21 Şubat 2013 Perşembe

TÜRKLER NEDEN BİR KELİME BİLE KÜRTÇE BİLMEZLER ?


Rüştü Kam
10.02.2013
ha-ber.com


“Kürt açılımı” hepimizi sevindiriyor. Kürt açılımına zeminini İslâmcılık anlayışının hazırladığı muhakkak. Yıllardan beri dış mihraklar ve onların içerideki uzantıları Kürt halkını istedikleri noktaya taşıyamadılar. Bu arada Kürt halkı da kendine güven veren güçlü bir iktidarla karşılaşmadı.

Ak Parti iktidarında az da olsa güven ortamı oluştu. AK Parti iktidarını oluşturanlar Milli Görüş geleneğinden geliyorlardı. Mili Görüş’ün lideri merhum Erbakan Doğu ve Güneydoğu halkından en çok oy alan lider olmuştur. Ancak Erbakan güçlü bir iktidar şansını yakalayamamıştı. Kürt halkı müslümanlığı içselleştirmiş bir halk olarak Erbakan’a güvenmişlerdi. Yıllar sonra bu güveni Erdoğan’da da görmüş olacaklar ki, açılım konusunda oldukça hevesli görünüyorlar. Kürt halkını kışkırtmaya çalışan mihrakların çabaları Kürtlerin müslümanlığını yok etmeye yetmedi.

Önümüzde güzel günler olacak gibi görünüyor. Hepimizin beklediği güzel günler. Osmanlı’da olduğu gibi kardeşçe kucaklaşılan güzel günler. Bu açılımın gerçekleşmemesi için gayret sarfedenler olacaktır. Aklı selimin galip gelmesi arzumuzdur.

Türk Eğitim Derneği’nde “Kürt Açılımı ve Barış Süreci” konulu bir seminer verildi (09.02.2013) İlgi ile izlenen semineri Bekir tank verdi. Bekir Tank barış sürecinde Müslüman kimliğinin önemini vurguladı. Bundan sonrasını sayın bekir Tank’tan dinleyelim:



“Ben Bekir Tank. Tarih doktoruyum, Viyana’da yaptım doktoramı. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde öğretim üyesiyim. Yakın Tarih okutuyorum.



Kürtlerle Türkler 1071’de Malazgirt’te buluştu ve Bizans’a karşı savaş verdi. Anadoluyu birlikte yurt yaptılar. Türkler müslüman olmadan önce Şamandı. Kürtler de Mecusi idi. Kürtler de Türkler de tevhid inancında buluştular. 



1937 dersim direnişine kadar birliktelikleri hiç bozulmadı. Osmanlı İmparatorluğu’nda Kürdistan ve Ermenistan eyaletleri vardı, Osmanlı bu eyaletlerden rahatsızlık duymuyordu. Kürtler de Osmanlı’nın reayası olmaktan rahatsızlık duymuyorlardı. Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda birlikte omuz omuza düşmana karşı birlikte  saf tuttular. 



1789 Fransız İhtilali’nden sonra bütün dünyada  milletler milliyetleriyle tanışırken, Kürtler yapılan kışkırtmalara rağmen milliyetleriyle tanışmadılar, tanışmak istemediler. Onlar için milliyet önemli değildi, önemli olan tevhid idi.



Cumhuriyetten sonra Mustafa Kemal ipleri eline alınca  işler biraz değişti. Mustafa Kemal’in yapısı demokrasiye uygun değildi. Milliyetçiliği ön plana çıkardı Mustafa Kemal. Türk milliyetçiliği kullanılmaya başlandı. Kürtler potansiyel tehlike olarak görülmeye başlandı.  Şeyh Said isyanını çıkardılar. Bu bir provokasyondu.



1937 dersim direnişiyle birlikte Kürtler acımasızca katledildi ve aileler parçalandı. Kürtler sessizliği tercih ettiler. İçlerine kapandılar, yaşadıklarını kader saydılar. Kürt kelimesini kullanma yerine Güneydoğulu denmeye başlandı.  Ne kadar aşağılayıcı bir yaklaşım. Kürtler de bu vatanın sahipleridir, Kürt çocukları da bu vatanın evlatlarıdır.



Harf devrimi yapılınca dillerini de kaybettiler. Harf devrimiyle birlikte Kürtçe ve Arapça yasaklandı. Kürtler kaynaklarına yabancılaştırıldı. Medreseler de kapatıldı. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir yasak söz konu değildir. İnsan hakları açısından meseleye bakmak lazım. Anadilinizi konuşamıyorsunuz yasak, insana o kadar acı veriyor ki. Bunu yaşamayan anlayamaz.

Yıllardan beri Kütlerle Türkler bir arada yaşar, Kürtler Türkçe konuşurlar, ancak Türkler bir kelime bile Kürtçe konuşmazlar, öğrenmemişlerdir. Bu garip değil mi?



Müslümanlar Kürtlerle imtihan edildi. Ama bu imtihanı kaybettiler. Mesela Said Kürdi ismi Said Nursi olarak değiştirildi. Kürt alimleri  idam edildi.



Zaman zaman bazı siyasi liderler Kürt varlığından söz etti ama  netice elde edilemedi.



1978 yılında  PKK kuruldu. Bugüne kadar 10 binlerce vatan evlâdı kayboldu. Gözü yaşlı anneler kaldı geride.  Hepimizin canı yandı. İstenilmeyen neticeler yaşadık.



Kürtler rejimin hatalarını Türklerin hatası olarak gördü veya öyle göstermek istediler. Türkler de aynı gizli el tarafından kürtlere karşı hep kışkırtıldı, onları aşağılayıcı tavırlar içine girdiler. Böylece Kürtler ötekileştirilmeye çalışıldı. Bu arada dış güçlerde boş durmadı. Kürtler milliyetleriyle daha yeni tanıştılar. Bu tanışılık bazılarının hoşuna gidiyor. Ancak Kürt halkı bu oyunlara fazla prim vermedi. Müslümanlık bu konuda belirleyici oldu.



AKP hükümeti  “Kürt Açılımı” konusunda güven verdi. Yol da katetti. Sıkıntıları var. Yapabilecekleri sınırlı mutlaka ama yine de Kürt halkına güvan veriyor. Bir yola girildi, netice alınması için herkes elinden geleni yapmalıdır. “



Bekir Tank’ın görüşleri böyle, yorum siz değerli okuyucularıma aiddir. Katıldığınız noktalar ile katılmadıklarınız arasında tarafsız olarak durun ve analiz yapın. Sonucu aklı seliminizle değerlendirin. Kararınız size ışık olacaktır.

13 Şubat 2013 Çarşamba

KUR'AN, VERSİYONU OLMAYAN BİR DÜNYA KLASİĞİDİR


   
Türk Eğitim Derneği'nin davetlisi olarak Berlin'de bulunan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Profesör'ü M.Akif Koç, "Erken Dönem Tefsir Faaliyetleri" konusunu işledi. Koç'un altını çizdiği hususları şu şekilde özetlemek mümkün:

"Kur'an'ın tefsirine geçmeden önce O Kitabı bize getiren peygamberi tanımak lazım. Bu tanıtımı Kur'an yapar. O nun insan peygamber olduğunu haber verir. Israrla peygamberin insan olmasının üzerinde durur. Çünkü insan olmayan peygamber örnek alınamaz. İmtihanın gerçekleşmesi için peygamber, insanlar içinden seçilmiştir. Melek bir peygamber imtihanı ortadan kaldırırdı.

 
Peygamberler mücadele ederler, bu mücadeleler zorludur, yorucudur, tedirgin edicidir, sabır gerektirir. Onlar kendilerine yapılan kötü muamelelerden ötürü acı çekerler. Sıkıntı çekmeyen acı çekmeyen peygamber yoktur. Çünkü, peygamberler kurulu köle düzenlerine başkaldıran insanlardır. Görevleri arasında insanlar arasında adaleti sağlamak vardır. Bu görevi yerine getirirken, işkence görürler ve acı çekerler.

Hz. Aişe "Kim peygamber Allah'ı görmüştür derse yalan söylüyordur.'' der. Ayrıca Hz. Aişe Lokman suresinin 34'üncü ayetini, "Son Saat'in ne zaman geleceğini yalnız Allah bilir; yağmuru yağdıran O'dur; rahimlerde yer alanı O bilir; Halbuki kimse yarın ne kazanacağını ve hangi topraklarda öleceğini bilmez. (Yalnız) Allah, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır.'' delil göstererek " Peygamberin geleceği bilmediğini'' söyler ve bu kapıyı kapatır.

Allah her peygamberi mucize ile gönderir. Mucize ihtiyaca göre verilir. İnsanlara bazen şok edici şeyler gerekir. Mucize ile peygamberlerin farklı oldukları anlatılmak istenir. Ancak Kur'an'da Peygamber'e verilen mucizelerden bahsedilmez. Peygamberimiz'e verilen en büyük mucize Kur'andır. Kur'an kendisinin dışında Peygamber'e verilen başka bir mucizeden bahsetmez.

Kur'an müşriklere meydan okuyarak onları aciz bırakmıştır. "Gücünüz yetiyorsa bir benzerini getirin"...Güçleri Kur'an'ın benzerini getirmeye yetmedi. Bundan dolayı onlar tercihlerini onunla savaş yapmaktan yana koydular.

Kur'an muhataplarına meydan okur

Corpus Quranicum projesi Kur'an'ın değişmiş olabileceği ihtimali üzerinde araştırma yapmak üzere 1870 yıllarında planlanan bir çalışmanın devamıdır. Bu kurumun merkezi Berlin'dedir. Kurulduğu tarihten bu tarafa Kur'an üzerine yaptığı araştırmalarda bir değişim tespit edemedi.

Onlara göre, Kur'an versiyonu olmayan bir dünya klasiğidir.

Allah Kur'an'da hep akla hitap eder. İbrahim peygamberin kıssası bu konuda en önemli örnektir. İslâm'da inanç tartışılır, hem de sonuna kadar tartışılır. Hristiyanlıkta inanç tartışılmaz. Kur'an bu konuda kendisine çok güvenir. Mesela Ahiret inancı konusunda Allah bize, ilkbahara bakmamızı söyler. Aklımızı çalıştırırsak ilkbaharda Ahiret inancımızı güçlendirecek örnekler buluruz. Bütün peygamberlerin getirdikleri inanç esasları aynıdır, inanç esaslarında değişiklik yoktur, değişiklikler ameli hükümlerdedir.

Tefsir

Tefsir, anlaşılamayan bir metni anlaşılır kılma çabasıdır. Sahabe döneminde tefsir faaliyetlerine rastlamıyoruz. Çünkü, onlar Kur'an'ı anlıyorlardı.

Müslümanlar, anladıktan sonra O'na birşeyler ilave etmeyi de ihmal etmediler. Anlamaktan daha öte şeylerdi bu ilaveler. Böylece amacın dışına çıkıldı. Kur'an ısrarla kendisinin kolay bir Kitap olduğunu bize söyler, herkese söyler. Ancak bizler O'nun anlaşılmaz bir Kitap olduğunda nedense ısrar ederiz. Müslümanlar kendi doğrularını Kur'an'a onaylatmak için çalışmamalıdırlar, metni doğru anlamaya çalışmalıdırlar.

Kur'an'da herşey vardır algısı yanlıştır, 600 sayfa Kitap'ta herşey olur mu? Aradıklarını Kur'an'da bulamayanlar ondan sonra zorlama yorumlara gidiyorlar. Kur'an'da olmayan birşeyi Kur'an'da varmış gibi göstermek doğru değildir.
Son 300 yıldır neden debelenip duruyoruz. Çalışmak, didinmek, gayret etmek yerine başkalarının bulduklarına Kur'an'dan delil aramakla vakit geçiriyoruz. Ayıptır, günahtır.

Ortaçağ'da müslümanlar çalıştı ve Allah da onları hak ettikleri yere getirdi. Bugün Avrupalılar, Amerikalılar çalışıyor, Allah bu sefer onları hak ettikleri yere getiriyor. Kur'an'daki bir ayete bağlı olarak yapılmış bir icad yoktur. Olamaz da zaten. Şu icad Kur'an'ın şu ayetinden yola çıkarak bulunmuştur kimse diyemez, yok böyle bir şey. En büyük sorunumuz bu, Kur'an'ı uygulamaya koymamak ve çalışmamak.

Berlin'de üniversiteye giden çocuklarımızın oranı yüzde 7 civarındaymış. Evet işte en büyük sorun bu. Bundan daha büyük sorun olur mu? Böyle devasa bir sorun varken ortada müslümanlar birbirlerinin imanıyla uğraşıyorlar. Yazık değil mi sizin geleceğinize. Bakın biz bugün burada neyi tartışıyoruz...

Müslüman olmak Kur'an'ın doğru anlaşılmasının garantisi değildir.

Müslümanlar zirvede olduklarında tabii bilimleri kullanarak Kur'an'ı tefsir etmediler. Ne zaman dibe vururlarsa bu meseleler gündeme gelir. Bugün dibe vurduğumuz için bu meseleleri konuşuyoruz. Aşağılık kompleksidir bu. 300 yıldır biz bu komplekslerle yaşıyoruz. Bugün biz her konuda Kur'an'ı referans göstermeye çaılışmanın dışında bir şey yapmıyoruz.

Napolyon ne zaman Mısır'a çıktı müslümanların kafası karıştı, işte o karışıklık hala sürüyor. O günden beri antı tezdir müslümanlar, ortaya tez koyamıyorlar. Kur'an'ı anlamak başka birşeydir, içselleştirmek başka birşey. Müslüman olmak Kur'an'ın doğru anlaşılmasının garantisi değildir.

Arapça antik bir dil değildir, anlaşılabilir bir dildir

Arapça antik bir dil değildir, anlaşılabilir bir dildir. Bunu Allah söylüyor. "Biz onu, anlayasınız diye, Arapça bir Kuran olarak indirdik.'' Kur'an birebir nüzul sebepleriyle daha iyi anlaşılır. Metinle çağdaş olmak dili öncelemekle olur. Her metni çağdaşı en iyi anlar, bu böyledir. Sahabe Kur'an'ı yüzdeyüz anlamıştır, bizden daha zeki oldukları için değil, vahiy sürecini yaşadıkları için bu böyledir. Günümüze ulaşan 54.000 tefsir rivayeti vardır, bunların yüzde yedisi peygambere ulaşır. Tabiîne ulaşan ise yüzde seksendir. Abdullah ibn Abbas'ı devreden çıkarırsanız sahabeden hemen hemen tefsir rivayeti gelmez.

Taberi sadece nakleder, yanlış ve doğru ne varsa nakleder. O nakillerin değerlendirilmesi okuyucuya kalır. Eğer o nakiller olmasaydı biz o dönemde yaşayan insanları, yaşantılarını ve ruh hallerini bilemezdik. Taberi "Tarih''inin önsözünde açıkça yazar bunu. "Reddetmek veya kabul etmek okuyucuya aittir.'' der.

İbn Ebî Hâtim´in tefsirinin yaklaşık olarak % 74´ü Tabiînden gelen rivayetleri içermektedir. İbn Ebî Hâtim´in tefsirinde olduğu gibi Taberî tefsirinin de büyük bir bölümü Tabiîn rivayetlerinden oluşmaktadır. Bu durumda, ´rivayet tefsiri´nin aslında ağırlıklı olarak Tabiîn neslinin ürünü olduğu ortaya çıkmaktadır: Taberî ve İbn Ebî Hâtim´in tefsirleri kanalıyla günümüze ulaşan, yaklaşık 54000 tefsir rivayetini dikkate alırsak; Taberî´nin tefsirinde yüz kereden fazla tekerrür eden toplam 23 isnad içinde ve İbn Ebî Hâtim´in tefsirinde de elli kereden fazla tekerrür eden toplam 35 isnad içinde Hz. Peygamber´e ulaşan herhangi bir isnad yoktur.

Bu isnadlardan İbn Abbâs dışında bir sahabiye ulaşanı da yoktur. Bu veri, Tabiîn döneminden önceki tefsir faaliyetlerinin düzenli ders halkalarında icra edilmediğini gösterir. Eğer aksi olsaydı, Hz. Peygamber´e, ondan sonra da diğer pek çok sahabiye ulaşan ve düzenli olarak tekerrür eden isnadlarla karşılaşmamız gerekirdi. Açıkçası Tabiîn döneminden önceki zaman dilimi, tefsir ilmi bakımından yalnızca basit bir ön aşama idi.

Sahabe'nin tefsire ihtiyacı yoktu. Çünkü Kur'an onun anlaması için kolaylaştırılmıştı zaten. Bu açıdan bakarsak Peygamber onların müfessiriydi demek çok doğru olmaz... Kur'an'ı meal olarak okuyan müslümanlar Kur'an'ın kendilerine yüklediği yükümlülükleri bilir ve anlar. Tekrar ediyorum, bugünkü sorun, Kur'an'ı anlayamama sorunu değildir. Kur'an'ı uygulama sorunudur...
Kur'an'ın anlaşılmaması konusunda engel olarak görülen devletler, kurumlar, hükümetler her zaman hedef tahtasına konulabiliyor. Bu işi müslümanlar yapıyor, onlar engel olmasa İslâm daha iyi yaşanacaktır deniliyor. Oysa, asgari ücretten çalıştırdığı işçiye ücret ödeyen iş veren, asgari ücretin üzerinde bir ücret vermeyi istemez. Bu konuda tenkid ettiği devletin yanında yer alır. Bu nasıl bir müslümanlık anlayışıdır. Kur'an ekonomik adaletsizliğe başkaldıran bir kitap değildir sanki...

Cizvit tarikatında dil öğrenmek ibadet olarak kabul ediliyordu

Din çok güçlüdür, ancak müslümanlar sahip oldukları bu cevherin farkında değiller.... Fransa'da, Almanya'da, Amerika'da 150 yıldan beri kesintisiz yayım yapan İslâm'ı araştırma dergileri var... İslâm aleminde böyle kesintisiz yayım yapan bir dergi yok. Ankara İlahiyat Fakültesi Dergisi 60 yıllık... Başarısızlıklarımızın faturasını başkalarına kesmenin anlamı yok. Bir gayret bir heyecan lazım...

Almanya'da İkinci Dünya Savaşı sırasında doktora yapan insanlar var, onların eserlerini istifade edilen kaynak eserler olarak gösteriyoruz. O zor şartlarda bile adamlar ilimden vazgeçmemişler.

Cizvit tarikatında dil öğrenmek ibadet olarak kabul ediliyordu. Müritler dil öğrenmek için yarışa giriyorlardı. Bizim tarikatlar başka şeylerle uğraşıyorlar...

Namaz İslâm'ın birinci sıradaki ibadetidir, ancak sabah akşam sadece namaz kılsak ne kadar ilerlemiş oluruz...Başarının sırrı çok çalışmaktır ve çok çalışmaktır.

Müslümanların okumaması eksikliktir. Yapılan bir araştırmaya göre bir Japon'a 25 kitap, 25 Türk'e ise bir kitap düşüyormuş...Bu ne kadar vahim birşeydir. Bizler oturup ahkam kesiyoruz. Bir buluş olduğu zaman, işte bu Kur'an'da vardır diyoruz. Falan ayeti örnek gösteriyoruz. Bu anlayış çok yanlıştır. Ama realite budur. Maalesef müslümanlar bugün Avrupalının yaşadığı Ortaçağ'ı yaşıyorlar.''
  
Rüştü Kam



 

5 Şubat 2013 Salı

KUR'ÂN'IN TOPLANMASI, ÇOĞALTILMASI, HAREKELENMESİ (IV)



Kuran'ı anlamada yöntem başlıklı bu röportajı, İktibas dergisinden aynen iktibas ederek sizlerin istifadelerinize sunuyorum.

Kuran'ı anlamada yöntem

- Bize sürekli Kur'an okumamızı öğütlüyorsunuz. Ancak Kur'an'ı gereğince anlamada nasıl bir yöntem izlenmeli. Bu konudaki tavsiyeleriniz nedir?


Kur'an'ın okunmasını biz değil, Allah istemektedir. Biliyorsunuz ki Kur'an, hepimizin kendisinden hesaba çekileceği kitabın ismidir. Kıyamet günü hepimiz tek tek Kur'an'a uyup uymamaktan hesaba çekileceğiz. Böyle olunca da, Kitap bilinmeli ki uyulsun; bilinmesi için de okunmalıdır. Söz konusu okuma bilmek için; bilmek te, uymak (yaşamak) içindir. Kendisinden kullarını hesaba çekeceği Kitab'ın, kullarınca anlaşılır bir kitap olması gerekmez mi? Ki ‘anlayabileceğimiz bir kitap gönderseydin, biz de ona uyardık. Anlamadığımız bir kitabı gönderdiğin için bizde ona uyamadık' diye bir özür ileri sürmesinler. Ayrıca Kitab'ı anlamak, hiç kimsenin tekeline verilmemiştir. Yoksa, tekeline kitap verilen kişi sayısınca, ortaya kitap çıkardı. Allah kullarına uymaları için bir Kitap, kitabı anlayacak düzeyde de akıl vermiştir. Aklı olan herkes onu anlar. Kitab'ı anlamanın belirlenmiş standart bir yöntemi yoktur.
Kitab'ı gereğince anlama konusunda, tarihi süreç içinde oluşan yanlış anlayışlar Kitap'la aramızdaki iletişimi büyük oranda engellediğinden; biz daha çok bu noktada bazı önerilerde bulunmak istiyoruz.

a- Kur'an'ı anlamak hiç bir şarta bağlı değildir: Öncelikle şunu bilmelisiniz ki: Kur'an'ı anlamak hiçbir şarta (aklı olma dışında) bağlı değildir. O'nu okuyan herkes kendi seviyesinde anlayacaktır. Ve anladıkları nasıl bir Müslüman olması gerektiği konusunda kendisine yetecektir. Kur'an ona, inanması gereken Allah'ı, Allah'a nasıl kulluk yapacağını ve hak ile batılı birbirinden ayırmasını gösterecektir.

b- Kur'an ne diyor? [private] Kur'an'ı elinize alın ve şu soruya cevap bulmaya çalışın: -Kur'an ne diyor? Ayetleri tek tek değerlendirdiğinizde kapalı olan, değişik anlamları içeren, anlamı bilinmeyen ayetler görebilirsiniz. Ancak bu Kur'an'ı anlamamıza engel değildir. Zira ayetleri tek tek alarak bu ayet ne diyor diye değil; bir bütün olarak Kur'an ne diyor sorusunun cevabını alırsınız. Helal ve haram, emir ve yasaklar, iyi ve kötü, uymamız ve kaçınmamız gerekenler apaçık ve anlaşılırdır. Yani bizim için gerekli olanlar; ihtiyacımızı karşılamada yeterli olanlar anlayacağımız düzeyde açıklanmıştır.

c- Kur'an'ın ne olduğunu ve gönderilme amacını bilmek: Kur'an'ın ne olduğunu ve niçin gönderildiğini doğru olarak bilmeden, O'nu doğru anlamak mümkün olmaz.
Kur'an, insanların hayatlarını düzenlemede, referans alınsın diye mi; yoksa yüzünden ve ne dediği anlaşılmadan, sevap kazanmak amacıyla okunsun diye mi, yoksa ölünün ardından okunsun diye mi, yoksa dinsel ayinlerde okunarak huşu elde edilsin diye mi gönderildi. Elbette ki yaşantımızı kendisine göre düzenleyelim diye gönderilmiştir cevabı doğrudur. O zaman ölülerin ardından okumayı bırakıp, dirilerin hayatını düzenleyen esaslar nelermiş onları öğrenelim diye okumalıyız.

d- Tevhidi düşünceyi kavrayamamış olmak: Tevhidi kavrayamamış olanlar, Kur'an'ı gereğince anlamazlar. Çünkü Kur'an'ın esası Tevhid üzerine kurulmuştur. Kur'an'dan tevhidi çıkardığımız zaman, Kur'an'ın kendisini okuyana vereceği hiçbir şey kalmaz.

e- Kur'an'ı çokça ve gereğince okumak: Kur'an'ı ne kadar çok okursak o kadar fazla anlarız. O bakımdan Onu mümkün olan her zaman okumalıyız. Aceleye getirmeden, ağır ağır ve üzerinde düşüne düşüne, mümkünse her bir kelimesini bile kavramaya çalışarak okumalıyız.

f- Kur'an'ın kendine özgü bir dili ve anlatım tekniği vardır: Bu dili ve anlatım tekniğini yakaladığımız zaman Kur'an daha da anlaşılır olur. Zira Kur'an'da birçok şey sembolize edilmiştir. Ve kelimelere mecazi anlamlar yüklenmiştir.

g- Kur'an bilim kitabı değildir: Kur'an, ne tarih kitabı, ne başka bir bilim kitabıdır. Kur'an'da tarihten ve bilime konu olan alanlardan söz ediliyor oluşu, Allah'ı ve anlatılmak istenen şeyleri daha iyi anlayalım diye örnekler verilmesindendir. Örneğin; Kendi gücünü ve yüceliğini kavrayalım diye yer ile gök arasında yaratmış olduğu şeylerden, sivrisinekten; yeniden diriltileceğimizi anlayalım diye, ölümünden sonra yeniden dirilen bitkilerden; gücünün ne kadar büyük olduğunu anlayalım diye evrende yarattığı şeylerden ve o şeylere koyduğu yasalardan; iman edenlerin küfredenlere karşı Allah'ın yardımını nasıl hak ettiklerini, tevhidi mücadelenin nasıl verilmesi gerektiğini bilelim diye geçmiş toplumların kıssalarını örnek olsun diye anlatmaktadır...

h- Kur'an'ı kendi bütünlüğü içinde anlama: Kur'an'a bütünsel değil de parçacı bir anlayışla yaklaşma, yanılmalara neden olabilir. Bir ayete Kur'an'ın bir bütün olarak ifade ettiği anlama uygunluğu alarak en doğru anlamı verebiliriz.

i- Kur'an'ı, Kur'an'dan başka kaynakları esas alarak anlamaya çalışmak: Kur'an'ı, Kur'an'dan başka kaynakları esas alarak anlamaya çalışmak, o kaynaklardan yararlanma düşüncesiyle değil de, onları esas alma koşuluna bağlıysa, onlardaki yanlışları Kur'an'a bulaştırmış oluruz. Bu da netice olarak Kur'an'ı (söz olarak değil) anlam olarak tahrif etmek gibi büyük bir yanlışı içermektedir. Her şeye ölçü saydığımız Kitab'ı, başka ölçülerle açıklamak, ölçülerin yerini ve işlevini değiştirmek demektir.

j- Geleneksel Kültür: Geleneksel kültürün bizde oluşturduğu ön bilgilerle Kur'an'a yaklaşmak, ondan elde edilmesi gerekeni elde etmemize engel olur. Bu, bilgilerimizi Kur'an'a göre değiştirme veya düzeltme yerine, mevcut düşüncemizi Kur'an'a onaylatma gibi bir yanlışı beraberinde getirdiğinden, hak ile batıl birbirine karışmış olur.

k- Alimlerin görüşü: Alimlerin görüşünü ölçü almak ve Kur'an'ı onlar nasıl anlamışsa, onların her dediklerini doğru varsayarak, öyle anlamayı esas almak, Kur'an'ı onların anlayışları ile sınırlamak ve dondurmaktır. Oysaki onların ne düşündüklerini ve nasıl anladıklarını bilmemiz, görüşümüze görüş katmak amacıyla olursa yararlı olur.

l- Kur'an'la kul arasındaki aracılar: Allah ile kulu arasındaki aracılar, kul ile kitap arasına da girmiş bulunuyor. Ve kulları Kitab'a değil, Kitap adına kendilerine uymaya çağıranlar, kulu Allah'a yaklaştıracak olan doğru yolu ortaya koymak iddiasında olan ve kendilerini kaynak sayan kimselerdir. Kul bunlara takılı kaldığı sürece Kitab'ın kendisine asla kavuşamadığından, deyim yerinde ise, hayatını ‘kitapsız' olarak tüketmektedir. Doğrudan Kur'an'a çağırmayan, ‘bana takılın sizleri Kur'an'a götüreyim' diyen herkes aracı konumundadır. Şeyhler, veliler, mürşitler, üstatlar, âlimler, ağabeyler... gibi sıfatlarla anılanların konumlarına bakın, eğer kendilerini işin şartı olarak görüyorlarsa (ki büyük çoğunluk öyledir) o zaman bunlar, engelleyici aracılar ve hedef saptıranlardır.

m- Peygamberliği yanlış tanımlamak: Peygamber ve peygamberliğin ne olduğunu, amacını ve Kur'an'daki yerini doğru bilmek, Kur'an'ı anlamada yanılmamıza neden olur. Allah'ın dinini pratize etmede örneklik, vahyi duyurmada elçilik yapma peygamberliğin esasını teşkil etmektedir. Lakin kimileri peygamberliğin bu boyutunu hiç dikkate almadan, O'na din adına hüküm koydurarak O'nu Allah'ın dininin ortağı olarak görmekteler. Oysaki Allah, kendi dinine peygamberi de dahil hiçbir varlığı ortak etmemiştir.

n- Kur'an'ı anlayamayız önyargısı: Kur'an'ı anlayamayız anlayışı Kur'an'a yapılan en büyük iftiradır. Zira Kur'an'ın kendisi, defalarca anlaşılır olduğunu, biz anlayalım diye apaçık olduğunu bildirmektedir. Buna rağmen anlayamayız anlayışı bir ön şartlanma ve kuruntudan ibaret. Anlayamadığımız bir kitabı Allah bize gönderip te bizi ondan sorumlu tutar mı? Bu Allah'ın adaletine yakışır mı?

o- İlletin önemi: Kelimelerin yalın olarak ifade ettikleri anlamlara takılıp kalma yerine, o kelimelerle ifade edilmeye çalışılan ‘özü' algılamaya çalışmalıyız. Ayetin mesajını, kelimelere verdiğimiz anlamla değil, mesajın özü doğrultusunda kelimelere yüklediğimiz anlamla anlamaya çalışmalıyız. Örneğin ayet, savaş için besili atlara sahip olmamızı mı istiyor. Burada ‘öz' olan besili at değil. Savaşa hazırlıklı olmak için gerekli araçlara sahip olmaktır. Zira at amaç değil, araçtır. Bu ayet öz olarak savaşa hazırlıklı olmayı istemektedir. Araçlar her zaman değişebilir, ama amaç (öz) değişmez. Araç dün attı, bugün tank yarın da başka bir şey olacaktır.

p- Kavramların önemi: Kavramlar tıpkı yazı yazmak için kullandığımız harfler gibidir. Nasıl ki harfleri bilmeden, okuyup yazamazsak, kavramları bilmeden de Kur'an'ı gereğince anlayamayız. Örneğin İlahın, Rabbın, sabrın, ibadetin, tağutun... ne olduğunu bilmezsek (ki kavramlar Kur'an kültürünün harfleri gibidir) Kur'an'ı gereğince anlayamayız.
  
Rüştü Kam