İslâm
Enstitüleri Almanya Müslümanları için önemli bir kazanımdır.
Göçün
50. yılında Almanya'da İslâm Enstitüleri açılıyor. Bu
Enstitülerden mezun olan İlahiyatçılar Almanyalı Müslümanların
yeni yüzlerini oluşturacaktır. Almanya'da yetişen bu
ilahiyatçılar kuşkusuz Hristiyan çoğunluk içinde yaşayan
Müslümanların dini ihtiyaçlarına cevap verebilecek donanıma
sahip olacaklardır. En azından Almanyalı Müslümanlar böyle
düşünüyorlar.
Almanyalı
Müslümanların çocuklarına, İslâm dinini öğretecek din
öğretmenlerine ve halkı irşat edecek imam ve hatiplere ihtiyacı
var. 50 yıl sonra da olsa bu ihtiyacın karşılanması için
kolların sıvanması takdir edilecek bir çalışma. Frankfurt'taki
Enstitü'nün başında Ömer Özsoy gibi bir ilim adamının
bulunması Almanyalı Müslümanlar için bir şanstır.
Frankfurt
İslam İlahiyatı Enstitü Başkanı Prof. Dr. Ömer Özsoy'la
Enstitü hakkında röportaj:
Rüştü
Kam: Frankfurt İslam İlahiyatı Enstitüsü ne zaman kuruldu, amacı
nedir?
Özsoy:
Enstitümüz 2002 yılında kuruldu. Diyanet İşleri Başkanlığı
ve Frankfurt Goethe Üniversitesi'nin imzaladıkları bir protokolle
hayata geçirildi. Amaç Almanya'da İslam dini hakkında Müslüman
uzmanlar yetiştirmektir. Bu kuruluşta Mehmet Emin Köktaş Bey'in
emeği oldukça büyüktür. Kendisini minnetle anıyorum.
Enstitümüzün
temel amacı, kuruluş senedinde vazedildiği üzere, hem öğretim
hem de araştırma alanında, İslam'la ilgili bütün konuları
geleneksel İslâmi ilimlere ve İslam'ın temel kaynaklarına dayalı
olarak sistematik, tarihi ve fenomenolojik açılardan ele almaktır.
Ayrıca,
İslam'ın Avrupa bağlamında fikrî ve kurumsal gelişimine ve
diğer dinler ve dünya görüşleriyle diyaloğun İslami
temellerine özel bir önem veriyoruz. Bu çerçevede ilgi
odaklarımızdan birini de, İslami ilimler geleneğinin Avrupa'da
şekillenen oryantalisttik İslam bilimi ve Hıristiyan-Yahudi
teoloji gelenekleri ile bilgi alış verişi ve diyalog oluşturuyor.
Takdir
edersiniz ki, diyalog düzeyli eleştiriyi de içerir. Oryantalizm
pek çok büyük başarısının yanı sıra çok temel zaaflarla da
maluldür ve Avrupa'da gelişecek bir İslam İlahiyatı'nın
oryantalizmi görmezden gelme lüksü yoktur. Hasılı, bütün
bu amaçları gerçekleştirebilmenin etme şartı, ulum-i
İslamiye'yi burada yerleştirmektir. Şu anda bütün
faaliyetlerimiz bu amaca matuftur.
Rüştü
Kam: Enstitü'nün öğretim dili nedir ve kadronuz yeterli midir?
Özsoy:
Öğretim dili doğal olarak Almanca; bunun yanı sıra İngilizce
ders veren misafir hocalarımız da oluyor zaman zaman. İlerleyen
dönemlerde Arapça, Türkçe ve Farsça dersler verilmesini de
planlıyoruz. Şu anda üç profesör olarak hizmet veriyoruz. Mesela
Abdullah Takım Bey Frankfurt için büyük bir kazanımdır. Zira
kendisi benden farklı olarak tamamen burada yetişmiş, ama oldukça
sağlam bir ulum-i islamiye eğitimi almış nadir ilim adamlarından
birisidir. Üçüncü profesör arkadaşımız Mark Chalil Bodenstein
da İslam Bilim tahsili görmüş, özellikle İslam din eğitimi
alanında oldukça başarılı bir bilim adamıdır. Ayrıca, halen
üç asistanımız, iki Arapça okutmanımız ve bir Osmanlıca
okutmanımız var. Başarının temel şartı kaliteli ve yeterli bir
öğretim kadrosudur. Nitekim, Diyanet'in vakfettiği kadroların
yanı sıra Üniversite'nin de tahsis ettiği ilave bütçelerle her
sömestre ihtiyaca göre dışarıdan öğretim görevlisi ve misafir
Profesörler davet ediyoruz. Bu sömestre Hoca sayımız 20'nin
özerinde mesela. Enstitümüzde doktora yapan 15 genç meslektaşımız
da kısmen derslere giriyorlar. Bu yıldan itibaren devlet desteği
alıyoruz. Bu bütçeyle kadromuza 2 profesör ve 10'un üzerinde
araştırmacı kadrosu ilave etme imkânı bulmuş olduk. 2012'den
itibaren bu planımızı hayata geçirmiş olacağız inşallah.
Rüştü
Kam: Öğrenci bulmakta güçlük çekiyor musunuz?
Özsoy:
Sevinerek ifade etmeliyim ki, bu sömestre öğrenci sayımız büyük
bir artış göstermiş ve 400'ü aşmıştır. Ayrıca, her sömestre
kendi öğrencilerimizin dışında bir o kadar da, diğer branş
öğrencileri derslerimizi takip ediyor. Bu sevindirici bir durum
olmakla birlikte, kuşkusuz sorumluluğumuzu da artırıyor. Ben bu
vesileyle, Enstitümüz 'de okumayı tercih eden öğrencilerimize ve
onları teşvik eden velilere, çevrelere ve kuruluşlara da teşekkür
etmek istiyorum. Bilsinler ki, biz onların kaliteli bir öğretim
almaları için elimizden geleni yapıyoruz ve yapmaya devam
edeceğiz.
Rüştü
Kam: Din Bilim ile ilahiyat arasındaki temel fark nedir?
Özsoy:
Din Bilim ile ilahiyat arasındaki temel fark, din bilim İslam'a
dışarıdan bakarken, İlahiyat'ın içeriden bakmasıdır. Daha
müşahhas ifade etmek gerekirse, din bilim Kur'an'ı Hz. Muhammed'in
ürünü olarak ele alır; ama biz Müslüman İlahiyatçılar
nezdinde Kur'an Allah'ın vahyidir.
Almanya
üniversite camiasındaki yaygın kanaatin aksine, bize göre,
Kur'an'ı vahiy olarak, Hz. Muhammed'i peygamber olarak görmek
İslam'la ilgili bilimsel çalışmaya mani değildir. Böyle bir
şey iddia edebilmek için İslam ilimler tarihi hakkında cahil
olmak gerekir. Maalesef İslam İlahiyatı'nı bir ilim olarak
görmeme yanılgısına özellikle Almanya'daki bazı Müslümanlarda
da rastlıyoruz. Bu da İlahiyat eğitiminin ne kadar gerekli
olduğunu teyit eden bir başka unsur.
Rüştü
Kam: Müfredat programlarınızdan bahseder misiniz?
Özsoy:
Derslerimizin ağırlığını yoğun bir Arapça eğitimi ve ulum-i
İslamiye teşkil ediyor: Tefsir, hadis, fıkıh, usul-i fıkıh,
kelam, siyer, İslam tarihi, İslam felsefesi, tasavvuf ve ahlak.
Müfredatımız,
Arapça'nın yanı sıra ikinci bir İslam dili olarak Osmanlıca
veya Farsçayı öğrenmeyi de öngörüyor. Yan branş
öngörmediğimiz için, Almanya'da görev yapacak olan müstakbel
İslam İlahiyatçılarının Hıristiyan ve Yahudi teoloji
gelenekleri hakkında en azından temel bilgileri edinmesini sağlamak
üzere, az miktarda da olsa seçmeli dersler koyduk. Bu dersleri
ilgili fakülteler veriyorlar.
