Benim alımlı, çalımlı, cilveli,
nazlı gelinim, ne kadar da albenili, ne kadar da güzelmişsin sen.
Ovalarınla, dağlarınla, ırmaklarınla, bağrında taşıdığın insanlara can
veren kan veren o kıymetli hazinelerinle ne kadar da çekiciymişsin,
samimiymişsin, candanmışsın, içtenmişsin sen. Ana diye bellediğim,
bağrına yaslandığımda huzur bulduğum güzeller güzeli Cennet Vatan’ım
benim. Minnettarım sana.
Şair, boşuna dememiş senin için;
“Bastığın yerleri ''toprak!'' diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki
binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın
uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda! Canı,
cananı, bütün varımı alsın da Hüda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada
cüda.”
Bizi ağırladın, kahrımızı çektin,
birikimlerini, değerli hazinelerini, o güzelim nimetlerini serdim
önümüze, ne kadar da özene bezene hazırlamışsın ikram sofranı, o çeyiz
sandığını, gözlerimiz kamaştı, keşke dedik keşke…
Kıskanmasına kıskanmadık da, içimiz
burkuldu. Kendimizi suçlu hissettik. Çeyiz sandığına göz diken
canilerle, zalimlerle, onların yerli işbirlikçileriyle, teröristlerle
mücadelende yalnız bıraktık seni, omuz omuza veremedik, destek olamadık
sana, keşkemiz ezikliğimizdendir. Utancımızdandır.
Bütün bu olup bitenlere,
vefasızlığımıza rağmen yine de bastın ya bağrına bizi, yine de emzirdin
ya kucağında sallayarak, ninni söyleyerek bizi. Mutlu ettin,
sevindirdin. Allah da seni mutlu etsin, çocuklarından, akrabalarından,
sevdiklerinden ayırmasın seni. Acıdan, tufandan, boradan, fırtınadan
uzak kılsın, namus düşmanlarından, ırz düşmanlarından, korsanların
zulmünden, kıymet bilmezlerin şerrinden, karanlık güçlerin şerrinden
uzak kılsın seni ana dediğim güzel vatanım benim.
Anavatan’a gidiyoruz
26 kişi ile çıktık yola, 50 seneden
beri resmi ziyaretler ve davetlerin dışında birlikte olamadığımız
Anavatan’a gidiyorduk, Anadolu’ya gidiyorduk. 1071’de yurt edinmiştik
oraları. Hepimiz sevinçliydik. On line çek in yapıldığı için,
kendilerini uyanık sanan, söz dinlemeyen iki kafadar verilen saatten
1,5 saat sonra geldiler Tegel Havaalanı’na. Havalarından da
geçilmiyordu.’Bakın biz sizden bir buçuk saat fazla uyuduk.’ diye.
Yanaştılar bavullarını vermek için şaltere. Hemen sonra başladılar sağa
sola telefon etmeye “Uçak kalkıyor ne olur hemen getirin pasaportu.”
Meğer çocuklarının pasaportunu evde bırakmış Oğuz ailesi. Ünal Oğuz ve
eşinden bahsediyorum. Recai Şentürk’e kızıyor Ünal, o söyledi bana ‘Geç
gitsek bir şey olmaz’ dedi… Akılsız başın cezasını ayaklar çekermiş,
boşuna söylememişler bu sözü. Havaalanında kaldı Oğuz ailesi. Sonraki
uçaktan yeni bir bilet alarak arkamızdan geldiler Adana’ya.
Adana 01
Plaka numarası bir olan şehirden
başladık Güneydoğu Adadolu turuna. Otelimiz eski Adana’daydı, hemen
çarşıyı pazarı turlamak için eşimle attık kendimizi dışarıya.
Gördüklerimiz, hissettiklerimiz bizi hayal kırıklığına uğrattı. Çarşı
perişan, pislik almış başını gidiyor. Yiyecekler açıkta satılıyor,
kabuklu ve kabuksuz, hepsi. Daracık ve bakımsız sokaklar. İnsanlar
kavruk, sanki hayatlarından bezmişler gibi, kadınların çok azının başı
açık, hedefsiz idealsiz gibi yürüyorlar sokakta.
Dalından taze koparılmış erik çarptı
gözümüze, 1 kilo aldık arkadaşlarımıza dağıtmak için. Adana kebap
tütüyordu burnumuzda, tur sorumlusu kardeşim Emin, akşam yemeğinde Adana
kebap olacağını önceden söylediği için iştahımızı akşama sakladık.
Ancak hayal kırıklığına uğradık. Salata çeşitlerine sözümüz yoktu ama,
kebap kebap değildi. Berlin’de bile biz o kebaptan daha lezzetlisini
yiyoruz. Karnımız aç olduğu için sesimizi çıkarmadık. Hatta kebabın
nasıl olduğunu sorduğunda, müessese sahibine ‘İyidir, severek yedik’
bile dedik.
Sakıp Sabancı Camii
Yemekten sonra yatsı namazını kılmak
için, Sakıp Sabancı Camii’ne gittik. Muhteşem bir cami. 28.000 kişi
namaz kılabiliyormuş camide, hocanın dediğine göre. Ancak hocanın
cemaatı yatsı namazında sadece 5 kişiydi. ‘Neden caminizde cemaat yok?’
şeklindeki sorumuza karşı hoca; cep telefonunu çıkardı ve kutlu doğum
haftasında yapılan programdaki kalabalığın resmini göstermekle yetindi
ve hızlıca bizden uzaklaşıp gitti. Hoca Trabzonlu.
Sabancı Merkez Camii 65.000 metrekare arsa üzerine yapılmış ve 1998 yılında hizmete açılmış. Caminin proje mimarı Necip Dinç.
28 bin kişinin namaz kılabileceği
Cami, son cemaat mahalliyle birlikte 6600 metrekareye yayılmış; 9 fil
ayağı üzerine oturuyor. Klasik Osmanlı mimarisi tarzında yapılmış. Genel
görünüm olarak Sultan Ahmet Camii’ne, iç mekân olarak Selimiye
Camii’ne benziyor.
4 yarım-kubbesi, 5 tam kubbesi, 32
metre çaplı ana kubbesi var. 6 da minaresi; bunlar 4 halife ve 4
mezhebe, İslam’ın 5 şartına, imanın 6 şartına karşılık gelmekteymiş. 32
metre çaplı ana kubbe 32 farza, avludaki 28 kubbe Kur'an’da adı geçen 28
peygambere, ana kubbedeki 40 pencere Hz. Muhammed bin Abdullah'ın
peygamber olduğu yaşa ve günlük kılınan 40 rekat namaza, 99 metrelik 4
minare Allah’ın 99 güzel ismine karşılık geliyormuş. Rehberimiz İmran
Ektiren böyle anlattı.
Taş Köprü
Daha sonra Taş Köprü’yü gördük.
Taşköprü Seyhan Nehri üzerinde, Adana şehir merkezinde, Batı (Seyhan)
ve Doğu (Yüreğir) yakalarını birleştiren, tarihi bir köprü. Roma dönemi
eseri. M.S. 384'de Mimar Auxentus tarafından yaptırılmış. Batı ucunda
Sabancı Merkez Camii, doğu ucunda ise HiltonSA oteli bulunmakta. Yani,
Sabancı nehre damgasını vurmuş. Aslı 21 gözlü olan köprü, Seyhan
Nehri'nin ıslahı sırasında 7 gözünün toprak altında kalmasıyla 14 gözlü
olarak hizmet veriyor. Köprü araç trafiğine kapatılmış ve sadece
yayaların hizmetine sunulmuş.
Köprüden baktığımızda manzara o
kadar etkileyiciydi ki, oradan ayrılmak istemedik. Bu etkileyici
manzaranın oluşmasında Sabancı Camii’nin etkisi büyük. Mızrak gibi
gökyüzüne doğru süzülen minareleri pırıl pırıl. 15 dakikalık zaman
verildi fotoğraf çekmek için, biz o zamanı 40 dakikaya çıkardık. Seyhan
nehri üzerindeydik ve ilk defa deklanşörlere basıyorduk. Bizimki
fotoğraf çekmek değil biraz da özlem gidermekti sanki.
Seyhan Irmağı
Seyhan Irmağı Akdeniz’e dökülen en
büyük ırmak. Seyhan adı, Orta Asya’daki Seyhun Irmağı’nın anısını
yaşatmak amacıyla Anadolu’ya göçlerle gelen Türkler tarafından verilmiş.
Seyhan Irmağı‘nın uzunluğu 560 km.
Elektrik üretiminin yanı sıra
tarımsal sulamada da kullanılan Seyhan Irmağı büyük ekonomik öneme
sahip. Seyhan Irmağı, Çukurova’da üretilen pamuk tarımı için yaşamsal
önem taşıyor. Yetiştirilme sürecinde çok su isteyen pamuk üretiminde,
Seyhan Irmağı’nın suları kullanılmakta. Pamuğun yanında Çukurova’da
üretilen diğer tarım ürünlerinin sulamasında da Seyhan Irmağı’ndan
yararlanılıyor. Yaz aylarında suları çekilen Seyhan Irmağı, ilkbahar
aylarında en yüksek debisine ulaşırmış.
Kısa bir şehir turunun ardından
otelimize gittik. Sabah 06.00 da kalkılacak, kahvaltıdan hemen sonra
07.00 de yola çıkılacaktı. Tur sorumlusu Emin kardeşimiz öyle söyledi.
Emin Oruç tur sorumlusudur. İmran Ektiren’le sınıf arkadaşıymış
üniversitede.
Tarsus/Mersin
Ashab-ı Kehf, Danyal Peygamber’in
türbesi, Şahmeran ve Aziz Paul’un kilisesi ve kuyusu ziyaret edilecek
önemli yerlerden bazılarıdır diye bilgi verdi rehberimiz. Rehberimiz
Mardin’lidir. Turizm ve rehberlik okumuş üniversitede. Adı İmran
Ektiren. Tarihi mekanları, yorum katmadan anlatmaya çalşıyordu.
İnsanları yönlendirmek için bir gayretin içine girmeye çalışmadı.
Tarafsızlığını korumaya çalıştı gezi süresince. Birkaç kez ‘Allah razı
olsun Avrupa Birliği’nden.’ dese de yapılan yapıcı ikazı haklı buldu ve
bir daha tarafsızlıktan ayrılmadı.
Ashab-ı Kehf’in yattığı yer yamacın
bağrında. Çok güzel korunmuş, pırıl pırıl bir mekan beklentimiz vardı.
Beklentimizi tamamen karşılamasa bile benzer yerlerle kıyasladığımız
zaman idare eder diyebileceğimiz bir ziyaret merkezi Ashab-ı Kehf.
Mağarada bidat ve hurafeler eksik değil. Bilhassa bayanlar ellerini,
yüzlerini taşlara sürüyorlar, gruplar halinde Yasin okuyanlar ve amin
diyerek okuyuculara katılanlar var.
Yokuşun dibinde satıcılar vardı. Bağ yaprağından, zahterinden, dut ve eriğe kadar turfanda satıyorlar. Yine elimiz eriğe gitti.
Ashab-ı Kehf
Mağara arkadaşları manasına gelen
Ashab-ı Kehf efsanesinden Kur'an’da Kehf Suresi'nin 9 ila 26.
ayetlerinde bahsedilir. Zalime karşı direnen, adaletsizliğe isyan eden 7
gencin hikayesidir Ashab-ı Kehf’in Hikayesi şöyle:
Hikâyeye göre Ashab-ı Kehf, bugün
yeri konusunda çeşitli rivayetler bulunan Romalılar döneminde Efsûs
şehrinde yaşıyorlar. Bunlardan altısı sarayda görevli, hükümdara yakın
kimseler ve hükümdarın müşavere heyetinde. Onun sağında ve solunda
bulunuyorlar. Sağındakiler Yemliha, Mekselina ve Mislina. Bunlara
“Ashab-ı Yemin” denmiş. Hükümdarın solunda bulunanlar ise, Mernuş,
Debernuş ve Şazenuş. Bunlara da “Ashab-ı Yesar” denmiş.
Roma imparatoru Dokyanus (249-251).
Putperesttir ve zalim biridir. Putperestliği kabul etmeyip tevhid
inancını seçenleri öldürür. Tevhid inancına sahip insanlardan kendi
sarayında da vardır, hem de en yakınlarıdır bunlar. Bir ihbar üzerine
saraydaki putperest olmayan gençleri öğrenir. Önce onları çağırıp tehdit
eder, onlar bu tehdide boyun eğmezler, aksine İmparator Dokyanus’u da
inançlarına davet ederler. İmparator şaşkınlık içindedir, beklemediği
bir tepki ile karşılaşır. Onlara inançlarından vazgeçerek yeniden
putperestliğe dönmeleri için zaman tanır.
Gençler başlarına gelecekleri tahmin
ettiklerinden dolayı bu süreyi fırsata çevirirler ve bir süre sonra
güçlenip, fırsatları kollayarak, planlı bir şekilde inançlarını yaymak
ve zalim İmparatordan halkı kurtarmak düşüncesiyle tekrar dönmek üzere
şehri terk ederler.
Yolda onlara kendileriyle aynı
inancı paylaşan Kefeştetayyuş ismindeki bir çoban da katılır ve sayıları
yediye ulaşır. Ayrıca çobanın köpeği (Kıtmir) de onlarla gelir.
Takip edildiklerinden emin oldukları
için olabildiğince kısa zaman içinde kendilerini güvende
hissedebilecekleri bir yere saklanmak isterler. Ortalık yatıştıktan
sonra yollarına devam etmek için, yöreyi iyi tanıyan çobanın teklifine
uyarak, gösterdiği bir mağaraya sığınırlar. Bu mağara Efsus’tadır.
Bugünkü adı Tarsus’tur o şehrin.
Mağarada dua ederek Allah’tan yardım
dilerler. Kehf Suresi’nde Allah onların dualarını şu şekilde ifadeye
koyar: “Yoksa sen mağara arkadaşlarını ve yazma nüshalarını
ayetlerimizden şaşılacak bir olay mı sandın? Hani, o gençler mağaraya
sığındıkları zaman, "Ey Rabbimiz!" demişlerdi, "Bize katından bir rahmet
bahşet; ve içinde bulunduğumuz (harici) şartlar ne olursa olsun bizi
doğruluk bilinciyle donat!"
Tahmin ettikleri gibi, İmparator,
onların peşini bırakmaz. Arkalarından Efsûs’a gelir ve onların
sığındıkları mağarayı öğrenir. Adamlarıyla mağaraya kadar gider ve
mağaranın ağzını duvarla kapattırır. Maksadı onları orada aç susuz
bırakıp canlı canlı öldürmektir…
Devam edecek
Rüştü Kam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder