Berlin
Büyükelçisi Sayın Hüseyin Avni Karslıoğlu 2012 iftarını
Rezidansın bahçesinde çadırda vermişti.
Sıra dışı eylemlere alışkın olmayan Berlinliler bu iftarı çok
konuştular. "Laiklik elden gidiyor.!" diyenler olduğu gibi,
göğüslerini kabarta kabarta "İşte bu!" diyenler de oldu.
Büyükelçi
Karslıoğlu, iftardan önce yaptığı konuşmada, birlik ve
beraberlik çağrısı yaptı. Bu çağrı ile hem Türkler
arasındaki farklılıkların hem de Alman tolumu arasındaki
farklılıkların altı çiziliyordu. Bütün bu farklılıklara
rağmen birlik ve beraberlik içinde olmak. Mutluluğun sırrı
Büyükelçi'ye göre birlik ve beraberlikte yatıyordu. Ramazan
ayı bir fırsattı ve iyi değerlendirilmeliydi.
"İslâm
dininin Kutsal Kitabı Kur'an bu ayda inmiştir, bu ay insanların
birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı bulduğu aydır, bu
ayda herkes birbirine saygılı olmak zorundadır. Bu saygı hem
Almanlar ve hem de Türkler için geçerlidir. Vesileler iyi
fırsatlar teşkil ediyor. Alevi'siyle Sünni'siyle, herkes
birbirinin kardeşidir ve hangi görüşten olursa olsun onlar benim
de kardeşimdir. Sizler nasıl sıkıntı çekiyorsanız, ben de aynı
sıkıntıları çekiyorum ben sizlerin dışında birisi değilim.
Burası sizin ikinci evinizdir, bir sığınaktır, her zaman
burasını sığınak olarak kullanabilirsiniz.
Bizi
bir arada tutan ortak değerlerimiz farklılıklarımızdan daha
fazladır. Bu fazlalıklar aynen Almanlar
için de geçerlidir. Farklılıklarımız işin güzelliğidir.
Güzelliklerimizle birlikte yaşamak varken ayırımcılığa ne
gerek var. Bizim köklerimiz Türkiye'dedir. Ancak burası da baba
vatanımızdır, benim de baba vatanımdır.
Burada
3,5 milyon Türkiye kökenli insanımız yaşıyor. Yabancı
düşmanlığı ve ayırımcılık sizlerin cesaretini kırmasın.
Bütün gücünüzle Alman toplumu içinde yer almaya çalışın. Bu
mücadeleyi birlikte yapalım, yılmayalım, yılgınlık
göstermeyelim. Almanya ile Türkiye arasında çok eskilere dayanan
dostluklar vardır, onları hatırlayalım. Demokrasi ve insan
hakları aramızdaki müştereklerimizdir. Aramızda diyalog ve
hoşgörü hâkim olmalıdır."
İftar
yemeğine geçildi. Oldukça zengin bir
menü vardı: Eller ilk önce İftariyeliklere uzandı (Pastırma,
beyaz peynir, kaşar peyniri, yeşil ve siyah zeytin, ceviz, badem,
kuru kayısı ve hurma). Soğuklar( Karışık kızartma, yaprak
sarma, dolma, patlıcan ezmesi, Antep ezmesi, börek çeşitleri,
cacık.)
Ana
yemekler( Kuzu tandır, tavuk sote, güveç, döner), garnitürler(
Pirinç pilavı, biberiyeli ve sarımsaklı patates), salatalar
(çoban salatası, fıstıklı ve parmesan peynirli roka salatası,
tatlılar( Güllaç, lokma ve baklava), mevsim meyveleriyle özenle
düzenlenmiş meyve büfesi, semaverde çay ve Türk kahvesi,
geleneksel kostümüyle şerbetçi. Harika bir menü ve harika bir
ambiyans.
Mercimek
çorbası servis olarak geldi masaya. Daha
sonra, açık büfeye geçildi. Kuyrukta hanımların eşik sohbetine
benzer sohbetlerle iftarın tadına varıldı. Bu arada dostlar
birbirlerine sarıldılar ve ayak üstü de olsa hasret giderdiler.
İşte Ramazan'ın bereketi burada. Karslıoğlu'nun konuşmasıyla
münasip düşen bir ortama şahit olduk bu iftarda. Ailevisiyle
Sünni'siyle, oruç tutanıyla, tutmayanıyla herkes birbiriyle
selamlaşıyor ve kucaklaşıyordu. Umarım Kançılarya'daki bu
birlik ruhu sokağa da, toplumlara da aynen hâkim olur.
Ancak gözüme çarpan bazı eksiklikleri de yazmadan geçemeyeceğim:
1-Semaverde
Türk çayı demlenmeliydi, Seylan çayı değil.
2-Türk
kahvesinin yanına su ve lokum mutlaka konulmalıydı.
3-Kur'an
Arapça olarak okundu ve Almanca olarak meali verildi, Türkçe
olarak da meali verilmeliydi. Programlarda
Türkçe' den taviz verilmemeli. Mesele herkesin anlaması değil,
sahip olunan değerlerin korunması olmalı. 2 dakika da Türkçe
meal biterdi. 2 dakika çok uzun zaman olmasa gerektir.
Rüştü Kam
Not:
Benim
için iftar yemeği o kadar da güzel başlamamıştı. Oturduğum
masada bir şehir magandasıyla
karşılaştım. Dernek çalışmaları yapan insanlar içinde öylesi
magandaya rastlanmaz. Bu maganda oraya nereden düşmüş bilmiyorum.
Belki de Elçilikte veya Konsoloslukta görevlidir. Selamün aleyküm
gençler diyerek oturdum yandaki masaya, iftar öncesi tanıdıklarla
sohbet etmek istedim. "Bu masa senin mi ki böyle pat diye
oturuyorsun?" diye kaba bir hitapla karşılaştım. Sanki,
başımdan aşağı kaynar su döküldü. Tanımam etmem. Kimdir,
neyin nesidir bilmem. Dam
başında saksağan vur beline kazmayı.
Masadaki diğer arkadaşlar ortamı yumuşatmaya çalışsa da ben
masayı terk etmeyi yeğledim.
İftara
yaklaşmışken,
sabırlı olmanın daha iyi olacağını düşündüm ve böylesine
kaba bir yaratığa cevap verme lüksüne girmedim. Masadan kalkıp
başka bir masaya gitmekle yetindim. "Oruçluyken
birisi size sataşırsa, ona oruçluyum ben deyin ve oradan
ayrılın."(H.Ş)
Ben de öyle yaptım, ama, hâlâ içim içimi kemiriyor.
Benim
oturduğum masaya sonradan Eğitim Ataşemiz Mustafa Çokyiğit
Bey geldiler de biraz rahatladım, eskilerden, eski yıllardan söz
ettik... İkinci kez Berlin'e geliyor. Nihayet uzun zaman sonra
Berlin Eğitim Ataşesi'ne kavuşmuş oldu. Önceden de Berlin'de
hizmet yaptığı için, Berlin'e yapılacak hizmetlerin neler
olduğunu çok iyi bilen bir bürokrat. Berlin için bir şans.
Aramıza hoş geldiniz Mustafa Çokyiğit Bey.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder