29 Aralık 2019 Pazar

EGE VE AKDENİZ GEZİSİ / 7 KİLİSELER ( I) İzmir/Smyrına



Anadolu toprakları, çok zengin kültürleri bünyesinde barından topraklardır. Sadece kültür değil, tarih ve coğrafi özellikler açısından da kıymet biçilmez güzelliktedir.
Putperestlerin, Hristiyanların, Müslümanların kültür değerlerini bu topraklarda bulmak mümkündür. Önce Paganlar, sonra da her üç inancın mensupları bu topraklarda medeniyetler kurmuşlardır.

Türk Eğitim Derneği (TED), bu sene (2016) Asya Havarisi diye tanınan Havari Yuhanna’nın izini sürecek.  Hristiyanlığın doğuşu ile ilgili bilgilerin serüvenini takip edecek. Yuhanna Yeni Ahit’teki vahiylerinde sadece ahlaki öğütler vermiyor; dünyanın sonu, mahşer günü gibi kavramlardan da söz ediyor. Ayrıca bu kitapta kendilerine mesajlar yollanan yedi kiliselerden bahsediyor. Hıristiyanlığın ilk kiliseleri olarak kabul gören bu yedi kilise Anadolu topraklarındadır. Türkiye sınırları içindedir. Yedi Kollu Şamdan aslında bir Yahudi simgesi olmakla birlikte burada Küçük Asya’nın yedi kilisesini, yedi yıldız da bu kiliselerin meleklerini ya da daha somut bir ifadeyle kiliselerin rahiplerini belirtir. Hz. İsa, Havari Yuhanna’ya görünür ve bu yedi kiliseye iletilmek üzere “mesajlar" verir. Yedi Kiliseye yedi mektup. Hristiyan dünyası Anadolu’yu hiçbir zaman unutmamıştır. 7 Kilise onlar için çok şeyler ifade etmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinin ve Amerika’nın Türkiye sözkonusu olunca hemen bir araya gelivermeleri tesadüfi değildir.

Türk Eğitim Derneği’nin, “Kültür Gezisi“ adıyla yapageldiği gezilerin bu seneki güzergahı 7 kiliselerinde içinde bulunduğu Ege ve Akdeniz Bölgesidir. Bu geziyi önemli kılan, bu bölgelerde hem Pagan kültüründen hem Hristiyan kültüründen hem de İslam kültüründen eserlerin bir arada bulunuyor olmasıdır. Sonraki gelenle önceki gelenlerin eserlerini yerle bir etmesine rağmen, Sunaklar, Sinagoglar, Kiliseler, Camiler, Kervansaraylar ve köprüleri yıkanlara inat hâlâ ayakta olanlar var. Öyle ki, bazen de yan yana olanlar var. Yirmi birinci Asrın modern(!) insanına medeniyet nasıl bir şeymiş lisan-ı hal ile anlatıyorlar, haykırıyorlar. Biz sesi duyduk ve o sesin geldiği yöne doğru dümen kırdık.

İzmir’e, İstanbul aktarmalı olarak uçtuk. Her zaman olduğu gibi bu sene de yine Türk Hava Yolları’nı(THY) tercih ettik. Aslında pahalı bir şirket. Biraz konfor var diye tercih ediyoruz. Şehirler arasındaki bağlantılarının da tercihimizde dahli var elbet. İstanbul’dan aktarma olacağız. Rutinimiz, İstanbul’a indikten sonra, pasaport kontrolünden geçer geçmez iç hatlara geçmeden önce lavaboya gitmek, para bozdurmak ve simit yemektir. Yine öyle yaptık.

Sebahattin geziyi ölümsüzleştirmek için daha havaalanında deklanşöre basmaya başladı. Bu gezide Hureyre ve Gülseren’de fotoğraf çekmekle görevlendirilenlerden. Grup başkanları Hüseyin Bozkurt ve Fatma Mıdık.

Adnan Menderes Havaalanı’ndayız. Tur Şirketinin sorumlusu Emin Oruç ve kaptan Sezgin Koparan karşıladı. Hoşbeşten sonra hemen otobüse bindik, durmak yasakmış orada. Baktık Sebahattin yok. Valizi gelmemiş. İşlemler için bir süre bekledik. Gerekli prosedür tamamlandı ve yolumuza devam ettik. Arkadan valizler Kaldığımız otele gelecekti. Otelimiz Kordon’da.
Emin vakit geçirmeden başladı İzmir hakkında genel bilgileri vermeye; “İzmir Türkiye’nin en kalabalık üçüncü şehridir.  Nüfusu yaklaşık 4.279.677 dir (2017). Denize kıyısı olan bir şehirdir. Sahil boyunca palmiye ve hurma ağaçları ve geniş caddeleri bulunmaktadır. İzmir Limanı Türkiye'nin en büyük yedinci limanıdır. İzmir ünlü ozan Homerosun doğduğu şehirdir. M.Ö. 4. yüzyılda Büyük İskender tarafından kurulmuştur. Bugün Agora/ çarşı kalıntılarını görmek hâlâ mümkündür. Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlılar ve onların destekçileri buradan denize dökülmüştür. Antik dünyada İzmir doğal güzellikleriyle tanınıyordu ve bugün bile kullanılan “Güzel İzmir” lakabı buradan gelmiştir. Antik dönemdeki ismi Smyrına’dır.  Şehir ilk defa Bornova’da kurulmuştur.”

Asansör
Geziye Asansör’den başladık. Tarihi önemi olan bir yapı. 58 m yükseklikte olan Mithat Paşa Caddesi ile, Şehit Nihat Bey Caddesi'nin arasında ulaşımı kolaylaştırmak için yapılmış. Yahudi iş adamı "Nesim Levi (Bayraklıoğlu)" tarafından yaptırılmış. Asansör kulesinin taşları Marsilya’dan getirtilmiş. İnşaatı 1907’de tamamlanmış. Geliri 1942 yılına kadar Karataş Yahudi Hastanesi'nin giderlerini karşılamak için kullanılmış. Günümüzde İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından eğlence, kültür ve dinlenme mekânı olarak kullanılıyormuş. Rehberimiz Emin Oruç böyle anlattı. Deniz ayağımızın altında. Muazzam bir manzara. Varyant’tan aşağıya döne döne iniyoruz. Bilmem ki bu benim kaçıncı dönüşümdür. Dört sene buyunca Şemikler’den Arap Deresi’ne her gün gidip geldim. İlahiyat Fakültesi Arap Deresi’ndedir.

Konak meydanı
Saat Kulesi’nin önündeyiz. Mimar Raymond Charles Pere tarafından yapılmış (1901-1904). Saati, Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından hediye edilmiş. Yapının üzerinde bulunan Osmanlı tuğrası ve Osmanlı’ya ait işaretler Osmanlı düşmanları tarafından kaldırılmış. Sanatın Cumhuriyet’le birlikte başladığı hissi uyandırılmak istenmiş. Tarihi katletmişler. İzmir’e ayak basar basmaz içimiz cız etti. Düşmanlığın bu kadarı da fazla dedik. Türkiye dışında yaşıyorsanız, Türkiye’nin kıymetini daha iyi anlıyorsunuz. Türkiye’de yaşayanlar ‘denizdeki balık’ gibidirler, denizin kıymeti denizden dışarı çıkınca anlaşılır.
Saat Kulesi’nin hemen yanında bulunan Konak Yalı Camii ise İzmir’in en zarif camileri arasındaymış. Klasik Osmanlı mimari üslubunda yapılmış. 1754’te aynı yerde bulunan Ayşe Hanım Medresesi için yaptırılmış bir ibadet yeri. Muhteşem firuze çini süslemeleri ve sekizgen planıyla görenleri kendine hayran bırakıyor. Fotoğraf çekmek için verilen süre 10 dakika. Meydandan ayrıldık.

Kızlarağası Hanı
Konak Meydanı’nda aldığımız negatif enerjinin kaybolması için, başladık Emin’in peşinden yürümeye. Yorgunluk kahvesi içeceğiz. Hedef Kızlarağası Hanı. Kapıdan içeri adımımızı atar atmaz alışık olmadığımız uğultu biçimindeki sesler karşıladı bizi. Dükkanlar yanyana ve karşı karşıya dizilmiş. Ne ararsan var handa. Bir uğultudur gidiyor, kimin ne dediği belli değil. Han 1744 tarihinde Hacı Beşir Ağa tarafından yaptırılmış. Kemeraltı’nda bulunan en eski yapılardan biriymiş. Zamanında alt katı alışveriş, üst katı da konaklama için kullanılırmış. Hediyelik eşya alacaksanız ve kömürde pişirilmiş fincanda kahve içecekseniz tercih edeceğiniz önemli bir adres.
Şark köşesi biçiminde dizayn edilmiş bir mekâna oturduk, hanın sonunda. Kahvelerimizi yudumluyoruz. Hele eşiniz yanınızdaysa o küçücük sandalyelerde diz dize, göz göze içtiğiniz o kahvenin verdiği haz anlatılamaz.  Eşim fincanda kahve nasıl pişiriliyor onu öğrenmek istedi. Kahve sahibinden rica ettik, kırmadılar bizi, ocağa davet edildiler eşim ve Zeynep hanım. Kahvenin fincanda nasıl pişirildiğini sorular sorarak öğrendiler orada. Öğrendiler öğrenmesine de uygulama alanı olmadığı için sadece kahve kültürü bilgisi olarak kaldı belleklerinde. Gezimizin amacı da bu değil mi zaten.
Kahveden sonra, Emin serbest zaman verdi. O dükkân senin bu dükkân benim anlayışıyla dükkanlar dolaşıldı, alışverişler yapıldı. Akşam namazını Hisar Camii’nde kıldık. Öğrencilik yıllarımı hatırladım. 4 senem geçti bu güzelim İzmir’de. Kemeraltı çarşısında dolaşırdık. Nuri Aysan abimizin o küçücük konfeksiyon dükkanında toplanır sohbet ederdik.  O günlerimi hatırladım, film şeridi gibi geçti gözümün önünden.
Eşim Türk Eğitim Derneği’nde el işleri dersi verdiği için işine yarayacak iplik, boncuk cinsi şeylerin peşindeydi. Bulmuştu da, alınacakları alınmış. Bunları hediyelik eşya şekline dönüştürürsek şu kadar gelir elde ederiz diye hesaplar yapıyorlar Zeynep hanımla…Bari gezide bırakın dernek işini değil mi…Böylesine tutku ile yapılan kamu hizmetine amel-i salih denir. Yaratılmışların barış ve mutluluk içinde yaşamalarını sağlamak amacıyla yapılan çalışmanın adıdır amel-i salih. Allah’ın kullarından istediği önemli bir amel. Sahibini ebedi mutluluğa erdirecek bir çalışma.

Nihayet otelimize gelebildik. Odalarımıza yerleştik. Kordon boyu, gelsinler de volta atsınlarlar diye bizleri bekliyor, özlemiş. Bekletmek olmaz. Bir aşağı bir yukarı başladık yürümeye, denizin o kokusunu özlemişim. Arkadaşlar kokuyu yadırgadılar, pis dediler, çok pis dediler. Ben içime çektim o pis denilen havayı…Mazi canlanıverdi belleğimde. Kim bilir kaç yıldan beridir bizi bekliyordu o kaldırım taşları. Unutmamış bizleri. Yürüdük ve yürüdük. Fazla da gecikmememiz gerektiği için ister istemez ayrıldık Kordon’dan. Akşam yemeğini otelin dışında güzel bir restoranda yedik. Yemekten sonra herkes kendi programını uyguladı. Bazı arkadaşlarımız akrabalarıyla gezmeyi yeğledi, bazıları Kordon’da volta atmaya devam etti, bazı arkadaşlarımız ise istirahate çekildi. Biz eşimle genç aşıklar gibi el ele tutuşarak kaldığımız yerden kordan boyunca yürümeyi tercih ettik. Ne sıkıntılar çekmiştik öğrenciliğimiz yıllarında İzmir’de. Onları konuştuk. Sanki o günleri tekrar yaşadık, keşke yaşamasaydık acılarımız depreşti. Gezinin büyüsü bozuluverdi birden. Gözlerimizden birer ikişer damla yaş yanaklarımızı okşayarak akıyordu aşağı doğru. O ekmek alacak parayı zor bulduğumuz günler geldi aklımıza. Oğlum Zülfikar çok küçüktü o zamanlar, ona oyuncak da alamıyorduk. Kemeraltı’na defalarca gidiyordu eşim belki ucuz ama gösterişli bir çocuk elbisesi, ayakkabısı bulabilirim diye. İş aradım bulamadım. İmamlık imtihanına girdim, kazandırılmadım, Kur’an okuması bile sıkıntılı olan bir arkadaşım kazandırıldı. Biraz Kur’an okumasını bilen o arkadaşımın arkasında namaz kılmaz. Ve o günden sonra imamlıktan buz gibi soğudum. Liyakat bu meslekte de işe yaramayacaksa ne diye din tahsili yapayım dedim.  Tam o anda, çocuklarımı İmam-Hatip Lisesi’nde okutmamaya karar verdim. Ben İmam-Hatip Lisesi’ne kaydolduğum günden itibaren hayatımı hep kendim kazandım. Bu sefer olmadı. Geçim sıkıntım başladı. Velhasıl İzmir’de yaşamak bize göre değilmiş. Eşim ve oğlum Denizli’ye döndü bir senenin sonunda. İşte bu acı hatıralar içimizi acıttı. Ve otele döndük…Dönüş yolunda ikimizin de ağzını bıçak açmıyordu…Otelde, birbirimize sarılarak ağlamak bizi rahatlatmıştı. Sabaha kadar gözümüze uyku girmedi desem mübalağa etmiş olmam.
Sabah Hüseyin Bozkurt ve Fatma Mıdık otobüste yerlerini almışlar. Görev aşkı. Hareket için verilen saatten geç gelenlere 5 lira ceza kesecekler, ama bekledikleri gibi olmadı, ceza kesemediler. Ben biliyorum ki daha ilk günden ceza kesmek istemediler. Hoşgörüye dayanan bir uygulama. İstikamet Agora. Benim öğrenciliğim zamanında bakımsız bir halde olan, sarhoş yatağı olarak bilinen Agora tertemiz bir yer olmuş. Kazı çalışmaları 1996-2006 yılları arasında yapılmış.

Rehberimiz Emin anlatıyor
Agora etimolojik olarak şehir meydanı, çarşı, pazar yeri demektir. Ticarî, adlî, dinî, siyasî fonksiyonları olan agora, sanatın yoğunlaştığı, felsefenin temellerinin atıldığı; stoaların, anıtların, sunakların, heykellerin bulunduğu yerdir. Tüccarların kalbidir. İzmir’in Namazgâh semtinde bulunan Agora, Roma Dönemi’nden (M.S. 2. yüzyıl) kalmadır ve Hippodamos şehir planına göre merkeze yakın yerde üç kat halinde inşa edilmiştir. İzmir agorası İon agoralarının en büyük ve en iyi korunmuş olanıdır. Burada bulunan Tanrıça Vesta kabartmasının ilk dönem kazılarda çıkarılan Zeus sunağı kabartmalarının devamı olduğu anlaşılmaktadır. Burada yeni bulunmuş yazıtlar M.S. 178 yılındaki İzmir depreminde kente yardım edenler hakkında bilgiler vermektedir. Smyrna Agorası’nın altyapısında birçok su kanalı vardır ve bunlardan ikisi şurada gördüğünüz gibi hala işler vaziyettedir. Kent ve yerleşim yerinde pınarlar da bulunur. Roma döneminde, pınarlardan akan suyu kentin aşağı mahallelerine veya suyun az olduğu mahallelere ulaştırmak üzere kanallar yapılmıştır.”
Devam edecek


26 Aralık 2019 Perşembe

MÜSLÜMANLAR NOEL'İ NİÇİN KUTLARLAR

Noel kutlamaları başladı. Hristiyanlar için önemli bir gün. Hristiyan aleminin Noel'i mübarek olsun. Sevgili dostum Hüseyin Bozkurt'un bana aktardığına göre, o da Metropol FM' de dinlemiş. Bu sene Noel'de süslemek üzere satılan çam ağaçlarını satışların ilk 10 gününde en çok Araplar ve Türkler almış...
Benim anlamadığım Müslümanların Noel'i neden kutladıkları...
Güngör Uras Noel'i yazmış. Yazıyı önemine binaen köşemde iktibasen yayınlamayı uygun görüyorum. Okuduğunuzda ne demek istediğim anlaşılacaktır kanaatindeyim. İyi okumalar...
Noel nedir Yılbaşı nedir? Doğru bilinen yanlışlar

H
ristiyan dünyasının en önemli bayramı Christmas bu gece. Noel olarak da anılan bu gece hakkında doğru bilinen yanlışlar...
"24 Aralık gecesi ve 25 Aralık Hıristiyanlar için özel bir gece ve özel bir gün. Dünyadaki 2.2 milyar Hristiyan bu geceyi Noel / Christmas olarak kutlayacak.
Bu gece İsa'nın 'doğum günü' değil. Bu gecenin 'yeni yıl' ile bir ilgisi yok. (İsa'nın doğum günü yok. Doğum günü bilinmiyor.) Noel / Christmas gecesi İsa'nın doğum günü kutlanmıyor ama "Beden alıp dünyaya geliş olayı" kutlanıyor. Noel / Christmas, Hristiyanların "Epiphany" diye isimlendirilen yortularından kaynaklanmış dini kökenli bir töredir.
Hristiyanlar her yıl 6 Ocak tarihinde "Epiphany" diye adlandırılan bir "yortu" gününde; (1) İsa'nın beden alıp dünyaya gelişini, (2) 8 günlük iken sünnetini, (3) 40 günlük iken mabede sunuluşunu, (4) 12 yaşında din adamlarıyla konuşmasını, (5) 30 yaşında vaftizci Yahya tarafından vaftizini, bir arada, tek bir günde kutlarlardı.
KUTLAMA MS 354'TE BAŞLADI
Hristiyanlık öncesi Roma'da ise değişik putlara tapanlar 25 Aralık günü Güneş'in yükselişine dayalı olarak, Güneş sembolü ışığa taparak değişik eğlenceler düzenlerdi. Bu eğlenceler Hristiyan dininin ahlak anlayışına ters, çarpık eğlencelerdi.
Hristiyan dinini Roma'da yaymaya çalışan din adamları "6 Ocak'ta Epiphany yortusundaki kutlamalar arasında yer alan 5 farklı kutlamadan" biri olan "İsa'nın beden alıp dünyaya gelişinin kutlamasını" 25 Aralık gününe çektiler. Böylece milattan sonra 354 yılından itibaren 25 Aralık kutlamaları Roma'da İsa'nın doğum kutlamalarına dönüştü.
İSTANBUL'DAKİ KİLİSE DE BU KARAR UYDU
380 yılında, "Doğu'daki Hıristiyanların da Batı'dakiler gibi, İsa'nın beden alıp dünyaya gelişini 25 Aralık'ta kutlamaları" için emir çıkardı. Şimdi Hıristiyanlar bir bütün olarak 25 Aralık gününü kutluyor ama Ermeniler hâlâ 6 Ocak gününde "Epiphany" kutlamalarını sürdürüyor.
NOEL-CHRISTMAS NE DEMEK?
24 Aralık gecesi ve 25 Aralık günü kutlamaları daha sonraları, 597 yılında Noel / Christmas olarak adlandırıldı.
Bunun hikâyesini de Nurhan Bemad'dan öğrenmiştim. İsa'nın doğumu Latin dilinde söyle anlatılır:
"Festum nativitatis Domini nostri Jesu Christi"... Bu uzun anlatım değişik kiliselerde tekrarlanırken kısaltılarak "Dies Natalis Domini" (Jour de naissance du Seigneur) halini aldı. Bu kısa anlatım içindeki Natalis kelimesi de "derive" olup, İtalya'da "Natale", İspanya'da "Navidad", Portekiz'de "Natal" ve Fransa'da "Noel" haline geldi.
Papa Gregoire le Grand taralından 597 yılında Saksonlara Hristiyan dinini öğretmek misyonu ile İngiltere'ye gönderilen St. Augustin, Hristiyan propagandası için "görkemli ayinler" düzenledi, 25 Aralık kutlamalarını da kısaca "Noel" günü olarak adlandırdı.
Hıristiyan kiliselerinde "mass" ekmek ve şarabın takdisi ayinlerine verilen isimdir.
İsa'nın (Christ'in) beden alış ayininin yapıldığı güne bu yaklaşımla Christmas günü denildi.

12 Aralık 2019 Perşembe

İSLÂM ALEMİ NİÇİN PERİŞANDIR


17:39 - 12/12/2019

Türk Eğitim Derneği her sene organize ettiği seminerlerin 12.sini Dr. Sonia Cihangir’in sunumuyla gerçekleştirdi. Katılımcıların yüksek olduğu seminer Türk Eğitim Derneği’nin salonunda yapıldı ve 3 gün sürdü. “İslâm’da Kadın, Kur’an İslâm’ın Tek Kaynağıdır, İslâm Âlemi Niçin Perişandır.” Konularının işlendiği seminerleri bay-bayan katılımcılar ilgi ile izledi. Soru ve cevaplarla detaylandırılan seminerlerin özetini sizlerle paylaşmak istedim.

İSLÂM’DA KADIN

İlimle uğraşan akademisyenler olarak, bize gelen sorulara fetva verirken Kur’an metnine bakarak vermediğimizi farkettim. Şu imam şöyle demiş ya da bu mezhebe göre böyledir, demek kolayımıza geliyor galiba. Fetvaların %80’i böyledir. Bunu fark ettiğimde, benim için bir devrim oldu. Kur’an’ı okumaya ve soruların cevabını orada aramaya başladım ve ilk kitabımı yazdım. Özgür Dinin Esiri: Kadın
Yozlaşan dinlerin hepsinde, ister Yahudilik olsun, ister Hristiyanlık olsun, ister Zerdüştlük olsun kadını aşağılama vardır. Bir din tahrif edilmek isteniyorsa kadını aşağılayarak işe başlanır. Bunu da dinciler yapar. Yani din satan insanlar yapar, dindarlar değil.
Tartışmalı birkaç konudan örnek vermek istiyorum. İnsan fıtratına, aklına, vicdanına aykırı olan ama dinde olduğu söylenen konulardan bazılarına değinmek istiyorum.

EVLATLIK EDİNİLEN ÇOCUKLA EVLENİLEBİLMESİ

Bu konu insan fıtratına ve aklına terstir. Yıllarca baba bildiği insanın kendisine namahrem olması mümkün değildir. Bazı ilim adamlarının, onlarla evlenebilineceği sonucuna vardıkları bir ayet var, yanlış çevirilmiş bir ayet bu. Aslında ayet diyor ki, “Evlatlık edindiğiniz kızlar sizin evinizdeki kadınlar gibidir.“ Yani evlad edinerek evde büyüttüğünüz kız çocuğu kardeş, hala, teyze gibidir.

KADINLARIN EVLİLİK YAŞI

Kur’an’da belağat yaşı ve reşitlik yaşı vardır. Belağat cinsel anlamda bir ergenlik yaşına gelmektir. Her baliğ reşit olmaz. Reşit olmak için kendi hak ve görevlerini iyi bilir bir durumda olması gerekir. Reşitlik yaşı evlilik yaşı olarak açık bir şekilde belirtilmiştir. Reşit olmak kişinin kendi hakkını savunabilecek yaşta olması demektir. Evlenmenin amacı sadece cinsellik değildir. Evlilik olabilmesi için çocukları eğitebilecek, ona anne baba olabilecek belli birikimin olması gerekir. Nisa Suresi 6. ayette yetimlere hakkını verin, diye bahseder. Ayet onlara, “Yetimleri nikah çağına gelinceye kadar deneyin ve onlarda bir reşitlik gördüğünüz zaman kendilerine mallarını verin” der. Dolayısıyla ayet evlenme yaşı olarak reşitlik yaşını şart koşmaktadır. Büluğ yaşını değil.

KUR’AN’DA ÇOK EŞLİLİK

Kur’an’da çok eşlilik yoktur, ancak Kur’an çok eşlilik konusunu işler. Aynı şekilde Kur’an köleliğe de sıcak bakmaz, ancak kölelik konusunu işler. Çünkü bu konular toplumun konusudur. Tarihi bir gerçek olarak Kur’an’a yansımıştır. Nisa suresinin 129’uncu ayetinde Allah; ”Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, isterseniz çatlarcasına uğraşınız eşler arasında adaleti sağlayamazsınız“ diyerek çok evliliği yasaklamıştır.

KADINLARIN DÖVÜLMESİ

Nisa Suresi’nin 34. ayeti kadınları dövün diye çevirilmiştir. Dövülecek kadın “nüşuza” uymamalarından endişe edilen kadınlardır. Klasik çevirilerde “Önce öğüt verin, sonra yataklarınızı ayırın, sonra da dövün“ diye yazar. Aslında ayette dövün diye tercüme edilen bölüm “uzaklaştırın“ diye çevirilmeliydi. Sıralamaya bakılırsa üçüncü sırada gelen cezanın daha ağır olması gerekir. Yatakları ayırmak zaten büyük bir psikolojik baskıdır. Ayrıca devamındaki ayetlerde Kur’an topluma görev veriyor sorunu çözmek için. Ayet, ailelerinden birer hakem getirilmesini istiyor. Buradan da kadının evden uzaklaştırıldığını anlıyoruz. Evden uzaklaşmış ki toplum bundan haberdar. Yoksa “dövün ya da hafifçe dövün“ olsa toplum bunu nereden bilecek? Sonra dövme işi had/ceza uygulamasıdır, daha suç oluşmadan ihtimaller üzerine ceza mı verilir. Ceza uygulamasını da kamu otoritesi yapar, şahıslar değil.
Bütün dinler toplumu reforme etmek için gelmiştir. Oysa o toplum kadını zaten dövüyordu, Kur’an’da kadını dövün derse, burada Kur’an’ın devrimciliği nerede kalır?

BOŞANMA

Kuran, evliliği devam ettirmek istemeyen kadına, mehir aldığı kocasına “Ben seninle şimdiye kadar yaşadım, mehirin şu kadarını istemiyorum ya da hepsini istemiyorum“ demesini isteyerek boşanma hakkı verir.
Erkeğe de üç aşamalı boşama işlemi gerçekleştirdikten sonra boşama hakkı verir. Yani, erkeğin üç kere boş ol demesiyle boşanma gerçekleşmez. 3 değil 300 bin kere de söylese yine Kur’an bu söyleme onay vermez. Allah diyor ki, sen “boş ol boş ol” diye boşanmayı diline doladın, ya bir daha boşanmayı diline dolama ya da sonucuna katlan. Fasılalarla 3 kere boşadığın o kadınla, artık bir başkasıyla evlenmeden evlenemezsin. Nisa Suresi 35. ayeti göz ardı ederek boşanma işi asla gerçekleşmez. Bu ayette örfe göre boşanmanın gerçekleşmesi istenir. Köyün veya mahallenin ileri gelenleri boşanma işinde yetkilidirler. Günümüzde bu yetki mahkemelerindir.

İSLÂM’IN TEK KAYNAĞI KUR’ANDIR

Allah’ın katında tek bir din vardır. Bütün peygamberlerin getirdiği din aynıdır. Bu dinin adı İslâm’dır. İslâm 3 kavram üzerine bina edilmiştir; Tevhid, nübüvvet ve mead.
Tevhid; tek bir Allah’a inanmaktır. Nübüvvet; dinin peygamberler aracılığıyla insanlara iletilmesidir. Mead; ahiretin varlığına iman etmektir. “Dinler arası diyalog” söylemi yanlıştır çünkü Yahidilik ve Hristiyanlık din değildir, İslâm’ın mezhepleridir. Kur’an tek kaynaktır, denilince peygamber devre dışı bırakılmış olmaz. Allah bize peygamberler aracılığıyla tek bir dinin şeriatlerini sunmuştur. Helalleri ve haramları koyma yetkisi Allah’ındır. Mesela “Erkekler altın takması haramdır.” hükmünü Kur’an’a bakmadan veremeyiz. Kur’an’da böyle bir hüküm olmadığı halde haram olduğunu söylersek kendimize hüküm koyma yetkisi vermiş oluruz. Bu da şirk olur.

KUR’AN’DAN BAŞKA BÜTÜN KAYNAKLAR BEŞERİDİR

Allah bizden indirdiği kitaba göre yaşamamızı ve ondan sorumlu olacağımızı söylüyorsa onun metninin kıyamete kadar korunmuş olması gerekir. Korumadığı metinden bizi Allah hesaba çekemez. Bizim itiraz etme hakkımız doğar o zaman. Yani kaynağın mutlaka Allah tarafından korunmuş olması lazımdır. Allah tek bir cümlede 5 defa vurgu yaparak diyor ki, bu zikri indiren varya O biziz, koruyucusu da biziz. Diğer bütün kaynaklar ise beşeridir. İster nebi olsun, ister sahabe olsun beşerdir. Diğer kaynakların korunmuşluğunu savunamayız. Peygamber bize bir şey demişse biz onu yapmamazlık etmeyiz. Burada problem yok. Sorun bize gelen metnin tahrip olup olmadığıdır. Hadisler Allah tarafından korunmuş değildir.
Çıkar grupları insanlara amaçları doğrultusunda bir şey yaptırmak istediklerinde çıkarlarıyla ilgili Kur’an’dan delil bulamadıkları için peygamberin konuyla ilgili bir hadisi olduğunu söyleyerek insanları manipüle ettiler. Hala bu gelenek devam etmektedir. Dinler böyle yapılarak yozlaştırılmıştır. Oysa İslâm tarihinde hadis yazmanın yasaklandığı dönemler vardır. Bu yasak peygamber tarafından konulmuştur. Dört halife döneminde de bu yasak devam etmiştir. Bu konuda peygamber şöyle demiştir “Bizden önceki ümmetler Allah’ın indirdiği kitabı değiştirdiler, başka şeyler ilave ettiler. Bundan dolayı benden duyduğunuz bir şeyi sakın yazmayın.“

DİN YOZLAŞTIRILMIŞTIR

Kur’an tek kaynaktır, ifadesi Kur’an dışında başka bir kitap okunulmayacağı anlamına gelmez. Her kitap okunmalıdır. Ancak şeriatın kaynağı olarak Kur’an’dan başka kitap yoktur. Kur’an’a rağmen beşerin yazdığı ile hüküm verilerek bir şeye helal ya da haram denilmesi tevhid ilkesiyle çelişir. Allah bu kitaptan sorulacaksınız, diyor. Hadisten ya da tarihi bilgilerden sorulacaksınız, demiyor. Kur’an peygambere açıkça “Sen helali haram, haramı helal yapamazsın, Kur’an’a ilaveler de yapamazsın, Kur’an’dan eksiltmeler de yapamazsın, eğer yaparsan; seni şahdamarından yakalar yere çalarım“ diyor. (Hakka 44,45,46,47)

TÜM ZAMANLARDA PEYGAMBERİN İKİ DÜŞMANI VARDIR

Birincisi peygamberi yalanlayanlardır. Bunlar Peygamberi açıkça inkar ederler, ikincisi münafıklardır. En tehlikesi ikincisidir, münafıklar. Müslümanların yanında biz de sizinleyiz derler. Müşriklerin veya kafirlerin yanında da biz sizdeniz derler. Allah bunlarla ilgili olarak Münafikun Suresi’ni indirmiştir.

TARİHİMİZDE ASRI SAADET DİYE BİR ŞEY YOKTUR

Asr-ı saadet diye bir kavram vardır. Saadet asrı demektir; böyle bir asır yoktur. Peygamber zamanında bile münafıklar varsa, bu saadet asrı ne zaman olmuştur. Peygamberden sonra 3 tane iç savaş yaşandı, onbinlerce Müslüman birbirini öldürdü. Saadet nerededir? Suçlarını örtmek için, gelecekteki Müslümanlara şirin görünmek için, kendilerini aklamak için uydurdular asr-ı saadet kavramını.
Kur’an’da siretle ilgili gereken bilgiler vardır, o bilgiler bize yeter, daha fazlası bizi ilgilendirmez. Regaib gecesi diye bir gece vardır, Kur’ân’da olmayan bir gecedir bu. Sözde Peygamber anne rahmine düşmüştür bu gecede. Bize ne hangi gece annesinin rahmine düştüğü. Böyle ahlaksız bir bilgi olabilir mi, ne kadar utanç vericidir. Bir de bu gece kutlanır. Kur’an diyor ki, “Sen büyük ahlâk üzeresin.“ Benim peygamberim böyle bir Peygamberdir. Bu peygamberi de Kur’an zaten bana anlatıyor. Bu Peygamber bana yeter. Fazlası gerekmez.

PEYGAMBER YA MÜJDELEYİCİ YA DA UYARICIDIR

Allah peygamberlerini insanlara müjdeci olsun ve uyarsın diye göndermiştir. Biz de dini anlatırken böyle yapmalıyız. Devamlı müjdeleyici olmak insanları atalete sevk eder. Devamlı korkutucu olmak da insanların dinden uzaklaşmasına sebep olabilir. “Dinde zorlama yoktur“(Bakara 256) ayeti aynı zamanda “Dinde içinize sinmeyen bir şey yoktur” demektir. Eğer insanları zorlarsak belki bazı şeyleri yaptırabiliriz ama o zaman da o kişinin münafık olmasına sebep olabiliriz. Yanlıştır.

BU DİN ALLAH’IN FITRAT DİNİDİR

İslâm dini fıtrata uygundur. Biz Kur’an’ın ruhunu kavramak zorundayız. Ruhu vardır Kur’an’ın. Kur’an’a sorulur, Kur’an sorgulanmaz. Önce sorgulamak ve iman etmek gerekir, iman ettikten sonra da artık sorgulamayı bırakıp sormaya başlamak gerekir. Bu ruhu yakalamak için samimi olmak lazımdır. Kur’an’ın muhatabı ben değilim demek yanlıştır. Akıllı ve mümeyyizlik vasfına sahip her kişi Kur’an’ın muhatabıdır. Kur’an’ı ilk muhatabı nasıl onu doğru anlamışsa, bir muhatap olarak bizler de doğru anlarız. Kendi lisanımızda yazılan meallerden onu anlamaya çalışmak gerekir. Anlayamadığımız yerler olursa o zaman da bir bilene sormalıyız.

HAMD KAVRAMI

“Alemlerin rabbi Allah’a hamd olsun.” Bu ayet Allah’a övgü için değildir. Yoksa Allah sürekli onu övmemizi istiyor anlamı çıkar Kur’an’dan. Hamd, hakkıyla güvenmek demektir. Namaz kılarken amaç Allah’tan destek almaktır. Biz Allah’a hamd ettiğimizde Allah’a hakkıyla güvenmiş oluruz, Allah’ hakkıyla güvendiğimizde zaten onu övmüş oluruz. Hamd kavramı geçen bütün ayetlere bu anlamı koyun bakın Kur’an’ın anlamı nasıl değişiyor.

TESBİH KAVRAMI

Subhan, düzen sahibi demektir. “Yer ve gökte ne varsa Allah’a tesbih eder.“ deyince anlamsız olur. “Yer ve gökte ne varsa Allah’ın koyduğu düzen içinde ilerler.“ demek lazımdır. Allah bize, “Allah’ı tesbih edin” derken Allah’ın koyduğu düzende ilerleyin, diyor. Allah, “Sabah, akşam tesbih et” derken, “Kendini Allah’ın koyduğu düzene uyup uymadığın konusunda sabah-akşam kontrol et, analiz et” diyor. Yoksa belli sayıda tesbih çekilerek Allah tesbih edilmiş olunmaz.

SALAT KAVRAMI

Salat bugüne kadar bütün meallerde ve tefsirlerde namaz olarak algılandı. Oysa salatın “destek olma, yardım etme, Allah’ın koyduğu yasalara uyma” gibi anlamları da vardır. Tevbe Suresi’nin 5. ayeti “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın.” diye çeviriliyor. Bu çeviri yanlıştır. Öldürün dedikten sonra namaz kılarsa salıverin denilmez. Söz konusu kişi zaten müşrik neden namaz kılsın. Hem kıldığında zorla kılacağı için münafık olmuş olur. Oysa “Onları yakalayıp hapsedin, bütün gözetleme yerlerinde oturun, sizin uyguladığınız yasalara uyarlarsa yollarını açın.” şeklinde çevrilmelidir. ‘Katele’ kelimesinin değişik anlamları vardır; Her öldürmek ‘katele’dir, ama her ‘katele’ öldürmek demek değildir. Salatı da burada namaz olarak çevirirsek yine olmaz. Maun Suresi’nde de yanlış çeviri var. “Dini yalanlayanı gördün mü” diye çeviriliyor. Maun suresinin o ayeti; “Din ile aldatanları görmüyor musun” diye çevrilmelidir ki, anlam kazansın. Devamında da zaten vay onların haline deniliyor, bağlamından da çevirinin yanlış olduğunu anlıyoruz.

KUR’AN’DAN SORULACAĞIZ

Biz Kur’an’dan sorulacağız. Bu sorulma, Kur’an’ın hangi ayeti nerede şeklinde olmayacak. Kur’an’daki ilkelere göre yaşanıp yaşanmadığı sorulacaktır. Buyruk şöyle; “Dürüst olacaksın, adaletli olacaksın, ahlaklı olacaksın…“
Allah sizden zorluk çekmenizi istemez diye geçen ayetlerin hepsi özellikle zorlaştırılmıştır. Örneğin abdest ayeti; abdestin nasıl alınacağı ayette açıkça anlatılmaktadır. İlmihal kitaplarında ise abdest konusunda, ağza su 3 sefer mi verilecek, buruna kaç kez su çekilecek, azalar kaçar kez yıkanacak, ayak meshedilmeyecek mutlaka yıkanacak v.b. birçok detay yer almaktadır. Oysa Allah “sadece ellerinizi ve yüzünüzü yıkayın, kollarınızı yıkayın, başınızı ve ayaklarınızı mesh edin,”(Maide 6) diyor. Allah’a din öğretmenin anlamı yoktur. Kur’an dışı kaynaklara başvurularak din bozulmuş, insanlara sıkıntı verir bir hale getirilmiştir. Helal, haram, caizdir ve mübah gibi konularda tek kaynak Kur’an kabul edilse bu çıkmaz sokaklara girilmeyecektir.

HAC

Hac; alanındaki uzmanların bir araya gelerek, dünyadaki problemleri çözmeye yönelik eylemde bulunacakları bir ibadettir. Hac ibadetinde aksiyon olmalıdır. Bir araya gelindiğinde doğaya zarar verilmeyecektir, insanlar birbirlerini yemeyeceklerdir, kavga etmeyeceklerdir…Dokunulmazlık yasasıdır bunlar. Etleri konserve yapıp Somali’ye göndermek değildir Hac. Somali’nin ihtiyacı olan teknolojiyi, bilgiyi, imkanları onlara sağlamak için orada karar almaktır. Hac dünya Müslümanlarının sorunlarının tespit edildiği toplantı anlamına gelir. Orada durum tespitleri yapılacaktır, istişareler yapılacaktır, ihtiyaçlar belirlenecektir. Sonra da sorunlar birer birer çözülecektir. İnsanlara balık vermekten ziyade, balık tutmayı öğretmektir Hac.
  1. Hac, Müslümanlar için değil bütün insanlar içindir.
  2. Hac, sadece Zilhiccede yapılmaz haram aylar diye geçen diğer aylarda da yapılır.
  3. İhrama girmek, muhrim olmak belli bir giysiye girmek değil, Hac’da belirlenen yasalara uyum sağlamaktır. Dünyadan soyutlanmak değil, dünyadaki sorunları çözmeye yönelmektir, doğaya zarar vermemektir, yeşile, ağaca zarar vermemektir.
  4. Hac‘da gerçekleri öğrenmek için insanlar bir araya gelecek ve sorunlara çözüm aranacaktır. Hac günahlardan kurtulmak için yapılmaz, o mekanlar günah çöplüğü değildir.
  5. Vukufu Arafat; Arafat’ta durmak değildir, vakfetmektir, orayı algılamaktır.
  6. Şeytan taşlama uydurma bir şeydir. Hac ile uzaktan yakından alakası yoktur.
  7. Hacca zenginler gidecek anlayışı yanlıştır. Hacca yol bulabilen her insan gider. Amaç bellidir.

İSLÂM ALEMİ NİÇİN PERİŞANDIR

Müslümanların içinde bulunduğu durum, kâfirlerin güçlü olmasından değil Müslümanların iman eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
“İslâm dini barış dinidir, akıl dinidir.” deniliyor; eğer böyleyse neden İslâm alemindeki sorunlar bitmiyor, hatta çoğalıyor? Sorun İslâm’da mıdır, Müslümanlarda mı? Durup düşünmek lazımdır. Burada bir eksiklik var.
Şu cümle son zamanlarda sık sık söylenir oldu. “Her Müslüman terörist değildir ama her teröristin arkasında bir Müslüman vardır.” Ne kadar rahatsız edici bir cümle. Ben sorunun temelinde yatan asıl nedenin, inanç eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyorum. Müslümanlar emredildiği gibi Allah’a inanmıyorlar, Allah’a inandık demekle Allah’a inanmış olunmaz, O’nun buyruklarını yerine getirmekle Allah’a inanılmış olunur. Dünyanın bir tarafında Müslümanlar zulüm altında inlerken öbür tarafındakiler, seyrediyorlar, durumdan rahatsız olmuyorlar, onların yardımına koşmuyorlar. Hep birlikte sımsıkı Allah’ın ipine sarılsalar sorunu temelinden çözebilirler. 2 milyara yakın Müslümanın birlikteliğinden herkes korkacaktır. Paramparça, yamalı bohça gibi bir Müslümandan kim korkar.

NEDEN SORUNLAR BİTMİYOR?

Müslümanlar Allah’a iman etmeyi “Allah vardır” diye algılıyorlar. Oysa Allah’ın var olduğunu Müşrikler de söyler. Allah’a iman etmek O’nun tek bir İlah olduğuna inanmak ve O’nun dediklerine güvenmektir. Diğer taraftan da Müslümanların birbirlerine düşman olmaları Allah’ın bir cezalandırmasıdır. Çünkü müslümanlar Kur’an’ı yalanladılar. Kur’an bu konuda şöyle diyor:
‘De ki: “Yalnız O’dur sizi tepenizden ve ayaklarınızın altından azapla kuşatma kudretinde olan; sizi birbirine muhalif topluluklar haline getirip birbirinizin üzerine salan”. Bak, iyice anlasınlar diye, mesajları nasıl her yönüyle açıklıyoruz!
Oysa senin hitap ettiğin toplum, bütün bunların hakikat olduğu ortadayken, yine de bunları yalanlıyor. (O zaman) de ki, “Ben sizin davranışınızdan sorumlu değilim.”
(Allahtan gelen) her haber belli bir süreç içinde gerçekleşir: ve siz zaman içinde (hakikati) anlayacaksınız”. (Enam Suresi 65-67)

KUR’AN’I YALANLAMAK

Kur’an’ı yalanlamak demek, sadece Kur’an’daki söylenenler yalandır demekle olmaz. Kur’an’ı yalanlamak demek, Kur’an’ın söylediği bir şeyin söylenildiği gibi olmadığını söylemekle de olur. Allah diyor ki, peygamber Müslümanlardan şikayet edecek. “Benim kavmim Kur’an’ı mehcur (terkedilmiş) bıraktı diyecek.” (Furkan Suresi 30)
Bu şikayet, Müslümanların Kur’an’ı bırakıp Kur’an dışında başka kaynaklar arayarak Kur’an’a rağmen Müslüman olmaya çalışmalarındandır.
Müslümanlar Allah’ın yarattığı ayetleri ihmal ettiler, sadece indirdiği ayetlerle meşgul oldular. Batı tam tersini yaptı. Onlar Allah’ın indirdiği ayetleri ihmal etti, yarattığı ayetleri dikkate aldı. Müslüman ikisini de birlikte dikkate alarak arayı açabilirdi.

KUR’ANI YALIN GÖZLE OKUMALIYIZ

Müslümanlar saplantı içindedirler. Kur’an’ı; kafalarındaki görüşü onaylatmak için okuyorlar, Kur’an yarışmaları yapmak için okuyorlar, ölülerin günahları affolsun diye okuyorlar ve cımbızlıyorlar Kur’an‘ı. Bugün gerçekten İslâm kireçlenmiştir, bu kireçlenmeden kurtulmak için kireç çözücü kullanmak lazımdır. Bu kireçlenme, İslâm Âlemi’ni felç etmiştir. Bu inmenin asıl sebebi Müslümanların Kur’an’ı terkedilmiş olarak bırakmalarıdır. Düşman icad etmenin, kabahatı dış güçlerde aramanın anlamı yoktur.
Müslümanlar problemlerini bizzat kendileri çözmelidirler. Bugün Müslümanların problemlerini Avrupalılar(!), Amerikalılar(!) çözüyor. Emperyalistler(!) çözüyor.

TEFERRUATLARDA BOĞULUYORUZ

Bir sorun varsa ona çözüm bulmak için sorunu önce Kur’an hastanesine yatırmamız gerekir. Oysa Müslümanlar tam tersini yapıyorlar. Önce hadislerde sorunun çözümü aranıyor, hadisler Kur’an’ın üstüne koyuluyor, hadisten sonra icmaya bakılıyor, sonra başka kaynaklara başvuruluyor. Kur’an en altta kalıyor.
Oysa Allah şöyle buyuruyor: “Bu kitabın muttakiler için hidayet olmasında kuşku yoktur.” (Bakara 2) Muttaki sakınan demektir. Önyargılardan arınan demektir. Birlik ve beraberlik için gayret sarfeden demektir. Müslümanlar arasındaki bağın kuvvetlenmesi için gereken fedakarlığı yapan demektir. Mal ile ve can ile Allah yolunda mücadele eden demektir.

ERDEMLİLERE HİDAYET KİTABIDIR KUR’AN

Allah; ”Kullarım beni sorarlarsa söyle onlara, ben onlara şah damarlarından daha yakınım.” diyor. Burada Allah’ın kula, kulun Allah’a olan yakınlığı anlatılmaktadır. Allah bizimle şah damarımız arasına birşey sıkıştırılmasını istemiyor, küçücük de olsa sıkışan o şey sizi öldürür diyor. Parmağınız kesilse ölmezsiniz, ama şah damarınıza bir şey olursa anında ölürsünüz. Yakınlık bu demektir. Başı dik tutan, sağa sola döndüren boyundur. Şah damar boyundadır.
Bize, boynunuzu sağa sola çevirip durmayın, başınızı dik tutun, araya İslâm düşmanlarını sokmayın deniliyor, kardeşlerinizle mesafenizi sıklaştırın, yoksa ölürsünüz deniliyor… Bizler özellikle olmayan araya, aracıları sokmaya çalışıyoruz.

ŞEFAAT ÇOK SIKINTILI BİR KAVRAMDIR

Şefaat; Ahiret’te Peygamberin dünyada iken kendisine salavat getiren birisi için secdeye kapanmasıdır, deniyor. Bu anlayışa göre, Allah da o kişiye acıyacak, Peygamber secdeye kapandığı için onu affedecek, diye inanılıyor. Böylece Peygamber Allah’tan daha merhametli hale getiriliyor. Peygamberin secdeye kapanmasına acıyan Allah suçluyu affediyor. Aslında affeden Allah değildir, Peygamberdir. Böyle bir inanca sahip Müslümanda Tevhid yok demektir. Tevhid’in olmadığı yerde düzen bozulur. Düzen bozuksa da Allah’ın yardımı oraya ulaşmaz. Müslümanların içinde bulunduğu sıkıntının sebeplerinden biri de şefaat anlayışındaki bu yanlışlıktır. Doğru şefaat, Allah’ın kişi hakkındaki kararını Peygamberin o kişiye bildirmesidir.

İMAN KONUSUNDA EKSİKLERİMİZ VAR

Allah’a iman etmek sadece Allah vardır demek değildir. Allah’a güvenmektir. Güvenmek için Allah’ı tanımak gerekir. İnsan ancak tanıdığına güvenebilir.
Bizim problemimiz beşer eliyle çıkarılan problemlerdir. Hayatımıza kendi gözümüzle değil, başkalarının gözüyle bakıyoruz. Doğruyu biliyoruz ama söylemiyoruz. Oysa, doğruları söylersek ilerleme kaydedilir, “Ben bu işi yaparsam ne derler” dersen ilerleyemezsin. Aslında doğruları biliyor Müslümanlar, evet doğrudur ama söyleyemeyiz, yapamayız diyorlar, yanlışlardan vazgeçilmesinin fitne olacağını söylüyorlar. Kendi yaptıkları fitnenin farkında değiller.
“Allah’tan geldik Allah’a döneceğiz” ayeti sadece Allah tarafından yaratıldık ve yine Allah tarafından öldürüleceğiz, anlamında değildir. “Allah’tan geldik Allah’a döneceğiz” bir sirkülasyondur. Allah’ın yasalarına uygun hareket etmek demektir. Bu bir harekettir, yani bizim hareketimizdir. Allah’a karşı dürüst olmalıyız. Bir tarafta teslimiyet gösterirken, öbür tarafta hiç ölmeyecekmişiz gibi davranmak doğru değildir.
Allah’a güvenmenin ilk basamağı Allah’ı tanımaktır. Allah’ı kavrayamayız belki tam anlamıyla ama O’nu tanıyabiliriz. Allah kendisini Kur’an’da tanıtıyor. Allah’ı gerçekten tanırsak, bizim davranışımız da değişecektir.

SLOGANLARLA, DUALARLA ÇÖZÜLMEZ SORUNLAR

Ankebut Suresi’nin 45. ayeti, klasik çevirilirde, “Sana vahyedilen bu İlahi Kelam’ı insanlara ilet, namazında dikkatli ol, çünkü namaz her türlü kötülüklerden alıkoyar. Allah yaptıklarınızı bilir.” diye çevrilir. Bu çeviri eksiktir. Tam çeviri şöyle olmalıdır; “Kitaptan sana vahyolunanı okuyup anlat, dînî yasaları ayakta tut, dinin dimdik durması, kötülüklerin önünü keser.” Allah her şeyi her an görüyor diye düşünülmesi ve bu anlayışla hayatın dizayn edilmesi, Müslümanların günlük yaşamında daha etkili olur. Müslümanların hata payını azaltır. Yapılanları, Allah’ın yaptıklarımızı gördüğü bilinciyle yapmak caydırıcı olur. Hayatımızın her alanında, yaptığımız her eylemde bu anlayışa göre hareket etmeliyiz.
Oysa Müslümanlar debelenip duruyor, debelendikleri yerleri de çökertiyorlar, zararı da kendilerine dokunuyor bu debelenmenin. Debelendikçe biraz daha batıyorlar…

SORUNUN ÇÖZÜMÜNÜ KUR’AN VERİYOR

  1. Allah tesbih edilecek. Yani, Allah’ın koyduğu düzene uyum sağlanacak, her an bu düzene ne kadar uyum sağlanılıyor sorgulanacak. Tesbihin anlamı budur. Tesbih çekerek Cennet’e girilmez, başarı da elde edilmez. Ancak Allah’ın koyduğu düzene uyum sağlanırsa Cennet’e girilir.
  2. Allah’ın yarattığı ayetlere saygılı olunacak. Allah nimet verdiyse bunun karşılığını isteyecektir. Mesela, hidayete ermek nimettir, Allah verdiği bu nimetin karşılığını isteyecektir. Nimetin karşılığı ödenirse ancak saygı gerçekleşir. Saygının olduğu yerde yardımlaşma gerçekleşir. Allah’ın eli saygının olduğu yerde kullarının üzerindedir.

KALBİN MÜHÜRLENMESİ

Kalbin mühürlenmesi demek, görülmesi gereken gerçeklerin görülememesi demektir. Allah’ın verdiği nimetlere karşı nankörlüğün ve buyruklarına karşı gelmenin cezasıdır kalbin mühürlenmesi. Gerçekleri sadece inanç sahibi olmayanlar görmezden gelmezler. Müslüman olanlar da gerçekleri görmezden gelebilirler. Gerçekleri görmeyen/göremeyen Müslümanlar sıkıntı verirler, bugün çekilen sıkıntılar gerçekleri göremeyen Müslümanlar yüzündendir. Bunlar kalpleri mühürlenen Müslümanlardır. Bunlar Müslüman kâfirlerdir, kalpleri mühürlenmiştir onların. Tıpkı gerçekleri kabul etmeyen kâfirler gibi.

KUR’AN ÇIĞIRTKAN MÜSLÜMAN İSTEMİYOR

İslâm aleminin içinde bulunduğu durumun asıl sebebi, Müslüman kâfirlerin çoğunlukta olmasıdır. Müslümanlar, Müslüman oldukları zaman Allah’ın yardımı onlarla olacak ve Müslümanlar bugünkü durumdan kurtulacaklardır. “Kahrolsun İslâm düşmanları, kahrolsun emperyalistler” gibi sloganlar atarak düşman kahrolmaz. Dua eylemle birlikte yapılır, sözlü dua geçerli olmaz, Allah sadece sözlü duaya itibar da etmez. İtibar etmediğini bugün zaten görüyoruz. Ellerine bayrakları ve değişik sloganlar yazılı dövizleri alarak sokağa çıkıp, bağırıp çağıran Müslüman tipi dünyanın heryerinde var. Ancak kahrolan düşmanı nedense göremiyoruz. Bu uygulamanın adı kolaycılıktır. Kur’an çığırtkan Müslüman istemiyor, akıllı, ne dediğini ve ne yaptığını bilen, müttaki/duruşu belli olan Müslüman istiyor.
Allah, “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, bölünüp parçalanmayın” derken (Âl-i İmrân, 3/103), bu çağırıyı kulak ardı eden Müslümanlara yardım etmez. Ne zaman Müslümanlar O ipe hep birlikte sarılırlar, işte o zaman Allah, Müslümanların duasını kabul eder ve yardım elini uzatır ve işte o zaman Müslümanlar, içinde bulundukları bu durumdan kurtulacaktır.

RÜŞTÜ KAM