Müfredatımızın
bir diğer unsuru da, sosyal araştırmalar ve din pedagojisidir. Bu
çerçevede öğrencilere, kendilerini müstakbel görev alanlarına
hazırlamaları için camilerde, okullarda, diyalog kuruluşlarında
veya dini araştırma kurumlarında staj yapma imkânı da veriliyor.
Ayrıca, son sene her öğrencinin kendisi için bir ihtisas alanı
seçmesine imkân verdik. Böylece mezun olan her bir öğrencimiz,
tefsir-hadis, kelam-fıkıh, İslam tarih ve kültürü, İslam
düşünce tarihi, dini rehberlik vb. seçimlik alanlardan birinde
ihtisas yapmış olacak.
Fark
etmiş olacağınız üzere, program İslam İlahiyatı'nın kendi
geleneğine ve Almanya'daki Müslümanların ihtiyaçlarına uygun
son derece iddialı bir program.
Rüştü
Kam: Mezun olacak öğrenciler hangi alanlarda iş bulabileceklerdir?
Özsoy:
İslam din bilimi programımızdan mezun olanlar "din bilimci"
diploması alıyorlar. Bildiğiniz gibi, Almanya'da böyle bir meslek
grubu var ve hizmet alanı oldukça geniş. İslam İlahiyatı
programından mezun olanlar ise "İslam İlahiyatçısı"
statüsüne sahip olacaklar. Onların hizmet alanı camileri de
kapsadığı için daha zengin.
Ancak,
mezunlarımıza imamlık veya din dersi öğretmenliği yapma
garantisi veremiyoruz, çünkü bu bizim verebileceğimiz bir karar
değil. Malumunuz olduğu üzere, din dersi öğretmeni yetiştirmek
Alman yasalarına göre devlet ve ilgili dini cemaatin müşterek
karar verecekleri bir konu. Henüz Hessen'de bu konuda verilmiş bir
karar yok. İmam ve din görevlisi yetiştirme konusu ise tamamen
cemaatlerin işi. Zira imamlardan hizmet alacak olan da, onlara
maaşını ödeyecek olan da cemaatler. Fakat iyi yetişmiş
İlahiyatçılara ihtiyacın bu kadar büyük olduğu bir ülkede,
her iki bölümün mezunlarının da iş sıkıntısı çekeceğini
düşünmüyoruz. Zira hiçbir dini eğitim almadığı halde, sırf
Müslüman olduğu için din dersi öğretmeni olan yüzlerce kişi
var Almanya'da. Dolayısıyla bizim mezunlarımız aranan insanlar
olacaktır, bundan kuşkum yok. Onlara düşen kendilerini en iyi
şekilde geliştirmek. Öte yandan, birkaç
yıl içinde hem öğretmen hem de din görevlisi yetiştirme yetkisi
alabileceğimizi düşünüyorum. Yaklaşık
bir yıldır DİTİB'le sağlam temellere oturan bir imam eğitimi
modeli üzerinde görüşüyoruz ve sanırım bir o kadar daha
çalışmamız lazım.
Rüştü
Kam: Bazı üniversiteler altı aylık kurslarla imam yetiştirmek
istiyorlar,...
Özsoy:
İmam eğitimi o kadar kısa sürede halledilebilecek bir iş
değildir. Ama garip bir şekilde bazı üniversiteler, hiç bir
teolojik altyapıya sahip olmadıkları halde imam yetiştirmekten
bahsediyorlar. Bizim imam yetiştirmekten anladığımız,
Türkiye'den gelen imamlara entegrasyon kursu veya dil kursu vermek
değil. O da faydalı tabii ki, ama onu hem Diyanet, hem buradaki
belediyeler ve vakıflar yapıyor zaten. Atılan adımları ve
hazırlanan programları maalesef ciddiyetten uzak ve fazlaca politik
buluyorum.
Bizim
anlayışımıza göre bir din görevlisinin ve özellikle bir imamın
sahip olması gereken donanımı üniversite tek başına sağlayamaz.
Bu nedenle din görevlisi istihdam eden kuruluşların kendi eğitim
kurumlarını oluşturmaları ve üniversitelerdeki İlahiyat
bölümleriyle işbirliği yapmaları gerekir.
İslam
Kültür Merkezleri ve Milli Görüş'ün bu tür kurumları olduğunu
ve DİTİB'in bir model üzerinde çalıştığını biliyorum.
Ancak, uzun vadede sadece bu özel eğitim merkezleriyle yetinmek de
doğru değil. En ideal model, imamların tefsir, hadis, kelam ve
fıkıh gibi ilmi alanlarda üniversitede, Kur'an tilaveti, ilmihal
ve ibadetler gibi uygulamalı konularda ise cemaatlerin eğitim
merkezlerinde yetiştirilmeleridir.
Bu
noktada da Müslümanlar Koordinasyon Kurulu'na görev düşüyor.
Bütün imamların aynı eğitimi almasını teminen cami
kuruluşlarını müşterek kurumlar ve programlar oluşturmaya davet
etmek gerekir. Biz İlahiyatçılar olarak katkıda bulunmaya
hazırız. Aksi takdirde her kuruluşun kendi imamlarını kendi
okullarında yetiştirmesi, izolasyona ve Müslümanlar arası
gruplaşmanın derinleşmesine hizmet ediyor.
Rüştü
Kam: Son olarak ne söylemek istersiniz?
Özsoy:
İslam'ın doğup geliştiği ve tarih boyunca şekillendirdiği
İslam coğrafyasının dışında yaşayan Müslümanların, hem
kimliklerini kaybetmeden kendilerini geliştirmeleri, hem de diğer
inanç ve kültür mensuplarıyla kendi inanç ve kültürleri
hakkında konuşabilecek yeterliliğe sahip olmaları gerekiyor. Bu,
her şeyden önce bağlı bulundukları inanç esaslarını ve
mensubu oldukları dini geleneği sağlıklı olarak
öğrenebilmelerine bağlıdır. Bu açıdan bakıldığında,
Avrupa'da, İslam'a dair sağlıklı ilmî bilgiyi üretecek
uzmanları yetiştirebilecek akademik birimlerin oluşturulmasının
ne kadar önemli olduğu görülür.
Öte
yandan, Avrupa'nın ortasında, bir Üniversite ortamında, kendine
özgü şartlar altında edinilen bu tecrübenin, yüzyıllardır
Müslüman kurumlarda ve salt İslam toplumlarında yaşayan
Müslümanlar için üretile gelen İlahiyat birikiminden farklı bir
dile ve örgüye sahip olacağı aşikârdır.
Genelde
İslam dünyasının ve özelde Türkiye'nin bu tecrübeyle
yüzleşmesi, İslam dünyasının İslami ilimler birikimi için de
bir zenginlik olarak görülebilir. İslam'ın hem uluslararası
kabul görmüş bilimsel metot ve standartlara uygun olarak, hem de
kendi zaviyesinden otantik olarak araştırılması ve aktarılması,
Almanya'da uzun bir tarihi, dolayısıyla bir geleneği olmayan yeni
bir tecrübedir. Bu nedenle haklı olarak kuşku ve endişelere de
yol açmaktadır.
Ben
bizim enstitümüzle ilgili olarak da zaman zaman dile getirilen bu
tür endişeleri bu iyi niyetle açıklama eğilimindeyim ve bundan
rahatsız değilim. Eleştirilerden öğreneceğimiz şeyler varsa,
müteşekkir olarak istifade ederiz. İşimiz gerçekten zor ve
sorumluluğumuz büyük; bizim başlangıçta yapacağımız
hataların zamanla gelenek haline gelme riski var zira.
Bazı
girişimlerin art niyetli olduğu aşikâr olsa bile, biz sağduyuyu
elden bırakmamaya ve hoşgörülü olmaya gayret ediyoruz. Ayrıca,
İslam'la ve Müslümanlarla ilgili her gelişmenin duyarlılıkla
izlendiği ve titizlikle mercek altına alındığı bir ortamda, hem
Müslümanlar nezdinde bir güven krizine düşmeden, hem de genel
Alman kamuoyu nezdinde itibar kaybetmeden böyle bir görevin
üstesinden gelmek çok kolay değil.
Rüştü
Kam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder