Rüştü Kam 21.09.2011
Hem de öyle bir geçti ki, tozu dumana kattı.
„Suç örgütü, suç örgütü' dersen terör örgütüne, yapacağı
budur işte. Kamu düzenini böyle bozar!''
Gençliğimde
futbol takımlarımız yabancı bir ülke takımıyla maça çıktığı zaman, sahaya 2
sıfır yenik çıkardık. Maçtan sonra da yenildik ama ezilmedik derdik. UEFA
kupası, dünya üçüncülüğü derken son yıllarda bir Anadolu takımı İnter’i bile
evinde yenmeye başladı. Gururlanıyoruz, yürüyüşümüz değişiyor. Masada oturuşumuz
değişiyor. Sohbetlerimizde sesimizi haklı olarak yükseltebiliyoruz.
Bilhassa
biz gurbetçiler için dik duruş çok önemlidir. Alnımızın yere düşmemesi lazım. Bizler
Alman halklarının içinde azınlık olarak
yaşıyoruz. İş yerinde, sokakta, okulda, cafede otururken sohbet bir şekilde
Türklere ve Almanlara geliveriyor. İşte o zaman devletimizin ve
hükümetlerimizin izledikleri tutarlı ve ısrarlı politikaları bizlere güç
veriyor. Rahat konuşuyoruz, öz güven
içinde konuşuyoruz.
Eşekten
düşmeyen anlamaz bu psikolojiyi.
Son
zamanlarda dış politikada, Türkiye’nin izlediği siyaset gündem oluşturuyor. „One
minute“ resti, arkasından Arap Baharı… Ne de hoş geliyor Afrika Zambaklarının kokusu, tâ Almanya’ya kadar...
Türkiye
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Almanya ziyareti çerçevesinde Humboldt
Üniveritesi’nde ortaya koyduğu irade de yüreklerimize ayrı bir ferahlık verdi: ''Ya bu konuşmayı yaparım ya da hemen
Türkiye'ye dönerim!.“ İşte budur, ilkeli duruş işte budur dedik.
Şapkalarımızı
havaya attık. Teşekkürler sayın Cumhurbaşkanım.
Bu
iradenin ardından, iki saat gecikmeyle de olsa, Gül, Humboldt
Üniversitesi’nde kürsüye geldi. Resti görülmüştü.. Yüreğimize su serpen konuşmasını
yaptı:
„Şantajlara boyun eğmeyeceğiz,
teröre kim taviz verirse, onun arkası gelir. Kim terörün şantajına, tehdidine
boyun eğerse, onun faturasını o öder. Onun için bu tehditlere boyun
eğmeyeceğimizi herkesin görmesini isterim, Almanya'nın demokratik ortamından faydalanan ve bunu
istismar eden terör örgütüyle ilintili 30-40 kişinin buradaki tehditleri ve bu
toplantıyı yaptırmak istememeleri, bu toplantıyı yapma ısrarımız karşısında da
bomba ihbarı yapması üzerine güvenlik güçleri konuşmayı bu kadar geciktirdiler.
Ama şunu ifade etmek isterim ki, burada böyle 30-40 kişiye pes edecek, onların
tehdidine, şantajına boyun eğecek halde değiliz. Asla da onlara taviz vermem!
Hegel, Schopenhauer,
Engels, Marks gibi birçok büyük bilim adamı ve siyasetçi bu üniversiteden geçti,
bu üniversitede çok sayıda Nobel ödüllü bilim adamı yetişti.
Ben böyle bir
üniversitede 40 kişinin tehdidine boyun eğip de konuşmaktan mı vazgeçecektim
yani? Dolayısıyla bunun böyle bilinmesini isterim. Böyle seçkin bir
üniversitede konuşma yapmaktan büyük mutluluk duyuyorum.
Tarih boyunca dost
olduk, beraber olduk. Öyle ki Sultan Abdülaziz 1800'lü yıllarda Almanya'ya
gelmiş, o zamanki Alman krallığıyla biraraya gelmiş, ikinci Willhelm, iki kez,
1889 ve 1898 yıllarında İstanbul'u ziyaret etmiş. I. Dünya Harbi'ne beraber
girmişiz, acıları beraber yaşamışız. Daha sonra II. Dünya Harbi'nde burada
çekilen sıkıntılardan kaçan birçok Alman, İstanbul Boğazı'na sığınmış ve 'Boğaz’a
sığınanlar' olarak bilinmişler ve Türk bilim dünyasına çok büyük
katkıları olmuş.
Bundan 50 yıl önce de
Almanya'nın daveti üzerine buraya gelen Türkler bugün 3 milyona ulaşmış,
bunların bir milyonu Alman vatandaşı olmuş. Dolayısıyla tarihten gelen güçlü
işbirliği bugün de devam ediyor.''
Bekir Bozdağ Türkevi’nde...
Birgün sonra
Türkevi’nde Başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ’ın Berlin’de hizmet veren sivil
toplum örgütleriyle yaptığı toplantıdaydık. Dernekler bu toplantıya gereken
ilgiyi göstermemişlerdi. Yıllardan beri sorulan sorular soruldu yine Bozdağ’a.
Bozdağ da dinledi. Ben bu tip toplantılara fazla katılmam. Çünkü, soru soranlar
değişmez. Kimin ne soracağını aşağı yukarı tahmin etmek mümkündür. Bu tür toplantılarda konuşan insanlar da soruların
cavapları da bellli olduğu için katılmam bu toplantılara.
Sorulan sorular:
Holdingzedelerin hali
ne olacak, mavi kart bilmecesi ne zaman çözülecek, borçlanarak emekli olanların
durumunda bir iyileştirme olacak mı, seçme seçilme hakkımız konusunda müjde
verebilecek misiniz, DİTİB’e bağlı olan
camilerde yapılan seçimler niçin demokratik kurallara uygun olarak yapılmıyor,
aile birleşimi konusunda ne gibi çalışmalar yapılıyor, çifte vatandaşlık
konusunda bir ilerleme var mı, vize uygulamasından ne zaman vazgeçilecek?
Cevaplar:
“Holdingler şirkettir, devletin koruması altıda
değildir. Devlet şirketleri kurtarmaz...
Mavi kart meselesini çözeceğiz, normal
bir vatandaş hangi haklara sahipse, mavi kart sahibi olan kişi de aynı haklara
sahip olacaktır, çifte vatandaşlığı biz tek taraflı olarak bu şekilde
tanımış olacağız... Önümüzdeki seçimlerde sandık önünüze gelecektir bundan
şüpheniz olmasın... Camiye üye
kaydettiğiniz kişinin seçme ve seçilme hakkına mani olamazsınız... Almanca
bilmiyor diye evlenecek insanların
evliliğine mani olmak insan haklarına aykırıdır...”
Bozdağ bundan sonraki toplantıların bir gündemi
olacağını söyledi. Bu güzel bir karar. Ben bu konuyu zaman zaman teklif olarak
aynı mekanda değişik misafirlere sunmuştum. İnşallah alınan bu karar uygulanır.
Bu durumda aynı soruları belli şahıslardan defalarca dinleme zorunluluğundan
kurtulmuş olacağız.
Bekleyip göreceğiz Bekir Bozdağ’ın farkını. En
azından Mavi kartla ilgili bir çözüm bizleri rahatlatacaktır.
İslâm
dini evrenseldir
Berlin’den sonra
Osnabrück’e geçen cumhurbaşkanı Gül Osnabrück Üniversitesi İslâm Araştırmaları
Enstitüsü'nde konuşmasına devam etti. Bu kez konuşmasının merkezine İslâm
dinini ve Almanya Cumhurbaşkanı sayın Wullf’u koydu:
Almanya'da yaklaşık 4
milyon müslüman var. ''Sayın Cumhurbaşkanı, siz Almanya'daki bir gerçeği Doğu
ve Batı Almanya'nın birleşmesinin yirminci yıl dönümünde yaptığınız konuşmada
ifade ettiniz, 'Müslümanlık da
Almanya'nın dini' dediniz. Burada 4 milyona yakın Müslüman yaşıyor,
bunların önemli bir kısmı Alman vatandaşı yani sizin vatandaşlarınız, sizler
için oy veriyorlar. Bu ülkeye sadakatleri var.
Dolayısıyla siz gerçeği ifade etmiştiniz
Bu, hangi dinle ve
nerede olursa olsun geçerli olan evrensel bir anlayıştır. Bu çerçevede
Almanya'daki müslümanların da kendi dinlerini, inançlarını çocuklarına
öğretebilmeleri için ve kendilerinin de öğrenebilmeleri için onlara imkan
sunulması, bu yönde sorumlulukların üstlenilmesinin önemli olduğu
kanaatindeyim. Eğer kendilerine önderlik edecek kurumlar söz konusu olmazsa o
zaman yanlış kaynaklardan yanlış şeyleri öğrenebilirler ve farklı mecralara
kayabilirler. O bakımdan İslam dininin aslını, özünü kendi berraklığı
içerisinde hem bilimsel hem de pedagojik şekilde öğretecek bir çalışmanın
başlatılması, bu imkanın oluşturulması herhalde kaçınılmazdı.
Bütün Müslümanların
İslam dinini de Almanca olarak bilmeleri ve anlatabilmelerinin önemli olduğuna
inanıyorum. Çünkü, biz şuna inanıyoruz ki İslâm dini evrenseldir. Yani herhangi
bir ırka, coğrafyaya gelmemiştir ve herhangi bir dil değildir. İnsanlar bir
dine inandığında, bu Müslümanlıksa Müslümanlığa inandığında bunun gereğini
yapmalarını ama aynı şekilde hangi toplulukta iseler o topluluğun dilini en
güzel şekilde konuşarak hayata en aktif şekilde katılmalarını sağlamaktır. Bu
ancak insanları mutlu eder, müreffeh eder, ülkeleri de barış içerisinde tutar''
Evet Almanya’dan Abdullah Gül geçti, hem de tozu
dumana katarak…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder