Rüştü Kam 1996
-Bir insanın sahip olduğu servete
"mal" denir.
-Mala bu ismin verilmesinin sebebi;
vefasız ve çabuk yok oluş özelliğindendir.
Cennete götüren bir binek olan mal; kimileri için bir hayır
vesilesi, kimileri içinse kötülüklere,
isyana ve haramlara dalmaya sebep olan günah vesilesi olmaktadır.
Bolluk, rahat ve lüks içinde yaşayış, maddi imkanlara sahip
olmak, bazen insanları Allah'tan uzaklaştırabilmektedir.
Şükürsüz, infaksız, sadakasız refah, maddi bolluk ve imkan
sahibi olan bazı insanlar azarak Allah'ın kulu olduğunu unutup; sahip olduğu nimetleri kendi iktidarıyla
elde ettiği zannına kapılarak, istediği gibi harcayabileceği kanaatına
vamaktadır.
Bunlar hayat olarak sadece dünya yaşantısını bilmekteler, adeta
dünyadan kâm alırcasına bir yarışın, yaşayışın içine girmektedirler. Verilen
imkanlar, öyle hoyratça ve isyan içinde kullanılmaktadır ki, sanki
"Yaratan yokmuş" "hesaba çekilmeyeceklermiş" gibi hareket
etmektedirler
Kur'an bu konuda karun’u misal olarak verir:’’ Elindeki serveti
kendi dehasına, bilgisine bağlayan bu adam O dedi: "Bu servet bana,
bendeki bir ilim sayesinde verildi." Peki o bilmedi mi ki Allah, önceki nesiller
içinden ondan kuvvetçe daha zorlu, sayıca daha çok olanları bile helâk
etmiştir. Günahlarının ne olduğu, günahkârlardan sorulmaz.?" [1]
-Malın
diğer adıda kıyamdır
Kur’an konuyu şu şekilde
ifadeye koyar: "Allah'ın sizin için ayakta durma(kıyam)aracı yaptığı
mallarınızı kendini bilmez beyinsizlere vermeyin, o mallar içinden onlara rızık
ayırın, onları giydirin ve onlara tatlı ve işe yarar bir söz söyleyin. " [2]
*Bu ayetin anlamı çok geniş kapsamlıdır. Müslüman
topluluğa, hayatın devam ettirilmesi için çok gerekli olan servetin, hiç bir
zaman beyinsizlere ve onu doğru dürüst kullanmayı başaramayacak ehil olmayan
kişilere verilmemesi gerektiği, çünkü bu tür kişilerin serveti israf ederek
toplumun ekonomik ve kültürel sistemini, uzun dönemde de ahlâkî düzenini
bozabileceği öğretilmektedir.
*Ancak özel mülkiyet hakları mutlaka korunmalıdır,
fakat aynı zamanda kişinin onu istediği şekilde sınırsızca kullanıp, toplumu
ifsad etmesine de izin verilmemelidir.
Bir
kişinin hayatî ihtiyaçları sözkonusu olduğunda da bunlar karşılanmalıdır. Fakat kişinin bu hakkını zorlayarak,
toplumun ahlâkını, kültürünü ve ekonomik düzenini bozacak kadar ileri
götürmesine izin verilmemelidir.
*Bu ayete göre, her servet sahibi kendi servetini
birine emanet etmeden önce o kişinin ehil olup olmadığına dikkat etmelidir.
Daha geniş planda ise kamu otoritesi, kendi servetlerini kullanmaya ehil
olmayanların veya kötü yollarda kullananların temel ihtiyaçlarını karşılamak
şartıyla, onların servetlerinin idaresini ele alabilir.
-İyi bir tüccar, iyi bir İslam tebliğicisi
olmalıdır
İslam'ın dünyaya duyurulmasında ve
yayılmasında en etkili hususlardan biri de, müslüman tüccarlardır. Bir misal
verecek olursak; Altınordu hükümdarı Berke Han bir gün Buhara'dan gelen bir
kervana rastlar. Kervanda bulunan iki Müslüman tüccar ile sohbet etmek üzere
bir köşeye çekilir ve onlara, İslam ahkâmı hakkında işittiği şeylere dair
sorular sorar.
Bu iki tüccar dinleri hakkında o kadar ikna edici açıklamalarda bulunurlar
ki, Berke Han kemâl-i samimiyetle Müslüman olur. İhtidasını önce
küçük kardeşine söyler ve kendisine uyması için onu ikna etmeye çalışır. Bir
müddet sonrada imanını açıklar. [3]
Bu, İslam tarihinde, tüccarların tesiri ile meydana gelmiş yegane ihtida
hadisesi değildir. Buna benzer binlerce olay cereyan etmiş ve pek çok yere
İslamiyet tüccarların bu çeşit telkin ve tebliğleri ile yayılmıştır. [4]
İslam'ın Afrika içlerine, Çin'e,
Endonezya'ya, Japonya ve dünyanın pek değişik yerlerine girmesinin atlılardan
önce, tüccarlar vasıtasıyla olduğu bilinmektedir. Çünkü Müslümanlar, dürüst bir
ticari ahlak sergileyerek örnek olmuşlardı.
-Bizim çarşılarımızda dini bilen kimseler
satıcılık yapsın
Hz.Ömer r.a: "Bizim
çarşılarımızda dini bilen kimseler satıcılık yapsın, dini bilmeyenler satıcılık
yapmasın" buyurmuştur.[5] Çünkü: Ticaretle
meşgul olanın dinini çok iyi bilmesi farzdır. Ta ki sair muamelatta
şüphelerden ve mekruh olan şeylerden korunabilsinler. Sanat sahipleri ve diğer
herhangi bir işle meşgul olanlar da böyledir. Haramdan korunmak için onların da
meşgul oldukları işin hükmünü bilmeleri farzdır.[6]
Ticarî ahlâkımızın böyle olduğu dönemlerde, hem güçlü olmuşuz, hem
kazandığımızın bereketini bulup, binlerce esere imza atmışız... Böyle olanlar
elbette her zaman kazanacaktır.
- Evimize
haram getirme, zira biz açlığa, yokluğa, kıtlığa dayanırız
Eskiden, evin erkeği evden çıkarken,
evin hanımı: "Aman efendi, evimize haram getirme, zira biz açlığa,
yokluğa, kıtlığa dayanırız, eski giyeriz, az yeriz ve sabrederiz ancak cehennem
ateşine dayanamayız" diye uyarıda bulunurlarmış. Günümüzde olduğu gibi,
insanlar israf yarışı yapmazlarmış ve böyle olunca da kazançlarında bereket
bulurlarmış, hayatlarında huzur varmış:
-Acaba şimdi o
huzuru niçin bulamıyoruz,
-Niçin çok
kazandığımız halde yetmiyor?
-Niçin çoluk
çocuğumuz isyankâr?
-Niçin Allah
yolunda daha çok harcayamıyoruz?
-Niçin kimin elinin
kimin cebinde olduğu belli değil?
-iktisadi kalkınma, herhalde öncelikle
doğruluk ve güvene bağlıdır
"Dürüst, emin müslüman bir tüccar,
peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salihlerle beraberdir." [7]
İşlerinde "doğruluk" ve
"güven"i esas alan kimseler insanların en üst tabakasını teşkil
eden peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salihler zümresinde yer alabilirler.
*Hadiste bu iki
durumun tüccarlar hakkında zikredilmesi, bu iki vasfın bilhassa ticaret
hayatındaki ehemmiyetini ifade eder.
Bir memlekette iktisadi kalkınma, herhalde öncelikle doğruluk ve güvene bağlıdır. Doğruluğun olduğu yerde güven hasıl
olur. Güvenin olduğu yerde az az sermayeler bile bir araya gelerek en büyük
kalkınma faaliyetlerine yönlendirilebilir.
İslam'ın yalan, aldatma, ölçü ve tartılarda hile gibi ahlaksızlıklar
karşısındaki şiddetli tehditleri, söz konusu doğruluk ve emniyeti sağlamaya
yöneliktir.[8] Bu iki temele yani dürüstlük ve güvene aykırı
hareket eden tacir ise fasıklar ve asilerle olur.
- Kur’an servet
sahiplerine bir baba şefkatiyle yaklaşır
Servet sahiplerine Kur’an bir baba
şefkatiyle yaklaşır ve incinmelerini katiyyen istemez. Ve hiç darlanmadan,
fevkalade bir anlayış rahatlığı içerisinde, servet sahipleri ile sohbete girer
ve servetlerini nasıl değerlendirmeleri gerektiğiyle ilgili detayları onlara bir
öğretmen edasıyla takdim eder.
Mesela:
-Ortaklık
Sad Suresi 24. ayet
Davûd dedi ki: "Vallahi, senin bir
tek koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana zulmetmiş. Zaten ortaklardan birçoğu birbiri
aleyhine haksızlık ve zulme sapar. İman edip hakka ve barışa
yönelik işler yapanlar böyle değildir. Ama onlar da pek azdır." Davûd,
kendisini imtihan ettiğimizi düşündü; hemen Rabbinden af diledi; rükû ederek
yerlere eğildi ve Allah'a yöneldi.’’
*Bu
örnekte, Davud peygamber, şikayetçi tarafı dinledikten sonra duygularına kapılarak
karar veriyor. Diğer tarafı dinlememesi büyük bir hata idi. Adalet, tek tarafı
dinleyerek gerçekleşmez. Şikayetçi, olayı tek taraflı aktarabilir veya olayla
ilgili bazı önemli detayları gizleyebilir. Davaya sosyal adalet kaygısıyla
yaklaşılsa bile durum değişmez. Şikayetçi taraf çok büyük bir araziye, bağ ve
bahçelere sahipken, diğer tarafın tüm varlığı yüz koyundan ibaret olabilirdi.
-Alınan borçların yazılması
Bakara Suresi 282. ayet
‘‘Ey
iman sahipleri! Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğinizde onu yazın.
Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah'ın kendisine öğrettiği
şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borç altına giren kişi de onu kayda
geçirtsin ve Rabbinden korksun da borcundan hiçbir şey eksiltmesin. Borç altına
giren, aklı ermez yahut zayıf-çaresiz biri ise yahut yazdırmaya gücü
yetmiyorsa, velisi adaletle yazdırsın.
Erkeklerinizden
iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki
erkek yoksa rızanızla kabul
edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu kadınlardan biri
şaşırırsa/ unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir. Tanıklar,
çağırıldıklarında çekimser davranmasınlar. Küçük veya büyük, borcu, süresine
kadar yazmaktan üşenmeyin.
Böyle
yapmanız Allah katında adalete daha yakın, tanıklık için daha sağlam, kuşkuya
düşmemeniz için daha elverişlidir. Ancak aranızda döndürüp durduğunuz tamamen
peşin bir ticaret sözkonusu ise onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur.
Karşılıklı alış-veriş yaptığınızda da tanık bulundurun. Yazıcıya da tanığa da
zarar verilmesin. Böyle bir şey yaparsanız bu, kendinize kötülük olur.
Allah'tan korkun. Allah size öğretiyor. Allah, her şeyi en iyi biçimde
bilendir. ‘’
*Kur’an-ı Kerim, bu en uzun ayeti ile
noterlik müessesesinin esaslarını koymuş, müslümanlarda bu tavsiyeyi genellikle
uygulamışlardır. İslam’ın titizlikle üzerinde durduğu prensiplerden
biri de hakkın korunmasıdır. Alacak ve borcun korunması, ifası gereken
haklardandır. Hakkın icra ve ifası, onun bilinmesine, gerektiğinde isbat
edilebilmesine bağlıdır. Gerek yazma ve yazdırma ve gerekse şahit tutma, isbat
için hala kullanılan en geçerli vasıtalardandır.
“İşin yoksa şahit, paran çoksa kefil ol” şeklindeki
meşhur söz, İslam’ın getirdiği kardeşlik ve dayanışma ruhunun söndüğü, ahlakın
zayıfladığı devirlere aittir. Kur’an,
müminleri, işleri olsa da şahitlik etmeye çağırmış, böylece hakların korunması
görevine katılmalarını istemiştir. “Hak” yücedir, hiçbir şey onun üzerine çıkarılamaz.”
*Bir
erkek şahidin yerine iki kadının ikame edilmesi hükmü, kadının ahlakî veya aklî
melekeleri ile ilgili bir husus değildir: Bu farklılık, genel olarak kadınların
ticarî usullere erkeklerden daha az aşina olmaları ve bu nedenle bu konularda
hata yapmaya daha yatkın olabilmeleri gerçeğinden dolayıdır.[9]
Bu tanıklık
uygulaması sadece alışveriştedir. Bu ayetten, kadının zeka, hafıza
veya güvenilirlik açısından erkeklerden aşağı olduğu çıkarılamaz[10].
- Kadınlar
için verilen bu hüküm kendi uzmanlık
alanı olmayan konularda erkekler için de geçerlidir. Burada mütekabiliyet
ilkesi geçerlidir.
- Görgü
tanklığı şahitliğinde kadın ve erkek şahitlerde sayı aranmaz.
-
Şahit olarak dinlenen kadınların ikisinin birden aynı anda aynı şeyleri söylemelerini
zaten Kur’an istemediğinden, sonuçta yine bir kadının şahitliği geçerli olmuş
olmaktadır. Hüküm şöyledir: ‘’… Bu
kadınlardan biri şaşırırsa/ unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir....’’
Hadislere
dayanan bilinen yorumlar konu ile ilgili diğer
ayetlerle çelişki içerisindedir. Günümüzün ileri kayit ve belgeleme teknolojisi
ve çokdetaylı yazılmış kontratlar, yazılı belgelere ek olarak sözlü tanıklığa
olan gereksinimi alabildiğine azaltmış bulunuyor.
-Allah’a borç vermek
Maide Suresi 12. ayet
‘’Andolsun ki
Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. (Kefil olarak) içlerinden on iki de
başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: Ben sizinle beraberim. Eğer
namazı dosdoğru kılar, zekatı verir, peygamberlerime inanır, onları
desteklerseniz ve Allah'a güzel borç
verirseniz (ihtiyacı olanlara Allah rızası için faizsiz borç verirseniz)
andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi, zemininden ırmaklar akan
cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkar yolunu tutarsa doğru yoldan
sapmışolur.’’
Hadid Suresi 11. ayet
‘’Kim Allah'a
güzel bir ödünç verecek olursa, Allah da onun karşılığını kat kat verir ve
ayrıca onun çok değerli bir mükafatı da vardır.’’
Hadid Suresi 18. ayet
‘’Sadaka veren
erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve Allah'a güzel bir ödünç verenlere,
verdiklerinin karşılığı kat kat ödenir ve onlara değerli bir mükafat vardır.’’
*"...
Allah'a verilen güzel borç (karz-ı hasen)" O'nun yolunda harcanılan
paradır. Bu tür paraya Kur'an'ın çeşitli yerlerinde 'güzel borç' denmekte ve Allah, meşru yoldan kazanılıp, iyi
niyetlerle İlâhî emre uygun olarak harcanması şartıyla, bu borcun karşılığını
cömertçe kat kat ödeme vaadinde bulunmaktadır. Allah kendi yolunda harcanan bir
kuruşu bile kat kat geri ödeyecektir.
*Allah’a ödünç
vermekten maksat, sırf yardım gayesiyle ve Allah rızası için maddi sıkıntı
içinde bulunanlara faizsiz borç vermek ve bu borcun tahsilinde kolaylık
göstermektir.
*Allah'ın kendisine verdiği malın, kişinin O'nun
yolunda sarfetmesini, Allah'ın Karz-ı Hasen (güzel bir borç) olarak nitelemesi,
O'nun insanoğluna bir lütfudur. Ancak, halis
niyetle ve bu dünyada şahsi hiçbir çıkar beklemeden, gösteriş ve şöhret niyeti
olmaksızın verilmesi şartıyla. Üstelik verildikten sonra teşekkür
beklenilmemeli ve sadece Allah rızası için sarfedilmelidir. Bu şekilde verilen
"karz" (borç) için Allah'ın,
-birincisi
kat kat karşılığını vermek,
-ikincisi
kendi lütfuyla ayrıca mükafatlandırmak şeklinde iki va'di vardır.
-"İbn Mesud'un rivayet ettiğine
göre Ebu Dehda El-Ensari "Bu ayet nazil olduğunda Rasulullah'a, "Ya
Rasulallah! Allah bizden borç mu istiyor?" diye sordu Rasulullah
"Evet, ya Ebu Dehda Allah borç istiyor" diye cevap verdi. Bunun
üzerine Ebu Dehda Rasulullah'tan elini uzatmasını istedi ve O'nun elini alarak,
"Ben bağımı Allah'a borç (Karz-ı Hasen) olarak veriyorum" dedi. İbn
Mesud, Ebu Dehda'nın bağında 600
hurma ağacı olduğunu ve O'nun bağı içindeki evinde, ailesiyle birlikte
oturduğunu söyler.
Bu hadiseden sonra Ebu Dehda evine gelir
ve hanımına "Ey Dehda'nın annesi! Bu bağı ve evi boşaltacağız. Çünkü ben
bu bağı Allah'a borç verdim" der. Hanımı ise ona, "Ya Ebu Dehda, çok
kârlı bir alış veriş yaptın" diye cevap verir. Daha sonra da eşyalarını ve
çocuklarını alarak bağdaki evi boşaltırlar. (İbn Ebî Hatim). Bu rivayetten o
dönem Müslümanlarının nasıl bir karakterde oldukları, ayrıca Allah'ın,
karşılığında kat kat ve fazladan mükafat vereceği Karz-ı Hasen'in ne olduğu çok
açık bir şekilde anlaşılmaktadır. [11]
*"Sadaka" kelimesi
umumiyetle kötü bir anlam çerçevesi içinde kullanılır. Oysa bu kelime, İslâmî bir kavramdır ve gösteriş olsun diye
başkalarına yardım ediyor görünmek için değil de, Allah rızası için halisane
verildiği takdirde, Allah'a ibadet ve O'nun lütfuna karşı bir hediye
mesabesindedir.
Sadaka kelimesi Sıdk'tan türemedir. Dolayısıyla temelde Allah yolunda
infak ve ihlasa dayanmayan hiç bir sadaka, makbul değildir.
Şuara Suresi 182. ayet
Doğru terazi
ile tartın
Rahman Suresi 8. ayet
Sakın dengeyi
bozmayın.
Mutaffifin Suresi 1.
ayet
Eksik ölçüp
noksan yapan hilekarlara yazıklar olsun!
*Ayette
geçen mutaffifin ifadesi, tatfif'ten türemiştir. Arapçada tafif, küçük ve hakir
görülen şeyler için kullanılır, tatfif ise, tartıda belli etmeden hile yapmak
anlamına gelir.
*"
Kainatın nizamı adalet ve dengeye
dayanır. Dolayısıyla size verilen yetki ve hareket dairesi içerisinde adaleti
teessüs etmeniz gerekir. Şayet siz, kendinize
tevdi edilmiş bir başkasının hayatını telef ederseniz, böyle yapmakla temelinde
adalet saklı olan bu nizamı ifsad etmiş olursunuz. Bu nizam haksızlık ve
adaletsizliği kabul
etmez. Değil büyük bir zulüm, terazide hile yapmak suretiyle müşterinin hakkını
yemek gibi küçük bir haksızlık dahi, adalet ve denge üzerine kurulu bu alemin nizamını
sarsar.
*Bu
üç ayette, Kur'an talimatının biri
tevhid, diğeri adalet olan iki
önemli bölümünden, ikincisi açıklanmıştır. Böylece bu kısa cümlelerle, Rahman
olan Allah'ın Kur'an vasıtasıyla gönderdiği hidayet vurgulanmış olmaktadır.
-Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.
Bakara Suresi 262. ayet
Müddessir Suresi 6. ayet
“Mallarını
Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan
kimseler var ya, onların Allah katında has mükafatları vardır. Onlar için korku
yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir. “
*Onlar için ne haketikleri
mükâfatı kaybetme korkusu vardır, ne
de onların harcadıkları şeyler için üzülecekleri
bir zaman gelecektir.
*Metinde
"Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma" diye geçen cümlenin şu şekilde anlamlandırabiliriz:
- Birinci anlamı şudur: İhsanda bulun, bağış yap, cömert
ol, iyi muamelede bulun. Bunların hepsini sadece ve sadece Allah rızası için
yap. Bir kazanç elde etmek için iyilikte bulunmaktan kaçın.
- İkinci anlamı şudur: İnsanlara ihsanda
bulunuyoruz diyerek bir gösterişe kapılma ve bundan kişisel bir çıkar bekleme,
demektir.
- Üçüncü anlamı da şu olabilir: Yaptığın bu hizmet
çok büyük olabilir. Ama sakın ben büyük bir iş yapıyorum gibi düşüncelere
kapılma.
-Malını gösteriş için harcama
Bakara Suresi 264. ayet
‘’Ey iman
edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan
kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa
çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer
ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline
getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah,
kafirleri doğru yola iletmez.’’
*Onun diğer insanlara
göstermek için harcaması, onun mükâfat
istediği ilâhın (Allah değil) insanlar olduğunu göstermektedir.
Bu misalde yağmur, cömertlik
ve harcamaktır (infak). Yağmurun düştüğü sert ve çıplak kaya ise bu harcamada
güdülen kötü niyettir. İnce toprak tabaka ise kötü niyeti saklayan ve harcamayı
iyi gösteren sözde fazilettir. Her ne kadar yağmur yağarak bitkileri
büyütüyorsa da, eğer üzerinde ince bir
toprak tabakası olan bir kayaya düşerse, üstündeki toprağı akıtıp kayayı
çırılçıplak bırakarak, gerçekte, o kayaya zararlı olur.
*Aynı şekilde cömertlik ve eliaçıklık, fazileti
geliştiren bir güç olmasına rağmen iyi niyetle yapılmadığı zaman fazileti
geliştirmez. Bu şartlar olmaksızın infak edilen servet, aynen, üzeri ince bir
toprak tabakası ile kaplı çıplak kayaya düşen yağmur gibi boşa gitmiş olur.
*Burada kâfir
"nankör, şükretmeyen" anlamında kullanılmıştır. Allah tarafından
verilen serveti; O'nun yolunda ve O'nun hoşnutluğunu kazanmak için harcamayan,
fakat insanların takdirini kazanmak için harcayan kimse nankördğr, zavallıdır.
Çünkü Allah'ın nimet ve lütfunu unutmaktadır. Bu husus bir malı Allah yolunda
harcayan, fakat aynı zamanda verdiği kişiye kötülük yapan kimse için de geçerlidir.
Böyle bir kimse O'nun rızasını istemedikçe, Allah da ona kendi rızasına götüren
yolu göstermez.
Bakara Suresi 261. ayet
‘Allah yolunda
mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki,
her başakta yüz
dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah'ın lütfu gen
iştir, O herşeyi bilir. ‘’
*Burada müminler,
inandıkları büyük ve soylu amaç uğruna canlarını ve mallarını feda etmeye
teşvik edilmişlerdir.
*Muhakkak ki ekonomik görüşleri
tamamen değişmedikçe insanlar ahlâkî bir sebeple mâlî fedakârlıklarda
bulunamazlar. Servet biriktirmek için yaşayan ve ölen, her şeyi kâr ve zarara göre
değerlendiren materyalistlerden, yüce bir amaç uğruna bir şeyler harcamaları
beklenemez. Hatta onlar soylu bir gaye uğruna harcama yapıyor görünseler bile,
gerçekte bunun kendilerine, kabilelerine veya uluslarına neler kazandıracağını
hesaplamakla meşguldürler. Bu tip bir
kafa yapısıyla Allah yolunda bir adım bile ilerlemek imkânsızdır.
*Allah kelâmını
yüceltmek için kişi, dünyevî bir kazanç veya kayıp sözkonusu olmaksızın tüm
hayatını, servetini ve enerjisini harcamalıdır. Bu yol, geniş bir görüş açısı,
büyük bir cesaret, geniş bir kalp ve herşeyin ötesinde Allah rızasını kazanmak
için samimi bir istek gerektirir. Bundan başka materyalist ahlâkı kaldırıp,
yerine manevî değerleri koymak için, sosyal sistemde de köklü değişiklikler
yapmak için çalışma yapmak gerekir.
*İlâhî ilkelere
uygun şekilde ve Allah rızası için harcanan her şey;
-kişinin
kendi ihtiyaçları veya akrabalarının ihtiyaçları için,
-kamu
yararına veya İslâm'ı tebliğ için,
-ya da insanlığın
muytluluğu için, barışı işn harcanmış olan her şey, Allah yolunda harcanmış
demektir.
Allah'ın sınırsız kaynakları
olduğu ve O her şeyi bildiği için, kişi Allah yolunda harcarken ne kadar samimi
ve istekli olursa, Allah'tan göreceği mükâfat da o denli büyük olacaktır. Kişi,
bir tohumdan yedi sekiz yüz dane üreten Allah'ın, yapılan iyilikleri de yedi
yüz misli ile mükâfatlandırmaya kâdir olduğuna kesinlikle inanmalıdır.
-Borçluyu sıkıştırma
Bakara Suresi 280. ayet
‘’Eğer
(borçlu) darlık içinde ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek
(gerekir). Eğer
(gerçekleri) anlarsanız bunu sadakaya (veya zekata) saymak sizin için daha
hayırlıdır. ‘’
*Bu
ayet, alacaklı olanın yanı sıra İslâm mahkemelerine de, borçlu çok zor durumda
kaldığında alacaklıya süre tanımasını emretme ve bu emri uygulama yetkisi verir. Belirli bazı
durumlarda mahkeme borcun bir kısmını veya tümünü silme hakkına sahiptir. Bir
hadise göre Hz. Peygamber'e (s.a.) çok borcu olan ve iflas eden bir adamdan
bahsedildi. Hz. Peygamber (s.a.) bunu duyunca etrafındakilerden bu adama yardım
etmelerini istedi. Fakat etrafındakilerin yardımlarına rağmen adamın borcu ödenemedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) alacaklıları çağırdı ve onlara toplanan
parayla yetinmeleri gerektiğini söyledi.
*İslâm Hukukuna
göre, borçlu kimsenin evi, mutfak eşyaları, şahsî giyim eşyaları ve geçimini
kendileriyle kazandığı meslekî araç ve gereçleri hiçbir surette haciz edilemez.
İsra Suresi 29. ayet
‘’Eli sıkı
olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini
çeker durursun.’’
İsra Suresi 27. ayet
‘’Zira
böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.
’’
*"Elini
boynuna bağlı olarak asma" diye kelimesi kelimesine tercüme edilen cümle "cimri olma" anlamına gelir.
"Onu büsbütün de açıp saçma" ise, "Savurgan ve müsrif olma" anlamına gelir. Eğer 27. ve 29. ayetler birlikte okunursa Kur'an'ın insanlardan orta yolu
takip etmelerini, yani ne servetin dönüşümünü ve dağılımını engelleyecek denli
cimri, ne de kendi ekonomik durumlarını çökertecek denli savurgan olmamalarını
istediği anlışılır. Bunun aksine onlar
dengeli bir biçimde davranmayı öğrenmeli; parayı harcaması gereken yere harcamalı
ve kendilerini felakete sürükleyecek savurganlıktan sakınmalıdırlar.
Gerçekte parayı insanın gerçek ihtiyaçlarından olmayan, faydasız yerlere, yani
gösteriş, lüks, günah fiiller ve buna benzer yerlere harcamak, Allah'ın verdiği
nimete karşı nankörlük etmektir. Bu nedenle bu tür yerlere para harcayanlar
şeytanın kardeşleridir.
Bu iki cümle de sadece bireye yapılan ahlâkî tavsiye ve emirden ibaret değildir. Bu emirler, İslâm toplumunu ahlâkî eğitim, sosyal baskı ve hukukî sınırlamalarla savurganlıktan korumaya yöneliktir. Buna uygun bir şekilde Medine Devleti'nde toplumu savurganlıktan korumak için bazı önlemler alınmıştı:
-Birincisi, savurganlık ve lüksün bir
çok çeşidi kanunen yasaktır; yani haramdı.
-İkincisi, bunlara karşı
hukukî önlemler alınmıştı.
-Üçüncüsü, israfı içeren
gelenekleri ortadan kaldırıcı sosyal düzenlemeler yapılmıştı.
Ve müslümanlar savurganlıkla cimriliği, cömertlikle
hasisliği birbirinden ayırarak genel bir toplumsal sağduyu oluşturmuşlardı.
Öyle bir toplum oluşturmuşlardı ki, cimri insanlar hor görülüyor, cömert
insanlar alkışlanıyordu/ şerefli kabul ediliyordu. O gün bu zihni ve ahlâkî
tavır İslâm toplumunun bir parçası olmuştu.
Bugün
ise tam tersi bir tutum var. Genel olarak cimri insanlar tutumlu ve akıllı,
cömert insanlar ise akılsız, budala olarak görülmektedir.
Al-i İmran Suresi 180. ayet
‘’Allah'ın, kereminden kendilerine
verdiklerini (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için
hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik
ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin
mirası Allah'ındır. Allah bütün ptıklarınızdan haberdardır.’’
* Her şey sonuçta, Allah'a
dönecektir. O'nun kullarından birinin mülkiyetinde olan şey, sadece geçici bir
emanettir. Herkes şu kısa dünya hayatında kendisinin olduğunu zannettiği servet
ve zenginliği bir gün bırakmak zorunda kalacaktır. Bu nedenle akıllı olan kişi,
Allah'ın serveti'ni Allah yolunda harcayandır kişidir, aptal kişi ise onu
biriktirip yığmaya çalışandır.
Tevbe Suresi 34. ayet
‘’Ey iman
edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını
haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve
gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici
bir azabı müjdele!’’
Tevbe Suresi 35. ayet
(Bu paralar)
cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları
dağlanacağı gün (onlara denilir ki): "İşte bu kendiniz için
biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azabını)
tadın!"
* Yahudi hahamları
ile hıristiyan rahipleri Mukaddes Kitaplarındaki ayetleri dünya menfaatı
(aldıkları rüşvet) karşılığında ya değiştiriyorlar veya hükmünü menfaatleri
doğrultusunda yorumluyorlardı. Özellikle Hz.Muhammed’in peygamberliği ile
ilgili ayetleri tahrif ettiler. İşte yukarıdaki ayette onların bu çirkin
işlerine işaret edilmektedir. Ayrıca altın ve gümüşü veya nakit parayı ya da malı biriktirip de
zekatını vermeyen, hayırlı ve yararlı işlerde kullanmayanların ahirette şiddetli
azap ile ceza göreceklerini de haber vermektedir.
*Bu dini önderler
şu iki günahtan dolayı suçludurlar:
-Birincisi, bunlar
aslı esası olmayan fetvalar satarak, rüşvet, hediye ve mükafatlar alarak halkın
elindeki serveti yiyip tüketirler. Aynı şekilde bu kimseler, halkı
kendilerinden, henüz hayattayken kurtuluş ve beratlarını satın almaya teşvik eden ve ölümlerini,
evlenmelerini bu cennet 'tekelciler'inin koyduğu bir fiyatı ödemeye bağımlı
kılan dini tören ve düzenlemeler icad ederler.
-İkinci olarak da,
kendi çıkarları için çeşitli sapıklıklara meydan vermek ve her hakiki tebliğ
yolu üzerine alimane hilelerini "muttaki" gibiymişcesine şüphelerini
dikmek suretiyle insanları Allah yolundan alıkoyarlar.
Muhammed Suresi 36. ayet
‘’Doğrusu dünya
hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer
iman eder ve sakınırsanız Allah size mükafatınızı verir. Ve sizden mallarınızı
(tamamen sarfetmenizi) istemez.’’
*Yani, ahiret karşısında bu
dünyanın değeri birkaç günlük gönül eğlendirmeden öte birşey değildir. Bu dünyanın
başarı veya başarısızlığı fazla önemi olan gerçek ve sürekli bir şey değildir. Asıl
hayat ahiret hayatıdır ve insanoğlu onu kazanmaya çalışmalıdır. Sonra sarfedilmesi
istenen, sadece zekât ve sadaka gibi cüz’î bir miktardır.
Hakka Suresi 34. ayet
Yoksulu
doyurmaya teşvik etmezdi.
*Yani, kendisi
yoksullara yemek yedirmediği gibi başkalarının da onlara yemek vermesini
sevmezdi. Bu âyetle, yoksulun gözetilmemesi ve onun haline hiç aldırış
edilmemesi, Allah’a iman etmemenin hemen akabinden en büyük günah olarak zikredilmektedir.
Gerçekten İslâm ahkâmı içinde yer alan mükellefiyetler iyi incelendiğinde,
bunların iki noktada merkezîleştiği görülür:
- Allah’ın emrini
büyük tanımak,
- Allah’ın
yaratıklarına şefkat göstermek.
Leyl Suresi 18. ayet
O ki ,Allah yolunda malını verir,
temizlenir.
Bakara Suresi 212. ayet
‘’Kafir olanlar
için dünya hayatı cazip kılındı. (Bu yüzden) onlar, iman edenler ile alay
ederler. Oysa ki, (iman edip) inkardan sakınanlar kıyamet gününde onların
üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.’’
*Ebu Cehil ve arkadaşları,
fakir müminler ile alay ettiler, bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Hayat
gerçeğini sadece dünya malı ile değerlendiren
kafirler için dünya malı cazip hale
getirilmiştir. Onun için bunlar, üstün değerlere değil, geçici dünya malına
kıymet vermişler, sonunda dünya malı onlara hiçbir
fayda sağlamamıştır.
Al-i İmran Suresi 14. ayet
‘’Nefsani arzulara, (özellikle)
kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara,
sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar,
dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzelyer, Allah'ın
katındadır.’’
Yunus Suresi 7. ayet
‘’Bizimle
karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatını sevip ona bağlananlar ve ayetlerimizden
gafil olanlar...’’
*“Bizimle karşılaşacaklarını
ummayanlar, beklemeyenler”: Bu insanlar ölümden sonraki hayata ve dolayısıyla
Allah'ın nihaî yargısına inanmazlar. “onunla doyuma ulaşanlara...” –yani onlar,
bu dünya hayatına var olan tek realite olarak bakarlar ve ölümden sonra dirilme
fikrini, hayal olarak görüp ciddiye almazlar.
Kehf Suresi 28. ayet
‘’Rab'lerinin
rızasını dileyerek sabah akşam kulluk
edenlerle birlikte olmaya çalış. Dünya hayatının çekici materyallerini arzu
edip de gözlerini onlardan ayırma. Kalbini mesajımızdan gafil kıldığımız ve
hevesine uyarak işlerini karıştıran kimseleri izleme.’’
*Bazı Kureyş ileri
glenleri Hz. Peygamber’den Allah’a ve Resul’üne candan bağlı, fakat maddi bakımdan
fakir müminleri yanından kovmalarını istemişler, böyle yaptığı takdirde kendisi
ile görüşüp konuşabileceklerini söylemişlerdi. İşte bu ayet, üstünlük ve
şerefin, maddi zinette değil, gönül zinetinde, yani iman ve güzel yaşayışta
olduğunu, dolayısıyla müşriklerin bu isteğine değer vermemek gerektiğini ifade
etmektedir.
Bu sözler Peygamber'e (s.a) hitap eder
görünmektedir, fakat aslında Kureyş ulularını kastetmektedir. İbn Abbas'tan
rivayet edilen bir hadise göre Kureyşli büyükler, Peygamber'e (s.a), çoğunlukla
onun yanında bulunan Bilal, Süheyb, Ammar, Habbab, İbn Mesud ve benzeri
kimselerle oturmalarının şereflerini düşürdüğünü ve onları yanından gönderirse
davetini öğrenmek için Peygamber'in meclisine katılabileceklerini söylerlerdi.
Bunun üzerine Allah (c.c) şu ayeti indirdi.:
"Nefsini sabah akşam rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber
tut. Gözlerin onlardan başka yana sapmasın." (Kureyş büyüklerinin, zenginlerinin gelip senin yanına oturabilmesi
için bu samimi, fakat fakir insanlardan yüz çevirmek mi istiyorsun?)
Bu ayet Kureyşlilere şöyle demektedir: Sizin zenginliğiniz, ihtişamınız ve gururlandığınız
debdebenizin Allah ve Rasûlü katında hiç bir değeri yoktur. Bilakis bu fakir insanlar
onların gözünde daha değerlidir. Çünkü onlar samimidirler ve her an Allah'ı
anarlar.
Birbaşka ifadeyle, "Haktan dönen, bütün sınırları aşan ve burnunun doğrultusunda giden" anlamına da gelebilir. Her iki durumda da sonuç şudur: "Allah'tan gafil olan ve arzularının kölesi olan bir kimse kaçınılmaz bir şekilde bütün sınırları aşacak ve aşırılığın kurbanı olacaktır. Bu nedenle ona itaat eden kimse de aynı yolu izleyecek ve onun arkasından sapıklığa devam edecektir.
Kehf Suresi 46. ayet
‘’Para ve çocuklar bu dünya hayatının
çekici materyalleridir. Ama, sürekli kalacak erdemli işler, Rabbinin katında
bir ödül ve umut olarak çok daha iyidir.’’
Hadid Suresi 20. ayet
‘’Bilin ki dünya hayatı ancak bir
oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi
olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği
ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün;
sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın
mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey
değildir.’’
*Bu konuyu yeterince kavramak
için Kur'an'ın aşağıdaki ayetlerini gözden geçirmek gerekir. Bkz. Ali İmran: 14-15, Yunus: 24-25, İbrahim: 18, Kehf: 45-46, Nur: 39. Tüm bu ayetlerde, insanoğluna içinde yaşadığı hayatın geçici
olduğu hatırlatılmaktadır. "Bu dünyadaki hayat ve bu hayat içindeki iniş
ve çıkışlar geçicidir.
Nur Suresi 22. ayet
‘’Sizden mal ve
imkana sahip olanlar, akrabalara, yoksullara ve ALLAH yolunda göç edenlere
vermemek için yemin etmesinler. Affetsinler, geçsinler. ALLAH'ın sizi bağışlamasını
sevmez misiniz? ALLAH Bağışlayandır, Rahimdir.’’
*Genel olarak, bu ayetin, kızı
Hz. Ayşe hakkında ortaya atılan söylentilere katıldığı için o güne kadar
destekleyip yardımda bulunduğu fakir akrabası muhacirden Mistah'a bir daha
yardımda bulunmayacağına yemin eden Hz. Ebû Bekir'le
alakalı olduğu kabul edilmiştir.
Müfessirlerin bu görüşü, şüphesiz sağlam delillere dayanmaktadır; ama, yine
şüphe yok ki, yukarıdaki ayetin mesajı zamanla kayıtlı değildir ve dolayısıyla
tarihî olarak ilgili göründüğü olay ya da olaylardan bağımsızdır. “Affedip geçmek” konusundaki çağrı,
kötülüğü iyilikle savmak yolundaki Kur’ânî ilkeyle tam bir bağdaşma halindedir.
Hz. Aişe'den gelen bir
rivayete göre, kendisini temize çıkaran 11-21'inci ayetler vahyedildikten sonra,
Hz. Ebu Bekir Mistah b. Usase'ye bir daha yardım etmemeye yemin etmişti.
Bunun nedeni de, Mistah'ın ne yakınlığa, ne de Ebu Bekir'in kendisine ve ailesine yapageldiği yardımlara bir itibar etmemiş olmasıydı. Sonra bu 22'inci ayet indi ve Hz. Ebu Bekir bunu duyunca derhal, "Vallahi, biz Allah'ın bizi bağışlamasını arzu ederiz" dedi. Ardından, Mistah'a öncekinden daha cömertce yardımlara yeniden başladı. Abdullah İbn Abbas'a göre, Hz. Ebu Bekir'in yanısıra, daha bazı sahabeler de, iftirada faal rol oynayanlara daha fazla yardımda bulunmamaya yemin etmişlerdi. Bu ayetin inmesinden sonra hepsi yeminlerini geri aldılar ve şerrin meydan verdiği bu tür kötü kararlar da yok oldu.
Burada, bir şey için yemin eden, fakat ardından yemininde hayr olmadığını görerek, daha iyi ve daha faziletli bir yolu benimseyen bir kişinin yeminini bozmasıyla üzerine keffaret gerekip gerekmediği sorulabilir.
-Bir grup fakih,
bizzat faziletli yola girmenin keffaret olduğu ve ayrıca başka bir şey
gerekmediği görüşündedir. Delilleri bu ayette Allah'ın Hz. Ebu Bekir'e yemini
geri almasını emrettiği, fakat karşılığında keffaret istemediğidir. Ayrıca,
görüşlerini ispat sadedinde şu hadis-i şerifi de anarlar: "Eğer bir kimse, bir
şey için yemin eder ve sonra da daha iyi bir yol bulur ve ona girerse, onun
daha iyi yola girmesi yeminini bozmasına keffarettir."
*Diğer grup,
Kur'an'da yeminleri bozmakla ilgili açık hüküm bulunduğu[12]
ve bu hükmün hiçbir zaman neshedilmeyip, baki kaldığı görüşündedir. Evet,
Allah, Hz.Ebu Bekir'e yeminini geri almasını emretmiş, fakat keffaretin
gerekmediğini belirtmemiştir. İlgili hadis-i şerif ise, yanlış bir şey için
yapılan yeminin günahının, doğru yola girildiğinde silineceği anlamında olup,
kişiyi yemininin keffaretinden kurtarmaya yönelik değildir. Nitekim, bir başka
hadis-i şerif bu durumu açıklar: "Kim bir şey için yemin eder ve sonra
yemin ettiğinden daha iyi bir yol görürse, bu daha iyi yolu benimser ve yemini
için keffaret öder." Görülüyor ki, yemin keffaretiyle, iyi olanı yapmama
günahının keffareti farklı farklı şeylerdir. İkincisinin keffareti doğru olanı
yapmakken, birincisinin keffareti Kur'an'da konan hüküm üzeredir. [13]
Duha Suresi 10. ayet
’’El açıp
isteyeni de sakın azarlama.’’
*Eğer yardım
edebilirseniz yardım edin. Eğer yardım
edemezseniz yumuşak sözle ve nezaketle özür dileyin. Ama hiçbir şekilde sert
davranmayın ve kovmayın... Verilen hidayet ve ihsanın karşılığı olarak Allah
(c.c.) şöyle buyurmuştur: "Sen yoksuldun biz seni zenginleştirdik."
Furkan Suresi 67. ayet
‘’(O kullar),
harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol
tutarlar.’’
* Allah'ın gerçek kulları, harcamada bulunurken
terazinin dilini tam ortada tutarlar. Ne gerekli harcamalarının sınırını aşarak
israfta bulunurlar, ne de para biriktirip yığmak için acınacak durumlara
düşerler; yalnız tutumludurlar.
-İslâm'a göre şunlar israftır:
1-Gayri meşru yerlerde en küçük miktarda da olsa
harcamada bulunmak,
2-Meşru
yollarda yapılan harcamalarda kendi kaynaklarının dışına taşmak, ya da zevk
için harcamada bulunmak,
3- Allah için değil de gösteriş için infakta bulunmak.
Öte
yandan, kendisinin ve ailesinin ihtiyaçları için kendi mevki ve imkanları
ölçüsünde harcamada bulunmamak, ya da hayırlı işler için parayı kısmak ise
cimriliktir. İslâm'ın öngördüğü yol, terazinin dilini ortada tutmaktır. Bu
konuda Hz. Peygamber (s.a) şöyle
buyurmuştur: "Yaşayışta
"itidal" üzere olmak, hikmet işaretidir."[14]
İstihdama yönelik olarak çalışanları teşvik eden Kur’an’ın
buyruklarını, Rasül detaylandırıyor ve bu çalışmaların ibadet olduğunu
söylüyor. Servet sahibi olan müslümanlar her fırsatta övülüyor. Ve bu
çalışmaların ibadet olabilmesi için nelere dikkat edilmesi gerektiğiyle ilgili
satır aralarındaki tavsiyeleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
1-
İlk önce
başarılması gereken madde ve mana bütünlüğü inancıdır
Bu başarıldığı taktirde müslüman dünyanın
ahiretin köprüsü olduğu gerçeğini ancak kavrayabilecektir. Rasül-i Ekrem şu şekilde uyarmıştır:
"Her ikisinden nasiplenmeyip, dünyası için ahiretini veya ahireti için
dünyasını terk eden kimse, hayırlınız değildir. Şüphesiz dünya ahirete
ulaştırıcı bir köprüdür. Başkasına yük olmayınız." [16]
2-İkinci
olarak şahsiyetli kişiler ve kadrolar yetiştirilmelidir
- Şahsiyetli insan; sorumluluk sahibi,
iyi niyetli ve samimi insandır.
- Hem ferdî, hem de sosyal sorumluluğa
sahip idealist, birikimli, donanımlı, dünyadaki gelişmeleri yakinen takip
edebilen, sürekli araştıran, değerlerine bağlı, hiçbir değeri istismar etmeyecek
derecede şahsiyetli, üretim ve yönetim bilgisine sahip işinin ehli kadrolar
teşekkül ettirilmelidir.
- Daha büyük hedeflere ulaşabilmek için
güçlü olmak gerekir. Güçlü olmak için de güç birliğine, yardımlaşmaya ve
dayanışmaya ihtiyaç vardır. Hayırda, iyilikte, güzellikte, aynı hedefleri
yakalamakta, aynı engelleri aşmada yardımlaşma, dayanışma ve işbirliği
zaruridir.
- Çünkü günümüzde ferdî başarılar,
ferdî teşebbüsler yeterli olmamaktadır. Bunun için herkes mevcut çalışma
tecrübelerinden de yararlanarak güçlü oluşumlar geliştirmeli, ekip çalışması
ile organizeler yapmalı veya güçlü oluşumlarla birlikte hareket imkanları
bulmalıdır.
-Özel okullar, yurtlar açılmalı, insanların
eğitimi yaygınlaştırılmalı, teknolojik gelişmelerden yararlanılmalı,
-kitap, gazete, dergi gibi neşriyatlar,
radyo, televizyon gibi medya araçlarından istifade edilmeli.
-Her gönüle girecek anahtarı bulunabilmeli,
her eve girilebilmeli, faydalı olanlar yaygınlaştınlıp, zararlı olanların
zararı önlenebilmeli, insanlar doğru bilgilendirilebilmeli,
-güzel hizmetler ve çalışmalar
tanıtılabilmeli ve duyurulabilmelidir.
3-
Hak, hukuk meselelerine gereken önem verilmelidir.
-İşçisinin, ortağının hak ve hukukunu
korumayanları Allah korumaz. Çünkü Cenab-ı Hakk'a kul olan, kul hakkını yemez
ve haksızlık yapmaz.
- Yapılanmaların sorumluları,
kurucuları son derece dikkatli ve adil olmalı, tasarrufları en verimli şekilde
değerlendirmeli, harcamalarda israfa yer vermemeli, şahsi çıkar hesabına
düşmemeli, verimsiz, atıl alanlara yatırım yapmamalı ve ortaklarına karşı çok
şeffaf davranmalıdır.
- Ancak, iş sadece hep bu tür katkılara
kalırsa sıkıntıya düşülebilir. Onun için böyle güzel hizmetleri finanse edecek
kurum ve kuruluşların da bulunması gerekir. Bunun için de faaliyet alanı çok
güzel seçilerek, ticari çalışmalar ortaya çıkarılmalıdır. Tek tek değil,
birlikte, daha büyük ve güçlü çalışmalar ortaya konulmalıdır. Para sermayeye
dönüştürülmelidir. Bunu başaramayanlar, sermaye sahiplerine muhtaç ve hizmetçi
olurlar.
- Elemanlarını hizmetçi olarak
görmemeli, kardeşleri ve hizmette yardımcıları ve destekçileri olarak
bilmelidir.
4-
Kâr ve zarar ortaklığı esasına göre kurulan şirketler vs. gerçekçi olmalı, başkalarına şirin görünme, yeni
ortakları cezbedebilmek için afaki, kazanılmamış kâr oranları açıklanmamalıdır.
- Bu hususta sahtekârlarla, tamahkârlar
buluşunca pek çok olumsuzluklar meydana gelmekte ve kötü örnekler teşkil
etmekte ve gerçekten samimi, gayretli, birikimli ve tecrübeli kişilerin ve
kuruluşların önü kesilmektedir. Aklı başında insanlar bunlara meydan
vermemelidir.
- Evet çağ, yürekleri, kafaları,
kalpleri ve kasaları çağın pislikleriyle kirlenmemiş, hakk'ı ölçü alan, hakk
yolda olan, gücünü hak'tan ve halktan alan, işinin ehli olan, kazançta helali
ve bereketi esas alan Müslümanlara muhtaçtır.
- Unutmayalım; gaflet değil, gayret
zamanıdır!
- İmtihan olunan şeylerden biride
maldır.[17]
Allah
mü'minleri para ve çocuk sevgisinin aşırılığına karşı uyarmaktadır: "Bu dünya
büyük bir imtihan sahasıdır. Çocuklarınız ve mallarınız ise iki imtihan
sorunudur. Bunlar size, onların haklarına uyup uymadığınızı ve konulan
sınırları aşıp aşmadığınızı denemek amacıyla verilmiştir. Bakalım
sorumlulukları taşıyarak doğru yolda mı yürüyeceksiniz, yoksa arzu ve
eğilimlerinizin cazibesiyle ondan sapacak mısınız ve bir taraftan Allah'ın kulu
olmaya devam ederken, diğer taraftan O'nun belirlediği hakların dışına taşarak
mal ve çocukların kölesi olmaya eğilimli olan "nefsinizi" kontrol
edebilecek misiniz?" İyi mal (helalinden
kazanılan, iyi yola sarf edilen mal) Salih kimse için ne güzel bir şeydir.[18]
5-
İslam, mülkiyete, zenginliğe asla karşı değildir.
-Bir lokma bir hırka teranesini de asla
kabul etmez. Aksine Müslümanların güçlü olmaları, veren el haline gelebilmeleri
zorunludur. Efendimiz s.a, "Veren el, alan elden üstündür"
buyurmuştur.[19]
- Bilhassa her şeyin ölçüsünün,
hizmetlerin yürümesinin maddeyle ölçüldüğü günümüzde, müslümanlar olarak
zenginleşmek zorundayız, tabiki helalından. Bunun aksi düşünülürse. Heybetimiz, ciddiyetimiz kaybolur, selin önündeki
çör-çöp gibi oluruz. Bâtılların kurdukları tuzaklar içinde ipek böceği gibi
kendi kendimize ağ öreriz de, ken di elimizle sonumuzu hazırlarız. Servet,
milletin virdi ve zikri haline gelirse; hep konuşmalar dünyalık olursa, vay
başımıza geleceklere...
-
Bu nimetler dünya hayatında iman edenler içindir
Araf sûresinin 32. âyetinde şöyle buyurulmaktadır: "De ki:
Allah'ın kullan için yarattığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti? De ki:
Bu nimetler dünya hayatında iman edenler içindir; kafirler de o arada
yararlanırlar. Kıyamet gününde ise sadece mü'minlere mahsustur."
- Bu ayet açıkça ahiret nimetlerinin
olduğu gibi dünya nimetlerinin de mü'minler için hazırlandığını göstermektedir.
O halde mü'min helal şekilde ve meşru dairede dünya nimetlerinden istifade
edecektir.
- Ancak nimetlerden istifade ederken
israfa kaçmayacak ve harama bulaşmayacak, meşru dairenin dışına çıkmıyacaktır.
Ayrıca nimetlerin şükrünü eda edecektir.
- Yani, aslına bakılırsa, hayatın iyi
ve hoş olan bütün yönlerinin müminler için olması istenir. Çünkü hakiki mülk
sahibine tam olarak inanan ve inanç sahibi olmanın mükâfatına layık olan kullar
da onlardır. Fakat bu dünyada, hayatın nimetleri kâfirlere de verilir, çünkü
burası insanoğlunun imtihan yeridir. Bundan dolayıdır ki kâfir, müminden daha
büyük bir pay alabilir. Fakat, iyi ve güzel şeylerin iman temeline göre
dağıtılacağı ahirette ise, bütün bu güzel ve temiz şeyler sadece müminlerin
istifadesine sunulacaktır. Diğer tarafta, Allah'a karşı isyan tavrını
benimsemiş olan inançsız kimseler, bu dünyada O'nun nimetleriyle yaşamalarına
rağmen, ahirette bu ikramlardan hiçbir şey alamayacaklardır.
Peygamberimiz s.a konuyu
şu şekilde ifadeye koyar: "Ümmetimin en kötüleri nimetler içinde gözünü
açan, onunla beslenen, türlü türlü yiyecekler yiyen, çeşit çeşit elbiseler
giyinen, değişik değişik binitlere binen ve avurtlarını şişire şişire edebiyat
parçalayarak konuşan kimselerdir."[20]
-Hadiste kınanan yeme, içme, giyme;
helal daireyi taşan, israfa kaçan ve şükrü yerine getirilmeyen yiyip içme ve
giyinmelerdir.
-Nimetler içinde yüzdüğü halde
şükretmeyip havalara girmek, büyüklenmek, kasılmak, israfa kaçmak, nimetlerin Allah
tarafından geldiğini bilmemek, şükretmemek hadisin tehditi içine girer.
Bişr bin Haris der ki: "Dünyaya karşı zühd, onu terk etmek
değildir; asıl zühd, Allah'tan gayri her şeyden gönlü çekmektir. Hz.Da-vud (as)
ve Hz.Süleyman'a (as) baksana. İkisi de dünya padişahı idiler. Bununla birlikte
Allah katında zahitlerin başında yer alıyorlardı."
-Malımızla felaketimizi hazırlamamalıyız.
-Yanlış yerlerde kullanarak, israf ederek
yada zekatını vermeyerek, haramdan kazanarak kendi kuyumuzu kazmamalıyız.
Yüce Rabbimiz güzel halini muhafaza etmeyen, zenginleşince
zekatını vermeyen ve malla ilgili görevlerini yapmayanları şöyle uyarmıştır: "Allah,
lütuf ve ihsanıyla onlara zenginlik verdiğinde ise, cimrilik ettiler ve
sözlerinden döndüler. Zira onlar yüz çevirmeyi adet edinmişlerdir."[21]
-Hadislerdeki
işaret ve ikazlara dikkat edelim:
Peygamberimiz s.a: "Hedefi takva(duyarlılık) olan kimse
için zenginlikte bir sakınca yoktur. Takvaya dikkat eden kimse için sıhhat,
zenginlikten daha hayırlıdır. İnsanlardaki gönül hoşluğu da ayrı bir
nimettir." [22]
Buyurur.
"Şüphesiz dünya malı tatlıdır. Kim onu hakkıyla alır ve
yerli yerince kullanırsa, o ne güzel yardımcıdır. Onu hakkı ile (helal yoldan)
elde etmeyen kimse, yiyip yiyipte doymayan varlıklar gibidir." [23]
Fakirlik ve zenginlik, elde mal ile değil, kalpteki iman, sevgi,
şuur ve huzurla ölçülür. İşte ilahi ikaz: "Ey iman edenler! Mallarınız ve
evlatlarınız sizi Allah'ın zikrinden alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar
zarara girenlerin ta kendileridir" [24]
Bu
ayetin muhatabı Müslüman olduğunu söyleyen herkestir. "Ey iman
edenler"; ifadesi Kur'an'da bazen müminlere, bazen Müslüman olduklarını
iddia edenlere, bazen de genel olarak Müslümanlara hitaben kullanılmıştır.
Nerede, kime hitap edildiği, ayetin siyak sibakına bakılarak anlaşılır.
Burada "mal ve çocukların"
özellikle zikredilerek vurgulanması, insanların umumiyetle mal ve çocuklarının
hatırı için imanın sorumluluklarından yüz çevirmeleri nedeniyledir. Çünkü insan umumiyetle bunlar yüzünden
nifak, iman zaafı, fısk ve itaatsizliğin bataklığına saplanır. Aslında
kastedilen, insanı Allah'tan gafil eden dünyadaki herşeydir. Allah'tan gaflet,
her kötülüğün asıl sebebidir.
-Her halin bir fitnesi ve bir çilesi
vardır.
"Öyle
kimseler vardır ki, bunları ne ticaret, ne de kazanma hırsı, Allah'ı anmaktan,
namaza devamlı ve duyarlı olmaktan ve zekat vermekten alıkoyabilir." [25]
Hepimiz, hayır ve şerle imtihan edilecek, varlık ve yokluk
içinde deneneceğiz. Her halin bir fitnesi ve bir çilesi vardır. Bir kul için
hangi halin hayırlı olduğunu ancak Allah bilir. Bunun için, fakirliğin
fitnesinden korktuğumuz gibi, zenginliğin fitnesinden de Allah'a sığınmalıyız.
Burada,
Allah'ın Mutlak Nuru'nu algılama ve O'nun nimetlerinden faydalanma için gerekli
olan nitelikler tanımlanmaktadır. Allah nimetlerini sebepsiz olarak bahşetmez,
onları ancak hak edene bahşeder. Alıcının kendisini içten sevdiğini, karşısında
huşu ile durduğunu, lütûfunu isteyip gazabından çekindiğini, maddî kazançlar
peşinde koşturmadığını ve dünyevî meşguliyetlerine rağmen, kalbini daima
zikirle sıcak tuttuğunu gördüğü zaman nimetlerini yayar. Bunları hak eden kişi,
alt düzeydeki manevi mertebelerle yetinmez.
Rabbinin
kendisini götüreceği zirvelere ulaşmaya gayret eder. Bu fani dünyanın değersiz
kazançlarına göz dikmez, bunun yerine gözü hep sonsuz ahiret hayatındadır.
Bütün bu nitelikler, kişinin Allah'ın Nuru'ndan yararlanıp yararlanamayacağını
belirleyen ölçülerdir. Sonra, Allah nimetlerini vermeye razı olduğu zaman,
bunları hesapsız verir, eğer kişi bunları bütünüyle alamıyorsa, bu kabının dar
oluşundandır.
- İsrafa ve isyana alet edilen zenginlik
tehlikelidir.
İsrafa ve isyana alet edilen zenginlik tehlikelidir. İşte
Peygamber (sav) Efendimizin uyarıları: "Vallahi sizin için en fazla
korktuğum şey fakirlik değildir. Fakat asıl korktuğum, sizden öncekilere olduğu
gibi dünyanın önünüze açılması ve onların birbiriyle yarıştığı gibi sizin de
mal hususunda birbirinizle yarışmanız, dünyanın onları oyaladığı gibi sizi de
Hakk'tan alıkoyması, onları helak ettiği gibi sizide helak etmesidir."[26]
Mal ile mücadele, mücadelenin temel taşıdır. Mali çalışma olmazsa
İslâmi çalışmaları devam ettirmek güçleşir.
-
Şu ayeti kerimelerde en karlı işin canla, malla Allah yolunda mücadele etmek
olduğunu açıklıyor:
"Ey iman edenler! Pek acı bir azaptan kurtaracak kârlı bir
yolu size göstereyim mi? Allah'a ve Rasülüne iman eder, Allah yolunda
mallarınız ve canlarınızla cihat edersiniz. Eğer bilseniz, bu sizin için daha
hayırlıdır." [27]
Bu vechile, Allah'ın indinde bu mukavelenin (alışveriş) şartları
şunlardır: "Eğer siz gönüllü olarak (ve herhangi bir baskı altında
kalmadan) hayatınızın, sahip olduklarınızın ve bu dünyadaki herşeyin aslında
benim, bana ait ve kendinizi de sadece onların emanetçisi olduğunu kabul etmeye
ve böyle görmeye razı olursanız, ben de bunun karşılığında size sonsuz ahiret
hayatında cennetler vereceğim.
-Bu
mukaveleyi yapmanın sonuçları şunlardır:
Allah bu konuda insanı iki zor imtihana tabi tutmuştur:
Birincisi, insanın kendisine verilen seçme
hürriyetine rağmen, malın asıl Sahibini
sahib olarak tanıyor mu? Yoksa, bunu reddederek nankör, hain,asi mi oluyor?
İkincisi ise, Allah'a tam olarak güveniyor mu,
güvenmiyor mu? Cüz-i iradesini, O'nun iradesine teslim ediyor mu, etmiyor mu?
Allah, mallarıyla ve canlarıyla Allah için çalışmaktan geri kalan kimseleri ise kınamakta ve tehdit
etmektedir. [28] Dünyada insan için
kıymetli şeyler vardır. Bunların en önde geleni can ve maldır. Onun için,
"mal canın yongasıdır" denilmiştir. Mü'minler, dünyada bunların her
ikisini feda etme pahasına da olsa mücadele meydanlarına atılmakla
görevlendirilmiştir.
-
İşin edebi konusunda görevlerimiz
1-Yakinen bilinmeli ve zihninde tutmalıdır
ki, eldeki mal, Allah'ın malıdır. "Allah'ın size vermiş olduğu malından
siz de onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz
diye, namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor
altında bırakırsa, bilinmelidir ki zorlanmalarından sonra Allah (onlar için)
çok bağışlayıcı ve merhametlidir." [29]
Bu ayetler en güzel yorumunu hadis-i şeriflerde bulmuştur. Hz.
Abdullah b. Mes'ud'un rivayetine göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Ey gençler, içinizde kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin, çünkü bu,
gözleri kötü bakıştan alıkor ve kişinin temiz ve iffetli kalmasını sağlar,
evlenmeye gücü yetmeyen ise oruç tutsun, çünkü oruç ihtirasların bastırılmasına
yardım eder." [30]
"Bu (mal) ise, Allah'ın rızıklarından (bir rızık) tır. Size
verdiğimiz rızıktan (Allah) için harcayın." [31]
2- Mal kötüye kullanılmaktan (zulüm
vasıtası etmekten/tuğyanül-mal) sakınılmalıdır. Çünkü mal, bazen sahibini
azdırır. Cenab-ı Hak İsrailoğulları'na hitaben şöyle buyurur: "Size
verdiğimiz rızkın temizlerinden yeyin, ama bu hususta taşkınlık etmeyin;sonra
gazabım üzerinize iner, kimin üstüne gazabım inerse artık o (ateşe) düşmüştür."
[32]
3-Karun Kıssası'nı akıldan bulundurmak gerekir. Allah (c.c.) kendisine çokça mal
vermişti de, o, malda azmış ve o mal onun şımarmasına sebep olmuştu. Hatta
(daha ileri giderek) malı, zekiliği sayesinde malı kendisinin kazandığını iddia
etmişti. Sonucu Kur’an şu şekilde haber veriyor "Nihayet biz, onu da,
sarayını da yerin dibine geçirdik." [33]
Yani, Rızkın genişletilip bir ölçüye göre takdir edilmesi daima
Allah'ın dilemesiyle olur ve Allah'ın iradesi O'nun kendi gerekçeleriyle
tecelli eder. O'nun bir kimseye bol rızık vermesi illa da, o kimsenin O'nun
katında makbul oluşuna ve nimetlerle şereflendirildiğine delâlet etmez. Çoğu
kez öyle olur ki, Allah'ın gazabını celbeden fakat gittikçe daha çok nimete
garkolan bir şahıs için aynı servet onun sonu olur ve Allah'ın azabı kendisine
yetişiverir. Bunun hilafına bir kimsede belli bir ölçüyle rızıklandırılır,
fakat bu kendisinin Allah tarafından sevilmediği ve cezalandırıldığı anlamına
gelmez. Çoğunlukla salih kimseler, her ne kadar Allah'ın velileri olsalar da,
zorluklar içinde yaşarlar ve çoğu durumda aynı zorluklar Allah'ın rahmetinin
üzerlerine olmasını sağlar. Sonuç olarak, bu hakikati anlamayan kimse, gerçekte
Allah'ın gazabını çağıran kimselerin refah ve servetine gıpta ve hasretle
bakar.
4- İslam, zenginliğe değil, onun kötü
kullanılmasına ve zenginliğe güvenerek haktan yüz çevirenlere karşı çıkmıştır.
Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
-"Allah'tan korkan (takva sahibi)
kimse için zenginlikte beis (zarar ve sakınca) yoktur.[34]
-"Muhakkak ki hayır, şer getirmez.
Ancak derelerin (baharda) bitirdikleri otlar arasında, ya çatlatarak öldüren ya
da ölüme yaklaştıran bitki de var. Yalnız yeşil ot yiyen hayvanlar müstesna.
Zira bunlar yeyip böğürleri şişince güneşe karşı dururlar (geviş getirirler),
akıtırlar ve rahatça def-i hacet yaparlar, sonra tekrar dönüp yayılırlar.
-Şüphesiz ki, bu mal hoştur, tatlıdır.
Ondan fakire, yetime ve yolcuya veren bu malın müslüman sahibi en iyi (insan)
dir. Bunu (malı) hak etmeden alan, yediği halde doymayan kimse gibidir. O mal,
kıyamet günü aleyhinde şahitlik yapacaktır. "[35]
*Çok mal toplayıp, onu yerli yerince
sarfetmeyen, Allah yolunda harcamayan insan, çok yeyip çatlayarak ölen hayvana
benzetilmiştir.
-Kazanmada da harcamada da ölçülere
dikkat edilmeli, her türlü haramlardan ve israflardan sakınılmalıdır. Yoksa
malla ilgili imtihan kazanılamaz!
-Müslüman zengin, salih insan
olmalıdır. Böyle olunca malı da salih olur. Müslüman zengin, alçak gönüllü ve mütevazi
olmalı, asla şımarmamalı, kimseye tepeden bakmamalıdır.
-Müslüman zengin hesap endişesi içinde
olmalı, hesabını veremeyeceği şeylere tenezzül etmemelidir. Cimri olmamalıdır,
verdiğini başa kakmamalıdır. Cömert olmalı amma müsrif olmamalıdır.
-Sonuç
Her şey salih,
olgun mü'mine bağlı:
- Olgun, kamil mü'min için mal
hayırlıdır ve güzeldir.
-"Onlar(müttakiler) harcadıkları
zaman israf etmezler, cimrilik de yapmazlar." [36]
İsraf ifrat, cimrilik tefrittir. Her ikisi de günahtır. Her
ikisi de şeytanın tuzağıdır. Müslüman sehavetli ve cömert olmalıdır. Hem
dünyasını hem ahiretini mamur etmeye çalışmalıdır.
-Allah'ın gerçek kulları, harcamada
bulunurken terazinin dilini tam ortada tutarlar. Ne gerekli harcamalarının
sınırını aşarak israfta bulunurlar, ne de para biriktirip yığmak için acınacak
durumlara düşerler; yalnız tutumludurlar.
-Gayri meşru yerlerde en küçük miktarda
da olsa harcamada bulunmazlar,
-Meşru yollarda kendi kaynaklarının
dışına taşmaz, ya da zevk için harcamada bulunmazlar,
-Allah için değil de gösteriş için
infakta bulunmazlar.
-İslâm'ın öngördüğü yol, terazinin
dilini ortada tutmaktır. "Yaşayışta "itidal" üzere olmak, hikmet
işaretidir." [37]
[1] Kasas, 78
[4] Menakıb-ı Evhadüddin-i Kirmani.l 19-124; Osman Çetin, Anadolu'd»
İslamiyet'in Yayılışı. 182-183
[5] İbn
Abidin, Reddü'l-Muhtar Aled-DUrril Muhtar, 1/40
[6] Beyhaki,ZUhd,436. Suhreverdi. Avarifu'l- Maarif, 219-220
[7] Tirmizi,Büyu1,4/120.9. lbn Mace, Ticaret, î/2139
[8] Kütüb-iSitte8Muhtasarı, 3/22. '
[10]24:6-9;
3:195-Karısının zina suçu işlediğini iddia eden bir koca, eğer
iddiasını isbat için dört şahit getiremezse, karı ve koca hakim huzuruna
celbedilerek liana davet edilir. Her iki taraf da doğruluklarını bu ifadelerle
beyan ederlerse, erkek iftira (kazf) cezasından, kadın da zina cezasından
kurtulur ve bu şekilde evlilik bağı sona erer.
"Benim gözümde hepiniz insansınız ve ben herkesi
aynı adalet ve yargılama standardına tâbi tutarım. Erkekler unutmasınlar ki,
kadınlar da kendileri gibi insandır. Ben kadın-erkek, efendi-köle, siyah-beyaz,
yüksek ve aşağı tabaka arasında hiçbir ayırım yapmam."
Bir hadise göre bir grup kâfir Hz. Peygamber'e (s.a) gelip: "Bütün peygamberler beraberlerinde bir veya birkaç ayet (mucize) getirdiler. Örneğin, Musa mucizevî asaya ve beyaz bir ele sahipti. İsa ise körün gözünü açar ve alacayı iyi derdi. Peki sen peygamberliğini ispatlayacak bir ayet olarak ne getirdin, söyler misin? deyince, Hz. Peygamber (s.a) 3/192-195. ayetleri okumuş ve "Ben bunu getirdim" demiştir.
[11]Tefhimü-l kur'an'dan,hadid suresi 11. ayet ve tefs
Bir hadise göre bir grup kâfir Hz. Peygamber'e (s.a) gelip: "Bütün peygamberler beraberlerinde bir veya birkaç ayet (mucize) getirdiler. Örneğin, Musa mucizevî asaya ve beyaz bir ele sahipti. İsa ise körün gözünü açar ve alacayı iyi derdi. Peki sen peygamberliğini ispatlayacak bir ayet olarak ne getirdin, söyler misin? deyince, Hz. Peygamber (s.a) 3/192-195. ayetleri okumuş ve "Ben bunu getirdim" demiştir.
[11]Tefhimü-l kur'an'dan,hadid suresi 11. ayet ve tefs
[12]Bakara:
225, Maide: 89
[13] Daha
fazla açıklama için bkz. Sad Suresi : 46
[14] Ahmed, Taberani
[15] Buhari,
Nefakat
[16] Münavi, Feyzul-Kadir,
5/364. Haşimi.Muhtarul-Elhadisın-Nebevıyye, 124(994)
[17]
Teğabün 15
[18] Ahhmed, MUsned, 4/402; Acluni, Keşful-Hafa,
2/44.
[19] Buhari,
Vesaya, 9, Rikak, 11, Zekat, 18; Müslim, Zekat, 94,97,106
[21] Tevbe, 76
[22] Ahmed, MUsned, 5/80; İbni Mace, Ticaret, 1.
[23] Buhari, Rikak, 7; MUslim, Zekat. 121
[24] Münafıkûn, 9
[25] Nûr, 37
[26] Buhari,
Rikak, 9; Tirmizi, Kıyame, 28; İbni Mace, Fiten, 18.
[27] Saff, 10-11
[28] Tevbe,
88-89
[31] Münafıkun, 10
[32]
Taha,81
[33]
Kassas, 81
[34] İbniMace,Tıcarat,l(2141);Buhari,a.g.e,113 (301)
[35] Buhari,Zekat,47.Cuma, 37,Rikak,7;Müslim, Zekat,123
(1052);Nesai,Ze-kat,81.
[36] Furkan, 67
[37] Ahmed,
Taberani
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder