10 Eylül 2019 Salı

HERYER KERBELA



Muharrem ayı geldi, çattı. Hoş gelmiş safalar getirmiş. Sene 1441. Haram aylar olarak bilinen aylardan biri. Muharrem ayı hem acılara şahit olmuş ve hem de sevinçlere ev sahipliği yapmıştır. İnsanlığın ikinci atası olarak kabul edilen Nuh’un Gemisi ‘nin Cûdi Dağı ‘nın üzerine demir atmasıyla başlayan sevinç ve neşe, Hz. Musa’nın Kızıldeniz’den ashabıyla birlikte Firavun ’un zulmünden kaçışıyla doruk noktasına bu ayda ulaşmıştır. 10 Muharrem. Rivayetlere göre, Hz. Yunus balığın karnından 10 Muharrem’ de çıkmış, Hz. Âdem'in tövbesi 10 Muharrem’ de kabul edilmiş, Hz. Yusuf kardeşlerinin/İsrail oğullarının atmış olduğu kuyudan 10 Muharrem’de çıkarılmış, Hz. İsa o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiş, Hz. Yakup’un, oğlu Hz. Yusuf’un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamış, Hz. Eyüp hastalığından o gün şifaya kavuşmuş... (Sahih-i Müslim Şerhi, 6:140)

Böylesine dini ve tarihi önemi haiz, kanaat önderlerine sevinç kaynağı olan 10 Muharrem, Maalesef Peygamberimizin gözbebeği sevgili torunu Hz. Hüseyin için kapkara bir gün olmuştur. O gün Müslümanlar Hz. Hüseyin’i katletmişlerdir. Adaleti ayakta tutmak için çıktığı bu yolda Hüseyin, Müslümanlar tarafından katledilmiştir. Dedesi Hz. Muhammed’in getirdiği Kitap’a inanarak ahiretlerini kazanmak isteyen Müslümanlardır bunlar. Halifenin orduları Peygamber torununu katlediyor. Yezid ve orduları orantısız bir güç kullanmıştır. Makam için mevki için kullanılmıştır bu güç. Tam teçhizatlı 5.000 kişilik orduya karşı kadınlar ve çocuklar dahil 72 kişilik küçük bir grup.

Yezid’in biat teklifini reddederek Mekke’ye yerleşen Hz. Hüseyin, Kûfelilerin “Gel Kûfe’ye Müslümanların halifesi ol, 20.000 kişilik bir inanmışlar ordusu ile seni destekleyeceğiz” sözüne itimat ederek Kûfe’ye doğru yola çıkmıştır. Yola çıkmadan önce durumu yerinde inceleyip kendisine rapor etmesi için gönderdiği Müslim b. Akil de bu haberi doğrulayınca yaptığı işin doğruluğuna inanmıştır. Gönlü rahattır. Yolda Müslim’in, Vali Ubeydullah b. Ziyad tarafından öldürüldüğü haberini alınca; geriye dönmek istemiştir. Ancak Yezid’in öncü kuvvetleri buna müsaade etmemişlerdir. Hurr b. Yezid öncü kuvvetlerin komutanıdır. 1000 kişi vardır emrinde. Daha sonra komutan Hurr b. Yezid Halife Yezid’in yaptığının yanlış olduğunu öğrenecek ve 30 kişilik bir grupla Hz. Hüseyin’in tarafına geçecektir. Ama çok geç kalmıştır.

İnsanlara ve tüm canlılara hayat kaynağı olan Fırat Hz. Hüseyin’e can suyu olamamıştır. Fırat Nehri o günden beri başını taştan taşa vurarak göz yaşları içinde karışır gider Basra Körfezi’ne.
O gün olanların canlı şahididir Fırat. Katledilen Peygamber torunudur. 5.000 kişilik bir ordu ve 72 kişilik bir grup. Can mı dayanır 50 derecede çölün ortasından göklerin katmanlarına “su, su” diye yükselen canların feryadına. Önce susuzluğa mahkum edildi Hüseyin, sonra da Şimr b.Zil’-Cevşen tarafından katledildi, yetmedi kafası kesildi. Sonra da Peygamber torununun o kafası ben de Müslümanım diyen kafasızlar tarafından Kûfe Valisi Ubeydullah b. Ziyad’a gönderildi. Müslümanların Müslüman(!) Valisi, Vali Ubeydullah b. Ziyad’a. Vali sarhoştu. Hz. Hüseyin’in kesik kafası ile topla oynar gibi oynadı. Hz. Hüseyin’le dalga geçti ve onu aşağıladı. Sonra da kesik kafayı Yezid’e gönderdi. Müslümanların Müslüman(!) Halifesi ’ne. Bu olay Peygamberimizin vefatından sadece 48 sene sonra oldu. Daha Hz. Hüseyin’in yanaklarında peygamberimizin kondurduğu öpücüğün izleri duruyordu. Fırat nasıl da vurmaz başını taşlardan taşlara. Fırat şahit olduğu bu katliamın verdiği acı ve ıstırapla o günden beri başını taşlardan taşa vura vura akarken, Müslümanlar olup bitenlerden hiç ders almamışlardır. O günün Kerbela’sında yaşananlar bugünün Kerbelalarında bire bir yaşanmaktadır.

Müslümanların yaşadıkları tüm coğrafyalarda katleden de Müslümandır katledilen de. İşte Afganistan, işte Irak, işte Suriye, işte Yemen...Sadece katledilenler Peygamber torunları değil, o kadar. Yazıktır, günahtır. Matemlerini yaşayarak zalimlerden hesap soracaklarına, maalesef Hz. Hüseyin’in katilleriyle Hz. Hüseyin’in taraftarları aynı saflarda yerlerini almışlardır. Müslümanların perişanlığının sebebi budur. Fırat’ın suyuna dün kan karışmıştı, bugün de karışıyor. Kan aynı kan, Fırat aynı Fırat. Müslümanların 1400 senelik geçmişlerinde kan ve gözyaşından başka bir şey yok. Akıtılan kan Müslümanların kanı, akan gözyaşı da Müslümanların göz yaşı. Öyle veya böyle, 10 muharrem acıların günüdür, matem günüdür. Savunmasız insanların, Müslümanların halifesi tarafından hunharca katledildiği gündür. 

Bizler 10 Muharrem’de yine de matemimizi tutalım, direncimizi kaybetmeyelim, adaleti ayakta tutmak için mücadelemizi sürdürelim, dost kimdir düşman kimdir bilelim, zalimle yan yana durmayalım, mazlumların intikamı peşinde koşalım. Sevincimizi ise yarınlara saklayalım...

20 Ağustos 2019 Salı

ÖLENLE ÖLÜNMÜYOR Kİ;

Hepimizin bildiği bir gerçek var. Hayatın gerçeği. Zamanını kendimizin tayin edemediği bir gerçek, mutlak gerçek, kimsenin kendisiyle tanışmak istemediği gerçek; ölüm gerçeği. 
Son nefesimizi verinceye kadar kendisiyle yüzleşmek istemediğimiz bir gerçek bu. Soğuk bir yüzü var.
Biraz önce beraber sohbet ettiğiniz, çay içtiğiniz, gülüp-oynaştığınız, sımsıcak sarıldığınız; sevgiliniz, sevdiğiniz, arkadaşınız, ananız- babanız… her kimse bir anda sessizliğe bürünüverir. O sıcacık vücut birden soğuyuvermiştir, yanınızda duruyordur, birliktesinizdir, boylu-boyunca uzanmış yatıyordur ama hareketsizdir. Ruh denen o şey ne ise uçup gitmiştir. Geriye kalan sadece cansız bir bedendir, hissiz ve donuk.
Dünyanız yıkılır birden, alt-üst olursunuz, olanları kabullenemezsiniz. Ağlarsınız, hıçkıra hıçkıra ağlarsınız, hiçbir teselliye kulak vermeden ağlarsınız. Bir zaman sonra göz pınarlarınız kurumaya başlar, şuurunuzu kaybettiğiniz zamanlar olur. Neden sonra, sevdikleriniz, dostlarınız, arkadaşlarınız kapınızı çalmaya başlarlar, onlar da olanları kabullenemezler. Her kapı çalıştan sonra acılarınız yeniden tazelenir.
Bir zaman sonra, kapınızı cenaze nakil firması çalar. Sevgilinizin cansız bedenini almaya gelmiştir. Kem gözlerden sakındığınız ciğer parenizi yattığı yerden alır tabutun içine koyar. Son bir sefer de olsa görmek için tabuta yaklaşırsınız ama, görevliler sizi tabuta yaklaştırmazlar. Sizinle sevgiliniz arasına engel koyarlar. Sevgililerinden ayıracakları başka cenazeler vardır onların, acele etmeleri gerekir. Gitmek zorundadırlar. Sesinizi çıkaramazsınız, çıkarsanız da işe yaramaz, anlamsız olur, hatta tabutun bir kenarından tutar ona destek bile olursunuz. Hem ağlarsınız hem de yürürsünüz. Sonra da cenaze arabasına ellerinizle koyduğunuz sevgilinizin arkasından sadece seyredersiniz, bir daha geriye gelmeyeceğini bile bile seyredersiniz. Giden sevgilinizdir, teslim ettiğiniz kişi ise yabancı birisidir, gittiği yer ise gelin odası/bekleme odası, morgdur.
O anı yaşamak ne kadar da acı verirmiş meğer, çekmeyen o acıyı bilemezmiş. Sonra da, çaresiz bir şekilde olduğunuz yere yığılıp kalırsınız, dostlarınız kolunuza girerler, sizi koltuğa taşırlar.
Herkes ağlıyordur, hıçkırıkların ardı arkası kesilmez. Daha sonra birileri bu gergin ortamı yumuşatmak için kendisinin de inanmadığı teselli edici sözler söyleyerek hüzünlü havayı dağıtmaya çalışır…
Sevgiliniz gelin odasındadır, orada sabahlamıştır. O asıl sevgilisine gelin gidecektir. Sabah olunca görevliler gelir ve onu güzelce temizlerler, güzel kokular sürerler sonra da gelinliğini giydirirler ona. Duvağını açmaya da sizi çağırırlar, sevgilinizi, asıl Sevgili’sine uğurlamak size düşer. Duvağını açarsınız ağlayarak, cansız bir beden ve tebessüm eden bir yüzle karşılaşırsınız, bembeyaz gelinliğin içinde misk gibi kokan canınız, cananınız size yüz vermez artık. O Sevgili’siyle buluşmak için sabırsızlanıyordur. Alnına bir öpücük kondurarak terk edersiniz gelin odasını (Morg).
Düğüne gelen sevenleri, dostları merasim alanında toplanmıştır. Tören, imamın “nasıl bilirdiniz?” sorusuyla başlar. Arkasından nikah duası olarak Fatihalar okunur. “Hakkımızı helal ediyoruz” nidaları arşa ulaşır. Gök kubbeye hoş bir seda bırakılır. “İyi biliriz, hakkımız helal olsun”
Nikah merasiminden sonra, sevgilinizin vasiyetini yerine getirmek için düşersiniz yollara. Elele tutuşarak birlikte geldiğiniz bu yabancı ellerde, bu sefer yollarınız ayrılmıştır. Sevgiliniz bagajda siz uçağın içinde yol alırsınız. Uçak doludur ama siz yalnızsınızdır. Daha da acısını sevgilinizi bir eşya gibi, bir bavul gibi kargodan alınca yaşarsınız. Aman Allah’ım bu ne yaman bir imtihandır böyle…
Sonrasında halkın gözleri önünde kendi ellerinizle sevgilinizi toprağın altına koyarsınız ve üzerine ilk toprağı da siz atarsınız. Kendi ellerinizle yaparsınız bunu. Böylece düğün merasimi sona ermiştir. Dualar okunur ve düğüne katılan dostlar meydandan ayrılır. Son görev hoca efendinindir. Sevgilinizi Sevgili'sine hoca efendi teslim eder.
Buraya kadar dostlarınızla birliktesinizdir, onlar sizi yalnız bırakmamışlardır. Sonrasında yavaş yavaş yalnızlaşırsınız. Çocuklarınız da sizleri terk eder, herkes bir yerlere dağılır ve işte asıl yalnızlık o zaman başlar. İçiniz acır, sanki yanar gibidir içiniz. Sevgiliniz gözünüzün önünden hiç gitmez ki. Nereye dönerseniz o oradadır. Siz mi onu takip ediyorsunuz o mu sizi belli değildir. Beyninizin içinde hep onun sesi vardır. Ağzınızın tadı kaçmıştır. Mesela; o mutfakta iken yardım etmek için gitmişsinizdir yanına, yardım edeyim derken ortalığı dağıtmışsınızdır, o da elinize vurarak “hadi sen git başımdan ben kendi işimi kendim yaparım” diyerek sizi mutfaktan atmıştır…Başka hatıralarınız da vardır, onlar da sırasıyla bir bir gelir gözünüzün önüne, bazen güldüğünüz bile olur… Neydi o günler bile dersiniz…Sevgilinize haksızlık yaptığınıza inandığınız konular da gelir aklınıza işte o zaman yıkılırsınız, keşke yapmasaydım dersiniz, yüzün buruşur, kalbiniz acır, yüreğiniz titrer, pişman olursunuz ama o son pişmanlıktır fayda vermez…
Dünyada sizin olanları ne kadar çok severseniz sevin, o sevdiğiniz bir gün geliyor sizi terk ediyor veya siz onu terk ediyorsunuz, çünkü ne siz onunsunuz ne de o sizin…Biz hepimiz O Bir olanın eseriyiz, yol da O’nunmuş varlık da O’nunmuş /gerisi hep angaryaymış. Ayrılıklar da hayatın bir gerçeğiymiş, ölümler de hayatın bir gerçeğiymiş…, ne kadar acı çekerseniz çekin giden geriye gelmezmiş. Ve ölenle ölünmüyor ki;…
“Her nefis ölümü tadıcıdır”. Bu buyruk virdimiz olsun… Ölümü unutmayalım, ölüm bize gelmeyecekmiş gibi yaşamayalım, dünyevileşmeyelim, uzun ömürlü olmayalım, infak sahibi olalım, kendimiz için istediğimizi başkası içinde isteyelim, birbirimizi kırmayalım, bir gün ansızın kapımız çalınabilir, hazırlıklı olalım…Gelen misafire kapıyı gülümseyerek kendimiz açalım…, “
”Hoş geldin safalar getirdin…”

22 Temmuz 2019 Pazartesi

BEN ONA GİTME DEDİM, DİNLEMEDİ, GİTTİ…

Ben ona gitme dedim, beni bekle dedim, dinlemedi, gitti. Beni Sevgilim bekliyor onu daha fazla bekletmek olmaz dedi, yüzüme baka baka Sevgilime gidiyorum dedi, dinlemedi, gitti. Hani bu yola birlikte çıkmıştık, parkuru birlikte tamamlayacaktık, acelen nedir dedim, sıkıldım, bıktım bu vefasız insanların yaşadığı çivisi çıkmış dünyadan dedi, dinlemedi, gitti. 46 yıl önce bu yola çıkarken aynı yastıkta birlikte yaşlanacağız diye sözleşmiştik dedim, dinlemedi, gitti. Ben de bıktım bu rezil dünyanın yalakalıklarından, insanların vefasızlıklarından, ne olur biraz bekle birlikte gidelim dedim üsteledim, dinlemedi, gitti. Gün ortasında gözümün önünde Sevgilisiyle el ele tutuştular ve çekip gittiler, dinlemedi beni, gitti.
Ben şimdi yalnız kaldım o kapkaranlık dünyanın tam ortasında, hem de yapayalnız. Bir ümit belki gitmemiştir diye sağıma soluma baktım, önüme arkama baktım, belki gitmemiştir, belki şu köşeye saklanmıştır diye o köşeden bu köşeye koşturdum, elimi alnıma koydum, gözümün üstüne siper ederek baktım taaa uzaklara, göremedim, gitmiş, gerçekten gitmiş. Gitme dedim, dinlemedi beni, gitti. Güle güle sevgilim, bana üç emanet bıraktın onlara elimden geldiğince sahip çıkacağım, senin kadar yapamasam da gayret edeceğim. Hani hep derdin ve hayıflanırdın, onların mürüvvetini göremeden gideceğim diye, bakarsın belki ben görürüm ve seni haberdar ederim…Sen rahatına bak…
O 1956 yılında Denizli’nin Kale ilçesinin Muslugüme köyünde doğmuş. İlk okulu, kız meslek lisesini Denizli’de bitirmiş. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Gürcan Mah. Kuran Kursu'ndan (Denizli) mezun olmuş.
Onunla Denizli’nin Dokuzkavaklar mahallesinde yollarımız kesişti ve o andan itibaren beraber yol almaya başladık, sonra sevgili olduk. Takvim 1973 yılını gösterdiğinde de 46 yıl sürecek o yolculuğa çıktık. Kederde ve neşede beraber olacaktık, ayrılmayacaktık birbirimizden bir ömür boyu, sözleşmiştik.
Yol boyunca bazen durakladığımız oldu, nefeslendik, bu duraklamalar sırasında dünya tatlısı iki çocuğumuz dünyaya geldi. Kaderin bazen bizi savurduğu zamanlar da oldu elbet. Biz bu durumdan etkilenmemek için çok direndik, rüzgarla, boranla, fırtınayla savaştık, ama baş edemedik. Ayrı düştük birbirimizden. Kendime gelip gözümü açtığımda bir baktım ki; Berlin’deyim. Savurmuş tufan beni taaa Berlin’e kadar, bilmediğim görmediğim bir yer. Ayrılığa katlanamadık, bir zaman sonra o da Berlin’e geldi. Adem ile Havva’nın buluşması gibi. Anca beraber kanca beraber dedik ve başladık kaldığımız yerden Sevgilimize doğru yürümeye... Berlin yolculuğu sırasında bir de kızımız dünyaya geldi. Aman ne güzel. Yola devam.
Derken o Berlin Vakıf Camii’nde Kur’an Kursu hocalığına başladı. Milli Görüş Teşkilatlarına bağlı bir cami. Fizik mekân namüsait olmamasına rağmen oraya devam etti, tam 20 yıl. Mahalleli onu çok sevdi. Kadınlara ve çocuklara Kur’an öğretiyordu, dinlerini öğretiyordu. Öğrenci çoğalınca yanına bir de yardımcı buldu. Maaş almıyordu teşkilattan, öğrencilerden aldıkları aidatları bölüşüyorlardı yardımcısıyla birlikte, kaç paraysa, ben ayda 200 Marktan fazla para almadığına şahidim. 80 Markını da yol parası yapıyordu. Her gün, Wedding’ten Kreutzberg’e. Yaz demeden kış demeden her gün.
O çok gayretli ve üretken birisiydi, yoktan bir şeyler üretir ve onunla mutlu olurdu. Kendisiyle barışık birisiydi.
Bir zaman sonra Milli Görüş Teşkilatlarında görev değişikliği yapıldı. Yeni gelen bölge başkanı 20 senelik emeği hiçe sayarak birden onun görevine son verdi. Ne teşekkür ne taltif. Ona bu durum çok dokunmuştu. Vakıf Camii bahis konusu olduğunda ağladığına çok şahit olmuşluğum vardır. Uzunca bir aradan sonra, İslâmî İlimler Okulunda hocalık yapmaya başladı. Bu görev ona okul müdürü tarafından verilmişti. Çok sevindi hem de çok. Aradan bir sene geçti ve aynı bölge başkanı oradaki görevine de son verdi. Çok acı çekti. Benim güzel sevgilim, canımın içi; sana o zulmü yapanların başı umarım göğe değmiştir.
Bir zaman sonra Türk Eğitim Derneği’nde Kur’an Kursu öğretmenliğine başladı. Orada, aynı zamanda kızlar için yemek kursları düzenledi. Onlarla evliliğe hazırlık dersleri yaptı. Yeniden hayata tutunmaya çalıştı. İnsan onuruyla oynamak ne kadar da çirkin bir şeymiş meğer. Ben de aynı yolda onun yanı başında yürüdüğüm için çok iyi biliyorum o duyguları. Bir zaman sonra Türk Eğitim Derneği’nin kadın kollarını kurdu, başkanlığını yürüttü. Kadınlar için dikiş kursları ve el işi kursları düzenledi, salı günleri kadınlara yönelik kahvaltı sofraları hazırladı. Almanya içi ve Almanya dışında kadınlara yönelik kültür gezileri düzenledi. En son gesizini Paris’e düzenlemişti. O hayatını Allah yolunda hizmete adayan biriydi. O hep gülerdi, yüzünden tebessümü hiç eksik olmazdı. O benim yol arkadaşımdı. 46 yıl aynı yolu beraber yürüdüğüm arkadaşım…
46 yıl boyunca birbirimizi üzecek tek kelimemiz olmamıştır. Kızdığımız zamanlar olmuştur elbet, bu durumlarda ikimiz de birden susmayı tercih ederdik. Kızgınlık anında istem dışı bir kelime ağzımızdan çıkmasın isterdik. Saygılıydık birbirimize. Ben ona gitme dedim, ama o beni dinlemedi, gitti. Sevgilim beni bekliyor, onu bekletmek olmaz dedi, gitti. Ve O benim 46 yıldan beri birlikte yol aldığım eşim FATMANA KAM’dır. Güle güle sevgilim. Ben senin o yolculuğunda seni fazla bekletmeyeceğim, pek yakında Sevgilimiz beni de yanına alacaktır. Senin rahatsız olduğun bu fani dünyadaki çürümüşlük kokuşmuşluk, vefasızlık, Müslümanların dünyevileşmesi beni de rahatsız ediyor. Hele yanımda sen olmadan nasıl yaşarım ben bu zalim insanların yaşadığı çivisi çıkmış dünyada. Beni de bekle gitme dedim, gittin. Madem dinlemedin beni gittin, bekle beni canımın canı, en kısa zamanda geleceğim yanına…
Not: Sevgilim sana güzel haberlerim var; ne kadar da çok sevenin varmış. Ev doldu doldu taştı. Hepsinin sana selamı var. Ben inanıyorum ki sen şimdi Sevgilinle başbaşasın. O seni cennetin en güzel yerinde ağırlıyor olmalı…,

BABA ,“ANNEME BEYAZ KEFEN ÇOK GÜZEL YAKIŞTI”

Ey sevgilim, Meleğim benim. Dün senin Cennet giysini giydirdik, kızın Dilruba giydirdi. Dilruba dedi ki; “Baba anneme kefen çok güzel yakıştı, çok güzel yakıştı, hem de çok güzel. O bembeyaz kefeniyle el sallayarak adeta uçup gitti Cennet’e baba. Çok mutluydu baba...” diyor ve gözlerinden akan yaşlar tombul yanaklarından sicim gibi akıyordu. Ben kızımızı hiç böyle ağlarken görmemiştim. O mutluluk göz yaşlarıydı, inan. O senin gittiğin yeri görmüştü.
Güzel sevgilim; bütün Berlin senin uçuşunu seyretmeye geldi dün Şehitlik Camii’ne. Meğer sen ne kadar da çok sevilirmişsin. Herkesler oradaydı. Gök kubbe, hoca efendinin “nasıl bilirdiniz?” sorusuna verilen “iyi bilirdik sedasıyla çınladı.” Gök kubbeye hoş bir seda bıraktılar. Kimler yoktu ki orada, hepsini tek tek sayamam sana... Ama istersen öne çıkan bazı isimler yazabilirim. Hem biliyor musun, Berlin seni devlet töreniyle uğurladı ebedi istiratgâhına: Başkonsolosumuz Mustafa Çelik, Eğitim Müşavirimiz Cemal Yıldız, Adalet Müşavirimiz Ahmet Başaran, Emniyet Müşavirimiz İbrahim Cihangir oradaydılar, ön safta yer tuttular.
Bütün Berlin oradaydı dedim ya, inan ki abartmıyorum. Hani sen hep; “Bu insanlar neyi paylaşamıyorlar, niçin kavga ediyorlar, niçin bir araya gelemiyorlar” diye kahırlanıyordun ya; senin o rüyan dün gerçek oldu. Dün o eğilimlerin hepsi senin için gök kubbeyi “iyi bilirdik” diye çınlattılar. Alevi’siyle, Sünni’siyle, Şii’siyle, Solcusuyla- Sağcısıyla herkes oradaydı: İşadamları Derneği (NE-TU) Başkanı Veli Karakaya,
İşadamları Derneği (TDU) Başkan yardımcısı Veli Tüfekçi,
Caferi Dernekleri Dernek Başkanı Hasan Babur,
Türk Alman Merkezi (TDZ) Başkanı Adnan Gündoğdu ve Başkan Yardımcısı Mustafa Akçay, CHP Berlin Birliği Başkanı Kenan Kolat,
Milli Görüş Teşkilatları Başkanı Said Jurnal’a Vekaleten İdris Kahraman ve Kadın Kolları Başkanı bayan Kartal,
Ha-ber.com internet sitesinin sahibi Sefa Doğanay,
Berlin Magazin Dergisi’nin sahibi Tevfik Dağdeviren,
Medya Berlin’in sahibi Mustafa Ekşi, İnternet Gazetesi Berlinname’nin sahibi Hakan Kanpara,
Saz sanatçısı ve bestekar Ümit Akkaya hep oradaydılar.
Sevgilim beni o kadar sıkıştırma herkesi tek tek sayamam ki sana. Bak az kalsın unutuyordum. En önemlisi senin yetiştirdiğin öğrencilerinin, çoğu oradaydı. Bilhassa 20 sene emek verdiğin Vakıf Camii’nde yetiştirdiğin öğrencilerin oradaydı. Türk Eğitim Derneği’nde yetiştirdiğin öğrencilerin oradaydı. Hepsi oradaydı.
40 yaşlarında bir delikanlı yaklaştı bana “Başımız sağ olsun hocam” dedi, tanıyamadım dedim, tanıttı kendisini. “Ben Fatma Hocamın Vakıf Camii’nden öğrencisiyim dedi.” O anda koptum. İnan hüngür hüngür ağladım. Hemen arkasından Faruk Hoca’nın oğulları geldi yanıma, onlar da “Başımız sağ olsun” dediler ve eklediler; “ Biz Kur’an’ı, tecvit kurallarını ve mahreçleri, dinimizin kurallarını Fatma Hocam’dan öğrendik.” dediler ve gözleri dolu dolu oldu. Başkanlığını yaptığın Türk Eğitim Derneği’nin Kadın Kolları ve derneğimizin yönetim kurulu üyeleri de oradaydı. Cenazeye katılanlara hizmet ettiler, ikramlarda bulundular. Songül yine misafirlerin fotoğraflarını çekti, çok güzel çekmiş.
Neukölln Emniyet Müdürlüğü’nü temsilen katılan polisler oradaydı. “Biz Fatma Hanım’ın elinden aşure yemiştik, gözleme yemiştik; artık bundan sonra yiyemeyeceğiz” diye acılarını paylaştılar benimle.
Berlin eyalet Milletvekili Derya Çağlar, Neukölln Federal Milletvekili Fritz Felgentreu telefonla aradılar. Hürriyet Gazetesi Almanya eski temsilcisi Ahmet Külahçı da telefonla aradı. Bizim mahallenin Papazı Kalle Lenz’i unutuyordum az kalsın. Çok duygulandı ve senin için dua ettiğini söyledi.
Hani seninle birlikte Eğitim kampları düzenliyorduk ya; işte o kamplara çağırdığımız misafir hocalarımız, Şaban Ali Düzgün, İlhami Güler, Mehmet Azimli ve Ömer Özsoy, Vehbi Başer telefonla arayarak uğurladılar seni Uçmağa. Hepsi duygu yüklüydü. Dualar ettiler senin için. Telefonla arayanlar, What’s App’tan yazanlar, e-Mail yazanlar. İnan çok gururlandım. Ve de çok kıskandım kız seni. Kız, ne kadar da çok sevenin varmış senin öyle. Çocuklarımız senin misafirlerinin tek tek ellerini sıktılar, taziyeleri kabul ettiler...
Ey sevgilim, güzeller güzeli sevgilim; haydi uğurlar ola…Eğer kabul edersen seninle beraber olmak isterim orada da. Yine senin o sıcacık kucağında mışıl mışıl uyumak isterim. Sen de benim saçlarımı okşarsın. Kız ben sensiz ne yapacağım şimdi...

27 Haziran 2019 Perşembe

KUR’AN VE SÜNNET IŞIĞINDA SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

“Sakın yeryüzünde bozgunculuk, karışıklık çıkarmaya çalışma. Çünkü, şüphesiz, Allah bozguncuları sevmez.” (Kasas 28/77) (Çeviri: Muhammed Esed)
“Bakın, Biz her şeyi gerekli ölçü ve nisbette yarattık.” (Kamer 54/49) (Çeviri: Muhammed Esed)
"Hiçbir şey yoktur ki onu meydana getiren hazinelerin anahtarları elimizde olmasın. Biz onu ancak belirli bir ölçüde indiririz." (Hicr 15/21) (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk)
“Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir.” (Rahman 55/5) (Çeviri: Diyanet Vakfı)
“Ve O, gökleri yükseltti ve her şey için bir ölçü koydu ki siz, ey insanlar, asla doğruluk ve haklılık ölçüsünden şaşmayasınız. Öyleyse yaptıklarınızı adaletle tartın ve ölçüyü eksik tutmayın.!” (Rahman 55/7-9) (Çeviri: Muhammed Esed)
"Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen aşırı gidenlerin emrine uymayın." (Şuara 26/151-152) (Çeviri: Diyanet Vakfı)
"Hatırlayın nasıl olmuştu hani, katından bir güvence olarak, sizi bir iç huzurunun kuşatmasını sağlamış ve gökten üzerinize su indirmişti ki onunla sizi arındırsın, şeytanın kirli vesveselerinden kurtarsın; kalplerinizi güçlendirip adımlarınızı sağlamlaştırsın." (Enfâl 8/11) (Çeviri: Muhammed Esed)

Rüştü KAM
Sürdürülebilirlik, mevcut kaynakların etkin bir biçimde kullanılması demektir. Bunu yaparken de bir taraftan doğal kaynakların korunmasını sağlar, diğer taraftan bu kaynakların gelecek nesillere aktarılmasını hedefler. Sürdürülebilirlik, çevrenin ve gelecek nesillerin ihmal edilmemesine dikkat çekerek bir farkındalık yaratır. İnsanoğlunun nefes almak için temiz bir havaya, içmek için temiz bir suya, beslenmek için sağlıklı gıda maddelerine, soğuktan korunmak için ısınmaya, günlük işlerini yerine getirebilmek için aydınlanmaya ve enerjiye, ulaşımını sağlamak için taşıtlara ihtiyacı vardır. Peki, bu ihtiyaçların karşılanmasını ve korunmasını nasıl sağlayacağız? İşte bu noktada sürdürülebilirlik kavramı devreye girmektedir.
Bu buroşürde çevresel sürdürülebilirliliğe İslâm’ın nasıl baktığını Kur’an ve sünnet ışığında açıklamaya çalışacağız.

Çevre problemlerinin köklü bir şekilde çözümlenebilmesi için "çevresel ahlâk" diye bir kavramın göz önünde bulundurulması gerekiyor. İslâm’da çevre ahlâkı, tüm hayatı kapsar ve insanın yaratıcısı ile ilişkilerini temellendirir. Başka bir deyişle, İslâm çevre ahlâkı, insanın hem yaratıcısına hem sosyal çevresindeki bireylere hem de kendi benliğine karşı haklarını, bir inanç ve anlayış temelinde ortaya koyan bir kurallar bütünüdür. Dolayısıyla İslâm, çevre sorunlarını, toplumsal ve uluslararası problemleri göz önünde tutarak, inanç ve zihniyet bağlamında ele alır. Çünkü çevre kirliliği ancak, "çevresel ahlâk" şeklinde benimsenirse çözümlenebilir. İslâm, insanlığı olumsuz yönde etkileyen çevresel problemlerin önlenmesinde, Kur’an ve sünnetle mutlak tezini ortaya koyarak, ahlâki yapımızı şekillendirir. Ahlâken kötü olan davranış ve fiiller çevre ve kâinatın düzeni için de kötüdürler. İslâmiyet her safhada güzel ahlâkı emretmekle sağlam temellere dayalı bir ahlâkî çevre oluşturmuştur. Ahlâkî çevreyi oluşturanlar insanlardır. İyi ve güzel ahlâklı insanların yaşadığı bir mânevî çevreye elbette ki iyilik ve güzellik hâkimdir. Böyle bir çevrede zulüm, haset, kıskançlık, riya ve rüşvet yoktur. Burada hayâ, adalet, şefkat, yardımlaşma ve kardeşlik vardır.
İslâm, medeniyetlerin kurulmasında ve çevrenin korunmasında her zaman duyarlı olmuştur. İslâm tarihi boyunca, Müslümanlar hangi güzel işin altına imza atmışsa, bunda İslâmın etkisi büyüktür. Çünkü Müslümanın nihâi hedefi yaptıklarıyla Allah’ın rızasını kazanmaktır.
Kendi yaşadığımız ve miras olarak gelecek nesillere bırakacağımız dünyayı korumak için çevresel temizliğe önem verilmeli, daha az çöp üretilmeli ve bilinçli birer tüketici olunmalıdır. Atıkların geri dönüşümü ve tekrar kullanımı sağlanmalı ve denetlenmelidir. Aksi durumda küresel ısınma ve iklim değişiklikleri gezegenimizi yaşanmaz hâle getirir. Tarihte nice bozguncu, isyankâr ve hudut tanımaz kavimlerin dünyevi afetlerle helak olup yerle yeksan olduklarını Kur’an’daki kıssalardan öğreniyoruz. Baş döndürücü bir hızla ilerleyen sanayileşmeyle birlikte, insanın ve ekosistemdeki diğer canlıların yaşadığı olumsuzluklar malumdur. Söz konusu olumsuzlukların giderilmemesi halinde üzerinde yaşıdığımız gezegen; “Gayri ben bu kadar gam ve kederi çekemem.” der ve sirenlerini çalmaya başlar.

İslâm çevre problemlerine ciddi ve kalıcı çözümler üreterek mensuplarını çaresiz bırakmaz. Bu doğrultuda Kur'an, insanı mutedil ve makul bir yaşam biçimine davet edici tavsiyelerde bulunur. Başta israf ve fesat olmak üzere, tüm aşırılıkları yasaklayarak ekosistemin korunmasını sağlayacak temel ilkeleri ortaya koyar.
İsraf ve fesat haramdır/yasaktır
Bugün, bütün çevre kirliliğinin ve tabiî dengenin bozulmasının ana sebeplerinden birisi hiç şüphesiz israftır. İsraf, bugünkü ev ekonomisinde var, üretim ve tüketimde var, sanayi ve teknolojide var. Âdeta insanlık israf için yarışıyor gibi. Fantezi ihtiyaçlar meydana getiriliyor ve tabiî kaynaklar tüketiliyor. Neticede tabiî denge bozuluyor, hava ve su kirletiliyor. İşte bu olumsuzları sebebi israftır. Sağlıklı bir çevre için, her türlü israftan kaçınmak gerekir. İnsanlığın, ihtiyaçlarıyla orantılı bir üretim ve tüketim içinde olması gerekir. Onun için Kur’an’da israfla ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır:

"Ey Ademoğulları! Allah’a kulluk olsun diye yapıp ettiğiniz her işte kendinize çekidüzen verin; serbestçe yiyin için, fakat saçıp savurmayın, çünkü kuşku yok ki, O savurganları sevmez. (Araf 7/31) (Çeviri: Muhammed Esed)

"Sakın saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleri olurlar. Ve şeytan, kendi Rabbine nankörlük etmiştir." (İsrâ 17/27) (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk)
Görüldüğü gibi israfı yasaklayan, her şeyde ölçülü olmayı emreden, ihtiyaç fazlasını infak ettirerek bencilliği ortadan kaldıran, insanı maddî çıkarların kölesi değil kâinatın efendisi ve en şereflisi sayan, hayvanlara, bitkilere ve bütün kâinat düzenine saygıyı öğreten İslâmî öğreti, bugünkü çöküntüye karşı en güçlü alternatifi oluşturmaktadır.
Ayet, meşru olan her türlü yeme ve içmeyi serbest kılmakla birlikte, yeme ve içme fiiline bir limit getiriyor: İsraf denilen tüm aşırılıklar haramdır/yasaktır. İşte Kur'an israfı yasaklamakla, eko-sistemin temel unsurlarını oluşturan hava, kara ve denizde, sadece biyotik değil, abiyotik çevreyi de tam bir koruma altına almıştır.

"Ve onlar ki, başkaları için harcadıkları zaman, ne saçıp savururlar, ne de cimrilik yaparlar; bu ikisi arasında her zaman bir orta yol bulunduğunu bilirler." (Furkan 25/67) (Çeviri: Muhammed Esed)
Kur'an’ın bu mesajı ışığında denebilir ki, Allah'ın sunduğu bunca nimetlerden sağlıklı biçimde yararlanabilmek için, ekosistemin tezahürü olan ilahî dengenin gözetilmesi adına, her tür harcamada ifrat ve tefritten kaçınıp, orta bir yol tutmak gerekecektir.
Savurganlığın ve israfın kısmen önlenmesi demek, kirliliğin yanında ekolojik sorunların da azalması demektir. Hoyratça tüketilen gıda maddelerinden tutun da ‘bir defa kullan ve sonra at’ anlayışı ile oluşan yığın yığın atıklar, israfın en açık örneğini teşkil etmektedir. Kur'an, sosyal bünyede ağır tahribatlar meydana getiren müsrifleri “şeytanın kardeşleri” diye nitelendirir. (İsrâ 17/27)
Her zerresi Allah’ı tespih ve takdis eden varlıkları koruma ve kollama görevimiz vardır. Anasır-ı Erbaa (dört temel unsur) olarak sayılan su, hava, toprak ve ateş dünya gezegeninin vazgeçilmez ana maddeleridir. Temel unsurların ahenkli bir şekilde oranlarının korunması elzemdir. Suyun, havanın, toprağın ve enerjinin kalitesi, insan hayatının kalitesi demektir. Tüketim azaltılırsa katı, sıvı ve gaz atıklar da azalacaktır. Çevre kirliliğine sebep olan etkenler azaldıkça, sınırlı olan doğal kaynaklarımız daha az zarar görür ve sürdürülebilirliği kolaylaşır.

Müslüman birey gönüllü çevre koruyucusudur
İslâm dini sadece çevre korunmasını teşvik etmekle yetinmez, aynı zamanda Müslüman bireylerin çevrenin koruyucusu, kollayıcısı ve takipçisi olmalarını ister. Marufu (iyiliği) emretmekle ve münkeri (kötülüğü) yasaklamakla görevli olan Müslümanlar haddizatında etkili birer çevre korumacısıdırlar.
Kutsal kitabımız Kur'an, kirlenmenin maddi cihetini ele alırken, insanın manevi ve ruhi kısmına ait olan kirlenmelere de bigâne değildir. Allah fıtrata müdahale edilmesine, tabii dengenin bozulmasına ve fesat ortamlarının yeşermesine müsaade etmez. “Bugün, hayatın bütün güzel şeyleri size helâl kılınmıştır. Ve daha önce kendilerine vahiy verilenlerin yiyecekleri de size helâldir, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir ...” (Maide 5/5) (Çeviri: Muhammed Esed)

Yüce Allah, kusursuz ve eksiksiz bir şekilde yarattığı kâinâtı, en güzel sûrette var ettiği insanın hizmetine sunmuştur. Öte yandan bu nimetleri bir ölçüye göre verdiğini, onların sonsuz olmadıklarını söyleyerek, Kendisinin öngördüğü şekilde dengeli olarak kullanılmaları gerektiğini bildirmiştir.
İnsanoğlu yeryüzüne getirildiği günden beri, ekolojik denge yara almaya başlamıştır. Çünkü Kur’an’da belirtildiği gibi insanoğlu kendisine sunulan nimetleri takdir etmez, nankördür. “Allah, Kendisinden istediğiniz her şeyden size bir parça verdi. Allah’ın nimetini saymaya kalksanız sayıp bitiremezsiniz. Doğrusu şu ki insan gerçekten çok zalim ve çok nankördür.” (İbrahim 14/34) Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk) Bu nankörlük gitgide ivme kazanmış, nihayet günümüz teknoloji dünyasında ekosistem ciddi kıyım ve yıkımlara maruz kalmıştır. Bencil çıkarları ön planda tutan materyalist zihniyet, insanların problemlerine, dertlerine çareler bulmaktan çok bunlardan yararlanmayı tercih eder haldedir. Mesela, kazanç gayesiyle birçok zararlı alışkanlıklar teşvik edilmekte ve bu nankörlüğe çoğu kez devletler de katılmaktadır. Başka bir ayette şöyle buyurulmaktadır: "Allah'ın buyruklarını umursamaz hale gelen şu insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri sonucunda karada ve denizlerde çürüme ve bozulma başladı: Bu şekilde Allah, belki doğru yola geri dönerler diye yaptıklarının bazı kötü sonuçlarını onlara tattıracaktır." (Rum 30/41) (Çeviri: Muhammed Esed)

Bu ayette nankörlüğün neticesinde sözü edilen bozulmayı Zemahşeri; kıtlık, yağmurun kesilmesi, tarım mahsullerinde rekolte düşüklüğü, ticaret kazancında azalma, insanlarda ve hayvanlarda toplu ölümlerin yaşanması, yangın ve su baskınlarının artması, (kara ve deniz canlılarının iyice azalması sonucu) avcıların ve dalgıçların avdan eli boş dönmeleri, her şeyden bereketin kalkması, zararların çoğalması olarak yorumlamıştır. (Bk. Zemahşeri, el-Keşşflf, III, 224. Vurgu ve ilaveler bize aittir. B k. Zemahşeri, el-Keşşflf, III, 224.) Elmalılı bu bozulmayı: "Fıtrî nizam bozuldu; gerek doğal gerek toplumsal düzende uygunsuzluk meydan aldı." şeklinde yorumlayarak (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, VI, 3833.) yine günümüzdeki insan-çevre ilişkisinin olumsuz boyutunu çok güzel ifade etmiştir. Aynı ayet Tantavi; “Karada ve denizde düzenin bozulması bir başka açıdan değerlendirilmekte olup, buna göre teknolojinin kötüye kullanılmasının olumsuz sonuçlarından biri olarak ordular, savaş uçakları, savaş gemileri, torpidolar, denizaltılar vb. vasıtasıyla hasıl olan mikropların çevreye saçılması ve bunların hastalık, kuraklık ve kıtlığa yol açması, insanlığa reva görülen savaşlar, yağmalamalar, zulmün artması ve yasakların çiğnenmesi söz konusu olmaktadır ki, tüm bu olumsuzlukların müsebbibi ve sorumlusu yine insandır.” şeklinde yorumlamıştır. (Tantavi, Cevheri, el-Cevfihir, Mısır 1931, XV, 77; Meniği, Tefsiru'l-Merfiği, XXI, 55.)

Nankör insan tarafından çevre kirlenmesiyle sürdürülebilirlik sonlanırken, paralelinde ruhî kirlenmeyle insanlık dejenere edilmektedir. Ruhî kirlenmeyle, aileler dağılmakta, uyuşturucu alışkanlığı yaygınlaşmakta, müstehcen yayınlar çoğalmakta ve haksızlıklar katlanarak artmaktadır.
İnsanlığın ve çevrenin korunması yolunda atılacak ilk adım, insanın ihtiraslarından arındırılarak temizlenmesidir.

Kur’an'da ekoloji
Kur’an, insana kâinatın nasıl yaratıldığı, niçin yaratıldığı, ondaki çeşitli varlıkların yapısı hakkında çok çeşitli genel bilgiler verdiği gibi, insanın onunla nasıl bir münasebet içerisinde olması gerektiği hakkında da bilgi vermektedir. Kur'an’ın kâinatla ilgili olarak ısrarla üzerinde durduğu konulardan birisi de, ekolojik denge meselesidir. Kur’an, yaratılmış her şeyin bir ölçü, düzen, adalet ve denge içinde yaratıldığını insana sık sık hatırlatmaktadır:
“Bakın, Biz her şeyi gerekli ölçü ve nisbette yarattık.” (Kamer 54/49) (Çeviri: Muhammed Esed) "Hiçbir şey yoktur ki onu meydana getiren hazinelerin anahtarları elimizde olmasın. Biz onu ancak belirli bir ölçüde indiririz." (Hicr 15/21) (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk)
“Ve O, gökleri yükseltti ve her şey için bir ölçü koydu ki siz, ey insanlar, asla doğruluk ve haklılık ölçüsünden şaşmayasınız! Öyleyse yaptıklarınızı adaletle tartın ve ölçüyü eksik tutmayın!” (Rahman 55/7-9) (Çeviri: Muhammed Esed)
"İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına dâir sözleri senin hoşuna gider. Üstelik sözünün özüne uyduğuna Allah'ı da şahit gösterir. Hâlbuki gerçekte o düşmanların en yamanıdır. Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır, ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır. Allah, elbette fesadı (bozgunculuğu) sevmez." (Bakara 2/204-205). (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk)
Âyette de açıkça belirtildiği gibi, fesatçı olan kimseler, sadece insan ve toplumlara zarar vermek ve kötülük etmekle kalmazlar, aynı zamanda tabiî çevreye de zarar verirler. İşte bunun için, Allah insanların fesatçı olmalarını yasaklıyor. Onların çevreye karşı olumsuz tesir edebileceklerine dikkatimizi çekiyor.

Kur’an, ekolojik dengeyi korumayı ibadetlerin ön şartı olarak koymuştur. Hac ibadeti ekolojik dengeyi korumaya en fazla önem veren ibadetlerden biridir. Çünkü hac ve umre için Mekke’ye çok sayıda insan gelmekte ve bu durum oradaki doğal hayatı tehdit etmekteydi. Bugün bu sayı milyonları aşmaktadır. Hac veya umre için ihrama giren kimselerin, Harem dâhilinde hayvan öldürmesi, ağaçları kesmesi, otları koparması yasaktır. Bu yasak fiillerin İslâm hukukundaki adı cinayettir. Bu cinayetleri işleyen insanlar, mutlaka günahlarının affı için Rablerine yalvarıp yakarmak zorundadırlar. Tevbe, bu günahın affedilmesi için asıl şart iken, bundan başka bir de insanın sadaka vermesi dinî bir hükme bağlanmıştır. “Ey iman sahipleri! İhramda olduğunuz zaman av öldürmeyin. Sizden kim kasten onu öldürürse cezası şudur: Öldürdüğü hayvana denk deve-sığır, davar cinsinden, Kâbe'ye varacak kurbanlık bir hediye ki, içinizden adalet sahibi iki kişi belirleyecektir. Yahut yoksullara yedirme şeklinde bir keffâret, yahut buna denk oruç. Taki yaptığının vebalini tatsın. Allah, geçmişi affetmiştir. Kim bir daha yaparsa, Allah ondan öc alacaktır. Allah çok güçlüdür, öc alıcıdır.” (Maide 5/95) (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk)

Sünnette ekoloji
Sünnet; Peygamber Efendimizin fiilî olarak yaptıkları, sözlü olarak anlattıkları ve takrirlerinin hepsidir. "Sünnette ekoloji" derken, Allah Resûlünün, insanın yakın ve uzak çevresiyle, bu çevrenin temiz ve sağlıklı tutulması ve korunmasıyla ilgili fiilen yaptığı ve sözle ifade ettiği şeyler kastedilmektedir. Peygamber Efendimizin kendi devrinde çevreciliği bir ahlâk ve âdet hâline getirdiğini ve bunun için de çevreyle ilgili bizzat faaliyetlerde bulunduğunu görüyoruz. “Allah Mekke’yi haram bölge ilan etmiş ve dokunulmaz kılmıştır. Benden önce kimseye helâl kılınmamış ve benden sonra kimseye de helâl kılınacak değildir. Bundan sonra artık buranın otları biçilmez, ağaçları koparılmaz, av hayvanları ürkütülmez.” (Buhârî, Cenaiz, 77, II, 95.)
Peygamberimiz, Medine yakınlarında boş bir araziyi ormanlaştırmış ve: "Kim buradan bir ağaç kesecek olursa, onun karşılığı bir ağaç diksin." diye emretmişlerdir. (el-Belâzurî, Fütûhu'l-Buldân, Beyrut 1958, I,17)
Sıtma ve verem hastalıklarının kol gezdiği, belli ölçüde yeşillik olsa da, tam dengenin olmadığı Medine'ye hicret eder etmez, "Allah'ım! Hz. İbrahim, Mekke'yi haram bölge ilan etmişti. Ben de Medine'yi haram bölge ilân ediyorum." buyurmuştur. Haram bölgenin bugünkü karşılığı "sit alanı" veya "millî park"tır. Zîrâ Allah Resulü bunu izah ve şerh eden beyanlarında "Otları koparılmaz, ağaçları kesilmez, hayvanları öldürülmez." (Müslim, Hac 458) buyurmuşlardır.
Peygamberimizin önerdiği ve uyguladığı mesken tipi, tek katlı ve geniş odalardan oluşan ve odaları geniş bir avlu içinde veya etrafı bahçeli şekildedir. (Canan, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitte, İstanbul, II,84 vd.)
Peygamberimiz “Kim bir ağaç dikerse, Allah Teala o kimseye ağaçtan hâsıl olacak ürün ve fayda miktarınca sevap verir.” (Ahmet b. Hanbel, Müsned, 5/415.) buyurmaktadır.
"Bir Müslüman ağaç diker de bunun meyvesinden insan, evcil veya vahşî hayvan veya kuş yiyecek olsa, yenen şey onun için bir sadaka hükmüne geçer." (Müslim, Müsâkât 7,8-9; Buharî, Edeb 7.) "Her kim boş, kuru ve çorak bir yeri sulamak, ağaçlandırmak ve ekim suretiyle ıslah ve ihyâ edecek olursa, bu amelinden dolayı Allah tarafından mükâfatlandırılır." (el-Münavî, Şemsü'd-Din Muhammed Zeynü'd-Dîn Abdurraûf, Feyzu'l-Kadir, Beyrut 1972, VI,39.)
"Elinizde bir ağaç fidanı varsa, kıyamet kopmaya başlasa bile eğer onu dikecek kadar vaktiniz varsa, mutlaka dikin." (Buhari, el-Edebü'l-Müfred, Kahire,1959, s.168.) buyurmuşlardır.
İbn Ömer: "Allah Resûlü, hayvanlara işkence yapanlara lânet etti." (Buhari, Zebâih 25.) demiştir. Peygamber Efendimiz fazla yükten dolayı kalkamayan bir deve görünce: "Allah bu dilsizler (hayvanlar) hakkında hayırlı olmanızı tavsiye etmektedir, onlara güçleri ölçüsünde yük vurun." (el-Askalânî, İbn Hacer, Metâlibü'l-Âliye, Kuveyt 1973, II,156.) buyurmuştur.
"Haksız olarak bir serçeyi öldürenden, Allah kıyamet gününde hesap soracaktır." (Dârimî, Sünen, Kahire 1966, II,84.) buyurmuşlardır.
Kuşların yuvalarının bozulmamasını, yumurta (Buhari, el-Edebü'l-Müfred, s.139.)
ve yavrularının alınmamasını (Ebû Dâvûd Edeb 176.) da emretmiştir.
Görüldüğü gibi bu hadisler ve benzerlerinden, Peygamberimizin hayvanlara eziyet edilmemesini, onların temizlik ve bakımlarının yapılmasını, yaratılışlarına uygun işlerde kullanılmalarını, kendilerine fazla yük yüklenmemesini emrettiğini ve av yasağı koyarak insanların eğlence için avlanmalarını yasakladığını açıkça görüyoruz.
Bulaşıcı hastalıkların yayılmasını önlemek için karantina uygulamasını başlatması, (Buhari, Tıb 30.) hasta hayvanların sağlam hayvanların arasına karıştırılmaması gerektiğini bildirmesi, halkın geçeceği yol üzerine veya gölgelenip istifade edeceği yerlere ve durgun sulara abdest bozmayı (tuvalet ihtiyacını görmeyi) kesin olarak yasaklaması, herkese evinin önünü temizlemesini emretmesi, (İbn-i Kayyim, Şemsü'd-din, et-Tıbbu'n-Nebevî, 216, Kahire 1957, s.216.) yollarda insanlara eziyet veren şeyleri kaldırmaya teşvik etmesi, (Müslim, Îman 58.) suların, toprağın, havanın korunmasına ehemmiyet vermesi Peygamber Efendimizin çevre konusuna verdiği önemi anlatır. Ayrıca ısrarla israftan menetmiş, hattâ nehir kenarında abdest alan kimsenin, ibadet için bile olsa suyu israf etmesini yasaklamıştır. (İbn Mâce, Beyrut 1975, II,147; Beyhakî, Sünen-i Kübrâ, I,197.)

Temizlik
İslâm, temizliğe büyük önem vermiş, onu bir kısım ibâdetlerin vazgeçilmez şartı, öncülü ve anahtarı yapmıştır. İslâm’da temizlik, insanın günahlardan, haramlardan uzak durması ve yaşadığı yeri, bedenini, elbisesini temiz tutması anlamına gelir. Peygamberimiz şöyle buyurur: "Namazın anahtarı tahâret, başlangıcı tekbir, tamamlayıcısı da selamdır." (İbn.Mace Taharet 3)
Temizlik bâzı ibâdetlerin ön şartıdır: ”Bugün, hayatın bütün temiz şeyleri size helâl kılınmıştır. Ve daha önce kendilerine vahiy verilenlerin yiyecekleri de size helâldir, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir...” (Maide 5/5) (Çeviri: Muhammed Esed)
"Hatırlayın nasıl olmuştu hani, katından bir güvence olarak, sizi bir iç huzurunun kuşatmasını sağlamış ve gökten üzerinize su indirmişti ki onunla sizi arındırsın, şeytanın kirli vesveselerinden kurtarsın; kalplerinizi güçlendirip adımlarınızı sağlamlaştırsın." (Enfâl 8/11) (Çeviri: Muhammed Esed)
"Eğer müminlere güçlük verecek olmasaydım, onlara her namaz için misvak (ağız temizliği için kullanılan malzeme) kullanmayı emrederdim." (Buharî, Cumu'a 8; Müslim, Tahare, 42);
"Yemekten önce ve sonra el yıkamak yemeğe bereket getirir." (Tirmizî, Et'ime, 29)

Elbise temizliği
“Temizle giysilerini.“ (Müddesir 74/4) (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk)
“Ey ademoğulları! Tüm mescitlerde süslü, güzel giysilerinizi kuşanın. Yiyin, için fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez. “ (Araf 7/31) (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk)
Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi müminlerin daima temiz ve bakımlı olmaları ve her konuda olduğu gibi en iyisini aramaları Allah'ın beğendiği bir tavırdır.

Yaşanan yerlerin temiz tutulması
Kendilerini ve giyimlerini temiz tutan Müslümanlar, aynı şekilde yaşadıkları ortamların düzenine de son derece titizlik göstermelidirler. Kur’an'da bu konuda verilen örneklerden birisi Hz. İbrahim ile ilgilidir. Allah Hz. İbrahim'e Kabe'yi, orada ibadet edecek olan müminler için temiz tutmasını emretmiştir: "Çünkü, İbrahim'e bu İbadet Evi'nin kurulacağı yeri gösterdiğimiz zaman ona demiştik ki: "Bana kimseyi ortak koşma. Ve Benim Mabedimi, onu tavaf edecek olanlar için, onun önünde Rablerini tazim ve tefekkür ederek dikilip duranlar için, saygıyla eğilenler ve yere kapananlar için temiz tut."(Hac 22/26) (Çeviri: Muhammed Esed)
Ayetin ifadesinden de anlaşıldığı gibi, Allah bu temizliğin öncelikle o mekânı kullanacak ve orada Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla ibadet edecek olan kimseler için yapılmasını bildirmiştir. Bu nedenle Hz. İbrahim'den sonra gelen tüm müminler de aynı onun uyguladığı gibi, yaşadıkları mekânları temiz, estetik ve göze en hoş gelecek şekilde muhafaza etmek zorundadırlar.

Yiyeceklerin Temiz Olması
Müminlerin, İslâm ahlâkının bir gereği olarak titizlik gösterdikleri bir başka konu da yiyeceklerin temiz olanlarını seçmeleridir. Bu, Allah'ın Kur’an'da müminler için bildirmiş olduğu bir emridir. Bu konuya dikkat çeken pek çok ayetten birkaçı şöyledir:
"Size rızık olarak verdiklerimizin en temizlerinden yiyin, dedik ... "(Bakara 2/57) (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk)
"Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır." (Bakara 2/168) (Çeviri: Diyanet Vakfı)

Mekan temizliği
Müslümanların bulundukları evleri ve işyerlerini temiz tutmaları emredilmiştir. Peygamberimiz şöyle buyururlar: ”Allah güzeldir, güzeli sever. Temizdir, temizi se¬ver. İkramedicidir, ikram edilmesini sever. Cömerttir, cömertliği sever. Evlerinizi, işyerlerinizi ve çevrenizi temiz tutunuz.” (Et-Tıbbün Nebavi s.216)
Dinî ölçüler halk sağlığını tehdit eden lâğımla¬rı açıkta bırakmanın haramlığını da açıklamaktadır.
İnsanın kullandığı her türlü eşyası, evi, sokağı, bahçesi, işyeri, camisi, okulu, hastanesi, umuma ait yerleri tertemiz olmalıdır. Temiz tutmayanlar ikaz edilmelidir. Bilhassa hava, deniz ve toprak kirletilmemeli, kirletene de mani olunmalıdır. Kur’an’da “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” (Bakara 2/195) (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk) ikazı çevreyi yaşanmaz hale sokanlar kadar buna mani olmayanlar için de geçerlidir. Dünyamızı kendi bencillikleri sebebiyle kirleterek yaşanmaz hale sokanlar, ilahi adalet günü hesap vereceklerdir.

SONUÇ
1. Kur’an her şeyin bir ölçü içerisinde yaratıldığını söyler ve bu ölçünün insanlar tarafından bozulmaması gerektiğini sık sık vurgular.
2. Kur’an israfı ve fesadı yasaklar, doğal kaynakların sorumsuzca tüketilmesi ve tahrip edilmesini israf ve fesad olarak değerlendirir.
3. Doğanın kirletilmemesini, canlıların öldürülmemesini, ekolojik dengenin bozulmamasını tembih eder.
4. Kişisel temizlikten işyeri, sokak ve çevre temizliğine varıncaya kadar her yerin ve her şeyin temiz tutulmasını emreder.
5. Kur’an her türlü temizliği ve canlılara zarar vermemeyi ibadet olarak görmüş ve bazı ibadetlere de ön şart olarak koymuştur.
6. Kur’an; güzel ahlâk kitabıdır, bireysel ve toplumsal ahlâkı geliştirmeyi hedefler, iyi insan yetiştirme projesidir. Çevre ahlâkı da Kur’an’ın güzel ahlâk sahibi, iyi insan projesinin içinde yer alır.
7. Peygamberimiz Kur’an’ın bu buyruklarını bizzat uygulayarak sahabesine örnek olmuştur.
Kaynakça
1. Bk. Zemahşeri, el-Keşşflf, III, 224. Vurgu ve ilaveler bize aittir. B k. Zemahşeri, el-Keşşflf, III, 224.
2. Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, VI, 3833.
3. Tantavi, Cevheri, el-Cevfihir, Mısır 1931, XV, 77; Meniği, Tefsiru'l-Merfiği, XXI, 55.
4. Buhârî, Cenaiz, 77, II, 95.
5. el-Belâzurî, Fütûhu'l-Buldân, Beyrut 1958, I,17
6. Müslim, Hac 458
7. Canan, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitte, İstanbul, II,84 vd.
8. Ahmet b. Hanbel, Müsned, 5/415.
9. Müslim, Müsâkât 7,8-9; Buharî, Edeb 7.
10. el-Münavî, Şemsü'd-Din Muhammed Zeynü'd-Dîn Abdurraûf, Feyzu'l-Kadir, Beyrut 1972, VI,39.
11. Buhari, el-Edebü'l-Müfred, Kahire,1959, s.168.
12. Buhari, Zebâih 25.
13. el-Askalânî, İbn Hacer, Metâlibü'l-Âliye, Kuveyt 1973, II,156.
14. Dârimî, Sünen, Kahire 1966, II,84.
15. Buhari, el-Edebü'l-Müfred, s.139.
16. Ebû Dâvûd Edeb 176.
17. Buhari, Tıb 30.
18. İbn-i Kayyim, Şemsü'd-din, et-Tıbbu'n-Nebevî, 216, Kahire 1957, s.216.
19. Müslim, Îman 58.
20. İbn Mâce, Beyrut 1975, II,147; Beyhakî, Sünen-i Kübrâ, I,197.
21. İbn.Mace Taharet 3
22. Buharî, Cumu'a 8; Müslim, Tahare, 42
23. Tirmizî, Et'ime, 29
24. Et-Tıbbün Nebavi s.216