17 Ekim 2019 Perşembe

SURİYE ÜZERİNE; ALLAH VAR GAM YOK





 RÜŞTÜ KAM

2019  Berlin
Suriye’nin Dera şehrinde iki bayan doktor telefonla konuşurken; “Hüsnü Mübarek düşmüş, darısı bizim başımıza...” şeklinde niyetlerini dile getirirler. Telefonları istihbarat tarafından dinlenen bu iki kadın doktor, tutuklanır ve ceza olarak saçları sıfıra vurulur. Bunun üzerine, kadınların ve akrabalarının çocukları, duvarlara “Halk, düzenin yıkılmasını istiyor” sloganını yazarlar. Bu slogan Arap Baharı’nın sloganıdır.

‘Arap Baharı’, 17 Aralık 2010’da Tunus’ta 26 yaşındaki Muhammed Buazizi’nin valilik binasının önünde kendini yakmasıyla başlar. Buazizi üniversite mezunudur ama işsizdir. Seyyar satıcılık yaparak ekmek parasını kazanmaktadır. 17 Aralık günü zabıtalar izinsiz satış yapamayacağını Buazizi’ye sert bir dille söylerler. Tartışma başlar aralarında. Zabıtalar Buazizi’nin tezgahını devirirler ve Buazizi’yi de iyice pataklarlar. Buazizi’nin ağırına gider sokak ortasında dövülmek, gençliğine yediremez olayı. Bir bidon benzin alarak doğru valiliğin önüne gider ve bu firavun rejimini protesto için kendini yakar. Halk yaşanan bu olayla birlikte adeta çılgına döner ve sokaklara dökülür. 18 Aralık’ta Tunus’ta büyük bir protesto başlar.
Buazizi’nin giriştiği bu eylemle beraber Arap dünyası bir anda değişir ve taşlar yerinden oynamaya başlar. Arap Baharı’nın fitili ateşlenmiştir. Birçok Arap ülkesi, Tunus’tan etkilenip özgürlük için savaşmaya başlamıştır. Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Ürdün, Yemen gibi ülkeler Arap baharından etkilenen ülkelerdir. Sloganı da “Halk, düzenin yıkılmasını istiyor.”

14 Ocak 2011 tarihinde Zeynel Abidin’in ülkesinden kaçmasına sebep olan Arap Baharı 1981’den beri Mısır’da devlet başkanlığı koltuğunu işgal eden Mısır Firavunu’nu da 11 Şubat 2011’de koltuğundan eder. Hüsnü Mübarek’in istifasını duyan Aynı dertten muzdarip Suriyeli doktorlar da Esad için bir temennide bulunurlar. Rejim kafalarını usturayla tıraş ederek cezalandırır. Annelerinin saçlarının kesilmesine kızan çocuklar da o gün moda olan o sloganı duvara yazarlar. “Halk, düzenin yıkılmasını istiyor.”

Okulun müdürü bu çocukları hemen istihbarata şikâyet eder. Çocuklar içeri alınır ve çok ağır işkencelere maruz bırakılırlar. Çocuklar içeri alınınca, Dera bölgesindeki aşiretlerin reisleri, Dera’nın istihbarat sorumlusuna gider ve bu çocukların bırakılmasını isterler. Ancak rejimin askerleri kendilerine hakaretlerle cevap verirler. Ve halk sokağa dökülür. “Halk, düzenin yıkılmasını istiyor.” Sloganları bu sefer Suriye sokaklarında uçuşmaya başlar. Dera’da yer yerinden oynar.
Güvenlik güçleri göstericilerin üzerine rastgele ateş açar ve 4 gösterici öldürülür. Kısa sürede bu olay sosyal medya üzerinden bütün Suriye‘ye yayılınca. Halk, Beşar ‘in tahttan inmesini sokaklara çıkarak yüksek sesle bağırmaya başlar. Beşar Esad halkı sükunete davet etme yerine üzerlerine ateş açar. Yakaladıklarını hapse atar, işkence makineleri çalışmaya başlamıştır.

Esed çıldırmıştır, elinde bulunan kimyasal silahlarını, misket bombalarını, varil bombalarını halkının üzerine boşaltmaya başlar. Hastane, pazaryeri, toplu iskân mahalleri ateşe verilir. Bu acımasızca yapılan toplu imha hareketi Birleşmiş Milletler’in devreye girmesini sağlar. Ancak dağ fare doğurur!

Türkiye olup bitenler konusunda Beşar Esed ile görüşür, olacaklar bir bir Esed’e anlatılır. Bu görüşmelerden sonuç alınamaz. Derken "ip puştun eline geçer" , mal bulmuş mağribi gibi hemen olayın üzerine atlar. Atlayan Amerika Birleşik Devletleri’dir. Esed karşıtlarının yanında yer alır. Muhalifleri silahlandırır. Esed’ın hemen tahttan çekilmesini ister. Bir taraftan da Türkiye ile iş birliği içine girer ve Amerika’ya güvenen Stratejik Derinlik kitabının yazarı Başbakan Ahmet Davutoğlu Amerikalılara güvenerek birkaç hafta içinde Emevi Camii’nde Cuma namazı kılacağını bütün dünyaya ilan eder.

Bu arada, birdenbire nereden çıktığı belli olmayan terör örgütleri peydahlanmaya başlar. Kendisini IŞİD diye adlandıranlar vardır, PYD diye adlandıranlar vardır, YPG diyen adlandıranlar vardır, rejimin askerleri diye adlandıranlar vardır. Hepsi Suriye topraklarında pıtrak gibi boy gösterirler. Aba ile ürküt değnek ile say. Sonradan ortaya çıkar ki; bu örgütlerin hepsinin arkasında Amerika vardır, Avrupa ülkeleri vardır. Tavşana kaç, tazıya tut anlayışı.

Türkiye bu olayı fark edinceye kadar "su köprüyü bölmüştür." Geç de olsa yaptığı yanlışlıktan geri adım atarak inisiyatif alır. Özgür Suriye Ordusu ile birlikte çalışmaya karar verir. Bu arada Suriye’deki Türkmenler soykırıma tabi tutulmak istenir. Türkiye bu konuda duyarsız kalmayı yapılan katliamlara seyirci kalmak olarak düşünür ve gerekeni yapar. Ancak içerideki hainlerin MİT tırları kumpasıyla açığa çıkar.
Bu sisli havadan istifade etmek isteyen Rusya, “Rejim beni davet etti.” diyerek Esad’ın yanında yer alır ve koltuktan düşmek üzere olan Esad’ı son anda yakalar. Esed de, "mal bulmuş mağribi gibi" sarılır Putin’e. Belki de denize düşmüştür. Putin Suriye hakkında yüksek perdeden konuşmaya başlar, “Ben de dünyanın jandarmasıyım.” der gibidir. Bir taraftan konuşurken öbür taraftan Suriye hava sahasını da işgal eder, burası benim sorumluluğumdadır kimse gelemez havasındadır. Köpeksiz köy bulmuş da değneksiz dolaşır. Bu arada sebebi belli olmayan bir şekilde Türkiye hava sahasına da girilir. Türkiye o kadar da uzun değil diyerek, kendi hava sahasını ihlal ettiğini söyler ve Rus uçağını düşürür. Hemen sonrasında da Rusya’nın Ankara Büyükelçisi, Ankara’nın göbeğinde polisin koruması altındayken o polis tarafından öldürülür. Moskova, Türkiye ilişkilerini askıya alır. İşler Arap saçına dönmüştür. Ayıklayabilene aşkolsun.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Amerika’dan ümidini kesen Türkiye, Rusya ile flört etmek için zemin araştırma çabasına girer. O da denize düşmüştür. Türkiye’nin çabaları Putin tarafından karşılıksız kalmaz. Sonrasında Putin ve Erdoğan kanka olurlar. Rusya’dan S 400 füzeleri için anlaşma bile yaparlar. Amerika Türkiye’den bu kadarını beklemediği için şok olur. Bir şeyler yapmak için harekete geçer, içerideki işbirlikçileriyle birlikte kolları sıvar ve ilk iş olarak Gezi parkındaki (İstanbul) bir ağacın kesilmesini bahane ederek Türkiye’yi hizaya getirmek ister. 27 Mayıs 2013.

Bu atak geri teper, hızını alamayan Amerika 17-25 Aralık kumpası ile ekonomiyi çökertmek ister, bu da olmayınca Fetö terör örgütü ile 15 Temmuz kalkışmasını devreye sokar. 15 Temmuz 2016. Türkiye umulmadık bir şekilde bu tezgâhı da bozar. Halk sokaktadır. Türkiye’yi kolay lokma sananlar bu sefer de başlarını taşa çalmışlardır. Bu arada Türkiye’ye Suriye’den 5 milyona yakın mülteci gelmiştir. Ancak diplomatik çalışmalar da devam etmektedir. Hükümette de sıkıntılar vardır. Atılan taşlar hedefine varmamaktadır. Erdoğan bu olayı "metal yorgunluğu" olarak açıklar. İşe başbakandan başlar. Fetöcülerle ve Almanya ile dirsek temasında olan Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bileti kesilmiştir. Beklenmedik bir aparkat ile nakavt edilir.

Bir taraftan dışardakiler bir taraftan da içerdeki yandaşları Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışırlarken Türkiye bir hamle daha yapar. Fırat Kalkanı, Pençe ve Zeytin Dalı harekatlarıyla terör örgütünün topuğuna sıkar. Bu beklenmedik bir hamledir.
Türkiye’yi eskisi gibi kolay lokma sanan Avrupa ve Amerika Türkiye’nin bu çıkışları karşısında boş durmazlar. Tırlar dolusu envaiçeşit silahı Suriye’ye yığmaya başlarlar. Adres YPG/PYD/PKK/DEAŞ. Avrupa’nın destek verdiği Amerika geriye çekilirken bu silahlar terör örgütlerinin elinde kalacak ve onlar Türkiye’ye son vuruşlarını yapacaklardır. Kazanırlarsa ne âlâ, kazanmazlarsa Avrupa ve Amerika silahlarını satarak zaten kazanmıştır. Amaç silah satmak değil midir…
Bütün bu olanları konulu film gibi seyreden Türkiye halkı anlayacağını anlar. Herkes eteklerindeki taşları döker ve devletiyle bütünleşir. Siyasi partiler de işin vahametini anlamış ve kerhen de olsa tek yürek olmuşlardır.
Suriye’de iç savaş kızışınca bir taraftan İran, Öbür taraftan Rusya da oyuna dahil olur. Türkiye’nin Suriye tarafından bir uçağı düşürülür. Türkiye bu konuda araştırmalar yapsa da neticede sessiz kalmayı tercih eder. Konjonktür gereği diyelim.
Esed’in zulmü dayanılmaz hale gelince ve kimyasal silahlar da kullanılarak halk katledilmeye başlanınca ABD, Suriye'nin Guta kasabasındaki kimyasal saldırıdan Esed rejimini sorumlu tuttuğunu söyler ve askeri saldırı kararı verdiğini açıklar. Bu açıklamanın hemen ardından ABD, İngiliz ve Fransız savaş uçakları Suriye hedeflerini vurmaya başlar. Onlara da bir kemik düşecektir elbet.

Bu duruma seyirci kalmak istemeyen Rusya'nın ilk tepkisi sert olur, yoksa Deli Petro’ya ayıp olacaktır. Sıcak denizlere inmeye ramak kalmıştır. “ABD uluslararası normları çiğnedi” der. Putin'in, operasyonu kınama açıklamasının hemen ardından, ABD ye Almanya'dan destek açıklaması gelir. Merkel "Operasyonu sonuna kadar destekliyoruz" der. Fransa Savunma Bakanlığı ise Suriye’ye yönelik düzenlenen hava operasyonunda füzelerin ilk fırlatma anını gösteren görüntüleri paylaşır. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ise "İran Suriye'nin arkasındadır" ifadesini kullanır. Kargalar leşe üşüşmeye başlamışlardır.
Sonuç, sonuçta 20 milyonluk Suriye’nin 8 milyonu mülteci durumuna düşer ve 1 milyona yakın insan ölür. Şehirler harabeye döner. Var olan tarihi eserler Suriye’den kaçırılır. 8 seneden beri güvenli bölge güvenli bölge diye bağıran ve dilinde tüy biten Erdoğan Suriye’deki tepişmelerden sonuç alamayacağını anlayınca “bir gece ansızın gelebiliriz” der ve besmeleyi çeker, dediğini de yapar, “Ya Allah bismillah”.

Türkiye’nin kararlılığını gören Avrupalılar, koro halinde, Türkiye’ye silah satmayacağız, ekonomik yaptırımlarla Erdoğan’a haddini bildireceğiz, Türkiye Kürt halkını öldürüyor diyerek gece gündüz vakitli vakitsiz ciyak ciyak bağırmaya başlarlar. 1 milyon Suriyeli öldürülürken, 8 milyon Suriyeli mülteci durumuna düşerken, ölüm korkusundan güvenli bir yer bulmak amacıyla çoluk çocuğuyla birlikte aç susuz denizlerde o insanlar boğulurken ses çıkarmayan Avrupalılar, Amerikalılar, sahtekâr Arap ülkeleri; nedense Türkiye kendi sınırını korumak amacıyla uluslararası hukuktan doğan meşru hakkını kullanmaya kalkınca, "kıçı tutuşmuş tazı gibi" oradan oraya saldırmaya başlarlar. Bunlar demokrasi havarileridir(!). İnsan hakları savunucularıdır(!). Teröre ve teröriste mesafeli insanlardır(!). Ulaşmak için yönlendirildiğimiz muasır medeniyetin(!) mensuplarıdır… ”Medeniyet denilen canavar” cümlesinin cuk diye oturduğu muasır medeniyetin mensuplarıdır… Türkiye bunları Çanakkale’den, Balkanlar’dan, Trablus’tan, Yemen’den, Kars’tan, Batum’dan, Kût’ül-Amâre’den çok iyi tanır. Bunlar onların 21. Asırdaki versiyonudur…Bunların onlardan farkı, onlar öldürmeye geliyorlardı ve öldüreceklerini de söylüyorlardı. Bunlar yılışıklar, sırıtarak yanınıza kadar geliyor ve hançerini saplıyorlar…Kalleşler…Ulaşmamız gereken Muasır medeniyeti temsil ediyorlar…

Haydi o tazıların kıçları tutuştu da saldırmaya başladılar Türkiye’ye diyelim, ya bizimkilere ne demeli. “Türkiye’nin ne işi var orada”, “bu iş diplomasi ile çözülmeliydi”, “bütün kapıları yüzümüze kapattırdık”, “şimdi ne yapacağız”, “Erdoğan diplomasi ne demektir bilmiyor”, “ … ile masaya oturmak lazımdır…” Aman Allah’ım hepsi ağız birliği etmiş ve ekmeğini yediği, suyunu içtiği, havasını teneffüs ettiği o güzelim ülkeyi, yabancılara peşkeş çekmek için çemkiriyorlar. Allah’ım ne olur yardım et bu aziz millete…

Ve sonunda Allah’ın yardımı ulaşıyor. Daha fazla kan dökülmeden ABD ile masaya oturuluyor ve ABD teröristlerin geriye çekileceğine dair söz veriyor. 13 maddelik bir anlaşma yapılıyor. Bu anlaşma güzel bir anlaşmadır, anlamlıdır, Allah’ın tavsiyesine de uygundur. “…Eğer barış isterlerse barış yolunu seçin…”
Evet, Arap Baharının sebepleri arasında; siyasi yozlaşma, ifade kısıtlaması, gıda enflasyonu, usulsüzlükler, gelir dağılımındaki adaletsizlik, diktatörlük ve kötü yaşam koşulları vardır. Birçok kişinin hayatını kaybettiği bu özgürlük savaşını kimin kazandığı hala belli değildir.

Şimdi ne yapacak o çemkirenler, hani Türkiye orayı işgal etmek için gidiyordu, hani Türkiye kana susamış vampirdi, hani Türkiye sivilleri öldürüyordu…

Galip olan ancak Allah’tır. Allah var gam yok…Onlar istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır…
“Allah’ım içimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri de helak eder misin?”

Sloganı tekrar hatırlayalım; “Halk, bozuk düzenin yıkılmasını istiyor...”


30 Eylül 2019 Pazartesi

DİYANET İŞLERİ BAŞKANI’NA AÇIK MEKTUP 2019


-Sayın Başkan; Diyanet İşleri Başkanlığı halkımızın itibar ettiği saygın bir kurumdur. Yayınlanan eserler bu saygınlığa gölge düşürmemelidir. Din Şuralarında alınan kararlar hayata geçirilmelidir. Kur’an’ı bir kenara bırakıp sadece hadisler ile amel edilip edilmeyeceği halka anlatılmalıdır. Tarikatlara, cemaatlere ve siyasi kişiliklere göz kırpılmamalıdır. Hatır için susulmamalı ve konjonktüre göre fetvalar verilmemelidir. Cuma hutbeleri halkın ihtiyacı göz önünde bulundurularak ihtiyaca cevap verecek netlikte hazırlanmalıdır. Ebû Hanife Allah ile aldatma yolunu seçmediği için zindanda kırbaç altında ruhunu teslim etmiştir. İlim ehli, heva ve hevesiyle değil Kur’an’a dayalı delillerle konuşmak ve yazmak mecburiyetindedir-
 

 

DİYANET İŞLERİ BAŞKANI’NA AÇIK MEKTUP


Rüştü Kam 
2019

Sayın Başkan; 26.09.2019 tarihinde www.ha-ber.com internet gazetesindeki köşemde, “Denizli Tarikatçılar tarafından parsellenmiş” başlıklı bir yazı yazdım.  Yazıdan bir bölümü şöyle: “Denizli tarikatların cirit attığı bir şehir haline gelmiş: Menzil cemaati, İskender Paşa cemaati, Topbaş cemaati, Süleyman Efendi cemaati, Nur cemaati (Fetöcüler), İsmail Ağa cemaati, Mir cemaati, Kepenek cemaati v.s.
Bu cemaatlerin hepsi faal durumdaymış. Bunlardan bir tanesi var ki Fetöden sonra oldukça tehlikeli gibi duruyor. İskender Paşa cemaati. Başlarında Mustafa Cevat Akşit var. Kendisi benim İmam-Hatip Lisesi’nden hocamdır. Kopya çekmeyelim diye masaların üzerinde ayakkabısıyla yürüyerek öğrencileri kontrol ederdi.

Şimdilerde Denizli İlahiyat Fakültesi’ni ele geçirmeye çalışıyormuş. Pamukkale Üniversitesi Rektörü Hüseyin Bağ da kendisine yardım ediyormuş. İlahiyat Fakültesi’nin dekanı Abdulhamit Birışık aynı tarikatın üyesi imiş. Cevat Akşit kendisinin köyü olan Yatağan da bir bina yaptırmış tarikat üyelerine. Ve o binayı da İlahiyat Fakültesi’nin Yüksek Lisans yapacak olan öğrencilerine tahsis etmişler. Denizli’ye 51 km. mesafedeki bir köy Yatağan. Fakülteden ve fakültenin imkanlarından, alt yapısından uzak bir mesafede. Tarikat öğretisi ve eğitimi için yüksek lisans öğrencilerinin fakülteden uzak olması gerekiyor galiba. Ortalıkta dolaşan söylentilere göre öğrencilere devletten alacağı kredinin haricinde 3.000 TL.ve artı ev kirası verilecekmiş.

Haydi Cevat Akşit böyle bir yola tarikat çıkarı için tevessül etti diyelim; peki üniversite Rektörü Hüseyin Bağ bu işe nasıl onay verdi? Asıl sorulması gereken soru bu olmalı.
Anlaşılan Denizli halkının Mehdilerle olan ilişkileri yeni başlıyor. İşlerini Mehdilere bırakanlar çok kısa bir zaman sonra karşılarında DEAŞ militanlarını bulabilirler. 15 Temmuz’un üzerinden daha 2 sene geçti. Geçmişten ders almak gerekmez mi, ne dersiniz?”

Sayın Başkan, bu yazıyı okuyan Güngör Kesimli isimli okuyucu, bana cevaben şu şekilde bir ifade kullanıyor ve İsa Ün de Güngör Kesimli ’ye kullandığı bu ifadeden dolayı teşekkür ediyor: “Deccalda gelecek, Hz. İsa’da gökten inecek, bunu ben demiyorum. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları tarafından yayınlanan İlmihalde böyle yazıyor” diyor ve o bölümü alıntı yapıyor. Sonra da “ben buna inanmayacağım da yolunu sapıtanların dediklerine mi inanacağım” diye saldırgan bir tavır alıyor.

İlmihaldeki alıntı Hz. Îsâ'nın Gökten İneceği ile ilgili. Kıyamet alametleri bölümünde geçiyor. Büyük alametlerin içinde zikrediliyor: Konuyla ilgili bir Hadis rivayetine de yer verilmiş: "Kıyametten önce on alâmetleri görmediğiniz sürece dünyanın sonu gelmez" ve sonra da bu alâmetler sıralanmış. (Müslim, “Fiten”, 39; Ebû Dâvûd, “Melâhim”, 11; İbn Mâce, “Fiten”, 28)

İlmihalde, alametlerin içinde, “Hz. Îsâ kıyametin kopmasına yakın gökten inecek, insanlar arasında adaletle hükmedecek, Peygamber'in dini üzere amel edecek, deccâli öldürecek, sonra da ölecektir.” (İlmihal, iman ve ibadetler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları s.123,124) bilgisine de yer verilmiş.

Vatandaş haklı, koskoca Diyanet Vakfı’nın yazdığı ilmihal kitabı. Orada yanlış bilgi olmaz. Vatandaş haklı, evet orada yanlış bilgi olmamalı. Ama oluyor. Olmuş.

Hemen gözümüzü aynı vakfın yayınlarından İslâm Ansiklopedisine çevirelim, bakalım orada aynı konularla ilgili neler yazıyor. Güngör Kesimli konuyu bir de ansiklopediden okusaydı, çelişkiyi zaten kendisi fark edecek ve bu kadar da olmaz diyecekti. Koskoca Dil Tarih Coğrafya Fakültesi mezunu adam. Yıllarca devlet dairelerinde yöneticilik yapmış. O kadarını da anlardı. Ve ben de sapık olmaktan kurtulurdum.

İslâm Ansiklopedisindeki Hz. İsa ile ilgili verilen bilgiler aynen şöyle: ”Tefsir ve akâid kaynaklarında Hz. Îsâ’nın kıyamete yakın bir zamanda dünyaya ineceği ve onun sayesinde Hıristiyanlığın teslis akidesinin (Allah-Ruhu’l-Kudüs-Îsâ ), İslam’ın tevhid akidesine dönüşeceği ifade edilmekle birlikte, bu görüş sadece Hz. Peygamber (s.a.s.)’e atfedilen haberlerde yer almaktadır. Özellikle son devir İslam âlimlerinin bir kısmı, Kur’an-ı Kerim’de açıkça yer almamış olması nedeniyle, Hz. İsâ’nın yeryüzüne inişi hadisesini farklı yorumlamakta, ilgili hadisleri ya zayıf addetmekte ya da Hz. Îsâ’nın inişini onun getirdiği tevhidî çizginin yeniden hâkim olması şeklinde te’vile tabi tutmaktadırlar. “(DIA, İsl’am Ansiklopedisi, İsa maddesi)

Ve açıklama devam ediyor: “Kur’an’daki açık bilgilerle çelişen bu tür rivayetlere dayanarak bir inanç oluşturmak kelâm metodolojisi açısından isabetli görünmemektedir. Tedvin döneminde Hristiyan kültürüyle karşılaşmanın bir sonucu olarak nüzûl-i Îsâ inancının İslâm akaidine girmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Zira Hz. İsa’nın insanların aslî günahını affettirmek için kendini feda ettiği ve Tanrı hükümranlığını kurmak üzere dünyaya yeniden döneceği inancının Hristiyanlara ait bir akîde olduğu bilinmektedir.” (DIA, İslam Ansiklopedisi, İsa maddesi)

Sayın Başkan, 2014 yılında 5. Olağan Din Şûrası yapılmış. Orada Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan şu tespitleri yapmış: “Şunu da üzülerek ifade etmek durumundayım; sahte hocaların, sahte dindarların adeta toplumu zehirlemek için yaptıkları mücadele bu ülkede maalesef desteklenmiştir. Hatta teşvik edilmiştir. Resmî ideolojinin dar kalıpları içinde kalan sözüm ona alimler teşvik edilmiş, sırtları da sıvazlanmıştır. Vatanına ihanet şebekesi kuran, din adamı maskesi altındaki şarlatanlar, ulusal ya da uluslararası teşviklere mazhar olabilmiştir. Dini özünden, ruhundan koparmaya çalışan, dini sinsice çarpıtmaya çalışanlar, dini bu noktada özel menfaatlere dönüştürmeye çalışanlar, ekranlar yoluyla bu ülkede, imkanlarına imkân katmışlardır.
Bütün bunların karşısında samimi şekilde, hasbi şekilde Allah'tan korkarak, ilim erbabı olmanın sorumluluğunu idrak ederek konuşanlar, yazanlar, mücadele edenler, en ağır baskılara, en ağır zulümlere, maruz bırakılmışlardır."

5. Din Şurası’nda alınan kararlardan bazıları oldukça çarpıcı: “Çağımızda dini görünümlü baskı, şiddet ve vahşet üreten, dini duyguları istismar eden, hakikati sadece kendinde gören, hedefine ulaşmak için her yolu mübah sayan, dini hizmetleri güç devşirmeye ve çıkar sağlamaya matuf bir araca dönüştüren, dini değerleri hiçe sayarak pragmatist tutumu esas alan ve bütün Müslümanları derinden yaralayan bu tutum ve davranışlara karşı toplumsal bir bilinç geliştirilmeli ve bunun gereği olarak insan yetiştirme süreç ve mekanizmaları yeniden gözden geçirilmelidir.''

Başka bir maddede de şu ifadelere yer veriliyor: ''Bilhassa tasavvufi düşüncenin kurumsallaşmasıyla oluşan bazı yapılar, zaman zaman etki alanlarını güçlendirme adına pragmatizme kayabilmekte ve varlıklarının devamı için dünyevi kaygılarla hareket edebilmekte, kurumsal güç ve çıkar güdüsü bireyin manevi tezkiyesinin önüne geçebilmektedir. Bu bakımdan istismarların önlenebilmesi için toplumsal bilinç ve farkındalığın artırılması yönünde çalışmalar yapılmalıdır.''

Sayın Başkan, 5. Din Şurası’nda alınan bu kararlar uygulamaya geçebilseydi; belki 15 Temmuz darbesi olmazdı. Diyanetin aymazlığı yüzünden 15 temmuz darbesi oldu. Ve hemen arkasından 3-4 Ağustos 2016 tarihlerinde Din Şûrası Ankara’da olağanüstü toplandı. Darbeyi yapanların mehdi ve Hz. İsa’nın geleceği inancıyla beslenen dini bir cemaat olduğu ortaya çıktı. Bu cemaati ve cemaatleri elbette diyanet besledi, büyüttü ve palazlandırdı. Güngör Kesimli de Diyanet İlmihalinden beslenenlerden. Ben onun iyi niyetli ve samimi olduğuna inanıyorum.

Bu toplantıdan sonra 20 maddelik bir sonuç bildirisi yayınlandı. Maddelerden bir tanesi aynen şöyle:
“Tarih boyunca toplumun güvenliğini tehdit eden mehdici-mesihçi ve hurufi-bâtınî karakter arz eden pek çok fitne ve fesat hareketi ortaya çıkmıştır. Sır, gizem, adanmışlık, karizmatik kişilik gösterisi ve takiyyecilik/çift şahsiyetlilik bu hareketlerin en bariz özelliği olmuştur. Modern zamanlarda ise bu tür hareketler, uluslararası siyasal mühendisliklerin güdümünde İslam toplumlarının parçalanması ve sömürülmesinin birer aracı olarak kullanılmışlardır. “

Haksızlık da etmeyelim, Diyanet Vakfı’nın yayınladığı İslâm Ansiklopedisi’nde olağanüstü Din Şurası’nda alınan kararlara benzer açıklamalar var:
“Mehdî inancı, dinî deliller açısından sübut bulmamasının ötesinde İslâm tarihinin akışında birçok olumsuzluğun kaynağı olmuştur. Siyasî iktidara göz diken pek çok kimse mehdî olduğu iddiasıyla ortaya çıkıp Müslümanların sosyal birliğini parçalamış ve savaşlara yol açmıştır. Hareket noktası olarak ileri sürülen iddiaların aksine mehdî inancı insanların zulme karşı eyleme geçmesini sağlamak şöyle dursun harekete geçilmesini engellemiş, kitleleri mehdîyi beklemeye itmiş, zulmü mehdî dışında birinin yok edemeyeceği düşüncesini zihinlere yerleştirmiş ve Müslümanları çözümsüzlüğe sürüklemiştir.” (bk. MEHDÎLİK). (DIA, İslam Ansiklopedisi, Mehdi maddesi)

Ancak bu tespitler, merkezden gönderilen ve bir anda bütün Türkiye’nin beslendiği din görevlisinin okuduğu hutbelerde yok. İlmihallerde yok. O hutbelerde Hz. İsa’nın gökten ineceği okunuyor. Türkiye’nin en ücra köyündeki din görevlisinin elinde o ilmihal var. 90 bin camide görev yapan din görevlisi o ilmihalden besleniyor.

Sayın Başkan, görüldüğü gibi, İslâm Ansiklopedisinde Hz. İsa ve Mehdi ile ilgili olumsuz bilgiler verilirken, Diyanet vakfının bastığı İslâm İlmihalinde Hz. İsa’nın geleceğinden bahsedilmektedir. Kıyamet alametlerinden olduğu anlatılmaktadır. Bu çelişki düzeltilmelidir. Düzeltilmelidir ki; Cevat Akşitler, İlahiyat Fakültelerine sızmasın, vatandaşı kandırmasın. Mehdi ve Hz. İsa anlayışı devam ettiği sürece Cevat Akşitlerin sayısı artacaktır. Ve vatandaşa doğru bilgileri ulaştırmak isteyenler de sapıklıkla suçlanmaya devam edecektir. 15 temmuzlar tekrar edecektir. 15 Temmuz’u gerçekleştirenler mehdi, şeyh, abi ve Hz. İsa’nın geleceği gibi düşüncelerle beslenen cemaatlerdir. Bu tarih unutulmamalıdır.

Sayın Başkan; Diyanet İşleri Başkanlığı halkımızın itibar ettiği saygın bir kurumdur. Yayınlanan eserler bu saygınlığa gölge düşürmemelidir. Din Şuralarında alınan kararlar hayata geçirilmelidir. Kur’an’ı bir kenara bırakıp sadece hadisler ile amel edilip edilmeyeceği halka anlatılmalıdır. Tarikatlara, cemaatlere ve siyasi kişiliklere göz kırpılmamalıdır. Hatır için susulmamalı ve konjonktüre göre fetvalar verilmemelidir. Ebû Hanife Allah ile aldatma yolunu seçmediği için zindanda kırbaç altında ruhunu teslim etmiştir. İlim ehli, heva ve hevesiyle değil Kur’an’a dayalı delillerle konuşmak ve yazmak mecburiyetindedir.