16 Aralık 2018 Pazar

BUGÜNÜN MÜSLÜMANINA HAC FARZ DEĞİLDİR!


Neden farz değildir; çünkü bugünün Müslümanı hür değildir. Haccedilecek topraklar da, mekanlar da hür değildir. İşgal altındadır. Haccedilecek ülkede de can güvenliği yoktur. Önce İslâm ülkeleri esaretten kurtulacak ve sonra Müslümanlara hac farz olacaktır. Yani önce Mekke fethedilecek ve sonrasında Kâbe ziyaret edilecektir. Sonrasında da hac yapılacaktır. Bir daha Mekke esaret altına girmesin, kutsal mekânlar tutsak edilmesin diye...

Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun fetvası şöyledir: “Hac, İslâm’ın beş temel esasından biri olup bedenî ve malî yönü olan bir ibadettir. Sağlık, servet ve yol emniyeti yönünden (Tirmizî, Hac, 4) haccetme imkânına sahip (Kâsânî, Bedâi‘, II, 120), hür, (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, V, 518) akıl sağlığı yerinde ve büluğ çağına erişmiş müslümanlara farzdır (Merğînânî, el-Hidâye, II, 296; Kâsânî, Bedâi‘, II, 120; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, III, 456). Bu şartları taşıyan kişinin, imkân elde edince, geciktirmeden bu farzı yerine getirmesi gerekir. Hayatında bir defa hac yapmış olan müslümanın bir daha haccetmesi gerekmez (Müslim, Hac, 412); ancak nafile olarak hac yapabilir (Ebû Dâvûd, Menâsik, 1).
Günümüzdeki kota sınırlamaları sebebiyle müracaat ettiği hâlde kur’ada ismi çıkmadığı için hacca gidemeden ölen kimseler, hacca gitmeye imkân bulamadığı için borçlu olarak ölmüş olmaz.” (https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/554/hac-kimlere-farzdir-)

Ekonomik Güçlerine ve  Gayri Safi Milli Hasılasına ($) Göre, en güçlü olan devletler Müslümanların ülkeleridir. 57 tane İslâm ülkesi vardır. Yeraltı ve yerüstü kaynakları itibariyle oldukça zengindirler. Birçok İslâm ülkesi de stratejik önemi haizdir.  Ancak bu ülkelerin zenginlikleri emperyalist ülkeler tarafından sömürülmektedir. Ortadoğu’da,  Afrika’da ve Asya’da kan durmak bilmiyor.  Bir kısmı ABD tarafından, bir kısmı İngilizler tarafından, fransızlar tarafından fiilen işgal edilmiş durumdadır. Rusya’nın ve Çin’in işgal ettikleri de var.

Müslümanların geleceği böylesine vahim iken, emperyalist ülkeler tarafından ipotek altına alınmışken, Müslümanların haccetmek için yollara düşmeleri ilahi iradeye uygun olmasa gerektir.

Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri, hacca gidebilmek için  için 2 milyon 100 bin kişinin sırada beklediğini söylüyorlar. Diyanet’in 2018 yılı için belirlediği hac ücreti 20 bin 873 TL. Dır. (https://www.tercihiniyap.net/haber/ diyanet-hac-ucretleri-2018)

Bu miktar hacca gidecek olan sayı ile çarpılırsa toplam 42 milyar TL. civarındadır.  Bu para, Müslümanların kıyım yapıldığı böylesine  hassas bir zamanda  ABD uşağı Suudilere aktarılacağına, ülke içinde kalsa daha iyi olmaz mı? Bir organizasyon kurulsa da; bu organizasyon aracılığıyla bu konuda yazacak köşe yazarları desteklense, broşürler çıkarılsa, konuya duyarlı olan televizyon kanalları desteklense, konferanslar, seminerler, sempozyumlar düzenlense ve İslâm ülkeleri arasında köprüler kurularak topyekün bir mücadele başlatılsa olmaz mı?

Bu çalışmalar sonucunda, Suudi Arabistan İslâm ülkeleri tarafından tecrid edilse, Müslümanların hacca gitmeyerek yapacakları bu protesto Suudi Arabistanı yalnızlaştırmaz mı?  Körfez İşbirliği Konferansı (KİK)’na devlet bakanlığı seviyesinde katılan Katar’ın yaptığı protesto ne kadar etkili oldu hep beraber şahit olmadık mı?

Türkiye  hac için müracaat edenler içinden hacca, kur’a çekerek her sene 80 bin hacı adayını gönderebiliyormuş. Bu hesaba göre, hiç yeni başvuru yapılmasa bile 2 milyon 100 bin kişiyi, ancak 26 yılda hacca gönderebilir. Sıra beklerken vefat eden olursa, bu kişinin durumu nedir sorusuna Diyanet’in cevabı şöyledir: “Günümüzdeki kota sınırlamaları sebebiyle müracaat ettiği hâlde kur’ada ismi çıkmadığı için hacca gidemeden ölen kimseler, hacca gitmeye imkân bulamadığı için borçlu olarak ölmüş olmaz.”

Peki bu iyi niyet; Suudi Arabistan’ın, emperyalistlerle, İslâm düşmanlarıyla iş tutarak Müslümanları katlettiğinden, hürriyetlerini elinden aldığından, can güvenliklerinin olmadığından dolayı, sırf Suudi Arabistan’ı  protesto etmek amacıyla hacca gitmeyen Müslüman için de aynı şekilde beslenemez mi? Evet, zalimin karşısında dimdik ayakta durma cesaretini gösteren bu kişi de hac sevabı alacaktır denilemez mi? Protesto etmek, sıra beklerken vefat etmekten daha mı anlamsızdır?

Evet açıkladığım bu nedenlerden yola çıkarak, bugün Müslümanlara hac farz değildir diyorum. Bu açıklamanın neresi yanlıştır...?

Bugün Suudi Arabistan fiilen işgal altındadır. ABD  İslâm dünyasının en büyük düşmanıdır. İstediği zaman istediği ülkeye “demokrasi getireceğim” diyerek askeri harekât yapabiliyor. Kural mural hak getire! Bu haydut devletin orta doğudaki en büyük partneri Suudi Arabistan’dır. Suudi Arabistan ABD’den en çok silah satın alan ülkedir. Bu silahları nerede kullanacaklardır, düşmanları kimlerdir? Elbette bu silahlarla Müslümanlar  vurulacaktır. Yemenliler Suudlulara ne yapmıştır da acımasızca genç ihtiyar, çoluk çocuk katlediliyorlar? Cemal Kaşıkçı ne yapmıştı da parça parça edilerek hunharca öldürüldü. Bu cinayeti Suudi prensi veliahd b.Salman işlemedi mi? Bu devlet terörü değildir de nedir? Bu ülkede can güvenliği var mıdır?

Müslüman Suudi Arabistan (!), ABD’nin en önemli finans kaynağıdır. Bir savaş makinesi olan ABD’yi ayakta tutanlar, şuursuz Müslümanlardır, islâm ülkeleridir  ve Müslüman Suudi Arabistan’dır.

Suudi Arabistan, hac ibadeti adı altında ülkeye gelen Müslümanlardan tahsil etmiş olduğu paraları savunma sanayiinde de kullanıyor. ABD’den silah satın alıyor ve bu silahları Müslüman Yemen’de halka karşı kullanıyor ve onları acımasızca katlediyor, bu durumdan dolayı Müslümana bugün hac farz değildir demenin neresi yanlıştır...?

Gözlerini para hırsı bürümüş Suud yönetimi, uyguladığı yanlış politikaları ile Mekke ve Medine’deki kutsal mekânları, nefes alamaz hale getirmiştir. Allah’ın evi bu devasa binaların arasında nokta kadar kalmıştır. Bu durumu protesto etmek için bile bugün Müslümanlara hac farz değildir dedmenin neresi yanlıştır...?

Böyle bir durumda, hac ibadetinin caiz olmadığını söylemenin neresi yanlıştır...?

8 Aralık 2018 Cumartesi

"KAPİTALE DEĞİL KAPİTALİN ENRİNE GİREN MÜSLÜMANA KARŞI"

"KAPİTALE DEĞİL, KAPİTALİN EMRİNE GİREN MÜSLÜMANA KARŞI"

Berlin Türk Eğitim Derneği’nde (TED) sevenleriyle buluşan tiyatrocu Ulvi Alacakaptan, eleştirilerinin yanlış anlaşıldığını söyleyerek: “Sanmayın ben kapitale karşıyım, benim eleştirim kapitale değil, kapitalin emrine giren Müslümanlaradır.”dedi.
Alacakaptan; TED’de sevenleriyle yaptığı sohbette,“İslâm tarihinde, bir tek muhafazakar peygamber bulamazsınız, Allah hiçbir dönemde muhafazakar  bir peygamber göndermemiştir. Allah’ın gönderdiği peygamberlerin hepsi devrimcidir. Muhafazakar değildir. Ortada bozuk işleyen bir düzen vardır, Peygamberler o düzeni düzeltmek için gelmiştir” şeklinde konuştu.

Zülfikar Kam

Berlin-Ulvi Alacakaptan Türk Eğitim Derneği’nde sevenleriyle buluştu. Alacakaptan burada yaptığı sohbette, Türk insanının tiyatro, sinema ve medyayı kullandığını ama kendinden bir şey katamadığını söyledi.  Tiyatrocu, Ulvi Alacakaptan hatta sinema, tiyatro ve medyada İslâmî kesimin olmadığını ifade etti ve “İslâmî kesimin 500 bin satan bir gazetesinin olacağına inanmıyorum.” dedi. Müslümanların kapitalistleştiğinin altını çizen Alacakaptan;sözlerini şöyle sürdürdü:“Meğer Müslümanlar önceki iktidarlar döneminde duygularını bastırıyorlarmış, ellerine imkan geçmediği için sessiz kalıyorlarmış. Ellerine imkan geçince önceleri attıkları nutukları unutuverdiler. Haktan adaletten, adil bir düzenden bahsedenler, mazlumun yanında zalimin karşısında olacaklarını söyleyenler bu söylemlerini unutuverdiler. Meğer Müslümanların bu söylemleri dünya nimetlerine olan özlemden kaynaklanıyormuş. Son model arabalar, lüks villalar, saraylar Müslümanların özledikleri şeylermiş.
Sanmayın ben kapitale karşıyım, benim eleştirim kapitale değil, kapitalin emrine giren Müslümanlaradır. Benim eleştirim, kapitali, insanlığın, Müslümanların yararına kullanacağına sedece kendisi için kullanan ve sahip olduğu bu güçle Müslümanları ezen ne oldum delisi kifayetsiz Müslümanlaradır. Dün İslâmî duyarlılığınız varsa, tiyatroda, sinemada, medyada yer bulamıyordunuz bugün de bulamıyorsunuz.”

Soru cevap şeklinde devam eden sohbette Alacakaplan konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Biz televizyon seyretme konusunda 8.5 saatle dünya ikincisiyiz. Birinci Amerika. İslâmi duyarlılığı olmayan televizyon kanallarını seyrederseniz ahlakınız bozulur, İslâmi duyarlılığının olduğunu söyleyen televizyon kanaallarını seyrederseniz hem ahlakınız hem de dini yaşantınız bozulur. Bu bugün böyledir. İslâmi duyarlılığının olduğunu söyleyen televizyon kanallarında dinin gerçeği anlatılmıyor. Dini magazinleştirdiler.
Cumhuriyet’le birlikte Müslümanlar tiyatro, sinema ve güzel sanatlara düşman yapılmıştır. Bu düşmanlıkta devletin payı kadar Müslümanlara yön veren hocaların, ilim adamlarının da payı vardır. Mesela Cumhuriyet’le birlikte Müslümanların bütün kazanımları yok sayılmıştır, Cumhuriyet bizden olan herşeyi silip süpürmüştür. Cumhuriyet Müslüman Türk’ün geleneklerini yok farzetmiştir, dilini, dinini, kültürünü, musikisini yok farzetmiştir. Tiyatrolarda misafirlere yer göst eren kişinin smokinli olması gerekir. Bu geleneğin baştan reddididir. Cumhuriyet’in bu tavrı o günkü Müslümanları tiyatrodan, sinemadan güzel sanatlardan soğutmuştur. Din adamları da bu durumda tiyatroyu, musikiyi, güzel sanatları haram kabul edince; halkı güzel sanatlara tavır almaya davet edince olan olmuştur. Bugün çektiğimiz sıkıntının temelinde bunlar vardır.

Ben başka bir hayat yaşamak için Müslüman oldum. Bugün Müslümanlar da başka bir hayatın özlemi içindedirler, ancak benim yaşamak istediğim hayat değildir Müslümanların özlediği. Benim yaşamaktan sıkıldığım hayatı yaşamak istiyorlar. Orada mutluluk olsaydı ben oradan ayrılır mıydım?. Müslümanlar Müslümanlaşmalıdırlar, Müslümanlar, isimlerinin Müslüman olmasını Müslümanlık için yeterli görüyorlar. Yusuf İslam’a (Cat Stevens) bir sohbet sırasında aynı masayı paylaşan kızın biri sorar, “Müslüman olmakla eline ne geçti, Müslümanlık senin neyini değiştirdi?”
Cat stevens;” Ben Cat stevens iken sen bana yaklaşamazdın, ben Yusuf İslâm oldum sen şimdi aynı masayı benimle paylaşabiliyorsun” der. Evet benim Müslümanlığım da böyle bir Müslümanlık.

Oyun esnasında bazı seyirciler tekbir çekiyorlar, tek kişiyse seslenmiyoruz, birden fazla kişi tekbir çekiyorsa salonun ışıklarını hemen yakıyoruz. Müslümanlar heyacanlarını sloganlara sarılarak söndürmemelidirler, mücadele sahada yapılır, can ile ve mal ile yapılır, çıkın sahaya ve yapılması gerekeni orada yapın. Biz bu tavrımızdan dolayı çok seyirci kaybettik. Bizden kopan seyirciler, gözyaşı geceleri gibi uyduruk oyunların peşine düştüler. Biz sahabe hayatı gibi konuları tiyatroda canlandırmayız, seyirci bu oyunun şuuruna  varamıyor, hikaye gibi algılıyor, geçmişte yaşayan herhangi bir insanın hayatı gibi algılanıyor, vay be ne adammış gibi ahlar vahlar söyleniyor oyun esnasında. Kimse o canlandırılan sahabe gibi olmak istemiyor.

İslâm tarihinde, birtek muhafazakar peygamber bulamazsınız, Allah hiçbir dönemde muhafazakar  bir peygamber göndermemiştir. Allah’ın gönderdiği peygamberlerin hepsi devrimcidir. Muhafazakar değildir. Ortada bozuk işleyen bir düzen vardır, Peygamberler o düzeni düzeltmek için gelmiştir. Müslüman da Peygamberlerinin yolundan gitmelidir, devrimci ruha sahip olmalıdır. Korkmamak lazımdır, boşvermemek lazımdır. Zora talip olmak lazımdır, zorluklar insanı kamçılar, yaratıcı bir ruha sahip kılar. “

1 Aralık 2018 Cumartesi

ALMANYA İSLÂM KONFERANSI'NIN ARDINDAN 2018


Almanya'da İslâm, genelde müslüman Türklerin açtığı cami ve mescitlerde temsil edilmektedir. Ayrı ayrı cemaatlere bağlı olan müslümanların; Almanya kültürü, ekonomisi, siyaseti ve coğrafyasını göz önünde bulundurarak çalışmalar yaptığını söylememiz mümkün değildir. 
 
Cemaatler/ dînî ve lâdini hepsi Turkiye'nin sosyo-kültürel ve siyasi yapısına göre çalışmalarını sürdürmektedirler. Aralarında İslâm'a hizmet konusunda bir işbirliği ve dayanışması da yoktur.
Müslümanları temsil eden bir çatı kuruluşu da yoktur. Hepsinin ortak yanı sembolik ibadetlerle Müslümanları oyalamaktır. Anlı-şanlı akademisyenlerimizin bazıları da yardım kuruluşlarına alet olarak para toplamak gayesiyle bu kervanın lokomotifi durumundadırlar. Gayeleri, sembolik ibadetler üzerinden- Zekat, Fitre, Hac ve Kurban- para toplamaktır/ kazanmaktır.

İslâm bilim ve düşünce tarihi konusunda, Müslümanları misyon sahibi kimseler olarak yetiştirmek gibi bir dertleri yoktur bu cemaatlerin. 

Müslümanlar işte tam da bu yüzden Almanya'da/Avrupa’da ciddiye alınmıyorlar. Sadece döner ve lahmacun kültürü ile, apartman katlarında açılan ayak kokusundan alnımızı secdeye koyamadığımız, kokudan tuvaletlerine giremediğimiz mescid kültürüyle, İslâm'ı Almanya’da/Avrupa'da temsil etmek mümkün değildir.

Nitekim, Müslümanlar; Almanya İçişleri Bakanı  Horst Seehofer'in başkanlığını yaptığı 4. Berlin İslâm Konferansı'nda ‘domuz eti ve sucuğu’ ikram edilerek aşağılanmıştır. İslâm Konferası'nda Müslümanlara yapılan bu hakaret hepimizi derinden yaralamıştır/üzmüştür. 

O toplantıda hazır bulunan ve aşağılanan davetlilerden toplantıyı terketme cesaretini gösteren ciğeri sağlam,  davasına aşık delikanlı, adam gibi adam bir temsilci de çıkmamıştır. Müslümanları üzen, temsilcileri olarak oraya çağrılan kişilerin bu duyarsız davranışı olmuştur. Seehofer Müslümanların bu duyarsızlığını iyi analiz etmiş olmalı ki, o toplantıda onlar “domuz eti ve sucuğu” ikram etmiştir. Seehofer “İslâm Amanya’nın parçası değildir” diyerek safını çok önceden seçen  bir devlet adamıdır. Bu davranışıyla Seehofer görevini yapmıştır. Görevini yapan insanlar tebrik edilirler, ben de Seehofer’i inancından kaynaklanan bu asil görevini yerine getirdiğinden dolayı tebrik ediyorum.


Benim kızmam, öfkelenmem; görevini yapmayan Müslümanlaradır. Madem seni insan yerine koymadılar, inancından dolayı seni aşağıladılar; sen de delikanlılık yap ve terk et o toplantıyı. Ve Müslümanlar da seni görevini yaptığın için şuurlu Müslümanlar sınıfına koysunlar ve tebrik etsinler... Yüce Mevlâmız Kitabı’nda, konu ile ilgili şöyle der: “Allah'ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini gördüğünüzde/işittiğinizde, orada olan bu saygısızlığa mani olamıyorsanız, hiç olmsazsa, o toplantıyı terkedin/onlarla oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz.” (4/Nisa 140)

Ne yapmak gerekir?
1-Alt yapısı güçlü olan İslâm araştırma merkezleri kurulmalı,
2-Bu merkezlerde çalışacak elemanlar yetiştirilmeli, bunun için akademik kariyer yapacak öğrencilere ciddi denebilecek miktarlarda burslar verilmeli, bunun için gerekli olan vakıflar kurulmalı,
3- Arapça ve Türkçe kütüphaneler kurulmalı, neşriyat merkezleri kurulmalı.
4-Toplanacak zekat gelirleri ve kesilecek kurbanlar bu işlere harcanmak üzere bu vakıfta toplanmalı, insanımız ve bilhassa gençler kitap okumaya teşvik edilmeli,
5- Cuma vaaz ve hutbelerinin konusu ayda bir ortak hazırlanmalı,
6-Kültür Merkezleri kurulmalı; Türk- İslam Kültür ve Sanatı genç nesle akrarılarak geleceğimiz inşa edilmeli,
7- Hepsinden önemlisi tüm bu işler için gerekli olan finans kaynağı oluşturulmalıdır. 

Sonuç
1-Bugünün müslümanında;
Aşk yok.
Heyecan yok.
Hedef yok.
Dava yok.
Ortada sadece din yorgunu müslümanlar var.
Yazık. Hem de çok yazık. 

2- Yaşadığımız ülkede tebliğ vazifemizden hesaba çekileceğimizi de unutmayalım. Birbirimizi uyaralım. 

3-DİNİMİZİ DOĞRU ANLAMAYA VE DOĞRU YAŞAMAYA ÇALIŞALIM!!!

Not:
Almanya'da 5 tane İlâhiyat Fakültesi mevcut. Lütfen buluduğumuz yerdeki bu kurumlarla diyalog kuralım. Fakülte olarak ihtiyaçları varsa onlara destek olalım. Oralarda okuyan öğrencileri vereceğimiz burslarla destekleyelim...Mezun olanlarını da camilerimizde ve kuracağımız araştırma merkezlerinde istihdam edelim...

SELÂM VE DUA İLE

28 Kasım 2018 Çarşamba

CANER TASLAMAN VE EMRE DORMAN’A AÇIK MEKTUP...



Sayın Prof. Dr. Caner Taslaman ve Sayın Dr. Emre Dorman; “Yardımeli Derneği” nin kuracağı “Yetimler Köyü”ne para toplamak için Almanya’ya gelmişsiniz. Para toplamadan sadece konferans ve seminerler vererek, Almanya’da yaşayan insanımıza hizmet yolunu seçseydiniz çok anlamlı bir hizmet yapmış olurdunuz. Almanya’da, Almanya’da yaşayan insanımıza karşılıksız hizmet eden, almadan veren ilim adamına veya hocaya fazla rastlamadık bugüne kadar. Sizler de Yardımeli adında bir yardım kuruluşuna para toplayacakmışsınız. Ekranlardan geleneksel İslam’ın savunucularına eleştirel yaklaşan değerli iki akademisyen olarak tanıyoruz sizleri. Şimdi ise, eleştirdiğiniz o insanların cebindeki parayı alabilmek için Almanya’dasınız. Ne kadar inandırıcı olacaksınız onu bilemiyorum. Bildiğim tek şey; yapacağınız konuşmalarda ekranda söylediğiniz düşüncelerinizi söylerseniz, sizlere kimsenin para vermeyeceğidir. Para toplamak için geldiğinize göre o insanların hoşuna gidecek, duygularını harakete geçirecek, okşayacak şeyler söyleyeceksiniz. Belki 'deve sidiği içme' konusuna hiç değinmeyeceksiniz. Bu durumda kendinizle çelişeceksiniz ve Almanya’daki insanımızı Allah ile aldatmış olacaksınız. Akademisyen kimliğinizle bu sıfat ne kadar örtüşür onu bilemiyorum.

Sayın Taslaman ve Sayın Dorman; Türkiye 80 milyonluk bir ülkedir. Almanya’da 3 milyon Türkiyeli var. 57 yıldan beri eline makbuzu alan Almanya’ya geliyor ve çeşitli isimler altında gurbetçilerden paralar topluyorlar. Vatan hasretiyle yanıp tutuşan bu insanlar da kendi ihtiyaçlarını düşünmeden “çok güzel konuşan” sizlere kanıyorlar. Sonra “Ekinler kuruyor, kaos ve sıkıntı ortamları oluşuyor.” Maalesef hâlâ bu alışkanlık devam ediyor.

Sayın Taslaman ve Sayın Dorman; Almanya’daki insanımız perişandır. Çocuklarımız kaybolmak üzeredir, çoğu zaten kaybolmuştur. Önce Almanya'daki yetimler için gerekli olan “Gurbetçi Köyleri” ni kurmanız gerekirken, duygu sömürüsü yaparak Almanya dışındaki bir ülke için para topluyorsunuz. O insanların ülkeleri var, devletleri var, Birleşmiş Milletleri var. Almaya’da yaşayan insanımızın devleti yok, Türkiye’den bakarsan adı “Gurbetçi”, Almanya’dan bakarsan adı “Yabancı”. Almanya bu insanlara seçme ve seçilme hakkı vermiyor. Türkiye de sadece seçme hakkı veriyor, seçilme hakkı vermiyor. Türkiye bu insanlara seni emekli yapacağım diyor, paralarını alıyor ve sonra da kesin dönüş yapmayınca maaşını vermem diyor. Böylece uzun vadeli faizsiz kredi alıyor binlerce gurbetçiden.

Sayın Taslaman ve Sayın Dorman; Almaya’daki insanımızın evinde yangın var, sizler insanımızı komşunun evindeki yangını söndürmeye davet ediyorsunuz. Yazık, hem de çok yazık. O insanlar döndüklerinde evlerini yerinde bulamayacaklar, bunu bile bile o insanları, provoke ediyorsunuz. Şimdiden Almanya’daki insanımızla vedalaşabilirsiniz, bu gidişle 20 sene sonra Almanya'daki nesil kaybolmujş olacaktır.
Sayın Taslaman ve Sayın Dorman; Almanya'daki dini cemaatler; ibadet yapmak için, kendiliğinden camiye gelen insanların cebindeki paraları nasıl alırızın hesabını yaparlar. Sizler de aynı şeyi yapıyorsunuz. Bugüne kadar Almanya’daki insanımıza yardım amaçlı bir el uzatılmadı. Kimse buradaki insanlara “bir ihtiyacın var mı?” diye sormadı. Sadece para ver dedi..
Sayın Taslaman ve Sayın Dorman; dini cemaatlerin camilerinde; zekatlar, fitreler, kurbanlar toplanır. Bu sadakalar; “Yetimler Köyü” kuruyoruz denir toplanır, Ortadoğu’daki, Afrika ve Asya’daki Müslümanlar için denir toplanır... Bu paralar, sinevizyon gösterileriyle insanların manevi duyguları tetiklenerek toplanır. Hedefleri, duygu sömürüsü yaparak daha çok para toplamaktır. Bu kadar para toplanmasına rağmen, bu cemaatlerin hizmet portföyünde çocuk okutmanın dışında elle tutulacak bir hizmet yoktur desek yalan olmaz. Bu işi de balık yakalamak için oltanın ucuna takılan yem olarak düşünebilirsiniz. Aslında camilerde çocuklara dini eğitimin verilmesi de aynı amaca yöneliktir.

Sayın Taslaman ve Sayın Dorman; Almanya’da dinî cemaatlerin:
-Vakıfları yoktur.
-Hastaneleri yoktur.
-Öğrenci yurtları yoktur.
-İmam yetiştiren yüksek okulları yoktur.
-Kur'an öğretmeni, din dersi öğretmeni yetiştiren kurumları/okulları yoktur.
-Gazeteleri, dergileri yoktur, televizyonları yoktur.
-Tam gün mesai yapan hukukçuların çalıştığı hukuk büroları yoktur.
-Danışma merkezleri, araştırma merkezleri yoktur.
-Sosyal konutları yoktur...
-İhtiyaç duyulan kitapları Almanca'ya çeviren tercüme büroları yoktur.
-Kültür Merkezleri yoktur..., velhasıl gelecekleri yoktur.

Onlar topladıkları paraların büyük bir bölümünü Almanya dışına çıkarmakla meşguldürler. Bazen bu paralar, Somali'ye yardım diye çıkar Almanya’dan, bazen Afganistan'a yardım diye çıkar, bazen Filistin'e, Suriye'ye yardım diye çıkar... Sadece bu görev için kurulan yardım kuruluşları vardır. Yıllardan beri bu iş böyle yürür. Ancak ne Afganistan'ın problemi çözülmüştür ne Filistin’in ne Çeçenistan’ın ne de Irak’ın. Bırakın problemlerin çözülmesini bu halkalara yenileri eklenmiştir. İşte 7 yıldır gözümüzün önünde çoluk- çocuk, kadın-ihtiyar demeden bombalanan Suriye...
Sayın Taslaman ve Dorman; Papaz Martin Niemöller der ki: “Naziler, önce komünistleri götürdüler; sesimi çıkarmadım, çünkü, ben komünist değildim. Sonra Yahudileri götürdüler; yine sesimi çıkarmadım, çünkü, ben Yahudi değildim. Sonra sosyal demokratları götürdüler; yine sesimi çıkarmadım, çünkü, ben sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacıları götürdüler; yine sesimi çıkarmadım, çünkü, ben sendikacı da değildim. Benim için geldiklerinde ise, sesimi duyacak kimse kalmamıştı…”

Evet Sayın Taslaman ve Sayın Dorman; önceliklerimizi iyi analiz edemediğimiz zaman, elimizde avucumuzda olanları kendi geleceğimiz için değilde, güzel konuşan hatiplere, akademisyenlere, duygu sömürüsü yapanlara vermeye devam ettiğimiz sürece sonunda sıra mutlaka bize gelecek ama o zaman sesimizi duyan kimse kalmayacak...

Evimiz yanıyor diye bağırıyoruz, kimse sesimize kulak vermiyor. Ortalık toz duman göz gözü görmüyor. Sizler burada olup bitenlerin farkında bile değilsiniz.

Niçin böyle öfkeliyim ben? Çünkü elimizdeki son deva da kendisini bizatihi o umudun, o çarenin, o devanın sahibi zannedilen adamlar tarafından alıp götürülüyor.

Allah’ın, Müslümanları Allah ile aldatacak vaizlere de, hocalara da, akademisyenlere de ihtiyacı yok vesselam...

17 Kasım 2018 Cumartesi

BERLİN TÜRK ŞEHİTLİĞİ ve KÜLTÜR VE TURİZM ATAŞESİ 2018

‘Mezâristan-ı İslamî’ye’ / İslâm mezarlığı

Osmanlı İmparatorluğu’nun  Berlin ilk Daimi Büyükelçisi Giritli Ali Aziz Efendi 29 Ekim 1798 yılında vefat eder.  ‘Tempelhofer Feldmark’a  şimdiki Urban sokağı ile Blücher sokağının arasındaki mezâr yerine 30 ekim salı günü defnedilir. 1804 yılında Prusya Krallığı nezdindeki ikinci Osmalı Maslahatgüzarı Mehmed Esad Efendi de vefat edince aynı yere defnedilir. Dönem, III.Selim dönemidir. Araya savaşlar girer ve zamanla bu mezarlar unutulur.  Aradan 38 sene geçmiştir. Birgün (1836) tarla haline dönmüş mezâr yeri  bir çiftçi tarafından tesadüfen keşfedilir. Çiftçi durumu yetkililere haber verir. Bizimkiler gibi mezar taşlarını ev veya bahçe duvarlarında kullanmaya kalkmaz. 

Prusya Kralı III. Wilhelm mezarflığa sahip çıkar; koruma altına aldırır ve ağaçlandırır. 1839 yılında Büyükelçilik Kâtibi Rahmi Efendi ve daha sonra vefat eden hariciye görevlisi Aziz Ağa vefat edince  bu mezarlığa defnedilirler. 1853 yılında Almanya’da öğrenim gören Rasim Efendi de buraya defnedilince sayı yükselmeye başlar ve yetkili taraflar mezarlığın başka bir yere taşınmasına karar veririler. Dönem  Sultan Abdülaziz  dönemidir. Yer bulunuyr ve  Osmanlı Elçisi Aristaki Bey’in de bulunduğu bir tören ile ‘Mezâristan-ı İslamî’ye, adı ile (19 Aralık 1866)  mezarlık bugünkü yerine taşınır. Mülkiyet Osmanlı İmparatorluğu’nundur. (Colombiadamm 128 ) 

Sultan Abdülaziz’in emri ile (1867) burada medfun olanların anısına Mimar Voigtel tarafından bir âbide inşa edilir. Mezârlıktaki bu sekiz köşeli Abide’deki kitabelerin bir yüzünde şöyle yazar:
“Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin Prusya Devleti nezdinde Fevkalâde Murahhas Orta Elçisi olduğu halde terk-i dağdağa-i cihan eden Ali Aziz Efendi. Hicri 1213.”


7 mart 1924 tarihinde Büyükelçilik din görevlisi Hafız Şükrü Efendi de vefat eder ve  bakımını yaptığı bu mezârlığa defnedilir. Şükrü Efendi’den sonra 1930’a kadar mezârlığın bakımını Alman eşi Nûriha Hanım yapar ve ondan sonra da Nûriha Hanımın kızkardeşi bu görevi sürdürür ve 1965 yılında  bu görevi vefakâr ilk nesil göçmen Türk işçileri devralır.

1921 yılında Ermeni  Soğomon Tehliryan tarafından Berlin’de öldürülen Talat Paşa da buraya defnedilmiştir. 1943 yılında Türkiye’ye nakledilmiştir. Yine, Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale’de yaralanıp Belin’de tedavi görürken vefat eden ve bu mezarlığa defnedilen Zeki Memduh Bey ve Süleyman Efendi’nin mezârları da 1976 yılında Türkiye’ye nakledilmiştir.

1942 yılında mezârlıkta 35 Türk ve 69 diğer (İran, Pakistan, Arap, Afgan, Kırım, Filistin, Mağrip, Türkistan, Kazak, Sudan ve sair) müslüman kökenli mezar sayısı tesbit edilmiştiştir.
Mezarlığa 1867 yılında Sultan Abdülaziz’in fermanıyle yapılan abide anıt zaman zaman tamirat görmüştür. İkinci Dünya Savaşı’ndan etkilenen anıtın savaş sonu yapılan tamiratı en son 1987 yılında Berlin Senatosu tarafından yapılmıştır. Tamirata 350 bin Mark harcanmıştır. 

Bugünkü adıyla Berlin Türk Şehitliği  Türkiye’nin, Türkiye dışındaki önemli topraklarından biridir. Ancak geçmişi itibariyle çok önemli olan  mezarlık, anıt ve  mezar taşları bugün itibariyle (15.11.2018)   oldukça gariptir, bakımsızdır, sanki terkedilmiş gibidir.  Berlin Senatosu tarafından 350 bin Mark  harcanarak tamir ettirilen o tarihi anıt, maalesef bugün delik deşik olmuş durumdadır. Mezar taşlarındaki yazılar yok olmak üzeredir. Yani, tarih 300 bin Türkiyelinin, Büyükelçilik ve Başkonsolosluk görevlilerinin gözü önünde yok olup gitmek üzeredir.  

Tarihi yok etmek konusunda üstümüze yoktur bizim, onu bilirim. Başta Giritli Ali Aziz Efendi olmak üzere mezarlıkta medfun olan şahıslar için yapıln  anıtın tanıtım kimliği bile maalesef yazılmamıştır.  Kimse ne olduğunu bilmiyor. Ortada duran bir direk gibi görüyorlar anıt. 

Berlin’de Kültür Ataşemiz de var
Berlin’de ne gibi çalışmalar yapıyor Türk Kültürü adına Ataşemiz onu bilmiyorum. Ataşemiz, I.Dünya Savaşı sırasında Wünsdorf/Zossen’de Müslümanlar için yapılan Halbmondlager Esir Kampı (HİLAL) Camii‘ne gitmiş midir? 

Ateşemiz Almanya’daki Türk izlerini takip etmiş midir? Bu konularda hazırladığı ve bize ulaştıramadığı broşürler var mıdır Turizm ve Kültür Ataşeliği’nde. Berlin’e ilk gelen Türkler Ali ve Hasan ile  ilgili bir çalışması var mıdır Ataşemizin onu da bilmiyorum.
Ataşemiz, Türk Şehitliği’ndeki tarihi mezar taşları ve anıt için ne gibi girişimlerde bulunmuştur bugüne kadar onu da merak ediyorum. 

Konu ile ilgili www.ha-ber.com internet sitesinde  bundan önce de yazdım. Ses çıkaran olmadı. Geçtiğimiz hafta G.Aziz Efendi’nin ruhuna Fatiha okumak için tekrar gittiğimde içim parçalandı. Anıttaki delik sayısı fazlalaşmış, Hafız Şükrü Efendi’nin mezar taşı üzerindeki yazılar neredeyse tamamen kaybolmak üzere. Diğer mezar taşlarını da aynı akibet bekliyor. 

Bir kez daha yazarak sorumsuz sorumluların dikkatini çekmek istedim. Belki sorumluluk bilinciyle vazife yapan bir devlet yetkilisinin dikkatini çekerim de tarihe mal olmuş değerlerimiz için bir görev yapmış olurum diye düşündüm. 


Teklifimdir:
Türk Şehitliği ismi de değiştirilmelidir. Orada şehit yoktur. Eski ismi verilmeslidir. ‘Mezâristan-ı İslamî’ye’ / İslâm mezarlığı.