31 Aralık 2019 Salı

EGE VE AKDENİZ GEZİSİ / 7 KİLİSELER (II) -Efes ve Kuşadası-



 “Sen beni, ancak bir saat süreyle yanıp sonra sönecek olan ateşle tehdit ediyorsun, fakat kötüler üzerine gelecek olan yargı ateşinden ve sonsuz cezadan habersizsin. Ne duruyorsun? Haydi, ne yapacaksan yapsana”

Rüştü Kam


Dünyada ilk kiliseler neden Ege’de inşa edildi?

Berlin Türk Eğitim Derneği’nin (TED) organize ettiği ‘Ege ve Akdeniz Gezisi’nin amacı, 7 Kiliseleri ve o döneme ait Ege ve Akdeniz’de kurulan medeniyetlerin geride bıraktıkları kültürel değerleri tanımak ve ibret almaktır. Kur’an “Yeryüzünü gezin dolaşın ve ibret alın“ der (Neml 69). Dünyada kalacağımız kısa süre içinde alacağımız ibretlerle kendi yaşamımıza çeki düzen vermektir amacımız. Kur’an da zaten bu amacın gerçekleşmesi için bu tavsiyeyi yapar. Kur’an’ın tavsiyelerine zorunluluk olarak bakmak gerekir. Laf olsun torba dolsun anlayışıyla yaklaşılmamalıdır bu tavsiyelere.

Tur sorumlusu rehberimiz Emin’e sorduk, dünyada ilk kiliseler neden Ege’de inşa edildi? Anlattı: Evanjelistlere ve Kabalistlere göre, “Tanrı’nın İmparatorluğu kurulmadan önce Edom yani Anadolu fethedilecektir. (St. Pierre)

Ege Bölgesi çok zengin bir bölgedir. Liman şehirleri bu bölgededir. Medeniyetler de bölgenin coğrafi özelliğinden dolayı bu bölgelerde kurulmuştur. Nüfus yoğunluğu da bölgenin özelliğine göre bilinçli olarak buralarda oluşmuştur. Ancak bölge halkı putperesttir(Pagan).

Yahudiler Filistin’de yaşıyorlardı. Allah Yahudi halkının irşad edilmesi için onlara birçok peygamber gönderdi. Ancak Yahudiler o peygamberlere iyi davranmadılar. Allah’ın peygamberleri aracılığıyla kendilerine gönderdiği hem Zebur hem de Tevrat’ı tahrif ettiler. Allah son olarak Yahudilere yeni vahiylerle donattığı İsa’yı peygamber olarak gönderdi. Yahudiler İsa’nın da söylemlerinden rahatsız oldular. İsa Yahudilerin kurduğu yerleşik düzene çomak sokuyordu. Yıllarca oluşturdukları düzenin yıkılması demek, kazançlarının başkalarıyla paylaşılması demekti. Makam ve mevkilerin el değiştirmesi demekti.
O günün din baronları, kapital sahipleri, İsa’dan kurtulmanın yollarını aradılar. Ondan kurtulmanın tek yolu vardı o da onun Romalılar tarafından ortadan kaldırılmasıydı. İsa tek olan Allah’tan bahsediyordu. Romalılar ise putperest idi. Kararlarını verdiler ve O’nu Romalılara şikâyet ederek çarmıha gerilmesini sağladılar. Böylece İsa’dan kurtuldular. Ancak Havariler İsa’nın söylemlerini devam ettirdiler. İsa’nın çarmıha gerilmesi Yahudilerin fazla işlerine yaramadı. Hatta inançlıların sayısında artmalar başladı. Havarilerden de kurtulmak gerekiyordu.
Yeni plana göre, Havarileri Anadolu’ya göndereceklerdi. Anadolu’da Romalılar vardı ve putperestti. Havariler dinlerini Anadolu’da tebliğ etmeliydiler. Böylece hem Havarilerden kurtulacaklar hem de Romalılar arasında karışıklık çıkarılacaktı. Böylece Tanrı’nın İmparatorluğu kurulmadan önce Arz-ı Mev’ud’a ulaşmak için bir adım daha atacaklardı. Kolları sıvadılar.

İlk iş olarak, Tarsus’ta Hahamlık yapan ve ilerde Paulus diye anılacak olan Saul’u Filistin’e davet ettiler. Paulus Roma vatandaşıydı, zeki ve çalışkan birisiydi. Paulus’a planlar anlatıldı ve görev kendisine verildi. Sonrasında düğmeye basıldı, plan işlemeye başladı.
Rivayete göre, Kudüs’te gerekli görüşmeler yapıldıktan sonra Paulus geriye dönmüş ve Şam’a doğru yol alırken, İsa kendisine görünmüş.  Paulus İsa’yı görünce heyecandan bayılmış ve yere düşmüş ve gözleri kör olmuş. Tedavi için, Hannaniya isimli bir Yahudi tarafından Şam’da bulunan Yahuda’nın evine götürülmüş. Üç gün boyunca, aç ve susuz bırakılmış. Bu süre içinde Paulus devamlı dua etmiş. Üç günün sonunda Yahuda Paulus’un gözlerinin üzerine elini koymuş ve Paulus’un gözleri açılmış. Hemen sonra orada vaftiz olmuş. Hahamlıktan vazgeçmiş. Paulus, İsa Mesih’in ismini milletlere, krallara ve İsrail oğullarına tanıklık etmeye çağıran bir elçidir artık. (Elç.İş.9:1-20) 

Paulus Anadolu’dadır

Paulus, Anadolu’yu dolaşmaya başlamıştır. Ege, coğrafya, iklim ve ekonomik açıdan karar kılmak için uygundur. Bilhassa ‘Yedi Kiliseler ’in kurulduğu şehirler çok zengindir. Altın rezervleri bu bölgededir. Tarıma da elverişli topraklardır buralar. Aynı zamanda halk paganların zulmünden bıkmış olduğu için umut veren yeni bir dini kabul etmeye hazırdırlar. Paulus’un dinini kitlelere ulaştırması için zemin hazırdır. Paulus dinini anlatmak için Ege Bölgesi’nde karar kılmıştır.
Paulus’un  tanıttığı bu yeni dinde İsa Allah’ın oğludur (Teslis inancı). İsa Romalıların putlarına dil uzattığı için çarmıha gerilmiştir, sonrasında ise göğe yükselmiştir. İnsanlar günahkâr olarak doğarlar, İsa insanların günahlarına kefaret olarak çarmıha gerilmiştir. Çocuklar vaftiz yapılarak asli günahtan kurtulacaklardır. İsa kıyamet yaklaştığında tekrar yeryüzüne gelecektir. O zaman Armageddon Savaşları çıkacak ve bu savaşların galibi İsa olacaktır. Çerçeve böyle çizilmiştir. Bu çerçevenin içinin doldurulması gerekiyordu. Bunun için ibadet evleri açılmaya başlandı. İbadet evlerinde domuz eti yemenin helal olduğundan, sünnet olmanın gereksiz olduğundan, şarap içmenin helalliğinden, teslisten ve asli günahtan v.b. bahsedildi.
Paulus, Hristiyan dinini yayarken kendi düşüncelerini de dine katarak ilerde kendisinin hâkim olacağı bir Hristiyan inancı oluşturmuştur. İngiliz tarihçi Wels’e göre Paulus, din konusunda oldukça bilgili ve çağın gereklerine ayak uyduran ileri görüşlü bir kişiliğe sahipti. Wels’e göre Paulus diğer dinlerden de uygun gördüğü birçok kuralı ve düşünceyi Hristiyanlığa aktarmıştır.
Paulus, kendisine verilen görevi başarıyla tamamlayınca Roma’ya çağrılmış ve Roma topraklarında fitne çıkardığı için idam edilmiştir.

Hıristiyanlığın İlk Yedi Kilisesi
Paulus öldürülmeden önce inşa ettiği kiliselere hitaben mektuplar yazmıştır. Vahiy Kitabı’nda, “Anadolu’nun 7 Kilisesi”ne ve onların topluluklarına, yazılmış mektuplardır bunlar. Mektuplarda söze şöyle başlanır: “Ben Yuhanna, zulümde, krallıkta ve İsâ'nın çilesinde birlikte olduğunuz kardeşiniz, yoldaşınız. Pathmos Adası'ndaydım. 'Ruh'la esinlendim ve ardımda güçlü bir ses duydum boru sesine benziyordu. ‘Bu duyduğunu bir kitaba yaz ve 7 Kilise'ye gönder ‘denildi:
Ephesos (Efes)’a,
Smiyrna (İzmir)’ya,
Pergamon (Bergama)’a,
Thyateira (Akhisar)'ya,
Sardes (Salihli)’e,
Philadelphia (Alaşehir)’ya,
Laodikeia (Denizli)’ya.” (, İncil; Eski Ahit Vahiy, 1:11, Yüzüncü Ad; Amin Maalouf)

Paulus’un mektupları sırasıyla bu 7 Kiliselere gönderilmiştir. Her mektup, gönderildiği kilisenin halkını, günahlardan sakınmaları için uyarır ve dine bağlı kalmalarını öğütler.
Yahudiler Paulus ile İsa’dan ve Havarilerinden kurtulmuşlar ve aynı zamanda, Putperest Romalılar arasında Hristiyanlık dininin yayılmasını da başarmışlardır.
Aslında, Yahudilik içerisinde bir tecdit hareketi olarak zuhur eden Hristiyanlık ilk başlarda yeni bir din olarak görülmemiştir. İlk Hristiyanlar kendilerini Yahudi Paulus’un takipçileri olarak görürler. Hristiyanlık çok sonraları din olarak anılmaya başlanır. Ancak, bir Yahudi kuruluşu olan Hristiyanlık dini, Yahudiliğin kontrolünden hiçbir zaman çıkmamıştır. Hristiyanlık siyasi amaçlarla kurulmuş bir dindir. Kurulduğu günden beri de amacına uygun olarak kullanılmaktadır.

Evanjelizm
Hristiyanlıkta değişik mezhepler vardır. Bu mezheplerden biri de Evanjelizmdir. Evanjelist; Yunanca’da,  “müjdeci” anlamına gelir. Evanjelizm, en masum anlamıyla İnciller hakkında vaaz vermektir. İsa üzerinde yoğunlaşan bu vaazların amacı Hristiyan olmayanları bu dine davet etmektir. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna tarafından yazılmış dört kanonik İncil’in her birine "Evanjel" denir. Evanjelizm adını ilk kullanan kişi, Reform hareketinin lideri Martin Luther'dir. Bu nedenle Kıta Avrupası'nda Evanjelik sözcüğü, Protestan veya Luther’ci olarak algılanır.
Luther’ci Protestanlık ile başlayan; Püritenizmle olgunlaşan, Jimmy Carter, Ronald Reagan ve Baba Bush'un başkanlıkları döneminde adım adım gelişen Evanjelizm, 11 Eylül'den sonra Oğul Bush ile Küresel Emperyalizmi yönlendiren esas güç haline gelmiştir.
Evanjelikler için en kutsal kilise Bülbül Dağı'ndaki Efes Meryem Ana Kilisesi'dir. İlk yapılan Kilisedir. Evanjelistler, Eski ve Yeni Ahit’e inanırlar. Onlara göre “Kutsal Kitap” iki bölümdür; birinci bölümde Tevrat (Eski Ahit), ikinci bölümde ise dört kitaptan oluşan Yeni Ahit (İncil) yer alır. Tevrat’ta, Allah’ın, Nil ve Fırat arasını Hz. İbrahim ve O’nun nesline vaat ettiği yazılıdır, vaad edilen arz, yani Arz-ı Mev’ûd. Bu vaad, Hz. İbrahim’e ve O’nun nesline yapılmıştır. (Çıkış, 23-31, Yaratılış 15-18 ve 26)

Evanjelistlere göre sadece Yeni Ahit’e inanmak yetmez, Eski Ahit’e de inanmak gerekir. Evanjelistler Yahudilerin seçilmiş kavim olduklarına inanırlar. Bunun için de Nil-Fırat arasının onlara ait olabilmesi için çaba sarf etmek gerekir. Ancak bu yapılırsa, Hz. İsa tekrar yeryüzüne gelecek, krallığını kuracak ve inananlarla inanmayanlar arasındaki büyük savaş yani Armageddon başlayabilecektir.
İsa’nın yeryüzüne ineceği inancı Müslümanlarda da vardır. Bu inanç Müslümanlara Yahudilikten ve Hristiyanlıktan geçmiştir. Amik Ovası ve Dicle'nin Kabala'daki kutsiyetleri hatta Fırat Irmağı'nın İncil'deki kutsiyeti hafife alınmamalıdır. Suriye’deki olup bitenler hem Hristiyanlar açısından hem de Yahudiler açısından Tevrat’ta sözü edilen Arz-ı Mevûd hayaline ulaşmak için yapılan çalışmalardır. Bu bilgiler bize, bugün Türkiye'nin nasıl bir bela ile karşı karşıya olduğunu anlamamıza yardımcı olacaktır.

Yedi kiliselerden ikincisi Agora’da

Yedi Kiliselerden ikincisi İzmir (Smyrna) kilisesidir. Paulus, İzmir'deki kiliseye gönderdiği mektubunda; önce övgü dolu sözler söyler. Arkasından inançlarından dolayı maruz kalacakları zulümlere ilişkin uyarılarda bulunur: “İzmir'deki kilisenin meleğine yaz. Ölmüş ve yaşama dönmüş, ilk ve son olan şöyle diyor: “Sıkıntılarını, yoksulluğunu biliyorum. Oysa zenginsin! Yahudi olduklarını söyleyen, ama Yahudi değil de Şeytan'ın havarisi durumunda olanların iftiralarını biliyorum. Çekmek üzere olduğun sıkıntılardan korkma! Bak, denenesiniz diye İblis içinizden bazılarını yakında zindana atacak. On gün sıkıntı çekeceksiniz. Ölüm pahasına da olsa sadık kal, sana yaşam tacını vereceğim. Kulağı olan, Ruh'un kiliselere ne dediğini işitsin. Galip gelen, ikinci ölümden hiçbir zarar görmeyecek.” (Vahiy 2:8-11)

İzmir kilisesi üçüncü müjdeleme seyahati sırasında Paulus tarafından kurulmuştur (M.S. 53-56). Hristiyanlar, ilk olarak şehirde yaşayan dindar Yahudilerin tepkilerini çekmişler ve sonrasında Roma yönetimi tarafından sistematik bir yıldırma politikasına tabi tutulmuşlardır. Yönetim tarafından dinlerinden vazgeçmeleri ve imparatora tapmaları istenmiştir. Bazı imanlılar korkmuş ve istenileni yapmışlardır. Bazı imanlılar ise imparatora tapmayı reddetmişlerdir. Bunlar Romalılar tarafından hapse atılmışlar, bazıları da idam edilmiştir.
Mesela, İzmir Kilisesi’nin papazı olan St. Polycarp, M.S. 155 senesinde yakılarak öldürülmüştür.

Sezar’ı Rab olarak tanıması için onu zorlayan cellada St. Polycarp: “Sen beni ancak bir saat süreyle yanıp sonra sönecek olan ateşle tehdit ediyorsun, fakat kötüler üzerine gelecek olan yargı ateşinden ve sonsuz cezadan habersizsin. Ne duruyorsun? Haydi, ne yapacaksan yapsana” diyerek meydan okumuş ve ruhunu teslim etmiştir. Bu zulümlere rağmen sadık kalan Hristiyanlara Rab 2 şey vaat eder: “Ölüm pahasına da olsa sadık kalırsan, Ben sana yaşam tacını vereceğim. Kulağı olan, Ruh ‘un Kiliselere ne dediğini işitsin. Sabreden, galip gelen, ikinci ölümden hiçbir zarar görmeyecek.” (Vahiy 2:8-11)

İnsanlık tarihinde, Tevhid inancının sahipleri her zaman Paganlar/putperestler tarafından işkenceye tabi tutulmuşlardır. İsa’dan önce de bu böyleydi İsa’dan sonra da. Hristiyanlar kiliselerini niçin yüksek dağlara kurmuşlardır, niçin mağaralara, peribacalarının içine, yerin altına yapmışlardır, kiliselerin dış duvarları niçin kalındır?  Bu soruların cevabını, bu anlatılanlardan ve olanlardan sonra daha iyi anlıyoruz.

Emin’in verdiği 10 dakikalık fotoğraflama süresi yetmedi. Hızlıca fotoğraflarımızı çektik. Bir de baktık ki; fotoğraf molasını fırsat bilerek, yiyecek bir şeyler almak için ana caddeye inen arkadaşlarımız olmuş. Emin’in düdüğü acı acı çalsa da bu sefer işe yaramadı. Hüseyin de ceza kuralını askıya almış gibi görünüyor. İdarecilik böyle bir şey. Bazen kurallar sert uygulansa da bazen idare edebilmek gerekiyor. Gezinin ikinci günündeyiz ve herkes heyecanlı. İzmir’den bu kadar tarihi malumat toplayacaklarına kimse inanmıyordu. Ama topladılar.

Hedefte Efes var. Otobüste İzmir üzerine sohbetler devam etti. Kaptan Sezgin sohbeti sonlandırmak için olsa gerek, CD çalara İzmir’in kavakları türküsünü verdi. Bir anda hava değişti. Otobüste zeybek oynanır mı, bizimkiler oynadı ve de oldu. Bizler de alkışlarla eşlik ettik onlara. Hey gidi efeler hey…
“İzmir’in kavakları / Dökülür yaprakları / Bize de derler çakıcı / Yar fidan boylum / Yakarız konakları Servim senden uzun yok/ Yaprağımda düzüm yok / Kamalı da zeybek vuruldu / Yar fidan boylum 
Çakıcıya sözüm yok.”

Türkünün hikâyesi şöyle; Çakıcı Efe, Ege Bölgesi’nde ortaya çıkan bir halk kahramanıdır. Osmanlı’nın son zamanlarıdır artık. Halk kendi kahramanlarını, kendi kurtarıcılarını çıkarmak zorunda kalmıştır. Efeler sahnededir. Onlar halk kahramanlarıdır. Çakıcı Efe İzmir, Denizli, Aydın civarında hüküm sürmüş bir Efe’dir. Saygın birisidir. Kimi zaman dağlardadır, kimi zaman da halkın arasına inerek düşmanla ve zalimlerle mücadele etmiş, adalet dağıtmış, zenginden alıp fakire vermiş bir efedir.

Koro halinde söylediğimiz bu türkünün büyüsüne kapıldık. Zaman su gibi akıp geçmiş. Büyünün etkisinden kurtulunca baktık ki;  Efes’teyiz. Efes rehberimiz İsa Levent Gürcav.  Efes Antik Kenti’nin önünde bizi bekliyor. Tanışma faslından sonra. “Hedef Meryem Ana Evi” dedi. Otobüs hiç zaman kaybetmeden hemen tırmanışa geçti.


Meryem Ana Evi

“Meryem Ana Evi, Bülbül Dağı’nda, doğanın güzellikleri içine saklanmış bir yapı. Hz. Meryem’in son yıllarını Aziz Yuhanna ile birlikte geçirdiğine inanılan ev/kilise. Hristiyan dünyası için kutsal kabul edilen bir mekân. Her yıl 15 Ağustos’ta büyük ayinin yapıldığı yer. Hz. İsa çarmıha gerilmeden önce annesi Meryem’i, arkadaşı ve havarisi olan Aziz Yuhanna’ya emanet etmiş. Havari Aziz Yuhanna da İsa’nın göğe yükselişinden sonra emanet edilen Meryem’in Kudüs’te olmasını sakıncalı görmüş ve onu Efes’e getirmiş. Bülbül Dağı’na.
Ve Efes bu özelliğinden dolayı Hristiyanlar için hac yeri haline getirilmiş. Kilise Meryem Ana adını M.S. 431 yılında almış. Ekümenik Meclis Efes'te toplanmış ve Meryem'in İsa'yı Tanrı'nın oğlu olarak doğurduğunu ilan etmiş. 1950 yılına gelindiğinde de Meryem Ana Evi’nin Vatikan tarafından kutsal olduğu dünyaya ilan edilmiştir. 1967 yılında Papa VI. Paul ve 1979 yılında Papa II. Jean Paul ve sonra Papa Benedikt tarafından Efes’e hac ziyaretleri gerçekleştirilmiştir.
Evin önünde anahtar şeklinde bir vaftiz havuzu var. Dünyaya günahkâr olarak gelen Hıristiyanlar, bebek yaşlarında anahtar şeklindeki bu havuzda vaftiz edilirler ve böylece cennetin kapılarını aralamış olurlar. Vaftiz havuzunun hemen yanında Meryemana heykeli var. Haç şeklinde. Meryem Ana Evi’ne girerken, kadınların başlarını ötmeleri gerekiyor.
Evin giriş kapısının sağ ve sol taraflarında, Kuran-ı Kerim‘de Meryem’den bahsedilen sure ve ayetleri hem Türkçe, hem de Fransızca olarak okuyabilirsiniz. Meryem Ana Evi’nden sonra merdivenlerden aşağı inerken taş bloklardan akan ve şifalı olduğuna inanılan kutsal sudan da içilebilirsiniz.”  Şifa niyetine içenler olduğu gibi susadıklarından dolayı da içenler olabiliyor. Bizler de içtik bu sudan, oldukça soğuk ve de lezzetliydi.

Efes Antik Kenti

Meryemana Evi’nden sonra vakit kaybetmeden Efes Antik kentine geçtik. Girişte hemen sağda toplandık ve rehberimizi dinlemeye başladık: “Efes, 250,000 nüfusuyla Romadan ve İskenderiyeden sonra I. yüzyılın en büyük şehirleri arasında yer alır. Bugün İstanbul Türkiye için ne ise, I. yüzyılda Efes Anadolu için oydu. Anadolunun en çok vergi alınan yeriydi Efes. Aynı zamanda Anadolunun kültürel, sosyal ve dini merkeziydi. Dünyanın yedi harikaları arasında yer alan Artemis tapınağı buradadır. Efesteki antik tiyatro hâlâ günümüzün en güzel antik eserleri arasında yer almaktadır. Kütüphanesinde 200.000 cilt eser vardı. Efes şehri birçok İncil kahramanına ev sahipliği yapmıştır. Havari Yuhanna, İsanın annesi Meryem ve İncil yazarı Luka buralarda yaşamışlardır. Rivayetlere göre mezarları da buradadır.
Misyoner Pavlus M.S. 53-56 tarihlerinde Efes’e gelmiş. Burada Hristiyanlığın yayılması için çalışmalar yapmış. Hıristiyanlık dininin ilk kilisesini Efes’te inşa etmiş. Diğer Kiliseler de Efes’i takip ederek kurulmuş, hepsi de Ege’de.

Anadolu’nun Hristiyanlaştırılması ile görevli olan Paulus görevini hakkıyla yapmış ve birçok insanın Putperestlikten vazgeçmesine imana gelmesine vesile olmuştur. Bu durum putperestleri çok kızdırmıştır. Çünkü, halkın tek tanrılı dine inanır olması(Hristiyan olması) put ticaretini olumsuz yönde etkilemiştir. Halk artık put satın almamaktadır. Gelirler azalmıştır.  Put ticaretinden olumsuz etkilenenler protestolarla yönetime baskı yapsalar da Hristiyanlığın yükselişine engel olamamışlardır.
Paulus ilk mektubunu Efes Kilisesi mensuplarına yazar: “Yaptıklarını, çalışkanlığını, sabrını biliyorum. Kötü kişilere katlanamadığını da biliyorum. Elçi olmadıkları halde kendilerini elçi diye tanıtanları sınadın ve onları yalancı buldun. Evet, sabırlısın, benim uğruna nice acılara dayandın ve yılmadın. Ne var ki, bir konuda sana karşıyım: Başlangıçtaki sevginden uzaklaştın. Bunun için, nereden düştüğünü anımsa! Tövbe et ve başlangıçta yaptıklarını sürdür. Tövbe etmezsen, gelip kandilliğini yerinden kaldırırım. Yine de olumlu bir yanın var: Nikolas yanlılarının yaptıklarından nefret ediyorsun; ben de nefret ederim. Kulağı olan, Ruh'un kiliselere ne dediğini işitsin. Galip gelene Tanrı'nın cennetinde bulunan yaşam ağacından yeme hakkını vereceğim.” (Vahiy 2:4-5)

Tümüyle mermerden yapılmış ilk kent olan Efes'teki başlıca yapılar ve eserler: 

Artemis tapınağı

“Tapınak M.Ö. 550 yılında Croesus’un (Lidya Kralı) emri üzerine yapılmıştır. Artemis Yunan Tanrıçalardan biridir. Zeus’un kızı ve Apollon’un kız kardeşidir. Tapınağın en büyük özelliği; Helen dünyasının antik çağda mermerden yapılmış en büyük anıtsal eseri olmasıdır.
Dünyanın 7 harikasından biri olan Artemis Tapınağı’nın büyüklüğü 130 x 68 metredir.  Ön cephesi Batıya dönüktü. Tapınak hem bir pazaryeri hem de bir dini müessese olarak kullanılıyordu. Artemis Tapınağı M.Ö. 356'da adını ölümsüzleştirmek isteyen Herostratus adlı bir Yunan tarafından yakıldı. Tapınaktan günümüze sadece birkaç mermer blok kalmıştır. Efes kazıları sırasında bulunan çok memeli Artemis heykelleri arkeolojide olduğu kadar dünya din tarihinde de çığır açmıştır. Artemis’in çok memeli bir Tanrıça olması, bereketin simgesi olmasındandır.

 

Celsus Kütüphanesi


Roma dönemi yapılarının en güzellerinden birisi olan yapı hem kütüphane hem de anıt mezardır. 106 yılında Efes valisi olan Celsius ölünce, oğlu kütüphaneyi babasının adına anıt mezar olarak yaptırmıştır. Celsius'un lahdi kütüphanenin batı duvarının altındadır. Kütüphanede kitap ruloları, duvarlardaki nişlerde saklanıyordu.

Yamaç Evler

Yamaç Evler; Helen ve Roma çağlarından kalmadır. Efes kentinin merkezindedir. Roma döneminin varlıklı üst sınıf yaşantısını günümüze taşıyan, eşsiz mimarlık eserleri olarak kabul edilir.
Evlerde, günümüzdeki merkezi ısıtma sistemine benzer bir uygulama gerçekleştirilmiştir. Hamam benzeri merkezi ısıtma yerleri oluşturulmuştur. Mutfak, kabul ve bazı yatak odalarındaki çeşmeler künklerle merkezi ısıtma merkezlerine bağlanmıştır. Günlük yaşama uygun olarak hazırlanan oturma odaları, salon ve kabul odalarının altından geçirilen künkler merkezi ısıtma sistemine bağlanarak, zeminden ısıtma yöntemi gerçekleştirilmiştir. Hayranlık uyandırıcı bir çözümleme ile günümüz merkezi ısıtma sistemine benzer bir çözüm üretmişlerdir. (M.Ö.I.yy.)
Ayrıca Yamaç evlerde kanalizasyon tertibatı da vardır. Evlerin tuvaletleri içeridedir. Bütün evlerdeki tuvaletlerin kanalizasyonları ana kanalizasyona bağlanmıştır.

Ayasuluk Tepesi

Ayasuluk Tepesi bir höyüktür. Ayasuluk Tepesi’nin en yüksek yerine inşa edilmiş olan iç kale, Selçuk İlçesi’nin başına konulmuş bir taç gibidir. Görülen kale duvarları Bizans, Aydınoğulları ve Osmanlı dönemlerine aittir. 15 kuleyle güçlendirilmiştir. İç kalenin biri batıda diğeri doğuda olmak üzere iki girişi vardır. Batı kapısı dıştaki duvarlarla korunmuştur. Kale içinde kapıların yakınında bulunan beş sarnıçtan tonoz örtüleri sağlam olan üç sarnıç ayakta kalabilmiştir. Merkezi kısmın güneyinde tek kubbeli ve minaresi kısmen sağlam kalabilmiş bir de cami (Kale Camii) vardır. Üstte, batıda Türklere ait kale hamamı vardır. En üstte beşik tonozla örtülü bir başka sarnıç. Bu sarnıç eski bir bazilika yapısının ayakta kalabilmiş bölümüdür.

St.Jean Kilisesi

Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan St. Yuhanna (St.Jean ), diğer bir adıyla Aziz Yuhanna, İncil’in yazarlarından biridir. Yuhanna İncili İznik konsilinin seçtiği 4 İncil’den biridir. Konsil, M.S. 325 tarihinde İmparator I. Konstantin tarafından Roma İmparatorluğu'nda resmî din olacak Hristiyanlığın içerisinde tartışılan bazı konuları netleştirmek amacı ile toplanmıştır.
Hıristiyan efsanesine göre St.Yuhanna M.S.50 yıllarında Efes’te yaşamış ve Ayasuluk Tepesi’ne defnedilmiştir. M.S. IV. yy.’ da buraya ahşap çatılı bir kilise yapılmıştır. Justinianus (M.S.527-565) zamanında ise halen kalıntıları görülen kubbeli bazilika inşa edilmiştir. Haç planlı yapıya batıdan "Atrium" denilen büyük avludan girilir. St.Yuhanna'nın mezarı en ortadaki kubbeli bölümün altındadır.
İsa Bey Camii

İsa Bey Camii Ayasuluk Tepesi’nin altında yer alıyor. Cami 1375'te Mimar Ali tarafından Aydınoğlu İsa Bey için yapılmıştır. İsa Bey Camii, pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. İsa Bey Camii gerek mimarisi gerekse süsleme özellikleriyle Anadolu Türk mimarisi içinde ayrıcalıklı bir yere sahiptir.
Ait olduğu dönemden başlayarak Anadolu Türk mimarisinde önemli etkileri görülecek bu yeni plan şemasının esasları Suriye’deki İslam mimarisine dayanmakta olup Şam Emeviye Camii’ne kadar inen eski bir geçmişe sahiptir. Farklı kültürlerin bir sentezini oluşturan yapı, Osmanlı dönemi mimarisine de kaynaklık etmiştir. Doğu ve batı taç kapılar üzerinde iki minare yükselmektedir. Minarelerden doğu yönde olanı günümüze ulaşamamıştır. Günümüze ulaşan minarenin de şerefeden yukarısı hâlâ yıkık vaziyettedir. Yetkililerin gelip kendisini aslına uygun olarak inşa etmesini beklemektedir. Anadolu’da iki minareli, revaklı ve şadırvanlı avlulu camilerin ilk örneklerinden olan İsa Bey Camii, Türk mimarlık tarihinin Anadolu Beylikleri dönemine ait en eski ve gösterişli eserlerinden biridir. Osmanlı Devleti döneminde önemini kaybeden İsa Bey Camii, uzun süre kaderine terk edilmiştir. 1653-1688 yıllarındaki depremler sonucu da kubbeler hariç çatıları ve minaresi tamamen yıkılmıştır.
Cami, 19. yüzyılın ikinci yarısında kervansaray olarak kullanılmaya başlanmış. Bu süreçte yapıya uygulanan değişiklikler ciddi tahribata neden olmuştur. O kadar ki, güney duvarındaki mihrap sökülüp buraya da bir kapı açılmıştır. 1895’te Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün Efes’te yürüttüğü çalışmalar çerçevesinde G. Niemann başkanlığındaki ekip tarafından fark edilen cami, basit de olsa olumlu bir müdahale görmüştür.
Cami, özgün karakterini bazı yerlerde önemli ölçüde kaybederek günümüze ulaşmış olsa da hâlâ görkemli ve etkileyici. Pencerelerde görülen mermer ve renkli taştan yapılmış zengin süslemeler bu cephedeki taç kapıda da uygulanmıştır.
Dört sıra mukarnas sırasının üzerinde dantel gibi işlenen istiridye kabuğu biçimindeki kavsara, hâlâ göz kamaştırıyor.” Dünyada, tarihine ve tarihi eserlerine sahip çıkmayan hatta ihanet eden başka bir millet var mıdır acaba?  

Şirince Köyü ve Kıyamet Kehaneti

“Şirince, İzmir’in Selçuk İlçesi’ne bağlı bir Köy. Köy, 2012 yılında Mayalar’ın takvimine göre tam 21 Aralık’ta kıyamet gününün geleceği söylentileriyle çalkalanmıştı. Maya takvimini yorumlayan ve kendilerine “Mavi Enerji Grubu” adını veren grup 21 Aralık 2012’de kıyamet gelip çattığında dünyada sadece 2 yere sığınanların kurtulacağını iddia ediyordu. İzmir’deki Şirince ve Fransa’nın güneyindeki Bugarach Köyü insanların sağ kalacağı tek yer olacaktı. Bu söylentiler hem Türkiye’nin hem de dünyanın gündemine bomba gibi düştü. Arama motorlarında Şirince en üst sıralardaydı. Her ne kadar Mayalar yanılmış olsa da, tüm bu tantana Şirince turizmi için bulunmaz fırsat oldu. Cennet çorbası ile başlayıp kıyamet kebabı ile devam eden kapanışı da yasak elma tatlısı ile yapan, kıyamet menüleri hazırlayan işletmeler vardı Şirince’de.”

Biz Şirince köyüne kadar çıkamadık. Trafik çok kalabalıktı. Köyün girişinde Ayşe hanımın yerine öğle yemeği için park ettik. Yolun hemen sağında. Self servis. Birkaç otobüs birden gelince sıkışıklık meydana geldi. Biz sıraya geçtik yemeğimizi almak için. Ancak yemek almakta zorlandık. Hatta bazı arkadaşlarımız alamadılar. Sıraya uymak gibi bir alışkanlıkları yoktu arkadan gelenlerin. Aradan kaynak yaparak girenler olduğu gibi arkadaşını önlerine çağıranlar da vardı. Sanki onun için sıraya girmiş gibi. Yemek kuyruğunda sıra kavgası. Şirince yolunda buna da şahit olduk. Koca koca insanlar. Saygıda ulaşılan seviye işte bu. Alabildiğimiz kadar aldık ve yedik. Yemekten sonra da Şirince Köyü sevdasından vazgeçerek, kırdık dümeni Kuşadası’na.

Kuşadası

“Kuşadası Antik çağlarda Anadolu'nun Akdeniz’e açılan başlıca limanlarından biridir. Bugün de Türkiye’nin en büyük 3. Limanıdır. Tarihi M.Ö. 3.000 yılına kadar uzanır. Antik çağlarda İyonya adı ile anılır. 1086′da I. Süleyman Şah’ın bölgeyi Selçuklu Devleti'ne katmasıyla adada Türk   egemenliği başlar. Bugünkü Kervansaray ve Kuşadası'nı çeviren surlar, su kemerleri, Osmanlı Paşası Öküz Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Sadrazam Mehmet Paşa Konyalıdır ve zamanın Osmanlı padişahı II. Osman'ın damadıdır. Türkmen'dir. Babası Öküz nalbandı olduğu için bazı kendini bilmez tarihçiler tarafından kendisine "öküz" lakabı yakıştırılmıştır. Kuşadası’nın hemen kıyısında Güvercin Adası var. Bir mendirek ile karaya bağlanmış, üzerinde Bizans döneminde inşa edilen bir kale bulunmakta. Güvercin Adası'nın en yüksek noktasında bulunan kule, muhafızların çevreyi gözetlemesi için kullanılmıştır.”

Rehberimiz Levent Efes’te kaldığı için, Efes’ten sonra rehberlik tur şirketinin sorumlusu Emin Oruç’a kaldı. Adayı Emin’in rehberliğinde gezdik. Sonra şehrin merkezinde soluklanalım teklifi geldi. Uygundur dedik. Aheste aheste Yola koyulduk. Yolda herkes kafasına göre takıldığı için şehrin merkezine geldiğimizde üç kişi kalmışız. Orada küçük bir meydan var, meydanın etrafı dükkanlarla çevrili. Cıvıl cıvıl bir meydan.  Hava biraz soğuk. Masalara oturduk. Hemen arkamızda taze taze lokma döküyorlar. Mis gibi kokuyor. Kokusu iştahımızı kabarttı.  “Daha ne duruyorsunuz beni alın ve yiyin.” diyordu sanki lokmalar. Davete icabet etmek gerekir dedik ve siparişlerimizi yaptık. Arayıp da bulamadığımız tatlılardan. Çıtır çıtır. Çay ile birlikte harika oldu. Soğuğa karşı panzehir.

Emin, “Gezimizin bundan sonraki güzergahında Serdar Kaymaz rehberlik yapacak.” dedi ve genç bir arkadaşı bizimle tanıştırdı. Kendisi de Kuşadalı imiş. Uzunca bir beraberliğimiz oldu Serdar’la. Mesleğine aşık ve oldukça bilgili bir genç. Gururu ve kibiri olmayan bir delikanlı. Ekibimiz kendisini çok sevdi. Aspendos’ta ondan ayrılırken duygu dolu dakikalar yaşandı.
Hava kararınca Güvercin Adası ışıklandırıldı. Gece manzarası oldukça büyüleyici. Ancak zamanımız yok. Otele gitmemiz gerekiyor. Serdar’ın düdüğü çaldı bile. Akşam yemeği otelde yenecek… Emin pasaportları topladı. Otele giriş kaydı yapılacak. İşlemin hızlı bir şekilde yapılabilmesi için bu yöntemi Emin seçti. Akıllıca bir seçim. Kaydımız yapılınca kolumuza bir plastik bilezik taktılar. Bu bilezikteki renkten müşterinin kaçıncı sınıf olduğunu anlıyorlarmış. Ben bu sınıflandırmaya girmek istemedim ve bileziği takmayı reddettim. Reddettim ama otel personeli itirazımı kabul etmedi. Israrcı oldular ve sonunda münakaşa başladı. Benimki belki de anlamsız bir tartışma ama, ağırıma gitti bu durum. Sonunda otel müdürü devreye girdi ve otelin prensiplerinden bahsetti. Ancak bir istisna olarak benim bileziğimi takmayabileceğimi söyledi. Sanırım boşuna bir kuruntu yaptım. Yemekten sonra odalarımıza çekildik. Oldukça fazla yorulduk bugün. Otel şehrin dışında olduğu için şehri dolaşmak imkânımız da yok. Ancak taksi ile gidebiliriz. Gerek duyan da olmadı.

Sabah kalkarken zorlanmadım. Deniz havası yaradı galiba. Eşim de tasdikledi beni. Çok güzel bir sabah kahvaltısından sonra istikamet Bergama. 7 Kiliselerden üçüncüsü orada. Bergama’da Milli Türk talebe Birliği (MTTB)’ nin eski genel başkanlarından Raşit Ürper var. Bir dönem Bergama Belediye Başkanlığı da yaptı. Önceden haberleştim kendisiyle. Kendisini aramamdan oldukça mutluluk duydu. Memnuniyetini ifade eti. Bergama’da bizi bekliyor olacak. Öğle yemeğini de beraber yiyeceğimizi özellikle söyledi.

Bergama yolunda Efes ve Kuşadası ile ilgili yorumlar yapıldı. Arkadaşların dikkatini Efes’te Antik Kütüphane ve mermer yol çekmiş. Bir de Yamaç Evlerin kaloriferli oluşu. O tarihte o kadar büyük bir kütüphane, gerçekten anlamlı. O zaman okunacak kitap ve o kitapları okuyacak insanlar varmış demek ki. Bulunduğumuz çağdan oraya bakınca kendimizden utanıyoruz. Berlin’de Almanya’nın ilk Türk Kütüphanesi’ni kurduk, insanımız okusun diye. 8.000 cilt kitabımız var. Okumaya gelenlerin ve eve kitap alıp götürenlerin sayısı oldukça az. Kıyaslama yaptık. Sonuç vahim.
Devam edecek


29 Aralık 2019 Pazar

EGE VE AKDENİZ GEZİSİ / 7 KİLİSELER ( I) İzmir/Smyrına



Anadolu toprakları, çok zengin kültürleri bünyesinde barından topraklardır. Sadece kültür değil, tarih ve coğrafi özellikler açısından da kıymet biçilmez güzelliktedir.
Putperestlerin, Hristiyanların, Müslümanların kültür değerlerini bu topraklarda bulmak mümkündür. Önce Paganlar, sonra da her üç inancın mensupları bu topraklarda medeniyetler kurmuşlardır.

Türk Eğitim Derneği (TED), bu sene (2016) Asya Havarisi diye tanınan Havari Yuhanna’nın izini sürecek.  Hristiyanlığın doğuşu ile ilgili bilgilerin serüvenini takip edecek. Yuhanna Yeni Ahit’teki vahiylerinde sadece ahlaki öğütler vermiyor; dünyanın sonu, mahşer günü gibi kavramlardan da söz ediyor. Ayrıca bu kitapta kendilerine mesajlar yollanan yedi kiliselerden bahsediyor. Hıristiyanlığın ilk kiliseleri olarak kabul gören bu yedi kilise Anadolu topraklarındadır. Türkiye sınırları içindedir. Yedi Kollu Şamdan aslında bir Yahudi simgesi olmakla birlikte burada Küçük Asya’nın yedi kilisesini, yedi yıldız da bu kiliselerin meleklerini ya da daha somut bir ifadeyle kiliselerin rahiplerini belirtir. Hz. İsa, Havari Yuhanna’ya görünür ve bu yedi kiliseye iletilmek üzere “mesajlar" verir. Yedi Kiliseye yedi mektup. Hristiyan dünyası Anadolu’yu hiçbir zaman unutmamıştır. 7 Kilise onlar için çok şeyler ifade etmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinin ve Amerika’nın Türkiye sözkonusu olunca hemen bir araya gelivermeleri tesadüfi değildir.

Türk Eğitim Derneği’nin, “Kültür Gezisi“ adıyla yapageldiği gezilerin bu seneki güzergahı 7 kiliselerinde içinde bulunduğu Ege ve Akdeniz Bölgesidir. Bu geziyi önemli kılan, bu bölgelerde hem Pagan kültüründen hem Hristiyan kültüründen hem de İslam kültüründen eserlerin bir arada bulunuyor olmasıdır. Sonraki gelenle önceki gelenlerin eserlerini yerle bir etmesine rağmen, Sunaklar, Sinagoglar, Kiliseler, Camiler, Kervansaraylar ve köprüleri yıkanlara inat hâlâ ayakta olanlar var. Öyle ki, bazen de yan yana olanlar var. Yirmi birinci Asrın modern(!) insanına medeniyet nasıl bir şeymiş lisan-ı hal ile anlatıyorlar, haykırıyorlar. Biz sesi duyduk ve o sesin geldiği yöne doğru dümen kırdık.

İzmir’e, İstanbul aktarmalı olarak uçtuk. Her zaman olduğu gibi bu sene de yine Türk Hava Yolları’nı(THY) tercih ettik. Aslında pahalı bir şirket. Biraz konfor var diye tercih ediyoruz. Şehirler arasındaki bağlantılarının da tercihimizde dahli var elbet. İstanbul’dan aktarma olacağız. Rutinimiz, İstanbul’a indikten sonra, pasaport kontrolünden geçer geçmez iç hatlara geçmeden önce lavaboya gitmek, para bozdurmak ve simit yemektir. Yine öyle yaptık.

Sebahattin geziyi ölümsüzleştirmek için daha havaalanında deklanşöre basmaya başladı. Bu gezide Hureyre ve Gülseren’de fotoğraf çekmekle görevlendirilenlerden. Grup başkanları Hüseyin Bozkurt ve Fatma Mıdık.

Adnan Menderes Havaalanı’ndayız. Tur Şirketinin sorumlusu Emin Oruç ve kaptan Sezgin Koparan karşıladı. Hoşbeşten sonra hemen otobüse bindik, durmak yasakmış orada. Baktık Sebahattin yok. Valizi gelmemiş. İşlemler için bir süre bekledik. Gerekli prosedür tamamlandı ve yolumuza devam ettik. Arkadan valizler Kaldığımız otele gelecekti. Otelimiz Kordon’da.
Emin vakit geçirmeden başladı İzmir hakkında genel bilgileri vermeye; “İzmir Türkiye’nin en kalabalık üçüncü şehridir.  Nüfusu yaklaşık 4.279.677 dir (2017). Denize kıyısı olan bir şehirdir. Sahil boyunca palmiye ve hurma ağaçları ve geniş caddeleri bulunmaktadır. İzmir Limanı Türkiye'nin en büyük yedinci limanıdır. İzmir ünlü ozan Homerosun doğduğu şehirdir. M.Ö. 4. yüzyılda Büyük İskender tarafından kurulmuştur. Bugün Agora/ çarşı kalıntılarını görmek hâlâ mümkündür. Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlılar ve onların destekçileri buradan denize dökülmüştür. Antik dünyada İzmir doğal güzellikleriyle tanınıyordu ve bugün bile kullanılan “Güzel İzmir” lakabı buradan gelmiştir. Antik dönemdeki ismi Smyrına’dır.  Şehir ilk defa Bornova’da kurulmuştur.”

Asansör
Geziye Asansör’den başladık. Tarihi önemi olan bir yapı. 58 m yükseklikte olan Mithat Paşa Caddesi ile, Şehit Nihat Bey Caddesi'nin arasında ulaşımı kolaylaştırmak için yapılmış. Yahudi iş adamı "Nesim Levi (Bayraklıoğlu)" tarafından yaptırılmış. Asansör kulesinin taşları Marsilya’dan getirtilmiş. İnşaatı 1907’de tamamlanmış. Geliri 1942 yılına kadar Karataş Yahudi Hastanesi'nin giderlerini karşılamak için kullanılmış. Günümüzde İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından eğlence, kültür ve dinlenme mekânı olarak kullanılıyormuş. Rehberimiz Emin Oruç böyle anlattı. Deniz ayağımızın altında. Muazzam bir manzara. Varyant’tan aşağıya döne döne iniyoruz. Bilmem ki bu benim kaçıncı dönüşümdür. Dört sene buyunca Şemikler’den Arap Deresi’ne her gün gidip geldim. İlahiyat Fakültesi Arap Deresi’ndedir.

Konak meydanı
Saat Kulesi’nin önündeyiz. Mimar Raymond Charles Pere tarafından yapılmış (1901-1904). Saati, Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından hediye edilmiş. Yapının üzerinde bulunan Osmanlı tuğrası ve Osmanlı’ya ait işaretler Osmanlı düşmanları tarafından kaldırılmış. Sanatın Cumhuriyet’le birlikte başladığı hissi uyandırılmak istenmiş. Tarihi katletmişler. İzmir’e ayak basar basmaz içimiz cız etti. Düşmanlığın bu kadarı da fazla dedik. Türkiye dışında yaşıyorsanız, Türkiye’nin kıymetini daha iyi anlıyorsunuz. Türkiye’de yaşayanlar ‘denizdeki balık’ gibidirler, denizin kıymeti denizden dışarı çıkınca anlaşılır.
Saat Kulesi’nin hemen yanında bulunan Konak Yalı Camii ise İzmir’in en zarif camileri arasındaymış. Klasik Osmanlı mimari üslubunda yapılmış. 1754’te aynı yerde bulunan Ayşe Hanım Medresesi için yaptırılmış bir ibadet yeri. Muhteşem firuze çini süslemeleri ve sekizgen planıyla görenleri kendine hayran bırakıyor. Fotoğraf çekmek için verilen süre 10 dakika. Meydandan ayrıldık.

Kızlarağası Hanı
Konak Meydanı’nda aldığımız negatif enerjinin kaybolması için, başladık Emin’in peşinden yürümeye. Yorgunluk kahvesi içeceğiz. Hedef Kızlarağası Hanı. Kapıdan içeri adımımızı atar atmaz alışık olmadığımız uğultu biçimindeki sesler karşıladı bizi. Dükkanlar yanyana ve karşı karşıya dizilmiş. Ne ararsan var handa. Bir uğultudur gidiyor, kimin ne dediği belli değil. Han 1744 tarihinde Hacı Beşir Ağa tarafından yaptırılmış. Kemeraltı’nda bulunan en eski yapılardan biriymiş. Zamanında alt katı alışveriş, üst katı da konaklama için kullanılırmış. Hediyelik eşya alacaksanız ve kömürde pişirilmiş fincanda kahve içecekseniz tercih edeceğiniz önemli bir adres.
Şark köşesi biçiminde dizayn edilmiş bir mekâna oturduk, hanın sonunda. Kahvelerimizi yudumluyoruz. Hele eşiniz yanınızdaysa o küçücük sandalyelerde diz dize, göz göze içtiğiniz o kahvenin verdiği haz anlatılamaz.  Eşim fincanda kahve nasıl pişiriliyor onu öğrenmek istedi. Kahve sahibinden rica ettik, kırmadılar bizi, ocağa davet edildiler eşim ve Zeynep hanım. Kahvenin fincanda nasıl pişirildiğini sorular sorarak öğrendiler orada. Öğrendiler öğrenmesine de uygulama alanı olmadığı için sadece kahve kültürü bilgisi olarak kaldı belleklerinde. Gezimizin amacı da bu değil mi zaten.
Kahveden sonra, Emin serbest zaman verdi. O dükkân senin bu dükkân benim anlayışıyla dükkanlar dolaşıldı, alışverişler yapıldı. Akşam namazını Hisar Camii’nde kıldık. Öğrencilik yıllarımı hatırladım. 4 senem geçti bu güzelim İzmir’de. Kemeraltı çarşısında dolaşırdık. Nuri Aysan abimizin o küçücük konfeksiyon dükkanında toplanır sohbet ederdik.  O günlerimi hatırladım, film şeridi gibi geçti gözümün önünden.
Eşim Türk Eğitim Derneği’nde el işleri dersi verdiği için işine yarayacak iplik, boncuk cinsi şeylerin peşindeydi. Bulmuştu da, alınacakları alınmış. Bunları hediyelik eşya şekline dönüştürürsek şu kadar gelir elde ederiz diye hesaplar yapıyorlar Zeynep hanımla…Bari gezide bırakın dernek işini değil mi…Böylesine tutku ile yapılan kamu hizmetine amel-i salih denir. Yaratılmışların barış ve mutluluk içinde yaşamalarını sağlamak amacıyla yapılan çalışmanın adıdır amel-i salih. Allah’ın kullarından istediği önemli bir amel. Sahibini ebedi mutluluğa erdirecek bir çalışma.

Nihayet otelimize gelebildik. Odalarımıza yerleştik. Kordon boyu, gelsinler de volta atsınlarlar diye bizleri bekliyor, özlemiş. Bekletmek olmaz. Bir aşağı bir yukarı başladık yürümeye, denizin o kokusunu özlemişim. Arkadaşlar kokuyu yadırgadılar, pis dediler, çok pis dediler. Ben içime çektim o pis denilen havayı…Mazi canlanıverdi belleğimde. Kim bilir kaç yıldan beridir bizi bekliyordu o kaldırım taşları. Unutmamış bizleri. Yürüdük ve yürüdük. Fazla da gecikmememiz gerektiği için ister istemez ayrıldık Kordon’dan. Akşam yemeğini otelin dışında güzel bir restoranda yedik. Yemekten sonra herkes kendi programını uyguladı. Bazı arkadaşlarımız akrabalarıyla gezmeyi yeğledi, bazıları Kordon’da volta atmaya devam etti, bazı arkadaşlarımız ise istirahate çekildi. Biz eşimle genç aşıklar gibi el ele tutuşarak kaldığımız yerden kordan boyunca yürümeyi tercih ettik. Ne sıkıntılar çekmiştik öğrenciliğimiz yıllarında İzmir’de. Onları konuştuk. Sanki o günleri tekrar yaşadık, keşke yaşamasaydık acılarımız depreşti. Gezinin büyüsü bozuluverdi birden. Gözlerimizden birer ikişer damla yaş yanaklarımızı okşayarak akıyordu aşağı doğru. O ekmek alacak parayı zor bulduğumuz günler geldi aklımıza. Oğlum Zülfikar çok küçüktü o zamanlar, ona oyuncak da alamıyorduk. Kemeraltı’na defalarca gidiyordu eşim belki ucuz ama gösterişli bir çocuk elbisesi, ayakkabısı bulabilirim diye. İş aradım bulamadım. İmamlık imtihanına girdim, kazandırılmadım, Kur’an okuması bile sıkıntılı olan bir arkadaşım kazandırıldı. Biraz Kur’an okumasını bilen o arkadaşımın arkasında namaz kılmaz. Ve o günden sonra imamlıktan buz gibi soğudum. Liyakat bu meslekte de işe yaramayacaksa ne diye din tahsili yapayım dedim.  Tam o anda, çocuklarımı İmam-Hatip Lisesi’nde okutmamaya karar verdim. Ben İmam-Hatip Lisesi’ne kaydolduğum günden itibaren hayatımı hep kendim kazandım. Bu sefer olmadı. Geçim sıkıntım başladı. Velhasıl İzmir’de yaşamak bize göre değilmiş. Eşim ve oğlum Denizli’ye döndü bir senenin sonunda. İşte bu acı hatıralar içimizi acıttı. Ve otele döndük…Dönüş yolunda ikimizin de ağzını bıçak açmıyordu…Otelde, birbirimize sarılarak ağlamak bizi rahatlatmıştı. Sabaha kadar gözümüze uyku girmedi desem mübalağa etmiş olmam.
Sabah Hüseyin Bozkurt ve Fatma Mıdık otobüste yerlerini almışlar. Görev aşkı. Hareket için verilen saatten geç gelenlere 5 lira ceza kesecekler, ama bekledikleri gibi olmadı, ceza kesemediler. Ben biliyorum ki daha ilk günden ceza kesmek istemediler. Hoşgörüye dayanan bir uygulama. İstikamet Agora. Benim öğrenciliğim zamanında bakımsız bir halde olan, sarhoş yatağı olarak bilinen Agora tertemiz bir yer olmuş. Kazı çalışmaları 1996-2006 yılları arasında yapılmış.

Rehberimiz Emin anlatıyor
Agora etimolojik olarak şehir meydanı, çarşı, pazar yeri demektir. Ticarî, adlî, dinî, siyasî fonksiyonları olan agora, sanatın yoğunlaştığı, felsefenin temellerinin atıldığı; stoaların, anıtların, sunakların, heykellerin bulunduğu yerdir. Tüccarların kalbidir. İzmir’in Namazgâh semtinde bulunan Agora, Roma Dönemi’nden (M.S. 2. yüzyıl) kalmadır ve Hippodamos şehir planına göre merkeze yakın yerde üç kat halinde inşa edilmiştir. İzmir agorası İon agoralarının en büyük ve en iyi korunmuş olanıdır. Burada bulunan Tanrıça Vesta kabartmasının ilk dönem kazılarda çıkarılan Zeus sunağı kabartmalarının devamı olduğu anlaşılmaktadır. Burada yeni bulunmuş yazıtlar M.S. 178 yılındaki İzmir depreminde kente yardım edenler hakkında bilgiler vermektedir. Smyrna Agorası’nın altyapısında birçok su kanalı vardır ve bunlardan ikisi şurada gördüğünüz gibi hala işler vaziyettedir. Kent ve yerleşim yerinde pınarlar da bulunur. Roma döneminde, pınarlardan akan suyu kentin aşağı mahallelerine veya suyun az olduğu mahallelere ulaştırmak üzere kanallar yapılmıştır.”
Devam edecek


26 Aralık 2019 Perşembe

MÜSLÜMANLAR NOEL'İ NİÇİN KUTLARLAR

Noel kutlamaları başladı. Hristiyanlar için önemli bir gün. Hristiyan aleminin Noel'i mübarek olsun. Sevgili dostum Hüseyin Bozkurt'un bana aktardığına göre, o da Metropol FM' de dinlemiş. Bu sene Noel'de süslemek üzere satılan çam ağaçlarını satışların ilk 10 gününde en çok Araplar ve Türkler almış...
Benim anlamadığım Müslümanların Noel'i neden kutladıkları...
Güngör Uras Noel'i yazmış. Yazıyı önemine binaen köşemde iktibasen yayınlamayı uygun görüyorum. Okuduğunuzda ne demek istediğim anlaşılacaktır kanaatindeyim. İyi okumalar...
Noel nedir Yılbaşı nedir? Doğru bilinen yanlışlar

H
ristiyan dünyasının en önemli bayramı Christmas bu gece. Noel olarak da anılan bu gece hakkında doğru bilinen yanlışlar...
"24 Aralık gecesi ve 25 Aralık Hıristiyanlar için özel bir gece ve özel bir gün. Dünyadaki 2.2 milyar Hristiyan bu geceyi Noel / Christmas olarak kutlayacak.
Bu gece İsa'nın 'doğum günü' değil. Bu gecenin 'yeni yıl' ile bir ilgisi yok. (İsa'nın doğum günü yok. Doğum günü bilinmiyor.) Noel / Christmas gecesi İsa'nın doğum günü kutlanmıyor ama "Beden alıp dünyaya geliş olayı" kutlanıyor. Noel / Christmas, Hristiyanların "Epiphany" diye isimlendirilen yortularından kaynaklanmış dini kökenli bir töredir.
Hristiyanlar her yıl 6 Ocak tarihinde "Epiphany" diye adlandırılan bir "yortu" gününde; (1) İsa'nın beden alıp dünyaya gelişini, (2) 8 günlük iken sünnetini, (3) 40 günlük iken mabede sunuluşunu, (4) 12 yaşında din adamlarıyla konuşmasını, (5) 30 yaşında vaftizci Yahya tarafından vaftizini, bir arada, tek bir günde kutlarlardı.
KUTLAMA MS 354'TE BAŞLADI
Hristiyanlık öncesi Roma'da ise değişik putlara tapanlar 25 Aralık günü Güneş'in yükselişine dayalı olarak, Güneş sembolü ışığa taparak değişik eğlenceler düzenlerdi. Bu eğlenceler Hristiyan dininin ahlak anlayışına ters, çarpık eğlencelerdi.
Hristiyan dinini Roma'da yaymaya çalışan din adamları "6 Ocak'ta Epiphany yortusundaki kutlamalar arasında yer alan 5 farklı kutlamadan" biri olan "İsa'nın beden alıp dünyaya gelişinin kutlamasını" 25 Aralık gününe çektiler. Böylece milattan sonra 354 yılından itibaren 25 Aralık kutlamaları Roma'da İsa'nın doğum kutlamalarına dönüştü.
İSTANBUL'DAKİ KİLİSE DE BU KARAR UYDU
380 yılında, "Doğu'daki Hıristiyanların da Batı'dakiler gibi, İsa'nın beden alıp dünyaya gelişini 25 Aralık'ta kutlamaları" için emir çıkardı. Şimdi Hıristiyanlar bir bütün olarak 25 Aralık gününü kutluyor ama Ermeniler hâlâ 6 Ocak gününde "Epiphany" kutlamalarını sürdürüyor.
NOEL-CHRISTMAS NE DEMEK?
24 Aralık gecesi ve 25 Aralık günü kutlamaları daha sonraları, 597 yılında Noel / Christmas olarak adlandırıldı.
Bunun hikâyesini de Nurhan Bemad'dan öğrenmiştim. İsa'nın doğumu Latin dilinde söyle anlatılır:
"Festum nativitatis Domini nostri Jesu Christi"... Bu uzun anlatım değişik kiliselerde tekrarlanırken kısaltılarak "Dies Natalis Domini" (Jour de naissance du Seigneur) halini aldı. Bu kısa anlatım içindeki Natalis kelimesi de "derive" olup, İtalya'da "Natale", İspanya'da "Navidad", Portekiz'de "Natal" ve Fransa'da "Noel" haline geldi.
Papa Gregoire le Grand taralından 597 yılında Saksonlara Hristiyan dinini öğretmek misyonu ile İngiltere'ye gönderilen St. Augustin, Hristiyan propagandası için "görkemli ayinler" düzenledi, 25 Aralık kutlamalarını da kısaca "Noel" günü olarak adlandırdı.
Hıristiyan kiliselerinde "mass" ekmek ve şarabın takdisi ayinlerine verilen isimdir.
İsa'nın (Christ'in) beden alış ayininin yapıldığı güne bu yaklaşımla Christmas günü denildi.