KURBAN
Kurban
konusunu bir de Hakkı Yılmaz'dan okuyalım. Konuyu enine boyuna
incelemiş. İstifadenize sunuyorum. Okuyalım:
Kurban
Kurban
sözcüğü, Arapça bir sözlük olup "yaklaşmak" anlamındadır.
Dini terim olarak ise, Allah'ı razı etmek, ona yaklaşmak için
yapılan her türlü ameli kapsamı içine alır. Dolayısıyla
kurban Allah'a yakın olmak için yapılan hertürlü infak'ın
adındır.
Kurban,
Allah'a yaklaşmak amacıyla yapılan secde, salât, salâtı ikâme,
cihad, yetimin ikramı, sâlihâtı işleme, işsize iş verme vs.
gibi her türlü güzel davranışın adıdır.
Sadece
hayvan kesmek yaklaşılmaz Allah'a. Her türlü ihlâslı ve takvâlı
amel müslümanı Allah'a yaklaştırır. Müslümanın Allah'ın
rızasına uygun olarak yapılan harcamaları "kurban" dır.
Habil
ile Kabil Adem'in iki oğlu veya iki adem oğlu, Allah'a kurban ile
yaklaşmak istemişlerdir. Habil çoban olduğu için kurban olarak
bir koyun seçmiştir. Kabil ise çiftçi olduğu için kurban olarak
bir demet buğday seçmiştir. (Tevrat/ Tekvin, 5:17), (Maide
27-32), (Tirmizi 2812)
Tarihçesi
Tanrıya/
tanrılara insan/hayvan kurban edilişinin geçmişi kesin olarak
bilinmese de insanlık tarihi kadar eskidir diyebiliriz. Dinler
Tarihi incelenirse tüm cahil, ilkel insanların tanrılarına
yakınlaşma, onlara şükran duygularını ifade etme veya onların
hışmından kurtulabilmek amacıyla Kurban ile ilgileri görülür.
Antik yunan dininden tutun da Japon dini Şintoizme, eski Çin
inançları ve Hinduizme kadar hepsinde kurban vardır. Ahdi Atik ve
incil'de de israiloğullarının sunduğu Takdimelerden sıkça söz
edilir.
Cahil
insan, korktuğu şeylere, putlarına, totemlerine, ilahlarına hep
kurban sunmuştur. Bu kurban kimi zaman, yetişkin insan olmuş, kimi
zaman çocuk olmuş, kimi zaman da hayvan (deve, sığır, davar)
olmuştur.
İslâm dininde kurban
Müslüman
arasında Kurban ilkel dinlerdekinden farklı olarak yer almıştır.
Kurban'ın toplumda kardeşliği, yardımlaşmayı ve dayanışmayı
pekiştirdiği, sosyal adaletin tesisinde yardımcı olduğu, et alma
imkânına sahip olmayanların et yeme imkânı bulduğu, zenginlerde
yardımlaşma ve paylaşma duygusunu geliştirdiği ileri sürülür.
(!)
İlm-i
Hal ve fıkıh kitapları kurban konusunu işlerken kurbanın delil
ve kaynaklarını Kur'ân'a dayandırmaya çalışırlar.
1-
Kevser suresindeki VE-NHAR emri, KURBAN KES diye tercüme ve tefsir
edilir.
2-Kurbanın
İbrahim As.'dan gelme bir sünnet olduğu kabul edilip, İbrahim
As.'ın özverisinin konu edildiği Saffat/ 83- 113. Ayetlerini
İbrahim peygamberin oğlunu Allah'a kurban olarak kesmeye
çalıştığını ileri sürerler.
3-
Hacc Suresi 34-37 âyetlerinin kurbandan bahsettiğini iddia ederler.
4-
Maide/ 27- 32'de konu edilen olaya binaen de, Kurbanın Âdem
peygamberden beri var olan bir ibâdet tarzı olduğu kabul ederler.
Böylece de kurbanın Kur'ân' kaynaklı olduğuna inanılır.
İşin
aslına bakılırsa, delil olarak ileri sürülmeye çalışılan
ayetlerde konu edilen olayların bizim bildiğimiz ve uyguladığımız
kurbanla hiç alakası yoktur. Âyetlerin kurban için delil teşkil
etmeleri söz konusu değildir. Âyetlerin bu tarz meal ve tefsirleri
de yanlıştır. Bunları inceleyelim:
Kevser suresi
Dinî
ve tarihî kaynaklarda belirtildiği gibi, ilk günden itibaren
müşriklerin kendisini hafife ve alaya almalarıyla, hazırladıkları
hile ve tuzaklarla karşı karşıya kalmıştır. Peygamberimizin
maruz kaldığı bu tür davranışlardan biri de soyunu devam
ettiremeyeceği yönündeki alaycı hafifsemelerdi.
Günümüzde
bazı ilkel aileler tarafından da hâlâ sürdürüldüğü gibi, o
zamanın Arap kültüründe de kız çocukları evlâttan sayılmaz,
ailenin erkek çocuk tarafından devam ettirildiği kabul edilir ve
erkek çocuğu olmayanlar horlanırdı. Peygamberimizin Hadice'den
doğma oğulları Kasım ile Abdullah ölünce, başta As b. Vâil
es- Sehmî, Ebû Cehil, Ebû Leheb, Ukbe b. Ebî Mu'ayt gibi
Kureyş'in ileri gelen müşrikleri olmak üzere peygamberimizin
hasımları bu olayı malzeme yaparak o'nu horlamaya yeltenmişlerdi.
Peygamberimiz tarafından ortaya atılan davanın o'nun ölümü ile
biteceğini, çünkü oğulları öldüğüne göre davanın
takipçisi kalmadığını düşünerek peygamberimiz hakkında
"Bırakın o'nu, o'nun soyu kesik, zürriyetsiz, ölünce adı
unutulur gider, biz de ondan kurtuluruz" diyor ve temennilerini
haber yapıyorlardı. Bu durum peygamberimizi çok üzüyordu.
Bu
sure işte üzgün peygamberi desteklemek ona metanet kazandırmak,
onu ileriki görevlerine hazırlamak için inmiştir, anlamı
şöyledir:
"Şüphesiz
Biz sana bol nimet verdik. Öyleyse Rabbin için salât et [mâlî
yönden ve zihinsel açıdan destek ol; toplumun zenginleştirilmesine
ve aydınlatılmasına uğraş] ve karşılaşacağın zorlukları
göğüsle! Şüphesiz seni horlayan, sonu olmayanın; yaptıkları,
işe yaramayanın ta kendisidir!" (15/108, Kevser/1-3)
Rasülüllah'a
verilen kevser: Bol nimet ise yine Kur'an'da (Duha, İnşirah
sureleri ve Hıcr/87) ayrıntılı olarak açıklanmıştır:
Aydınlanmanın
başlayışı ve Allah'ın ilâhlığını, rabliğini örtüşün,
Allah'a ortak kabul edişin, cehaletin toplumu sarmışlığı[1]
kanıttır ki Rabbin seni terk etmeyecek ve sana darılmayacak.
Sonrası
senin için öncesinden elbette daha hayırlı olacak. Ve Rabbin sana
verecek, sen de hoşnut olacaksın.
O
seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı? Seni dosdoğru
yol dışında biri olarak bulup da dosdoğru yola kılavuzluk etmedi
mi? Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi?
O
hâlde yetimi perişan etme/daha da kötüleştirme! İsteyeni/soranı
azarlama.
Ve
Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle ortaya koy!
Biz,
senin için, senin göğsünü açmadık mı? Senden ağır yükünü
indirmedik mi? -Ki o, senin belini çatırdatmıştı.- Senin
şanını da senin için yüceltmedik mi?
Demek
ki zorluğun yanında kesinlikle bir kolaylık var. Zorluğun yanında
bir kolaylık, kesinlikle var.
O
hâlde boş kalır kalmaz hemen yeni bir şeye başla. Ve arzularını
yalnızca Rabbine yönelt. (11/93, Duhâ/1-11+12/94, İnşirâh/1-8)
Andolsun
ki Biz sana katmerli katmerli nice nimetleri ve büyük Kur'ân'ı
verdik. (Hicr/ 87)
Buna
göre bol nimet, "Kur'an ve sıradan birisi iken seçilip peygamber
yapılması; yetim iken barınağa kavuşturulması; dosdoğru yol
dışında biri iken doğru yola kılavuzlanması; dar gelirli iken
zenginleştirilmesi; sıkıntılı ilen göğsünün açılması,
ferahlatılması; yükü ağır iken ağır yükünün
hafifletilmesi; adı unutulacak iken adının, sanının ve şanının
yüceltilmesi"dir.
Bizim
"karşılaşacağın zorlukları göğüsle!" diye çevirdiğimiz
sözcüğün orijinali "nahr" dır. Nahr sözcüğü klâsik
eserlerde iyice irdelenmeden Türkçeye en uzak anlamı olan "kurban
kes" şeklinde çevrilmiştir. Bu durum, "ğalât-ı meşhur,
fasih lisana yeğdir [meşhur olmuş hatalı sözcük, orijinaline
tercih edilir]" kuralına tamı tamına denk düşen bir
uygulamadır. Ne var ki, yapılan ğalâtın/hatanın sürdürülmesi
edebiyat alanında önemli bir sakınca doğurmayabilir ama dinin
temel ilkelerinin ğalat bir anlamla yozlaşması, göze alınamayacak
kadar büyük bir sakıncadır.
Kadim
lügatlara göre İsim olarak kullanıldığında "göğüs,
gerdan" anlamına gelen nahr sözcüğü, mastar olarak
kullanıldığında araplar arasında "eli göğse değdirmek,
göğüslemek, devenin göğsüne bıçak saplayıp kesmek"
anlamlarına kullanılır olmuştur. Türkçedeki "intihar"
sözcüğünün aslı da buradan gelmektedir.
Sözcük
Âyette venhar emir kipiyle yer aldığına göre sözcüğün
mastar hâlinin taşıdığı üç değişik anlamın da incelenmesi
gerekir:.
1-Sözcüğün
mastar olarak kullanılması hâlindeki birinci anlamı
"elini göğsüne değdir" emridir. İmam-ı Şafii ve-nhar
emrini "kurban kes" ya da "deve kes" olarak değil, "ellerini
göğsüne değdir" olarak anlamış ve namaz kılarken alınan ara
tekbirlerde ellerin göğse değdirilmesine içtihat etmiştir. Bu
nedenle Şafii mezhebine mensup olanlar namaz kılarken bu içtihada
uyarlar.
Şii
müfessir ve fakihler de, Ali ve ehlibeyt kaynaklı rivâyetleri
dikkate alarak bu emri namazda kıyamda iken ellerin göğse
kaldırılması ve namazda tekbir getirirken ellerin boğaz
çukurluğunun hizasına kadar kaldırılması olarak anlamış ve bu
şekilde uygulamışlardır.
Kimileri
de aynı emri, namazda göğsün kıbleye döndürülmesi, kesinlikle
başka yönlere yalpalanılmaması gerektiği şeklinde
anlamışlardır.
Ebû
Hanife'nin bu Âyeti nasıl anladığına gelince; o günkü siyasal
iktidarın söylemine aykırılıklar taşıması sebebiyle olsa
gerek, eserleri zamanın idarecileri tarafından yok edilmiş, bu
nedenle de konu hakkındaki yorumu bize kadar intikal edememiştir.
Ancak
bütün bu anlayışların namaz esnasındaki bedensel hareketlere
yönelik olarak ortaya konduğu dikkatlerden kaçırılmamalıdır.
Oysa Âyette bu hareketin namazda olacağına dair hiçbir işaret,
delâlet ya da karine [ipucu] yoktur.
Bu
sözcüğün "elini göğsüne değdir" anlamın alırsak, namaza
başlama tekbirinde ya da namazlardaki ara tekbirlerde dilimizle
"Allahu Ekber [Allah her şeyden daha büyüktür]" derken
ellerimizi göğsümüze kaldırmamız, aynı anda beden dilimizle de
bu inanç ve anlayışımızı pekiştirdiğimiz anlamını ifade
eder. Yaptığımız bu hareket, Allah'tan başka her şeyi arkaya
attığımızı ifade eden sembolik bir davranıştır. Sûre
peygamberimize hitap ettiğine göre, Yüce Allah'ın bu emirle
peygamberimizden istediği, hakkında çıkarılan kin dolu
söylentileri, kendisine yapılan kötü davranışları,
düşmanlıkları, hileleri ve tuzakları arkaya atması, dikkate
almaması, boş vermesi, elini sallayıp geçivermesidir.
2-
Sözcüğün mastar olarak kullanılması hâlindeki ikinci anlamı
"göğüslemek, göğüs göğse gelmek" demektir. Sözcüğün
asıl ve en fazla kullanılan anlamı zaten bu anlamdır. Arap
şairleri tarafından boğaz boğaza gelmeyi, göğüs göğse
dövüşmeyi ifade etmek için kullanılmıştır. Ayrıca "evleri
göğüs göğse [karşı karşıya]" deyiminde de bu anlamda
kullanılmıştır.
Buna
göre Rasülüllah'a/ mü'minlere, "sabırlı olma, her türlü
sıkıntının göğüslenmesi" emredilmiş olmaktadır.
3-Sözcüğün
mastar olarak kullanılması hâlindeki üçüncü anlamı ise
"deveyi göğsünden hançerle kesmek" demektir. Dikkat edilirse
bu anlam içinde "kurban" sözcüğü yer almamaktadır. Bu anlam
esas alındığında, Âyetten "kurban kes" veya "deveyi kurban
kes" gibi anlamlar çıkmaz. Sâdece "deveyi göğsünden
hançerle kes" anlamı çıkar. Bu takdirde Âyetin anlamı, "Seni
üzüyorlar, sana düşmanlık ediyorlar, salat et ve deveyi
göğsünden hançerle kes!" olur.
O
günkü şartlar altında peygamberimize böyle bir emir; kasaplık
yapmasının emredilmiş olması anlamsızdır. Çünkü bu Sûre
indiğinde peygamberimiz hâlâ insanlara tebliğde zorlanmaktadır,
yeterince taraftar edinememiştir. İşler henüz teori/iman
boyutundadır. Tebliğin dışında herhangi bir eylem söz konusu
değildir.
Kevser
Sûresi'nin 15. sırada indiğini bilenler ve Sûre ile Âyeti o
ortama göre ele alanlar venhar emrinden kesinlikle "kurban kes"
anlamını çıkarmazlar.
Ragıb
el İsfehânî de Müfredât adlı eserinde nahr'ı hacc esnasında
Mina'da kesilmesi gereken hediye olarak açıklar. Ancak hedy'den
bahseden Bakara Sûresi'nin 196; Mâide Sûresi'nin 2, 95, 97. ve
Feth Sûresi'nin 25. Âyetleri henüz inmemiştir. Çünkü bu
Âyetler, Medenî'dir. Dolayısıyla Kevser Sûresi indiği sırada
hacc ile ilgili bir hüküm henüz ortada yoktur. Böyle olmasına
rağmen Ragıb'a göre de nahr hacda kesilen hediyenin dışında bir
şey değildir, kurban adı altında günümüzde yapılan kesimle
bir ilgisi yoktur.
Bazıları,
yukarıda da ifade ettiğimiz gibi kurban konusunu İbrâhîm
peygambere bağlarlar ve o'nun oğlunu kurban edişini konu alan
birçok Kur'ân dışı kültürü kendilerine kaynak kabul ederek
detaylara girerler. Oysa Sâffât Sûresi'nin 83-113. Âyetlerine
baktığımızda, bu olayların kurbanla herhangi bir ilgisinin
olmadığı görülmektedir. Bazıları da Mâide Sûresi'nin 27-31.
Âyetlerindeki "iki âdemoğlu" kıssasından yola çıkarak
kurbana kaynak aramaya çalışmışlardır. Ne var ki, ilgili
pasajın da hayvan kurban etme gibi bir anlamı bulunmamaktadır.
Müslümanların
nerede ve ne amaçla hayvan keseceği, Hacc Sûresi'nin 34-38.
Âyetlerinde açıklanmıştır.
Yukarıdaki
açıklamaların ışığı altında Kevser Sûresi'nin anlamı, "
Şüphesiz Biz sana bol nimet verdik. Öyleyse Rabbin için salât et
[mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek ol; toplumun
zenginleştirilmesine ve aydınlatılmasına uğraş] ve
karşılaşacağın zorlukları göğüsle! Şüphesiz seni horlayan,
sonu olmayanın; yaptıkları, işe yaramayanın ta kendisidir!"
anlamındadır.
Konuya
malzeme yapılan kuran pasajları da şunlardır. Okuyun ve kurbanla
ilişkisinin olup olmadığına siz karar verin:
Hiç
kuşkusuz İbrâhîm de Nûh'un grubundandı.
Hani
o Rabbine selim bir kalple gelmişti.
Çünkü
İbrâhîm, yıldızlara öyle bir bakış baktı ki! Sonra da
‘Şüphesiz ben sancılıyım/fikir sancısı çekiyorum' dedi.
Hani
o, babasına ve toplumuna: "Siz neye kulluk ediyorsunuz? Allah'ın
astlarından birtakım uydurma ilâhları mı istiyorsunuz? Peki,
âlemlerin Rabbi hakkında kanaatiniz nedir?" demişti.[2]
Bunun
üzerine babası ve toplumu, İbrâhîm'den arkalarını dönerek
geri durdular/o'nunla ilişkiyi kestiler.
Sonra
da o, onların ilâhlarına sokulup "Yemez misiniz/nasiplenmez
misiniz? Neyiniz var ki, konuşmuyorsunuz?" dedi. Hemen sağ
eliyle/ yemini nedeniyle bir vuruşla sokuldu.
Bir
süre sonra, İbrâhîm'in halkı koşarak İbrâhîm'le yüz yüze
geldiler.
İbrâhîm:
‘Elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysaki sizi ve
yaptığınız şeyleri Allah yaratmıştır' dedi.
Onlar:
"Şunun için bir duvar yapın/ ambargo uygulayın da bunu çılgınca
yanan ateşin/aşırı sıkıntının içine atın!" dediler.
Onlar,
İbrâhîm'e tuzak kurmak istediler de Biz onları aşağılıklar
kılıverdik.
Ve
İbrâhîm: ‘Kuşkusuz ben Rabbime gideceğim, O, bana yol
gösterecek: Rabbim! Bana sâlihlerden birini lütfet!' demişti.
Bunun
üzerine Biz, İbrâhîm'e yumuşak huylu bir delikanlıyı
müjdeledik.
Sonra
ne zaman ki o müjdelenen çocuk kendisiyle birlikte koşacak
duruma/o'nunla birlikte iş tutacak çağa geldi, o zaman İbrâhîm:
"Oğulcuğum! Şüphesiz ben, uykumda; şüphesiz kendimi seni
perişan, mağdur ediyor görüyorum. Bak bakalım sen ne
düşünürsün?" dedi. Oğlu: "Babacığım! Sen emrolunacağın
şeyleri yap! İnşallah beni, sen yokken başıma gelecek tüm
sıkıntılara, mağduriyetlere sabredenlerden bulacaksın" dedi.
Sonra
ne zaman ki ikisi de İslâmlaştılar ve İbrâhîm, o'nu alnı
üzere yatırdı [yüzüstü bıraktı, mağdur etti] ve Biz o'na,
"Ey İbrâhîm! Sen o rüyayı kesinlikle onayladın" diye
seslendik...[3] -Şüphesiz Biz, iyilik-güzellik üretenleri işte
o'nun gibi karşılıklandırırız/ödüllendiririz.-
Şüphesiz
oğulu yüzüstü bırakma işi, kesinlikle apaçık yıpratarak
sınamadır.
Ve
Biz İbrâhîm'e, perişan, mağdur edeceği çok büyük bu şey
karşılığında/sebebiyle bedel/bahşiş verdik.
Ve
sonradan gelenler içinde o'nun hakkında devamlı kalacak [hayırla
anılacak, örnek alınacak] bir söz bıraktık.
Selâm
olsun İbrâhîm'e!
İşte
Biz iyilik-güzellik üretenleri o'nun gibi ödüllendiririz.
Şüphesiz
o, Bizim inanan kullarımızdandır.
Ve
Biz o'na sâlihlerden bir peygamber olarak İshâk'ı müjdeledik.
İbrâhîm'e
ve İshâk'a bereketler verdik. Her ikisinin neslinden de
iyilik-güzellik üreten ile açıkça kendi nefsine haksızlık eden
vardır. (56/ 37, Saffat/ 83-113)
Yüce
Rabbimiz haksız yere insan öldürmeyi,cana kıymayı, insanlara
gönderdiği dininde (Bakara/ 178, Nisa/ 92, 93, Maide/ 32, En'am/
151, İsra/ 33') kesinlikle yasaklamıştır. Bu yasaklar İbrahim
peygamber için de geçerlidir. Hele hele bir peygamberin öz oğlunu
Allah'a kurban diye kesip öldürmesi, akıllı insanların
inanacağı, kabulleneceği bir olay değildir.
Ve
Biz, her önderli toplum için, Allah'ın kendilerine hayvanların
kusursuzlarından rızık olarak verdikleri üzerine O'nun adını
ansınlar diye bir kulluk gösteri yeri/ kulluk biçimi yaptık.
İşte, sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır. O nedenle, yalnız
O'nun için Müslüman olun. Allah anıldığı vakit kalpleri
titreyen, kendilerine isabet edene sabreden, salâtı ikame eden
[mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumlarını
oluşturan, ayakta tutan] ve kendilerini rızıklandırdığımız
şeylerden Allah yolunda harcayan, Allah'a içtenlikle boyun eğen o
kimselere müjdele.
Onların
etleri ve kanları kesinlikle Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak, O'na,
sizden "Allah'ın koruması altına girme" ulaşır. Size
kılavuzluk ettiği üzere Allah'ı büyükleyesiniz diye, o büyükbaş
hayvanları, size işte böyle boyun eğdirdi [hiç değişmeden,
gelişmeden size boyun eğecek özelliklerde yarattı]. Ve iyilik,
güzellik üretenleri müjdele.
Şüphesiz
Allah, inanan kimseleri savunur. Şüphesiz Allah, aşırı hâin ve
son derece nankörlerin hiçbirini sevmez.(103/22, Hac/34-35, 37-38)
Onlara
iki Âdemoğlunun haberini de hakkıyla oku. Hani her ikisi birer
kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul
edilmemişti. O: "Seni kesinlikle öldüreceğim" dedi. Diğeri:
"Allah, yalnız Kendisinin koruması altına girmiş kişilerden
kabul eder. Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da, ben,
elimi, seni öldürmek için uzatacak değilim [ben, elimi seni
etkisiz kılmak için uzatırım]. Şüphesiz ben, âlemlerin Rabb'i
Allah'tan korkarım. Şüphesiz ben, isterim ki sen, beni öldürmen
nedeniyle oluşacak günahı ve kendi günahını yüklenip de
Ateş'in ashâbından olasın! Şirk koşarak, küfrederek yanlış
iş yapanların da cezası budur!" dedi.
Bunun
üzerine kurbanı kabul edilmeyenin egosu kendisine, kardeşini
öldürmeyi kolay gösterdi, sonra da onu öldürdü. Kendisi de
zarara uğrayanlardan oluverdi.
Sonra
Allah hemen ona kardeşinin cesedini nasıl gömmekte olduğunu
göstermek için toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. O,
"Yazıklar olsun bana, ben, şu karga gibi olmaklığımla âciz mi
oldum da kardeşimin cesedini gömüyorum." dedi. Sonra da pişman
olanlardan oldu.
İşte
bunun için Biz, İsrâîloğulları'na: "Şüphesiz her kim bir
zat veya yeryüzünde bozgunculuk karşılığı olmadan bir zatı
öldürürse artık bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de
bir zatın yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış
gibi olur" şeklinde farz kıldık. Ve kesinlikle onlara
elçilerimiz açık deliller ile geldiler. Sonra da şüphesiz
onların birçoğu, kesinlikle yeryüzünde aşırı davranan
kimselerdir. (112/5, Mâide/27-32)
RİVAYETLERDE KURBAN
Kurban
ile ilgili olarak Kütüb-ü Sitte'de [Altı Büyük Hadis
Kitabı'nda] 26 rivayet mevcuttur. Ama bunların çoğu aynı
rivayetin farklı kişiler tarafından nakledilmiş varyasyonlarıdır.
Bu rivayetlerin hepsinde konu edilen kurban ve kurban ile ilgili
bilgiler, hacda hacıların mükellef tutulduğu hedy'e [Hacda
hacıların hediye olarak kestiği hayvana] yöneliktir. Yoksa bayram
günlerinde hayvan kesmeye yönelik değildir.
Rivâyetlerin
ve tarihî belgelerin hiçbirinde, ne Mekke'de bu Sûrenin indiği
dönemlerde, ne de Medine'de hacc farz oluncaya kadar herhangi bir
kurban olayı anlatımı da söz konusu değildir. Yani Âyetler
indiği zaman Mekke'de peygamberimiz ve o günkü Müslümanlar
kurban kesme şeklinde bir ibadeti kesinlikle yapmamıştır.
Ayrıca
unutulmamalıdır ki mü'minler, sene de bir kez bayramla, törenle,
şölenle değil her an, toplumda kardeşliği, yardımlaşmayı ve
dayanışmayı pekiştirmek, sosyal adaletin tesisinde yardımcı
olmak, et alma imkânına sahip olmayanların et yeme imkânı
sağlamak, zenginlerde yardımlaşma ve paylaşma duygusunu sağlamak
ve uygulamak zorundadırlar.
Rüştü
Kam
[1]
Âyetin orijinalindeki sözcükler, "şu kuşluk vakti ve karanlığı
büsbütün bastırdığı zaman gece" anlamındadır. Burada da
mecâz anlamlar tercih edilmiştir.
[2]
Teknik nedenler ve anlam bilgisi gereği 88-89. âyetleri, Resmi
Mushaf'tan farklı tertip ettik.
[3]
Burada konu edilen olaylar, İbrâhîm ve İsmâîl'in değişik
hayat safhaları olup bunlar birbiri ardına hemen yaşanmış şeyler
değildir. Buradaki İslâmlaşmaları, Bakara/124-132′de konu
edilen olaylardır. Konunun tafsilatı için bkz. Tebyînu'l-Kur'ân.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder