Rüştü Kam
14.04.2011
*İmamlar dirilmeden hutbeler dirilmez.
*Hutbeler dirilmeden cemaat dirilmez.
*Cemaat dirilmeden ümmet dirilmez.
*Ümmet dirilmeden insanlık dirilmez.
*İmam kelimesi “anne” manasına gelen “umm”den türetilir. Anneler çocuklarının bedenini beslerler,
hocalar insanların kafalarını ve kalplerini beslerler. Anneler yavrularına
göğüslerinden süt emzirirler. Hocalar müminlere Kur’an ve onun beyanı olan
sünnet çeşmesinden ilim ve hikmet emzirirler.
* Hutbe, bir açıdan ilim, bir açıdan irfan, bir açıdan irşad, bir açıdan hikmet, bir açıdan emr-i
bi’l-ma’ruf ve’n-nehy-i ani’l-münker, bir açıdan davettir.
* Minberler imam-hatiplere bir peygamber emanetidir. Asıl
kutsal emanet budur. Zira Hz. Peygamber kendisinden sonra yaşayan müminlere
giysilerini ve eşyasını değil misyonunu ve davasını
miras bırakmıştır.
Sözün özü:
* İmam demek, ana yürekli adam demektir. İmam demek, ölü
değil, diri yıkayan adam demektir. O halde imam ve hatiplerin başarısı,
dirileri nasıl ve ne kadar yıkayabildikleriyle ölçülmelidir.
Cuma namazı
Cum’a namazı; Cum'a günü öğlen namazı vakti içinde,
teamüle göre hutbeden evvel cemaatle ve
cehren kılınan iki rekat farz-ı ayn namazdır.
Cum'a Arapça bir isimdir, "toplanma, bir araya
gelme, toplu dostluk" anlamlarına gelir. Cum'a gününe, müslümanların
ibadet için mescidde toplanmaları sebebiyle bu isim verilmiştir.1
Hafta günlerine İslâm'dan önce verilen isimler
şimdiki isimler değildi. Cum'a gününe "yevmu'l-arûbe"2
denirdi. Bu isimler Sabiîlerden Araplara geçmiştir: Çünkü Süryâniler Sabiî idi.
Süryânîce de arûbe "rahmet" manasına gelmektedir. Cum'a'dan
sonraki günler de "şiyâr: cumartesi", "evvel:
pazar", "ehven: pazartesi", "cübâr:
salı", "dubâr: çarşamba", "mûnis:
perşembe" idi.
Sabiîler, cübâr: salı", "dubâr: çarşamba"
günlerinin uğursuz olduğuna inanırlardı. Bu günler, Merih ve Zühre yıldızlarına
nisbet edilir ve müneccimlerde bu
yıldızları uğursuz sayarlardı 3
Aynı günlerin müslümanlar tarafından da uğursuz olarak
kabul edilmesinin ve o günlerde bir işe başlangıç yapılmasının uğursuz!
sayılmasının kaynağı İslâm Dîni değil, Süryanîlerdir. Bu anlayışı, İslâm’a;
İslâm adına dayatanlar geleneksel dinin
temsilcileridirler.
Araplar günlerin bu eski isimlerini ne zaman
değiştirmişler diye araştırdığımızda şu bilgilere ulaşabiliyoruz; Arûbe’ye
cum'a adını veren, bir rivayete göre Hz. Peygamber'in dedelerinden Ka'b İbn Lüeyy'dir.
İbn Şîrîn'den gelen bir başka rivayete göre bu ad,
cum'a namazı henüz farz kılınmadan evvel Medine'de bulunan müslümanlar tarafından
verilmiştir. İbn Şîrîn'in rivayeti şöyledir: "Hz. Peygamber Medine'ye hicret etmeden ve cum'a ayeti nazil
olmadan önce Medineliler Cum'a namazı kılmışlardı."
Medineliler(Ensâr): "Yahudilerin bir günü var, her yedi günde biraraya
toplanıyorlar, hristiyanların da öyle. Bizim de bir toplanma günümüz olsun, o
günde Allah'ı zikredelim; şükredelim." dediler. Bunun üzerine: "sebt:’’
cumartesi günü yahudilerin, ‘’ahad’’: pazar günü hristiyanların, o halde
bu toplanmayı ‘’arûbe’’: günü yapalım." demişlerdi. Bu suretle
Es'ad İbn Zürâre'nin yanında toplandılar, Es'ad b. Zürâre onlara iki
rekat namaz kıldırdı ve vaaz etti. Toplandıkları o âna "cum'a"
adını verdiler. 4 O da onlara bir koyun kesti,
ondan kuşluk ve akşam vakti yediler. Daha sonraları da cum'a ayeti nazil
oldu 5
Cuma Namazının Mekke’de farz kılındığı hakkındaki rivayet
doğru değildir
İbn. Hacer'e göre Cum'a Mekke'de farz kılınmıştır.
Fakat müslümanların azlığı ve açıktan namaz kılacak derecede güçlü olmamaları
nedeniyle Mekke'de Cum'a kılmak mümkün olmamıştır. İbn Abbas'ın şu rivayeti de
bu görüşü desteklemektedir: "Rasûlullah, hicret etmeden önce Cum'a
namazının kılınması için izin verilmiştir. Fakat Mekke'de Cum'a kıldırmaya gücü
olmadı. Onun için, daha önce Medine'deki müslümanlara İslâm'ı öğretmek için
gönderilmiş olan Mus'ab İbn Umeyr'e mektup yazarak: "Yahudilerin
açıktan Zebur okudukları güne bak, siz de kadınlarınızı ve oğullarınızı
toplayın da zeval vaktinden sonra Allah'a iki rekat namaz ile yaklaşın."
Bu emir üzerine Mus'ab, Medine'de ilk Cum'a kıldıran kişi olmuştur. Bu görevi
Peygamber Medine'ye gelinceye kadar sürdürmüştür." Mus'ab'ın Cum'a namazı
kıldırdığı ilk cemaatin sayısı, oniki idi. 6
Bu rivayetin doğru
olmaması gerekir
İbn Hacer'in Cum'a namazının Mekke'de farz kılındığı
halde, orada kılınmayışını sayı azlığına bağlanması uzak ihtimaldir. Çünkü
Cum'a namazının kılınabilmesi için kırk kişinin varlığı gerekecek olsa bile, bu
sayıda müslüman o tarihlerde bir araya rahatlıkla gelebilirdi. Kaldıki,
rivayete göre, Mus’ab b. Umeyrin kıldırdığı Cum’a namazında da oniki kişi
vardı.
Ancak Cum'a namazının açık olarak kılınması
gerektiği ve Rasûlullah ile müslümanların da o sıralarda gizlendiği için
kılamamış olmaları düşünülebilir. Bu durumda da
Peygamberimizin müşriklerden korkarak
Allah’ın emri olan Cuma namazını terketmesi gerekir ki, böyle bir
davranışı tevhidin tebliğcisi bir peygambere yakıştırmak terbiye sınırlarını
zorlamak olur.
Cum’a izni, sıradan bir izin olarak da
değerlendirilemez. Çünkü Yüce Allah'ın ve O‘nun Rasûlü'nün izinleri bile emir
gibi uyulması gerekli hükümlerdir. Oysa farz kılınan Cum’a namazıdır. Kur’an
buyruğuna göre, işi-aşı terkedip koşarak gidilmesi gereken ibadettir. Böyle bir
buyruğu peygamberimizin Mekke’de atlaması mümkün olamaz. Üstelik müslümanlara
cihad 7 etme izni verilmiş iken böyle bir korkaklığın altına peygamberimizin
imzasını atması asla düşünülemez..
Diğer taraftan Cum'a namazının farziyetini bildiren
ayet 8 bilindiği gibi Medine'de ve Hicret'ten sonraki yıllarda nazil olmuştur.
İlk kılınan Cuma namazı
Hz. Peygamber'in kıldırdığı ilk Cum'a namazının,
Ranûna denilen yerde Sâlim İbn. Avf mescidinde olduğu söylenir. Hz. Peygamberin
Medine'ye hicret sırasında ilk olarak Kuba'da Amr İbn Avfoğullarına misafir
olduğu, orada pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe günleri kaldığı, Kuba
Mescidi’nin temelini attığı; sonra Cum'a günü Medine'ye gitmek için yola
çıktığı, Benû Sâlim yurduna gelince de Cum'a namazı vakti girdiği için, orada
hutbe okuyup farz olan ilk Cum'a namazını kıldırdığı, rivaret edilir.
Kanaatimizce bu namaz farz kılınan ilk Cuma namazı değil,
geleneksel arûbe günü yapılan toplantının namazıdır: Çünkü, yukarda da
zikredildigi gibi cuma ayetinin hicret esnasında nazil olduğuna dair herhangi
bir haber mevcut değildir: Yani, daha Cuma namazını farz kılan ayet nazil
olmamışken, bu durumda Ranûna’da kılınan bu namaz, farz olan Cuma namazı olmasa
gerektir.
Medine haricinde ilk Cum'a namazı kılınan yer
Bahreyn'de "Cevâsa" da Abdi Kays Mescidi'dir.
Cuma namazı far-ı ayındır
Allah buyruklarını peygamberlerine ve âlimlere
tastikletme ihtiyacı duymaz, ama nedense fıkıh kitaplarında farz olan
ibadetlerle ilgili hükümlerin farziyyeti açıklanırken, şu şekildeki onaycı
yaklaşıma sık sık rastlamak maalesef mümkündür: ‘‘Cum'a namazının farziyyeti Kitab, Sünnet ve icmâ-i ümmet ile
sabittir.‘’
Bu yaklaşım Sadece Cuma namazı ile sınırlı
değildir, diğer ibadetler ile ilgili açıklamalar da hep aynı şekilde yapılmaktadır. Sanki,
ibadetlerin farz olabilmesi için Kur’an’ın buyruklarına noter tarafından onay
verilmesi gerekirmiş gibi.
Allah’ın buyruklarını yaratılmışlardan birilerine
tastik ettirmek abesle iştigaldir, fevkalade yanlış bir davranıştır. Dinin
Sahibi herhengibir ibadeti farz kıldıysa, bu hükmü peygamberin veya alimlerden
birisinin evet o farzdır, doğrudur veya farz değildir, yanlıştır gibi bir
yaklaşımla, Allah’ı doğrulaması gerekmez (hâşâ).
Ne sünnetin veya icma’ın böyle bir yetkisi vardır
ne de dinin Sahibi’nin böyle bir tasdiğe ihtiyacı vardır. Bu mantık müslümanı
şirke götüren bir mantıktır. Velhasıl, ne Peygamber onay makamıdır ne de âlimler.
Buyruk Sahibi hükmünü şöyle koymuştur
"Ey iman edenler, Cum'a günü namaz için
çağrıldığınız zaman, Allah'ı anmağa koşun; alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz
bu sizin için daha hayırlıdır." Evet Allah bu âyet ile cuma namazını farz
kılmıştır deyip, konunun kapatılması gerekirken, ne yazık ki, onay
için peygamberin o da yetmemiş âlimlerin görüşüne başvurma ihtiyacı duyulmuştur.
Cuma günü ile ilgili uydurma rivayetler
‘’Hz. Câbir'den rivâyet edilen şu hadis, Cuma'nın
farziyyetinin sünnetten delilidir,’’ 9 gibi yaklaşımla karşılaşmak herzaman
mümkündür. Guya, cumanın farz olduğu bu hadisle, böylece onaylanmış olmaktadır.
Şu hadisleri! Lütfen dikkatle okuyalım:
1- "Ey insanlar, ölmeden
önce Allah'a tövbe ediniz. (Başka işlerle) meşgul olmadan önce de sâlih ameller
işlemeye çalışınız. Allah'ı çokça zikretmek ve gizli ve açık olarak çokça
sadaka vermek suretiyle sizin ile Rabbiniz arasındaki bağı güçlendiriniz.
(Böyle yaparsanız) hem rızıklanırsınız. hem de (Allah tarafından) hatırınız hoş
tutulur.
Şunu biliniz ki:
Yüce Allah şu bulunduğum makamda, şu günümde, şu
ayımda ve şu yılımda sizlere Cum'a'yı farz kılmış bulunuyor. Ve bu kıyâmete
kadar böylece devam edecektir.
Benim hayatımda, ya da benden sonra;
-adaletli,
- yahutta,
- zâlim
bir imamı bulunduğu halde, o imamı hafife alarak veya inkâr ederek kim cumayı
terkederse;
- Allah,
onun iki yakasını bir araya getirmesin, hiç bir işini mübarek kılmasın.
-
Haberiniz olsun, böyle bir kimsenin ne namazı vardır ne zekâtı, ne haccı, ne
orucu ve ne de iyiliği, tâ ki tövbe edinceye kadar. Artık kim tövbe ederse,
Allah, onun tövbesini kabul etsin.
Şunu da biliniz ki:
Hiç bir kadın bir erkeğe imam olmasın. (Okuması
düzgün olmayan bir bedevî) Arap, bir muhacirin önüne geçip imam olmasın. Fâcir
bir kimse de, kılıcından ya da copundan korktuğu bir zorbanın kendisini
zorlaması dışında mü'min bir kimseye
imam olmasın." 10
Yorum:
Bu hadis! Peygamberimize aid bir söz olamaz:
- Birincisi, zalim bir imamı adaletli bir imamla
eşit tutmak, yeryüzünde adaletin tesisi için
gönderilen son peygambere hiç yakışmaz.
- İkincisi, peygamber insanlara zalim imamın
arkasında namaz kılmadı diye lânet etmez: Çünkü O rahmet peygamberidir.
- Üçüncüsü, Allah farz olan bir ibadeti terketti
diye veya haram bir iş işledi diye, müslümanın yaptığı diğer ibadetlerini yok
saymaz.
- Ve peygamber bu gibi meselelerde fevkalde
hassastır.
- Sonra Peygamber hemşehricilik de yapmaz. Okuması
düzgün olmayan Bedevî bir Arap olabileceği gibi, Muhacir bir Arap da
olabilir. Ve peygamber bunun böyle olduğunu çok iyi
bilir.
2- Peygamber Cum'a hutbesi için
bir hurma kütüğü edinmiş, ensârdan bir kadının aynı zamanda marangoz olan
kölesinin ılgın ağacından yaptığı üç ayaklı minber, mescide konuncaya kadar onun
üzerinde Cum'a hutbelerini okumuştur. Yeni minber gelip de, Peygamber hutbe için üzerine çıkınca eski hurma
kütüğünden deve iniltisi! gibi bir ses çıkmış, Peygamber de inerek elini
üzerine koyunca susmuştur. Bu hâdise Hz. Peygamber'in bir mucizesi olarak "Cizu'n-nahle"
adıyla meşhur olmuştur.
Yorum:
Deve kütüğünün peygamberin ayrılığına dayanamaması,
peygamberi ilâhlaştırma gayretlerinden başka bir mânâ taşımaz. Peygamber mucize
göstermez, mucizeyi Allah gösterir. Mucize bir güç gösterisidir, meydan okuma
anlamındadır, ve peygamberlerin zor durumda kaldıkları zamanlarda Allah’ın peygamberlerine
yardımıdır.
Geldiğimiz yerden baktığımızda, müslümanların
duygularına hitap etmekle gerçek islâm şuurunu onların beyinlerine kazımanın mümkün olmadığını görüyoruz. Olması da mümkün
değildir.
Cuma Suresi
Bu vesile ile sadece cuma
namazını farz kılan âyeti değilde, Cuma Sûresi’nin tamamının anlamını gözden
geçirelim.
1.’’Göklerdekiler
ve yerdekiler o Melik, o Kuddûs, o Azîz, o Hakîm Allah'ı tespih ediyor.
2.O
Allah'tır ki, ümmîlere içlerinden bir rasul göndermiştir de o, onlara Allah'ın
ayetlerini okur, onları arıtıp temizler, onlara Kitap'ı ve hikmeti öğretir.
Onlar bundan önce tam bir sapıklık içine gömülmüşlerdi.
3.O
rasulü, ümmîlerden olup da henüz onlara katılmamış bulunan başka kimselere de
gönderdi. O'dur Azîz, O'dur Hakîm.
4.İşte
bu, Allah'ın lütfudur ki, onu dilediğine verir. Allah, büyük lütfun sahibidir.
5.Sırtlarına
Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların durumu, kutsal kitap parçaları
taşıyan eşeğin durumuna benzer. Allah'ın ayetlerini yalanlayan topluluğun vücut
verdiği örnek ne kötüdür! Allah, zulme sapmış bir topluluğu doğruya ve güzele
ulaştırmaz.
6.De
ki: "Ey Yahudiler! Eğer insanlar arasında yalnız kendinizin Allah'ın
dostları olduğunu sanıyorsanız, buna gerçekten inanıyorsanız, hadi ölümü
isteyin!"
7.Ama
onlar, ellerinin üretip önden gönderdikleri yüzünden ölümü asla temenni
edemezler. Allah, zalimleri bilmektedir.
8.Şunu
da söyle: "O kaçmakta olduğunuz ölüm, işte o, size mutlaka ulaşacaktır.
Sonra, görülmeyeni de görüleni de bilene döndürüleceksiniz. O, size yapıp etmiş
olduklarınızı haber verecektir.
9.Ey
inananlar! Cuma günü, namaz/dua için çağrı yapıldığında, Allah'ı anmaya/
Allah'ın Zikri'ne koşun! Alış-verişi bırakın! Eğer bilirseniz bu sizin için
daha hayırlıdır.
10.Namaz/dua
yerine getirilince hemen yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan nasibinizi
arayın! Allah'ı çok anın ki, kurtuluşa erebilesiniz.
11.Bir
ticaret yahut oyun-eğlence görür görmez, dağılıp ona yöneldiler de seni
ayaküstü bıraktılar.1 Onlara de ki: "Allah katında bulunan, eğlenceden de
ticaretten de hayırlıdır! Ve Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır."2
Kur’an, ibadetler konusunda kadın ve erkek
ayırımına yer vermez
Cuma
emri, diğer bütün emirler gibi kadın ve erkek herkese yöneliktir. Kuran-ı
Kerim'in emirleri geneldir, erkek ve kadınları kapsar. Diğer namazlar nasıl
erkek ve kadınlara farz ise cuma namazı da öyledir. Hz. Peygamber zamanında
kadınlar da cumaya gelirlerdi ama, ne yazık ki zamanla kadınların camiye
gelişleri kısıtlandı.
Yapılması gereken, Kadın-erkek
tüm inananların haftada bir Cuma (toplantı) günü öğle namazına açık bir duyuru
ile çağrılması ve namaz erkek veya kadın 3 bir müslümanın önderliğinde topluca
kılındıktan sonra herkesin tekrar işine geri dönmesini sağlamaktır.
Cuma
namazı Kadın-erkek her mümine farzdır. Bu farzı diğer farzlardan ayıran "ikameli" farz olmasıdır;
yani cuma herhangi bir mazeretle kılınamadığında yerini öğle namazı alır.
Kadınlar mazeretleri varsa öğleyi ikame ederler. Allah Rasulü onlara bu konuda
ruhsatı genişletmiştir. Ama kılmalıdırlar. Bunu ruhsattan çıkarıp kılmamayı
azimet yapmamalıdırlar. Günümüzde, bilhassa kadınların eğitimi açısından böyle
bir uygulama fevkalade önem arzetmektedir.
Cuma için özel, beratlı,
tabelalı, resmi imamlı mekânlara ihtiyaç yoktur. Cemaatin, yani üç kişiden az
olmayan topluluğun bir araya geldiği her yerde cuma namazı kılınabilir.
Cemaatin fazlalığı elbetteki Cuma'nın anlamını derinleştirmede bir tercih
sebebidir, ama şart değildir.
Cuma namazının kılınıp
kılınmaması konusunda menfi tutum takınan hocalar özellikle Hanefilerin "izn-i imam" şartını ileri
sürerler:
- Bu şart istidlal yoluyla delillerden çıkarılmış
içtihadi bir şarttır.
- Şafii'nin 40 kişi şartı,
- yine müşterek
olan bir beldede tek mescid şartı,
- büyük
yerleşim birimi şartı gibi tüm şartlar cumanın "sıhhat şartı"
olamazlar:Çünkü, içtihadidirler.
- İçtihadi
hiç bir şart cuma gibi bir farzı, mümin ve mümine kulun boynundan düşüremez.
- Bununla
birlikte elbette imamın şuurlusunu seçme hakkı, cumanın ruhunu katleden bir
hutbe ve hatiple karşılaştığımızda camiden çıkıp gitme hakkı, protesto etme hakkı bakidir ve vardır.
Bu hakların yukarıdaki tartışmayla bir ilgisi yoktur.
Yorum:
Cuma
farzı öğle farzıyla niyabet 4(vekillik)
ilişkisine sahiptir. Kılanın boynundan öğle düşer, kılamayana öğlenin farzını
kılmak farz olur. Sefer ve hastalık gibi
mazereti olanlara Cuma’yı kılmama ruhsatı verilmiştir. Kadınların üstlendikleri
yük, onların ruhsatının daha geniş kılınmasına yol açmıştır. Bu ruhsatın geniş
olarak kullanılması Cuma’yı farz kılan ayetin kapsamına kadınların girmediği
sonucunu getirmez. “Siz ey iman edenler” diye başlayan ayet umum ifade eder.
Hanımlar Cuma kılmama ruhsatını ruhsattan çıkarıp azimete dönüştürmemelidirler.
Cuma Namazı kaç rekattır?
Peygamberimizin bize emanet ettiği Cuma namazı
iki rekat farz ile kısa ve cemaatin
bildiği
dilden okunan bir hutbeden ibarettir. Bu
iki rekatın dışında kılınan namazların
Cuma namazı ile ilgisi yoktur. Cuma günü namaz kılınır kılınmaz yeryüzüne
dağınılacak ve işlere kaldığı yerden devam edilecektir, emir böyledir. Bu
açıdan bakıldığında Cuma günü toplantı namazından hemen sonra (Cuma namazı)
tatavvu ibadetle uğraşmak günün ruhuna uygun olmasa gerektir.
Cuma namazına yapılan ilaveler, uydurma ilavelerdir.
Sünnet olarak ve zuhr-i âhir olarak kılınan namaz tamamen uydurmadır. Uydurma
namazlarla birlikte Cuma namazının rekat sayısı 16 dır. 4+2+4+4+2= 16 olarak
kılınır.
Açılımı şöyledir: ilk 4 rekat= cuma namazının
ilk sünneti +ilk 2 rekat= farz olan cumanamazı +ikinci 4 rekat= cuma namazının
ikinci sünneti + üçüncü 4 rekat= zuhr-i âhir diye kılınan uydurma namaz +ikinci
2 rekat= vaktin sünneti olarak kılınan
ikinci uydurma namaz.
Zuhr-i âhir uydurma namazı ile ilgili mezheplerin gerekçeleri
Zuhr
kelimesi lügatte, güneşin zeval ve öğle vakti, zuhr-i âhir ise son öğle
manasına gelmekle birlikte, fıkıh terimince de Cuma namazından sonra kılınan ve
Cuma kabul olmadığı takdirde o günün öğle namazının yerini tuttuğu kabul edilen
dört rekatlı namazdır.
İslam’ın
ilk yıllarında, Cuma namazının arkasından kılınan bu şekilde bir namazın
olmadığını hemen belirtelim.
Zuhr-i âhir uydurma namazını savunanlar, “neden o gün bu namaz kılınmadıda sonradan kılınmaya
başlandı”, şeklindeki soruya şu şekilde
cevap vermektedirler: Çünkü o zamanlar, şehirler küçüktü, müslümanların sayısı
da azdı, sahabelerin çoğu hayattaydı; dolayısıyla içtihâdî meseleler, bir
sonraki asra göre yoğun değildi.
Ne
zaman ki, şehirler büyümüş, müslümanların fethettiği yerler çoğalmış, özellikle
de bir şehirde cuma namazı kılınan yerlerin adedi artmış, halifelerin veya
âmirlerin Cuma namazını kıldırmalarının gerekip gerekmediği gibi ümmetin
arasında zıt fikirler oluşmaya başlamış; işte o zaman, farz olan Cuma
namazından sonra kılınan o günün son öğle namazının kılınıp kılınmaması gündeme gelmiştir
denilmektedir. Delil olarak İslâm’ın ilk
yıllarındaki peygamber uygulaması ve dört halife zamanında bir belde de
bir yerde cuma namazının kılıdığı haberi gtösterilmiştir. Hatta, Halife
olan Hz. Ömer’in bazı valilerine gönderdiği mektupta: ''namazlarınızı cemaatla
mescidlerinizde kılınız. Cuma günü olduğu zaman da toplanıp bir imamın
arkasında Cuma namazını eda ediniz '' haberinden söz edilmiştir. 5 İlave
gerekçeler Mezheplere göre şu şekildedir:
... Zuhr-i âhir namazının
kılınma gerekçeleri;
A- Hanefîlerin gerekçeleri
Zuhr-i
âhir namazının kılınışı, Cuma namazının sıhhat şartlarının oluşup oluşmadığıyla
ilgili olmasından dolayı ilk önce Cuma namazının sıhhatinin şartlarını kısaca
bilmek gerekmektedir. Bunlar:
-
vaktin girmiş olması
-
Cuma namazını eda
edebilecek sayıda cemaatın bulunması,
-
kılınacak yerin şehir
veya şehir hükmünde olması,
-
ve bir şehirde
yalnızca bir yerde kılınması,
-
camide veya cami hükmünde
olan bir mekanda kılınması,
-
Cuma namazının
kılınması için idarecinin veya onun izin verdiği kimseler tarafından
kıldırılması,
-
idareci tarafından
genel iznin olması,
-
hutbe okunmasıdır.[1]
Yukarıda
sayılan Cuma namazının sıhhat şartlarında mezhepler arasında farklı görüşlerin
bulunduğu unutulmamalıdır. Fakat bizim buradaki maksadımız, bu farklılıklara
temas etmekten öte zuhr-i âhir namazının kılınmasının gerekliliğinin olup
olmamasıdır.
Zuhr-ü
âhir namazı ilk defa tabiin zamanında
ele alındı ve konuyla ilgili, Kur’an’a rağmen
çeşitli fetvalar verildi. Bu konuda
Tâbiinden olan İmam-ı Âzam, bir şehirde veya bir yerleşim yerinde birden
fazla yerde cuma namazının kılınamayacağını ileri sürmektedir.
İmam-ı Azam, iddiasının gerekçesini şu şekilde açıklar: Esasen cumanın bir yerde kılınması şartı, Cuma
kelimesinin, toplanma ve bir araya gelme manasına gelmesinden
kaynaklanmaktadır.
Cumanın
hedefinde, bir yerde haftada bir defa müslümanların İslâmî vaaz üzerinde
buluşması öngörülmüştür, birlik ve bütünlüğün pekiştirilmesi ve Müslümanların
birbirleriyle tanışıp kaynaşması için bu gereklidir,, der[2]
ve devam eder:
-şayet bir ihtiyaç olmadığı halde Cuma namazı birden
fazla yerde kılınırsa bu maksadın oluşmayacağı,
-müslümanların çeşitli yerlerde birleşmesinin bir fayda
hasıl etmeyeceği,[3]
-ve fitne çıkabileceği[4]
endişesi vardır.
Bu endişelerden hareketle Hanefi Mezhebi’nde üç
ayrı görüş ortaya çıkmış
- İmam-ı Âzam'a göre, bir belde de ancak bir yerde cuma
namazı kılınabilir. Yine ona atfedilen ikinci görüşe göre, bir çok yerde Cuma
kılınması câizdir.[5]
- İmam Muhammed'e göre, bir belde de Cuma namazı birden
fazla camide kılınabilir.
- İmam Ebû Yusuf’a göre, eğer şehrin ortasından bir nehir
geçiyor veya şehir büyük olupta yaşlı ve zayıf kişilerin Cuma namazının eda
edildiği yere gitmelerinde zorluk oluyorsa, o belde de ancak iki yerde Cuma
namazı kılınabilir. Böyle bir özür yoksa, bir yerde Cuma namazı kılınabilir,
demiştir. [6]
Konu gitgide içinden çıkılmaz hale getiriliyor
İmam-ı
Âzam'dan rivayet edilen yukardaki iki görüşün muteberliği hanefi alimlerince
farklı yorumlanmıştır, bazı alimler:
- Bunlardan Timurtaşî ve Tahâvî, İmam-ı Âzam'dan rivayet
edilenin sadece bir yerde Cuma namazının kılınabileceği görüşünü savunmuşlar ve
nakletmişler,
- Beydâvî'nin naklettiğine göre, Zahirü'l Rivâye'de bir
belde de ancak iki yerde Cuma namazının kılınabileceği, ikiden fazla yerde
kılınmasının câiz olmadığıdır ve fetva bunun üzerinedir '' demişlerdir.[7]
- Cevâmiu'l Fıkh adlı kitapta da İmam-ı Âzam'dan iki
farklı görüşe dikkat çektikten sonra: ''İmam-ı
Âzam'dan ezher (en açık) görüşe göre, iki yerde Cuma namazının câiz
olmadığıdır. Eğer iki yerde namazı kılsalar, namaza önce başlayanların cuması
sahih olur, kimin önce başladığı bilinmez ise veya her ikisi de birlikte başlarsa,
namazları fâsid olur '' denilmiştir [8]
- Yukarıdaki alimlerin görüşlerine Reddi'l Muhtar'ın
hâşiyesinde yer veren Merhum İbn-i Âbidin: ''O halde bu (cumanın bir yerde
kılınması), mezhepte itimad olunan bir görüştür. Zayıf bir görüş değildir. Bu
sebeble :'' Evlâ olan ihtiyatlı davranmaktır, ihtiyattan maksad, cumadan sonra
zühr-u âhir namazı kılmaktır.’’: Çünkü, Cuma namazının bir şehir veya belde de
birden fazla yerde kılınması ve kılınmaması konusunda,
alimlerin arasındaki ihtilaf, basit ve zayıf değil aksine kuvvetli bir ihtilaf
olduğu gibi, zaruretten dolayı birden fazla yerde kılınmasının sahih olduğu
fetvâsı da, takva yönünden ihtiyatın meşruluğunu men etmek demektir, ''
demektedir.
Şayet
bu görüş zayıf bile olsa, ihtilaftan çıkmak evladır denilerek, minareye kılıf
bulma gayretine şu şekilde devam edilmektedir. ‘’Hele hele imamlar arasında
böyle zıt görüşler varken nasıl cumadan sonra zühr-i âhir namazı kılınmasın?
Hadis de:''Şüphelerden sakınan dinini ve ırzını korumuştur. ''
Bu
sebepten dolayı, hayatı boyunca kılmış olduğu Cuma namazının kazasını yapan
kimseler ihtiyatlı davrandıkları için
yapmakta olduklarını yapmaya teşvik edilmiştir.
Şöyleki,
-
İbn. Abidin’de:''Eğer namazında,, müçtehid imamların ihtilaf ettiği bir
meseleden dolayı bunu yapmışsa en güzelini yapmıştır'' denilmektedir.
-
Yine İbn.Abidin’de bildirildiğine göre,
Merve halkı kendi beldelerinde iki yerde Cuma namazı kılmaya başladıklarında,
ihtiyaten cumadan sonra dört rekat zühr-i âhir namazı kılmaları imamları
tarafından emredilmiştir.
- Ve
İbn. Abidin’de devamla şöyle
denilmektedir: ''Cumanın iki rekat farzından sonra, şayet kılınmış olduğu yerin
şehir olmasında veya birden fazla yerde kılınmasında tereddüd ediliyorsa, en
son vaktine yetiştiğim öğle namazına diye niyet edilerek dört rekat namazın
kılınması gereklidir '' denilmektedir[9]
-
İmam-ı Ebû Yusuf'a göre, ne peygamber ve nede sahabeler zamanında, o kadar
yerler fethedildiği halde bir belde de birden fazla yerde Cuma namazı
kılmadıkları gibi kılınabileceğini de söylememişlerdir. Eğer, Cuma namazı bir
çok yerde kılınacak olursa cemat parçalanır
ve dolayısıyla namaz caiz olmaz.
-
Bazı alimler fetvânın, ''bir belde de birden fazla yerde Cuma namazının
kılınabileceği üzerinedir '' demişlerdir. Bu görüşü savunan alimlere göre,
İmam-ı Âzam ve İmam-ı Muhammed'in görüşleri de bu şekilde olduğunu ve en doğru
olanın da bu olduğunu söylemişlerdir. Sebep olarakta, büyük şehirlerde
insanların bir yerde toplanmalarının onlar üzerine zor geleceği
gösterilmektedir.[10]
- Bu
konuda, İmam-ı Âzam ve İmam-ı Muhammed'in delili, peygamberin şu
hadisidir:''Cuma ve bayram namazı ancak şehirde kılınır.''[11] Hadisde mutlak olarak şehir zikredilmiştir.[12]
Eğer bir belde de sadece bir yerde Cuma namazının kılınması şart olmasaydı şârî
açıklardı, oysa bu konuda bir hadis dahi yoktur.
-
Tahâvî'ye göre de, eğer ihtiyaç varsa birkaç yerde Cuma namazı kılınabilir. Bu
görüşte olan alimler ihtiyaç kelimesini, bir mekanda insanların toplanmasının
güç ve zor olması, şehrin büyük olması ve insanların kalabalık olmasıyla
camiinin dar gelmesi ve namaza
geleceklerin çoğuna mesafenin uzak olmasıyla açıklamışlardır.[13]
Dikkat edilirse, sadece Hanefî âlimlerinin konu ile
ilgili dört ayrı görüşü vardır..
1- Cumanın bir
şehir veya belde de sadece bir yerde kılınabileceği,
2- İhtiyaç halinde
iki yerde kılınabileceği,
3- İhtiyaç
sebebiyle ikiden daha fazla yerde kılınabileceği,
4- İster ihtiyaç
olsun ister olmasın bir çok yerde kılınabileceğidir. [14]
Diğer mezheplerin konu ile ilgili görüşlerini de
gözden geçirdiğimiz zaman, mezheplerin işleri nasıl işin içinden çıkılmaz hale
getirdiklerini hep birlikte görmüş olacağız. Bir mezhep ve Kur’an’a rağmen dört ayrı görüş…
Görüldüğü
gibi, mezhep imamları, zuhr-i âhir namazının meşruluğu ile ilgili iddialarını
savunabilmek için ayağı yere basmayan rivayetleri bile delil olarak
almaktan çekinmemişler ve zorlama
yorumlarla zuhr-i âhiri farz namaz haline getirmişlerdir. Meselâ; kabirde ilk
sualin namaz konusunda olacağı[15]
varsayımıyla hareket eden Hanefi alimleri, bakın neler söylemişler:
- İhtiyatlı davranmayı teşvik etmek gerekir,
- İmamlar arasındaki ihtilaflı meselelerde, ihtilafı
gözetmek müstehaptır, dolayısıyla cumadan sonra zühr-i âhir namazı kılmanın bir
zararı yoktur: Eğer, Cuma sahih olursa
kılınan namaz nafile olacaktır, Cuma sahih olmaz ise o günün öğle namazı yerine
geçecektir.
- Mezhep içindeki bu kadar ihtilaflı mesele, kişiyi ister istemez
ihtiyatlı davranmaya sevk etmelidir, eğer cumanın kılındığı yer küçükse ve
sadece bir yerde Cuma namazı kılınıyorsa, zühr-i âhir namazı kılınmamalı: Çünkü, bu durumda alimlerin ittifakıyla zuhr-i âhir kılmak haramdır.[16]
- Eğer iki veya daha fazla yerde Cuma namazı kılınıyorsa
zühr-i âhir namazını kılıp, bu ihtilaflı konuda ihtiyatlı davranmak her halde
en güvenilir yol olmalıdır.
- Yüz binlerce insanı toplayan mekanların yapıldığı göz
önünde bulundurulmalı ve Cuma namazları bu mekanlara kaydırılmalıdır.
- Bir de kimi camiler cuma namazında hınca hınç dolu
iken, kimi camilerde ancak yarısı dolmakta ve ihtiyaç için verilen bu fetvanın
ne derece geçerli olduğu düşünülmelidir. Zuhr-i âhir namazının günümüzde
kılınması gerektiğinin bir boyutu da, camilerin doluluk ve ihtiyacı karşılama
oradır.
- Birden fazla yerde peygamber ve halifeler zamanında
namaz kılınmazdı. Eğer ihtiyaç olmadan bir belde de iki yerde Cuma kılınırsa,
devlet reisinin kıldırdığı sahih, diğeri batıldır.[17]
Sonuç
Hanefilere göre zuhr-i âhir namazının hükmü;
Bir şehir de ihtiyaç olmadan birkaç yerde Cuma
namazı kılınırsa zuhr-i âhir namazı
vâcip, yalnız ihtiyaç olan yerlerde kılınırsa müstehap, birkaç yerde
Cuma namazı kılınması ihtiyaçtan dolayı mı yoksa ihtiyaçtan dolayı değil mi
bilinmez ise yine müstehap, bir belde de sadece bir yerde Cuma namazı kılınırsa
o takdirde zühr-i âhir namazı kılmak haram olur.[18]
Zuhr-i âhir namazını, üzerinde kaza namazı olan
kimse aynı farz namaz gibi kılar. Çünkü; eğer Cuma namazı sahih olmuşsa o
namaz, her hal-ü karda farz namazı yerine geçer. Üzerinde kaza namazı olmayan
ise sünnet gibi, yani son iki rekatta fatihadan sonra zammı sûre okur ve Cuma
sahih olmuşsa nafile yerine geçer. Çünkü, nafile namazların da üçüncü ve
dördüncü rekatte zammı sure okunması, o namaza bir zarar vermediği gibi anılan
rekatlerde zammı sure okumak vaciptir.[19]
B- Şafiiler’in gerekçeleri
Şâfîlere
göre, bir şehirde birden fazla yerde Cuma namazı kılınamaz. Şayet, mescid veya
cami dar geliyorsa, ihtiyaçtan dolayı Cuma, birden fazla yerde kılınabilir. Bu halde ihtiyat olarak cumadan sonra
zuhr-i âhir namazı kılmak sünnettir.[1]
Yukarıda belirtilen ihtiyaç yokken Cuma namazı birden fazla yerde kılınırsa,
kılınan cumalardan hangisi önce ise, hangisinde önce tekbir alınmış ise veya
tekbir’in ‘’r’’ harfi hangisinde
önce söylenmiş ise, orada kılınan Cuma namazı sahih diğerleri batıldır.[2]
Şâfîi alimi olan Sübkî'nin beyanına göre ekser alimin görüşü cumanın bir belde
de bir yerde kılınmasıdır.[3]
C- Malikilerin gerekçeleri
Mâlikilere
göre, bir belde de ihtiyaç olmadıkça sadece bir yerde cuma namazı kılınır.
Birden fazla yerde kılınırsa en eski camide kılınan Cuma sahihtir. Eskiden
maksad, o belde de cumanın ilk kılındığı yerdir. İhtiyaç varsa birkaç yerde
kılınabilir.[4]
D- Hanbeliler göre
Hanbelilere
göre, ihtiyaç olmaksızın bir belde de sadece bir yerde Cuma kılınabilir. Birden
fazla yerde kılınırsa, âmirin izin verdiği camide Cuma sahih olur. İhtiyaç var
ise âmir ister izin versin ister vermesin Cuma birkaç yerde kılınabilir. Eğer,
ihtiyaç iki yerde Cuma namazı kılınmakla giderilebilirse, üçüncü yerde kılmak
câiz olmadığı gibi üçüncü yerde ihtiyaç tamamlanırsa dördüncü yerde kılmak câiz
değildir. [5]
İhtiyaçtan maksat,
- şehrin büyük olup birkaç camiye ihtiyaç olması,
- o belde insanları arasında düşmanlık olması
- fitnenin çıkmasından korkulması
- veya şehir çok geniş olup çevrenin şehre çok uzak
olmasıdır.
Sonuç:
Yukarda
yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, zuhr-i âhir namazı uydurma bir
namazdır. Kılınması konusunda ileri sürülen gerekçeler din dışıdır, mantık
dışıdır.
1-
Cuma
namazı cemaat namazıdır, cemaat enaz üç kişiden oluşur
2-
Cuma
namazı kadın ve erkek herkese farzdır
3-
Cuma
namazı iki rekattır
4-
Cuma namazının
kabul olmayabileceği düşüncesiyle zuhr-i âhir kılınıyorsa, o taktirde Cuma
namazı tekrar edilmelidir, onun yerine başka bir namazın kılınması anlamsız
olur. Zuhr-i âhir namazının kabul
garantisini âlimler- mezhepler veremezler, âlimlerin kabul ve red konusunda
karar açıklamarı papazların kilisede günah çıkarmalarıyle eş değerdedir.
5-
Cuma
namazının kıldırılmasını, Allah’ın dışında başka bir otoritenin iznine
bağlamak,
-
Allah’ı
devre dışı bırakmak anlamına gelir, burada yetki paylaşımından söz edilebilir.
-
Bir
ibadetin zorunlu olması, farz olmasını, haram olmasını gerektirir.
6-
Farz ve
haram olma konusunda yetki Allah’ın tekelindedir,
7-
Âlimlerin
‘ittifakıyla’’ farzdır demek, sanki Olümpus dağının tepesindeki tanrıların
ittifakıyla farz kılınmıştır demek gibidir (hâşâ). Bu şekliyle İslâm Dîni çok
tanrılı bir din haline getirilmiştir.
8-
Maksat,
zalim devlet başkanlarının koltuklarını sağlama almaktır.
Ezanlardan birisi kaldrılmalıdır
Cuma
günü sünnet olarak okunan ezan, imam hutbeye çıkarken okunan ezandır. Bu sünnettir.
Namazdan önce minareden okunmakta olan birinci ezan, aslında Peygamberimiz
zamanında okunmazdı. Hz. Osman zamanında uygulamaya konuldu. Gerekçe, bağda
bahçede çalışan insanların namaza vaktinde gelmelerini ve hutbeyi dinlemelerini
sağlamaktır.
Yorum:
Günümüzde,
bilhassa Avrupa ülkelerinde müslümanlar, Cuma namazı kılmaya ezanı duyarak
gelmiyorlar, saate bakarak geliyorlar, dahası Avrupa ülkelerinde günümüzde
ezanın ikisi de içeride okunuyor ki, bu ezanlar
cemaati, zaman acısından sıkıntıya sokmaktadır. İşten izin alarak Cuma
namazına gelen veya yeni işe gidecek olan müslümanların kısa yoldan namazı
kılarak zamanında işlerinin başında olmaları lâzım gelir, burada zaruret
vardır. Ne namaza gelecek olanlara, ne de namaza gelenlere herhangi bir fayda
sağlamayan bu ezanlardan biri terkedilmelidir. Hz. Osman dış ezanı bir ihtiyaca
binaen okutmuştur, bugün de yine ihtiyaca binaen ezanlardan birisi terkedilerek
müslümanların zaman kazanmaları sağlanabilir.
Hutbe
Hutbe, birilerine hitap etmek, bir şeyler söylemek
demektir. Hutbe, haftada bir gün bir mekânda toplanmış olan müminlerin başta
dinî konular olmak üzere, onların hayatlarını kolaylaştıracak, ilişkilerini
uyumlu hale getirebilecek her konuda aydınlatılmaları için okunmalıdır. Hutbe,
yaygın eğitim için önemli bir fırsattır. Esasen hutbe, bu amacı gerçekleştirmek
için okunması düşünülmüştür; bu sebeple cemaatin bilip anladığı bir dille
okunma zarureti vardır.
Hutbenin
sünnete uygun olabilmesi için namazdan sonra okunması gerekir: ‘’Rasül ve dört
halife döneminde hutbe namazdan sonra okunurdu. Emeviler bunu namazdan önceye
aldılar: Çünkü onlar hutbelerinde helal olmayan şeyler söylerlerdi. Bundan
dolayı halk bunları dinlememek için namazdan sonra camiyi terk ederdi. Hutbeyi
farz olan namazdan önceye aldılar ki, halk onları mecburen dinlesin.’’[6]
Yorum:
Günümüzde
hutbeler sünnette olduğu gibi, namazdan sonraya alınsa, aynı gerekçeyle,
herhalde camiler yine boşalacaktır.
Cum'a Namazının Edasının Şartları
Cuma
namazı Kur’an buyruğu ile, gücü yeten ve şartları kendinde bulunan her mükellef
müslümana kadın erkek ayırımı yapılmaksızın farzı ayın bir ibadettir. İki
rek'at olan Cum'a namazını herhangi bir sebepten kılamamış olanlar, öğle
namazını dört rek'at olarak kılarlar. Tavsiye şöyledir; "Namazı benim kıldığım
gibi kılınız". [7]
Cuma namazını;
- Hasta olanlar,
- Yolcu olanlar,
- Ve hür olmayanlar, kılmayabilirler.
Ancak
mezheb imamları, Câbir b. Abdullah'ın naklettiği bir hadise göre şartları
belirleyerek Kur’an’a rağmen kadınları devre dışı bırakmakta hiçbir beis
görmemişlerdir. Şöyleki: "Allah'a ve âhiret gününe inananlara Cum'a namazı
farzdır. Ancak yolcu, köle, çocuk, kadın ve hastalar bundan müstesnadır" [8]
Bu istisnaların dışında kalan her müslüman
Cuma namazı kılmakla yükümlüdür demektir.
Cuma namazının sıhhatinin şartları;
1. Vakit
Cuma namazı,
- Hanefîler, Malikîler ve Şafiîler’e göre, cuma günü öğle
namazı vaktinde kılınır; öğle namazının vaktinden önce veya sonra kılınması
sahih değildir.
- Hanbelîler'e göre ise cuma namazı, cuma günü, güneşin
bir mızrak boyu yükselmesinden itibaren öğle namazının vakti çıkıncaya kadar
kılınabilir.
2. Cemaat
Cuma namazı mutlak cemaatle
kılınmalıdır, yani tek başına kılınamaz. Bunun yanı sıra diğer farz namazlarda
imamla birlikte bir kişinin bulunması cemaat için yeterli olduğu halde, cuma
namazında cemaat olabilmek için kaç kişinin bulunması gerektiği hususunda
farklı görüşler bulunmaktadır.
- Hanefî mezhebinde, İmam
Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre, cuma namazı için imamın dışında en az üç
kişinin daha bulunması şarttır. İmam Ebû Yûsuf'a göre ise, imamın dışında en az
iki kişinin bulunması gerekir.
- Şâfiî mezhebinde, bir
yerde cuma namazı kılabilmek için akıllı, bulûğa ermiş, hür, erkek, mukim ve
oraya yerleşmiş olan en az kırk yükümlünün bulunması şarttır.[9]
- Hanbelî mezhebinin görüşü, genel hatlarıyla Şâfiî mezhebinin görüşü gibidir.
- Mâlikî
mezhebinde meşhur ve tercih edilen görüşe göre, cuma namazı için cemaatin
imamdan başka en az on iki kişinin hazır bulunması şarttır. Ayrıca Mâlikîler'e
göre cuma namazında imamın mukim olması gerekir.
- Bu
görüşlerin dışında, Taberî'nin cuma namazı için imamdan başka bir kişinin
bulunmasının yeterli olacağına dair bir görüşü olduğu gibi, bu sayıyı en az
dört, yedi, dokuz, yirmi, otuz ve seksen olarak belirleyen ictihadlar da
bulunmaktadır.
Biz de derizki, Cum'a namazının kılınabilmesi için imam dahil üç kişinin
olması yeterlidir. Cemaatın oluşumuna kadın ve erkek farkı mani olmayacağı
gibi; yolculuk, hastalık, hürriyetin
kısıtlı olması, Fatiha Suresi’ni bilip bilmemesi gibi benzeri özürlerde mani
olmaz.
3. Şehir
İslâm bilginleri cuma namazı
kılınacak yerin şehir veya şehir hükmünde bir yerleşim birimi olmasını şart
koşmuşlardır. Fakat gerek bu şartın ayrıntıları konusunda gerekse bir yerleşim
biriminde birden fazla yerde cuma namazı kılınıp kılınamayacağı hususunda yine
görüş ayrılıkları vardır.
- Hanefîler'e göre, cuma
namazı kılınacak yerleşim biriminin şehir veya şehir hükmünde bir yer olması ya
da böyle bir yerin civarında bulunması gerekir. Bir yerleşim biriminin hangi
durumda şehir hükmünde sayılacağı hususunda farklı rivayetler
bulunmaktadır. Hanefî mezhebinde fetvaya
esas olan görüşe göre bu kriter, o şehrin
"en büyük camisinin, orada cuma namazı ile yükümlü bulunanları
alamayacak kadar nüfusa sahip olması" şeklinde belirlenmiştir.
- Mâlikîler'e göre cuma namazı kılınacak yerin, insanların devamlı oturdukları şehir, köy vb. bir
yerleşim birimi veya buraların civarında bir yer olması gerekir. Bu bakımdan
çadır vb. barınaklardan oluşan ve geçici olarak oturulan yerlerde cuma namazı
kılınamaz. Mâlikîler ayrıca, cuma namazı kılınacak yerde cami bulunmasını da
şart koşmuşlardır.
- Şâfiîler'e göre de, cuma
namazının, insanların devamlı olarak oturdukları bir şehir veya köyün sınırları
içinde kılınması gerekir. Çölde veya çadırlarda yaşayanlar, yani belli bir
yerleşim birimi içinde oturmayanlar sayıca ne kadar çok olurlarsa olsunlar
orada cuma namazı kılamazlar.
- Hanbelîler'e göre ise, cuma namazının kılınabileceği yerin en az kırk kişinin devamlı olarak
oturduğu yer olması şarttır.
- Biz deriz ki, cemaat olmak
için yeter sayı olan üç rakamına ulaşılan her yerde Cuma namazı kılınır. Köy,
şehir, çöl, gemi, dağ, ova v.b yerler arasında fark yoktur. Bu yerlerin halka
açık yerler olması şartı elbette aranacaktır.
4. Cami
Bir yerleşim biriminde birden
fazla yerde cuma namazı kılınıp kılınamayacağı konusunda farklı görüşler
bulunmaktadır. Bütün mezhepler bir şehirde kılınan cuma namazının mümkün
olduğunca bir tek camide kılınması gerektiği üzerinde durmuşlardır. Cuma,
toplanma, bir araya gelme gibi anlamlar içerdiğinden, bir cami şartı esasen
toplanma, bir araya gelme ve bu suretle birlik ve bütünlük oluşturma esprisiyle
ilgilidir. Bu espriyi her zaman canlı tutmak gerekmekle birlikte, günümüzde çok
büyük sayılarda insanların yaşadığı şehirler göz önüne alındığında, cuma
namazını bir veya birkaç yerde kılmayı söz konusu etmek, şartları açısından,
mümkün ve anlamlı değildir.
Bir tek cami konusunda mezheplerin görüşleri genel hatlarıyla şöyledir
Hanefiler’e
göre,
- Ebû Hanîfe'ye göre, bir şehirde yalnız bir yerde cuma
namazı kılınabilir.
- İmam Muhammed’e göre, bir şehirde birden fazla yerde
cuma namazı kılınabilir.
- Ebû Yûsuf'a göre ise, şehrin ortasından nehir geçip de şehri
ikiye bölüyorsa veya şehir zayıf ve yaşlı kimselerin cuma kılınan camiye
gelmelerini zorlaştıracak ölçüde büyük ise bir şehirde iki yerde cuma namazı
kılınabilir; bu durumlar söz konusu değilse sadece bir yerde kılınır.
Şâfiîler'e
göre,
bir şehirde birden fazla cami bulunsa bile, birden fazla
yerde kılmayı zorunlu kılan sebepler olmadıkça sadece bir camide cuma namazı
kılınır; böyle bir sebep yokken, birden fazla camide cuma namazı kılınsa, sadece namaza ilk başlayanların cuma
namazları sahih olur, diğerlerininki sahih olmaz. Bu durumda diğerlerinin
sonradan öğle namazı kılmaları gerekir.[1]
- Mâlikîler'deki tercih edilen görüşe göre de, Şâfiî mezhebinde olduğu gibi, birden fazla yerde
kılmayı zorunlu kılan sebepler olmadıkça, bir şehirde sadece bir yerde cuma
namazı kılınır. Böyle bir sebep olmadığı halde bir beldede birden fazla camide
cuma namazı kılınsa sadece o beldedeki
en eski camide kılanların cuma namazları sahih olur.
- Hanbelîler'e göre de, zorlayıcı sebepler yoksa, bir şehirde sadece bir yerde cuma namazı
kılınır. Bir cami yeterli olduğu halde iki camide, iki cami yeterli olduğu
halde üçüncü camide cuma namazı kılınamaz.
İhtiyaç bulunmadığı halde, birden fazla yerde cuma namazı kılınsa,
sadece devlet başkanı veya temsilcisinin kıldırdığı cuma namazı sahih olur;
bu durumda, cuma namazını önce veya sonra kılmak önemli değildir.
Biz deriz ki, üç kişinin hazır
bulunduğu her camide kılınan namaz, namazdır. İsterse bir şehirde 1000 ayrı
yerde kılınsın fark etmez.
5. İzin
Hanefîler, cuma
namazını devlet başkanı veya
temsilcisinin ya da bunlar tarafından yetkili kılınan bir kişinin kıldırması
gerektiğini ileri sürmüşlerdir.[2]
Şafii ve Malikiler de böyle
bir şart yoktur.
Hanbeliler,
zorunlu olmadığı halde birden fazla yerde cuma namazı kılınması durumunda sadece devlet başkanı veya temsilcisinin
kıldırdığı cuma namazının sahih olacağı görüşündedirler.
Biz deriz ki, Allah’ın Cuma
namazı kılınması konusundaki buyruğunun içinde Devlet Başkanı ile ilgili bir
ima bile yokken , işin içine böyle bir ibareyi sokmak tamamen siyasi bir
endişeden kaynaklanmaktadır. Amaç müslüman halkı kontrol altında tutmaktır.
Cuma namazı kılmak için, kamu
otoritesinden ayrıca bir izin gerekmez. Böyle bir izin müslümanları kontrol
altına almak anlamına geleceğinden cumanın ruhuna aykırıdır. İnsan haklarına da
aykırıdır.
6. Hutbe
Cuma namazının sıhhat
şartlarından birisinin de hutbe olduğu hususunda fakihler görüş birliği
içindedirler. Ancak diğer şartlarda olduğu gibi cuma namazının sıhhat
şartlarından olan hutbenin rükünleri ve geçerlilik şartları konusunda da,
mezhepler arasında yine görüş farklılıkları vardır.
Bu konuda
sadece Hanefîler'in görüşlerini vermek meseleyi anlamak için yeterli olacaktır.
Cuma namazı hutbesinin sahih olabilmesi için şu şartların bulunması gerekir,
hutbenin:
1. Vakit içinde okunması,
3. Hutbe niyetiyle okunması,
5. Arasının, namaz, yiyip
içmek gibi namaz ve hutbe ile bağdaşmayan bir şeyle kesilip ayrılmaması
gerekir.
Biz deriz
ki, hutbe Cuma namazının bir parçasıdır. Dört rekatlı bir namazın(öğle namazı)
yerine kılınan Cuma namazının iki rekatı farz, iki rekatı da hutbedir. Konuya
böyle yaklaşmak lazımdır. Bundan dolayıdır ki, Hutbe okunurken;
- konuşulmamalı,
- sağa sola bakınılmamalı,
- selâm verilip alınmamalı,
- hutbe okunurfken namaz kılınmamalı,
- soru sorulmamalıdır,
- huşu ile dinlenilmelidir.
Yorum:
1- Cuma namazı, Hulefâ-yi
Râşidîn döneminden hemen sonra siyasî bir içerik kazanmaya başlamıştır. Bazı
yörelerde ve dönemlerde, hutbelerde Ali'ye, bazı dönemlerde veya yerlerde de
Muâviye'ye lânet okunduğu görülmüş ve böylece
hutbe bir anlamda, siyasîleştirilmiştir.
2- Sonraki zamanlarda ise
hutbenin biri adına okunması, onun isyan bayrağını çektiği ve siyasî
bağımsızlığını ilân ettiği anlamına gelmeye başlamış, dolayısıyla hutbe ve cuma
namazı âdeta siyasî bir sembol olmuştur.
3- Tarih kitaplarında, adına
hutbe okutmak veya adına hutbe okunmak şeklinde yer alan ifadeler de cuma
namazının zaman içerisinde siyasal bir içerik kazandığını göstermektedir.
Özellikle Abbâsîler'den itibaren resmî veya yarı resmî mezhep durumunda olan
Hanefî mezhebinin âlimleri ister istemez bu siyasî konjonktürden etkilenmişler
ve cuma namazı için daha önce bulunmayan birtakım şartlar ileri sürmek
durumunda kalmışlardır.
Biz deriz ki, bugün de hutbeler aynı amaçları
gerçekleştirmek için okunmaktadır, okutulmaktadır. Hangi cemaat, hangi otorite
okutursa okutsun amaç aynıdır. Amaç, cuma
toplantılarında yapılan konuşmaları(vaaz ve hutbeyi) kontrol altında
tutmaktır. Şehir şartı, cemaat şartı,
erkek olma şartı, cami şartı, izin şartı, zuhr-i âhir şartı gibi şartlar
tamamen sözkonusu amaca uygun olan şartlardır...
Sonuç:
Fıkıh
kitaplarımızda , Her ne kadar;
-Cum'a kılınacak yerin şehir veya şehir hükmünde olması
-Devlet başkanı tarafından cumaya izin verilmiş olması
-Bir şehirde yalnız bir camide cumanın kılınması gibi,
şartlar ileri sürülmüşsede, bu şartların Cuma namazının sıhhatiyle
uzaktan-yakından ilgisi yoktur. Bu şartlar iyi veya kötü niyetli yöneticilerin
zorlamasıyla tarihin bir bölümünde siyasi rant elde etmek için, idari bir karar
olarak ileri sürülmüş olabilir. Fakat, kesinlikle dini bir emir değildir,
olamazda. Dolayısıyla, mezheblerin yukarda açıkladığımız görüşleri, din adına
müslümanları asla bağlamaz.
1.
Yukardaki
hadisi esas alarak Hanefiler, zâlimde olsa devlet başkanının izni olmadan Cuma
kılınamaz demektedirler. Bu kabulleriyle zalim devlet başkanının meşruluğunu
tescillemiş olmaktadırlar. Ne gariptir ki, Cuma namazı kılmak için, olmayan bir
şart, varmış gibi ileri sürülüyor ve sonra bu şart namazın olmazsa olmazı
haline getiriliyor ve fıkıh kitaplarının içerisine bir şekilde monte ediliyor.
2.
Günümüzün
müslümanları da bu mesnetsiz fetvaları dinin kendisi sayarak bu gibi
şarlatanlıklara omuz veriyor.
3.
Kimi
müslümanlar, bu durumda Cuma farz değildir diyerek Cuma namazını terkediyor,
kimileri evlerde Cuma namazı kılıyor, kimileri de Cuma namazının kabul
olmayabileceği endişesine kapılarak, ilave olarak zuhr-i âhir uydurma namazını kılıyor.
4.
Allah’ın
hiç bir şart koşmadan ‘’farz’’ dır, kılınması
gerekir dediği Cuma namazı ibadetini, görüldüğü gib mezhepler çeşitli
düşüncelerle Cuma namazı olmaktan çıkarmışlar ve siyasetçilerin dini siyasallaştırmalarına
zemin hazırlamışlardır/ çanak tutmuşlardır..
5.
Zaruret
olursa o zaman devlet başkanının iznine gerek yoktur gibi bir bahane ile,
‘’yetki kullanımına’’ soyunmak Allah’ın hoşuna gitmeyecektir. Onun birileriyle
yetki paylaşımına ihtiyaç duymadığı herkesin malumudur.
6.
Cuma
namazının sahih olmasının devlet temsilcisinin iznine bağlanmış olması,
Kur’an’a rağmendir. Bu görüşlerin temelinde yatan acı gerçek Müslümanları
kontrol altında tutabilmektir. Kur’an raflara kaldırılınca; mezhepler din
haline getirilmiş ve maalesef ortaya bu garip ucubeler çıkmıştır. Ne yazık ki
bu görüşler, hâlâ din buyrukları olarak, İslâm adına, müslümanlara servis
yapılmaya devam edilmektedir.
Bitirirken, sözü yine sözün Sahibine bırakalım: “Yarabbî,
içimizdeki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden bizleri helak mı edeceksin.?”
(Araf 155)
[1]Ancak, şehrin çok büyük olması sebebiyle, cuma namazı
için herkesin bir yere toplanması çok zor olursa veya güvenlik, sağlık vb.
konularda ciddi endişeler bulunması sebebiyle bir yerde toplanılmasında sakınca
varsa, ihtiyaç durumuna göre, bir şehirde birden fazla yerde cuma namazı
kılınabilir. Bu tür sebeplerden dolayı, bir şehirde birden fazla yerde cuma
namazı kılınırsa, buralarda cuma namazı kılanların ayrıca öğle namazı kılmaları
gerekmez.
[2]Cuma namazı kılmak için devlet başkanının izninin aranması şartı eski siyasî
içeriğini kaybetmiş olduğu için, günümüzde bu şartı aramaya gerek kalmamıştır.
Öte yandan, bu şartın hâlâ geçerliliğini koruduğu düşünülse bile, bir ülkede
camilerin yapılmasına izin verilmesi, imamların maaşlarının devlet tarafından
ödenmesi ve bu işler için kamusal bir örgütlenmenin mevcut olması, cuma
namazının kılınması için de izin sayılır ve şart yerine gelmiş olur.
Sonraki Hanefî fıkıhçılar, devlet
başkanının veya izninin bulunmaması durumunda bir cemaat teşkil edebilen
müslümanların, aralarından birine cuma imamlığı selâhiyeti vererek bu namazı kılabileceklerine fetva
vermişlerdir.
Cuma kılınan yerin herkese açık olması
anlamında genel izin de (izn-i âm), bazı kitaplarda ayrı bir şart olarak
değerlendirilmekle birlikte, bir anlamda devlet başkanının izni kapsamında yer
alır.
[3]Peygamberimiz
namazdan sonra okurdu. Bu durumda onun okuduğu hutbeler sahih olmamış oluyor.
[4] Bu son şartın yerine gelmiş
olması için, kendisiyle cuma sahih olan en az bir kişinin bulunması gerekir.
Her ne kadar Hanefî mezhebinde hutbenin sıhhati için cemaatin şart olmadığına
dair bir görüş mevcut ise de, mezhepte daha doğru kabul edilen görüş, bir kişi
bile olsa cemaatin huzurunda okunmasının gerektiği şeklindedir ve bunun
kendisiyle cuma namazı sahih olabilecek bir kişi olması da şarttır. Ancak,
hutbenin sıhhati için cemaatin işitmesi şart olmayıp sadece hazır bulunması
yeterlidir.
[1]
Burada oppala demek gerekiyor. Sonunda peygambere de zuhr-i âhir namazını
kıldırmakta sakınca görmüyorlar.
[7] Buhârî, Ezan, 18; Edeb, 27
[8] Ebû Dâvud, I, 644, H. No: 1067;
Dârakutnî, II, 3; Bağavî, Şerhu's-Sünne, I, 225
[9] Buna göre, bir yerde kırk kişi bulunsa da, bu kırk
kişiden bir kısmı köle, kadın veya yolcu olsa, ya da ticaret veya öğrenim görme
gibi bir amaçla orada bulunuyor olsalar, bu kimselerden oluşan kırk kişiyle
cuma namazı kılınamaz. Ayrıca, bu kırk kişinin hepsi veya bir kısmı, yazın veya
kışın ya da her iki mevsimde göç eden göçebelerden oluşuyorsa, bu durumda da,
cuma namazı eda edilemez. Hatta bu kırk kişinin içinde Fâtiha Sûresi’ni
okuyamayan bir ümmî bulunsa bu kimse sayıdan düşürülür ve bu durumda sayı
kırktan aşağıya indiği için, bu kimselerle de cuma namazı sahih olmaz. Ancak
FâtihaSsûresi’ni okumayı öğrenmek için gayret gösterdiği halde bunu henüz başaramamış
kimseler sayıya dahil edilir. Cuma namazını kıldıran kişinin yolcu olması
durumunda, kendi dışında kırk kişinin bulunması gerekir. Ayrıca, bu mezhebe
göre, namazın herhangi bir bölümünde veya hutbe esnasında sayı kırktan aşağıya
düşerse namaz fâsid olur.
[2] Yes'eluneke Fid-Dîni Vel-Hayat
C:1, S:86,
[3] Mezâhibü'l Erbaa C:1, S:385
[4] El-Mizânü'l Kübrâ s.140
[5] El-Binâye C:2, S:846
[6] Mebsut C:2, S:121
[7] Kenz-Babü'l Cuma
[8]
El-Binâye a.g.e.
[9] İbn-ü Âbidin Hâşiyet-ü Reddü'l
Muhtar Alâ Dürrü'l Muhtâr Şerh-i Tenvîrü'l Ebsâr C:2 S:145,146
[10] Bahr 2/154, Dürrü'l Muhtâr 2/145
[11] Mebsut 2/120
[12] Bahr 2/154
[13]
El-Mizânü'l Kübrâ s.140
[15] İbn-i Âbidin a.g.e. 1/350
[17] 19-Muğnî 3/66
......................................
1-
Sahabe diye göklere çıkardığımız, cennetle müjdelendiğini söyleyerek, tabi
olmamız durumunda kurtuluşa ereceğimizi ilan ettiğimiz o insanlar peygamberimiz
hutbe okurken camiyi terkedip, kervanın peşine düşmüşlerdir. Bu âyet böyle
talihsiz bir olay üzerine nazil olmuştrur.
2- Cum’a 1-11
3- Umm Varaka bintu Abdillah’ibn’il-Haris,
peygamberimiz tarafından oturduğu mahalledeki mescide imam olarak tayin edilmiştir.
O da bu camide günlük vakit namazlarını erkek ve kadınlardan müteşekkil cemaata
kıldırır olmuştur.(İbn. Hişam, s. 296). Geniş bilgi için bakınz; İslam
Peygamberi, Prof.Muhammed Hamidullah, c.1, s.172
4-- Büyük Türkçe Sözlük, D.Mehmet Doğan, Beyan yayınları; 1989 İst. N maddesi.
5- El-Mizânü'l Kübra s:140
........................
1 Zebidî, Tâcu'l-Arüs, V, 306; Kurtubî,
el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, XVIII, 97, 98
2 Kurtubî, Tefsir, XVIII, 99
3 Hak
Dini Kur’an Dili: 6/4977; İbnu’l-Manzûr, Lisan’ül-Arab:2/725
4
Nizamu’d-dîn el-A’rac, Tefsîru’n-Neysâbûrî, Taberî kenarında 28/66, beyrut,
1400, H.1980 M.
5 Cum'a Suresi, 62/9
6 Suyütî, ed-Dürru'l-Mensûr, VI, 218, Dâre
Kutnî'den naklen: İbn Sa'd, Tabakat, III, 118
7 el-Hacc, 22/39
8 Cumâ, 62/9-11
9 İbn Mâce
10
İbn Mâce, Sünen, İstanbul 1401, I, 343,
Hadis no: 1081
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder