Berlin’den çıktığımda hava
yağmurluydu, 10 metre ötesini göremiyordum. İlk hedefim Bosna Hersek.
Yanımda eşim var. Gece Avusturya’da konakladım. Hiç yapmadığım bir işi
yaptım; arabada yattım. Konaklama yerleri nedense doluydu. 3 saat
uyumuşum. Eşimin hazırladığı yolluklarla açık havada güzel bir kahvaltı
yaptık. Park alanında Avusturyalılardan daha çok Çekler ve Slovaklar
vardı. Onlar da bizim gibi kahvaltı yapıyorlardı, yeni evli bir çift
vardı kahvaltı yapan, seyre daldık onları. Lokmaları kendileri yemek
yerine birbirlerine ikram ediyorlardı. Ne kadar da mutlular. Bu arada
biz de birer lokma da olsa birbirimize ikram ettik. Her şey gençlikte
güzel.
Öğleye doğru Bosna Hersek’e giriş
yaptık. Biraz ilerde savaştan kaldığı belli olan bir ev var,
kurşunlanmış, delik deşik, misafirlerini gözyaşlarıyla karşılıyor.
Teselli etmeye çalıştık çektiğimiz fotoğraflarla ve sonra vedalaştık.
Yol kenarlarında satıcılar var. Tarlada yetiştirdikleri ürünlerini
satıyorlar.
Saraybosna’ya yaklaştığımızda yolun
kapalı olduğunu öğrendik. Kuyruk 4 km. civarındaymış, çaresiz bekledik.
Yağmur yağınca, dağ yamaçlarından sel olarak akıyor ve önüne kattığı
dallar ve topraklarla yolu kapatıyormuş, o sırada yoldan geçiyor
olmamalısınız yoksa siz de sele kapılabilirsiniz. Yağmurdan sonra,
kepçeler imdada yetişiyor ve yolları açıyorlar.
Yaklaşık 3 saatimiz yolun açılmasını
beklemekle geçti. Saraybosna’ya akşam saatlerinde ulaştık. Yolun
sağında ve solunda gördüğümüz binaların çoğun kurşun yaralarını daha
sarmamış, delik deşik görünüyorlar. Sonradan öğrendiğimize göre bazı
binalar özellikle o halde bırakılmış, tamir edilmemiş. Savaşın acı
yüzünü göstermek için bu şekilde bırakılmış olmalı diye düşündük.
Konaklayacağımız pansiyon önceden
oğlum Hureyre tarafından kiralanmıştı. Dilruba ile birlikte bir program
çerçevesinde gitmişti o Saraybosna’ya. Pansiyonu bulmak zor olmadı,
navigasyon yardım etti. Ev sahibimiz ve sahibemiz çok sıcak karşıladılar
bizi, odalarımızı gösterdiler ve hemen sonra Osmanlı kahvesi ikram
olarak geldi odamıza. Yanında lokum ve su vardı. İnanın duygulandım.
Ha-ber. com ’un sayfasında yaza yaza kalemimde neredeyse mürekkep
kalmadı dersem abartmış olmam; buna rağmen Berlin restoranlarında
hatırlatmalarımızı dikkate alan olmadı. Değil restoranlar
Büyükelçiliğimiz ve Başkonsolosluğumuz bile dikkate almadı. Oysa bu
kurumların mensupları bir anlamada kültür elçilerimizdir.
Derken ezanlar okunmaya başlandı,
bir anda Türkiye’ye gelmiş olduğumuzu düşündük. Duygulandık. Bir Avrupa
Ülkesi’nde ezanlar okunuyor ve birbirine karışıyor, o oradan bu buradan
ne güzel bir harmoni. Oturup ezanın bitmesini bekledik. Sonra da hemen
attık kendimizi dışarıya. Başçarşı’ya yürüme sadece 5 dakika mesafede
kaldığımız pansiyon. Baş çarşının girişinde Osmanlı Sebil’i var,
ahşaptan yapılmış. Herkes orada fonograf çekiliyor. Biz de öyle yaptık.
Sonra daldık çarşıya hedefimizde Boşnak böreği var. ‘En leziz böreği
nerede yiyebiliriz?’ diye sorduk hemen gördüğümüz ilk dükkâna, tebessümü
yüzünden eksik olmayan genç delikanlı(Nedim) dışarıya çıkarak gösterdi o
böreği yiyebileceğimiz börekçiyi. Gerçekten leziz, biraz fazla
kaçırdık galiba.
Başçarşı’yı başladık adımlamaya, çok
kalabalık, iğne atsanız yere düşmez derler ya, bu söz, işte tam burası
için söylenmiş olmalı. Osmanlı’dan kalma bir çarşı burası. Olduğu gibi
korunmuş. Parke taşlarına varıncaya kadar korunmuş. Esnafla Türkçe
konuşarak anlaşabiliyorsunuz. Başörtülü Boşnak kızları var tezgâhların
başında. Buyurun diyorlar. Haşlanmış mısırdan hediyelik eşyaya kadar ne
arasan bulabilirsin. Gece geç saate kadar cıvıl cıvıl çarşı. Anlatılmaz
ki, görülmesi lazım.
Pansiyon sahibi El-Vedud çok cana
yakın, Müslümanları özellikle de Türkleri çok seviyor. Sabah Türkçe
konuşan bir rehber bulmak için seyahat acentesine gittik. Rehber için
günlüğüne 100 € istediler. El-Vedud bu parayı çok buldu ve kendisi bize
rehber olabileceğini söyledi. Bildiği Türkçe kelime 20 yi geçmiyor.
Benim bildiğim İngilizce kelime de 20 den fazla değil. Kabul ettim.
Dreksiyona El-Vedud geçti, bana güvenin dedi. Önce Aliya İzzet Begoviç
müzesi, mezarı, Şehitlik ve Tünel, daha sonra Travnik sonra Mostar
oradan Tekke ve Saraybosna. Mostar’da Ömer Özsoy ve öğrencileriyle
buluştuk, birlikte kahvaltı yaptık ve onları Frankfurt’a yolcu ettik.
Devam edecek
Rüştü Kam