Ne mutlu insanlığın mutluluğu ve
Allah’ın tarihteki yürüyüşünü gerçekleştirmek için yaşadığı toplumu terk
edip mücadele edenlere. Onlar korkak birer kaçak değil, imkânını
bulduklarında, tıpkı Peygamber’in Mekke’nin kalbine dönmesi gibi, içinde
yaşadıkları topluma dönüp ıslah için mücadele edecek olan
kahramanlardır.
Ashâb-ı Kehf’in kötülükle dolmuş
dünyayı, işgal edilen memleket topraklarını terk ederek dağlara,
mağaralara çekilen direnişçi grupların sembol ismi olduğu anlaşılıyor.
Gençler kötülüklerin ve zulmün egemen olduğu dünyaya ve bu şartların
oluşturduğu düzene teslim olmayacaklarını ifade etmektedirler.
Sure şöyle devam eder
“Biz de bunun üzerine mağarada
onların kulaklarını yıllarca dış dünyaya kapalı tuttuk ve sonra onları
uyandırdık, ki mağarada geçen sürenin iki bakış açısından hangisiyle
daha iyi değerlendirildiğini insanlara gösterelim.
Şimdi onların kıssasını bütün
gerçeğiyle sana anlatacağız. Onlar gerçekten de Rablerine yürekten
inanan yiğit gençlerdi; ve biz de kendilerini doğru yolda derin bir
bilinç ve duyarlıkla güçlendirmiş, kalplerini pekiştirmiştik; öyle ki,
doğrulup birbirlerine:
"Rabbimiz göklerin ve yerin
Rabb’idir", demişlerdi "Biz asla O'ndan başkasına yalvarıp
yakarmayacağız, çünkü böyle bir şey yaparsak çok çirkin bir şey dile
getirmiş oluruz! "Şu bizim halkımız var ya, işte onlar tuttular O’ndan
başka tanrılar edindiler. Onların tanrı olduklarına dair açık delil
getirmeleri gerekmez miydi?
Uydurduğu yalanı Allah’a mal edenden
daha zalim kim olabilir ki?" Bunun içindir ki, şimdi siz onlardan da,
onların Allah'tan başka tapındıkları bütün o asılsız şeylerden de
uzaklaşıp şu mağaraya sığının ki, Rabbiniz rahmetini size ulaştırsın ve
sizi durumunuza göre ruhlarınızın ihtiyaç duyabileceği şeylerle
donatsın!"
Ve yıllarca güneşin, doğarken
onların mağarasını sağ yandan yalayıp geçtiğini, batarken de onlara
dokunmadan sol yandan geçip gittiğini ve onların, mağaranın genişçe bir
odasında bulunduğunu görürdün: Rabb’inin alametlerinden biriydi bu;
Allah kime yol gösterirse doğru yolu bulan odur ve kimi de sapıklık
içinde bıraksa, artık onun için doğru yolu gösteren bir dost, bir
koruyucu bulamazsın.
Uykuda oldukları halde sen onları
uyanık sanırdın. Öyle ki, Biz onları bir sağa çeviriyorduk, bir sola; ve
köpekleri de eşikte ön ayaklarını uzatıp uyuyakalmıştı. Onlara bu
halleriyle rastlamış olsaydın arkanı dönüp kaçardın; onlardan yana için
korkuyla dolardı.
İşte, onları nasıl uyuttuysak öylece
de uyandırdık. Derken aralarında konuşmaya başladılar. Birisi: "Ne
kadar uykuda kaldınız?" diye sorunca bazıları: "Bir gün, belki bir
günden de az!" diye cevap verdiler. Diğerleri de: "Uykuda ne kadar
kaldığınızı tam tamına ancak Rabb’iniz bilir." dediler. "Siz onu bırakın
da, açlığımızı gidermeye bakalım. Şu akçeyi verip içinizden birini
şehre gönderin de baksın hangi yiyecek daha hoş ve helâl ise ondan size
azık tedarik etsin." "Bir de gayet nazik ve tedbirli davransın,
varlığınızı ve bulunduğunuz yeri sakın hiç kimseye hissettirmesin."
"Çünkü onlar sizi ellerine geçirirlerse ya taşa tutar, ya da kendi
dinlerine döndürürler, bu takdirde de ebediyen felah bulamazsınız."
Çünkü, bakın, sizin varlığınızı
öğrenirlerse ya sizi taşlayarak öldürürler ya da zor altında sizi kendi
dinlerine döndürürler ki, bu durumda, bir daha asla kurtulamazsınız!"
Fakat bizim takdirimiz başka idi.
Nasıl onları uyutup sonra uyandırdıksa, aynı şekilde öbür kullarımızı da
Ashab-ı Kehf’in durumundan haberdar ettik ki, Allah’ın haşir vaadinin
gerçeğin ta kendisi olup hakkında hiçbir şüphe olmayacağını onlar da
anlasınlar. Derken onları bulan halk, kendi aralarında onlar hakkında ne
yapacaklarını tartışmaya girişti.
Bazıları: "Onların anısına bir anıt
dikin, biz gerçek durumlarını anlayamadık, onların Rabb’i hallerini pek
iyi bilir" derken, görüşleri ağır basan mü’minler ise: "Mutlaka onların
yanı başlarına bir mescid yapacağız." dediler.
Fakat bizim takdirimiz başka idi.
Nasıl onları uyutup sonra uyandırdıksa, aynı şekilde öbür kullarımızı da
Ashâb-ı Kehf’in durumundan haberdar ettik ki, Allah’ın haşir vaadinin
gerçeğin ta kendisi olup hakkında hiçbir şüphe olmayacağını onlar da
anlasınlar. Derken onları bulan halk, kendi aralarında onlar hakkında ne
yapacaklarını tartışmaya girişti.
Hiçbir şey için, "Ben bunu yarın
kesinlikle yapacağım." deme. Bunu ancak "Eğer Allah dilerse" sözcüğüyle
birlikte söyle. Ve bunu unutursan hatırladığın zaman Rabb’ini anarak de
ki: "Umarım ki Rabbim beni doğru olana bundan daha yakın olan bir bilgi
ve duyarlık düzeyine eriştirir!"
Ve bazıları, onların mağaralarında üç yüz yıl kaldığını ileri sürüyor ve kimileri de bu sayıya dokuz yıl daha ekliyorlar.
De ki: "Onların orada ne kadar
kaldığını en iyi Allah bilir. Göklerin ve yerin gizli gerçekleri
yalnızca O'nun elindedir; O ne eşsiz bir görücü, ne eşsiz bir
işiticidir! Onların O'ndan başka koruyucusu, kayırıcısı yoktur; çünkü O
hükmünde kimseyi kendine ortak tutmaz!"
Evet, Kur’an’da hikaye edildiği
gibi, karınları acıktığı için, Yemliha’yı şehre gönderirler. Yemliha,
şehre geldiğinde çok değişmiş bir şehir bulur. Elindeki para da çok eski
bir paradır, tedavülde değildir. Anlattıklarından şüphelenen dükkân
sahipleri onu, o zamanın hükümdarına götürürler. İnanca göre bu hükümdar
gençlerin dinindendir. Başlarından geçenleri bir de hükümdara anlatır.
Sorgulamadan sonra, Yemliha alışverişten döner ve başından geçenleri
arkadaşlarına anlatır. Sonrasında çok geçmeden hepsi Hakkın rahmetine
kavuşurlar. İşte Ashab-ı Kehf denilen mekan bu hikayenin geçtiği
mekandır. Tarsus’a yolu düşenler bu mekâna mutlaka uğramalıdırlar.
Hikayenin bir başka yorumu da şöyledir
Mağara arkadaşları dünyada süre
gelen haksızlıklara boyun eğmeyeceklerini açık bir söylemle dile
getirmişler, tepki görünce de içinde yaşadıkları çağın zulmüne karşı
açık bir şekilde başkaldırmışlardır. Böylece yılarca herhangi bir haber
almadan dış dünyada olup bitenlerden habersiz dağlarda yaşamışlardır.
Bir süre sonra dış dünyaya dönerek bir direniş hareketi başlatmaya karar
verirler. Buradaki kritik soru şudur: Yılarca dış dünyadan habersiz
yaşatılmalarında Allah’ın muradı ne olabilir? “İstiyorduk ki, zaman
zaman böyle dünyadan dışlanıldığında, üzerinden zaman geçtiğinde,
tarihin ve çağın gerisinde kalma durumuyla karşılaşıldığında yeniden
nasıl başlanacak, tekrar hayata, tarihe, topluma, zamana, mekana ve çağa
dönüş hangi yöntemlerle gerçekleşecek görsünler. Dünyadan kopmanın
nelere mal olduğunu anlasınlar. Hayatın ve olayların içinde olmakla,
dışında kalmak nasıl bir fark yaratıyor iyi hesaplasınlar. Zulüm ve
kötülük dolmuş bir dünyaya teslim olmayı reddedip kopmak ile bilfiil
hayatın içinde bulunmak sorumluluğu arasındaki denge nasıl kurulacak
bunu görsünler”(Direniş Teolojisi, İlhami Güler, s:84)
Sure mağarada kaç yıl kalındığı
üzerinde durmuyor. Zira bunun anlatılmak istenen konu ve verilmek
istenen mesaj açısından hiçbir önemi yoktur. Amaç tarihin, hayatın
dışında kendi mağarasında yaşayanlara dış dünya ile aralarında olan
mesafeyi göstermektir.
Mağara arkadaşları adeta şöyle
demektedirler: İçinde bulunduğumuz toplum gerçekleri bırakıp sahte
ilahlara tapınmaya başladı veya ülkemiz işgal edildi. İçeride kalarak bu
işgalle mücadele etmenin imkanları tükendi. Bu durumda yapacağımız tek
seçenek, yeniden güç kuvvet toplayıncaya kadar buraları terk etmektir.
Yapılan, toplumdaki ahlaksızlıklara isyan eden gençlerin dağlara
çıkmasından ibarettir.
Aslına bakılırsa mağara arkadaşları,
toplumlarının içine düştüğü küfür ve şirk söyleminden dolayı, içinde
yaşadıkları toplumu terk edip dağlara yerleşen bütün hanif insanları
sembolize etmektedir. Diğer bir deyişle Mağara arkadaşları yıllarca
dağlarda sadece Allah’la baş başa kalan muvahhitleri temsil etmektedir.
Sözü edilen kişiler mağarada sürekli
uyumamışlardır. Burada uyumaktan kastedilen dünyada olup bitenlerden
yıllarca habersiz oluşlarıdır. Mağara arkadaşları eve dönmeye karar
verdiklerinde gerçek dünya ile yaşadıkları dünya arasındaki farkla hemen
yüzleşirler (alışveriş olayı) ve yıllarca gerçek hayattan çekilmiş
olmanın yarattığı yabancılaşma duygusunu yaşarlar.
Mağara arkadaşları mağarada sadece
uyumamışlardır. “Lebi su” ifadesi analiz edildiğinde, bu ifadenin
sadece uyudular değil, içinde uyumanın da olduğu bir süre geçirdiler
anlamına geldiği görülür.
Sonuç olarak Ashab-ı Kehf’in
kötülükle dolmuş dünyayı, işgal edilen memleket topraklarını terk ederek
dağlara, mağaralara çekilen direnişçi grupların sembol ismi olduğu
anlaşılıyor. Kıssada sonraki çağların insanlarına esaslı mesajlar
verilmektedir.
Öyle görünüyor ki bu mesajları üç maddede toplamamız mümkündür:
Öyle görünüyor ki bu mesajları üç maddede toplamamız mümkündür:
1-Zulüm ve kötülüklerle dolmuş bir dünyaya teslim olmamak, işgallere direnmek, bunun için gerekirse dağlara çekilmek gerekir.
2- Zulmün ve kötülüğün inşa ettiği
bir dünyaya yıllar sonra tekrar dönüldüğünde, yeni hayatın
atardamarlarına girerek içten içe bir uyanış hareketi başlatmak gerekir.
Dünya kötülere zalimlere bırakılamaz. Şehirler sonsuza kadar da terk
edilemez.
3- Üzerinden ne kadar zaman geçerse
geçsin, üzerine ölü toprağı serpilmiş bir halkın, çağın, uygarlığın veya
devrin uyanması, dirilmesi, işgale uğramış bir toprağın tekrar
kurtarılması mümkündür. Bunun gibi dünyada kim olursa olsun, kötüler ne
kadar azarsa azsın dünya hayatı ne kadar sürerse sürsün nihayet bir gün
yaratılışında yenilenmesi, mezardaki ölülerin bile hesaba çekilmek için
diriltilmesi de aynı şekilde mümkündür. Çünkü yaşatan ve öldüren
Allah’tır. Allah tarihin tüm yelpazesindedir. Allah hesaba katılmaksızın
tarih yapılamaz. Bu dünyanın bir sahibi vardır. Size düşen her ne
şartla olursa olsun kötülüğe ve zulme direnmek, hak ve adaleti
yükseltmek ve ister şehirde, ister dağda daima ’O’nun ile olmak’ tır.”
(İhsan Eliaçık)
Bu yorumlarda katılmadığımız yerler olabilir. Ancak bu farklı ve özgün yorumları boğarak ölüme mahkum etmemek gerekir.
Sonuç olarak;
1-İnsan zaman zaman içinde yaşadığı toplumun içine düştüğü derin krizlerle savaşma imkânını yitirebilir.
2- Bunun için Kur’an o toplumdan uzaklaşıp dağlara çekilmeyi bir imkân olarak önümüze koyuyor.
3- Ancak bu ilânihaye verilmiş bir
ruhsat değildir. Nitekim mağara arkadaşlarının yeniden topluma dönmeleri
bunu göstermektedir.
4- O halde toplumsal sorunlardan kendini sıyırarak dağlarda zahit hayatı yaşamak bir mücadele biçimi değil, kaçıştır.
5- Modern devrimcilerin önemli bir kısmı, belirli bir süreçte toplumlarını terk ederek sürgün hayatı yaşamışlardır.
6- Dağ metaforunun yozlaşmış bir toplumu değiştirmek için sığınılacak, arınılacak bir sembol olarak düşünülmesi ilginçtir.
7- Peygamberimizin de içinde
yaşadığı toplumun anlayışından içi sıkıldığı anlarda dağa çıkması,
kendini toplumun kirli ilişkilerinden korumak için mağaraya sığınması,
dağın özgürlük arayışlarında ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu
açıdan bakıldığında Hz. Peygamber’in vahyi bir mağarada alması ne kadar
da anlamlıdır.
8- Unutmamak gerekir ki, Hz.
Peygamber gerekli donanımı sağladığı anda Mekke’nin kalbine inerek
devrimci faaliyetine hemen başlamıştır.
9- “Bu kıssa varoluşun iki kutbu
olan hayat ve ölümün mahiyetine dikkat çeker. ‘Bozulmuş bir toplum
içinde direnerek mi yaşamalı, yoksa toplumu terk mi etmeli?’ sorusuna
cevap teşkil eder . Zımnen der ki: İmanı yaşayacak bir mağaralık yeriniz
varsa korkmayın!”(Mustafa İslamoğlu, Kur’an Surelerinin Kimliği, Kehf
Suresi bölümü)
Ne mutlu insanlığın mutluluğu ve
Allah’ın tarihteki yürüyüşünü gerçekleştirmek için yaşadığı toplumu terk
edip mücadele edenlere. Onlar korkak birer kaçak değil, imkânını
bulduklarında, tıpkı Peygamber’in Mekke’nin kalbine dönmesi gibi, içinde
yaşadıkları topluma dönüp ıslah için mücadele edecek olan
kahramanlardır.
Ashâb-ı Kehf’in kötülükle dolmuş
dünyayı, işgal edilen memleket topraklarını terk ederek dağlara,
mağaralara çekilen direnişçi grupların sembol ismi olduğu anlaşılıyor.
Gençler kötülüklerin ve zulmün egemen olduğu dünyaya ve bu şartların
oluşturduğu düzene teslim olmayacaklarını ifade etmektedirler.
Kehf Suresi’nin 9. ve 10. ayeti
tekrar okunduğunda gerçek anlaşılacaktır: “Yoksa sen mağara
arkadaşlarını ve yazma nüshalarını ayetlerimizden şaşılacak bir olay mı
sandın? “Hani o gençler mağaraya çekilmişler ve şöyle demişlerdi: “Ey
Rabbimiz, üzerimizden sevgi ve merhametimizi eksik etme ve içinde
bulunduğumuz şartlarda bizi doğruluktan ayırma.”
Devam edecek
Rüştü Kam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder