]
-"Muhakkak ki hayır, şer getirmez. Ancak derelerin (baharda) bitirdikleri otlar arasında, ya çatlatarak öldüren ya da ölüme yaklaştıran bitki de var. Yalnız yeşil ot yiyen hayvanlar müstesna. Zira bunlar yeyip böğürleri şişince güneşe karşı dururlar (geviş getirirler), akıtırlar ve rahatça def-i hacet yaparlar, sonra tekrar dönüp yayılırlar.
-Şüphesiz ki, bu mal hoştur, tatlıdır. Ondan fakire, yetime ve yolcuya veren bu malın müslüman sahibi en iyi (insan) dir. Bunu (malı) hak etmeden alan, yediği halde doymayan kimse gibidir. O mal, kıyamet günü aleyhinde şahitlik yapacaktır. "[35]
*Çok mal toplayıp, onu yerli yerince sarfetmeyen, Allah yolunda harcamayan insan, çok yeyip çatlayarak ölen hayvana benzetilmiştir.
-Kazanmada da harcamada da ölçülere dikkat edilmeli, her türlü haramlardan ve israflardan sakınılmalıdır. Yoksa malla ilgili imtihan kazanılamaz!
-Müslüman zengin, salih insan olmalıdır. Böyle olunca malı da salih olur. Müslüman zengin, alçak gönüllü ve mütevazi olmalı, asla şımarmamalı, kimseye tepeden bakmamalıdır.
-Müslüman zengin hesap endişesi içinde olmalı, hesabını veremeyeceği şeylere tenezzül etmemelidir. Cimri olmamalıdır, verdiğini başa kakmamalıdır. Cömert olmalı amma müsrif olmamalıdır.

-Sonuç
Her şey salih, olgun mü'mine bağlı:
- Olgun, kamil mü'min için mal hayırlıdır ve güzeldir.
-"Onlar(müttakiler) harcadıkları zaman israf etmezler, cimrilik de yapmazlar." [36]
İsraf ifrat, cimrilik tefrittir. Her ikisi de günahtır. Her ikisi de şeytanın tuzağıdır. Müslüman sehavetli ve cömert olmalıdır. Hem dünyasını hem ahiretini mamur etmeye çalışmalıdır.
-Allah'ın gerçek kulları, harcamada bulunurken terazinin dilini tam ortada tutarlar. Ne gerekli harcamalarının sınırını aşarak israfta bulunurlar, ne de para biriktirip yığmak için acınacak durumlara düşerler; yalnız tutumludurlar.
-Gayri meşru yerlerde en küçük miktarda da olsa harcamada bulunmazlar,
-Meşru yollarda kendi kaynaklarının dışına taşmaz, ya da zevk için harcamada bulunmazlar,
-Allah için değil de gösteriş için infakta bulunmazlar.
-İslâm'ın öngördüğü yol, terazinin dilini ortada tutmaktır. "Yaşayışta "itidal" üzere olmak, hikmet işaretidir." [37]


[1] Kasas, 78
[2]  Nisa, 5
[3] Arnold, Intişar-ı İslam Tarihi, 235.
[4] Menakıb-ı Evhadüddin-i Kirmani.l 19-124; Osman Çetin, Anadolu'd» İslamiyet'in Yayılışı. 182-183
[5] İbn Abidin, Reddü'l-Muhtar Aled-DUrril Muhtar, 1/40
[6] Beyhaki,ZUhd,436. Suhreverdi. Avarifu'l- Maarif, 219-220
[7] Tirmizi,Büyu1,4/120.9. lbn Mace, Ticaret, î/2139
[8] Kütüb-iSitte8Muhtasarı, 3/22. '
[9] bkz. Abduh, Menâr III, 124 vd.
[10]24:6-9; 3:195-Karısının zina suçu işlediğini iddia eden bir koca, eğer iddiasını isbat için dört şahit getiremezse, karı ve koca hakim huzuruna celbedilerek liana davet edilir. Her iki taraf da doğruluklarını bu ifadelerle beyan ederlerse, erkek iftira (kazf) cezasından, kadın da zina cezasından kurtulur ve bu şekilde evlilik bağı sona erer.
"Benim gözümde hepiniz insansınız ve ben herkesi aynı adalet ve yargılama standardına tâbi tutarım. Erkekler unutmasınlar ki, kadınlar da kendileri gibi insandır. Ben kadın-erkek, efendi-köle, siyah-beyaz, yüksek ve aşağı tabaka arasında hiçbir ayırım yapmam."
Bir hadise göre bir grup kâfir Hz. Peygamber'e (s.a) gelip: "Bütün peygamberler beraberlerinde bir veya birkaç ayet (mucize) getirdiler. Örneğin, Musa mucizevî asaya ve beyaz bir ele sahipti. İsa ise körün gözünü açar ve alacayı iyi derdi. Peki sen peygamberliğini ispatlayacak bir ayet olarak ne getirdin, söyler misin? deyince, Hz. Peygamber (s.a) 3/192-195. ayetleri okumuş ve "Ben bunu getirdim" demiştir.
[11]Tefhimü-l kur'an'dan,hadid suresi 11. ayet ve tefs
[12]Bakara: 225, Maide: 89
[13] Daha fazla açıklama için bkz. Sad Suresi : 46
[14] Ahmed, Taberani
[15] Buhari, Nefakat
[16] Münavi, Feyzul-Kadir, 5/364. Haşimi.Muhtarul-Elhadisın-Nebevıyye, 124(994)
[17] Teğabün 15
[18] Ahhmed, MUsned, 4/402; Acluni, Keşful-Hafa, 2/44.
[19] Buhari, Vesaya, 9, Rikak, 11, Zekat, 18; Müslim, Zekat, 94,97,106
[20] Münavi.a.g.e.,4/155.
[21] Tevbe, 76
[22] Ahmed, MUsned, 5/80; İbni Mace, Ticaret, 1.
[23] Buhari, Rikak, 7; MUslim, Zekat. 121
[24] Münafıkûn, 9
[25] Nûr, 37
[26] Buhari, Rikak, 9; Tirmizi, Kıyame, 28; İbni Mace, Fiten, 18.
[27] Saff, 10-11
[28]  Tevbe, 88-89
[29]  Nur, 33
[30]Buhari, Müslim
[31] Münafıkun, 10
[32] Taha,81
[33] Kassas, 81
[34] İbniMace,Tıcarat,l(2141);Buhari,a.g.e,113 (301)
[35] Buhari,Zekat,47.Cuma, 37,Rikak,7;Müslim, Zekat,123 (1052);Nesai,Ze-kat,81.
[36] Furkan, 67
[37] Ahmed, Taberani