11 Mayıs 2015 Pazartesi

Almanya’da Türk izleri

Geçmişi unutarak gelecekte mutluluk içinde yaşamak mümkün değil. Mehmet Akif Ersoy bu durumu şu şekilde özetler: “Tarih tekerrürden ibarettir dereler, ibret alınsaydı hiç tekerrür mü ederdi.”
Almanya’da Türk izleri
 
Almanya’da Türk izleri

Geçmişi unutarak gelecekte mutluluk içinde yaşamak mümkün değil. Mehmet Akif Ersoy bu durumu şu şekilde özetler: “Tarih tekerrürden ibarettir dereler, ibret alınsaydı hiç tekerrür mü ederdi.”

Latif çelik Almanya’daki Türk izlerinin peşinden yılmadan usanmadan giden bir tarihçi. Topladığı bilgileri, fotoğrafları, derlediği kayıt dokümanlarını yıllar sonra bir kitapta toplamayı başarmış. Bu eserinde bu güne kadar bilinmeyen gerçekleri, Türk-Alman ilişkilerini derinden etkileyecek bulguları gün ışığına çıkarmış. Eserin adı “Almanya’da Türk İzleri”. Kitap çoğu okuyucu için oldukça fazla yeni bilgiler içermektedir. Kitabının ikinci versiyonuyla ilgili hazırlıklara da başlamış Latif Çelik. Yeni eserin adı “Türkiye’deki Alman İzleri” olacakmış.

Dr. Latif Celik ile Viyana Kuşatması sonunda Avusturya ve Almanya içlerine kadar getirilen binlerce Türk esir hakkında konuştuk. Bu esirlerin çoğunun vaftiz edilerek Hristiyanlaştırıldığından bahseden çelik bir kısmının da tarihin tozlu sayfaları arasında yerlerini aldıklarını söylüyor:

Goethe’nin soyunun Türk olduğunu söylüyorsunuz bu ne kadar doğrudur?

Çelik:Almanya aristokrasisinin içinde önemli bir yeri olan Soldan Holding’in patronu Felix Soldan’ın soyu Selçuklulara dayanmaktadır. Felix Soldan’ın anlattığına göre Soldan ailesinin soyu 1279 yılına kadar gitmektedir. Soldanların atası tıp yüzbaşısı “Sadık Selim Sultan”, Halep yakınlarında Haçlılar ile Selçuklular arasında yaşanan savaşta esir düşer. 40 arkadaşıyla birlikte Beyrut, Kıbrıs, Cenova derken sonra Almanya’ya getirilir. Selim, burada esaretin bedelini Alman ordusuna hizmet vererek öder. Zamanla din değiştirir ve ‘Sultan’ ismi ‘Soldan’ olur. Zaman içerisinde Ailenin Almanya’da büyüyen kolları bu ülkede giderek etkin bir güç hâline gelmeye başlar. Hatta Hristiyanlıkta reform yapan Martin Luther’i destekleyenlerin arasında bu aileden bir kol bile vardır. Ailenin diğer bağı ise ünlü şair-yazar Goethe’ye kadar uzanır.
Goethe'nin anne tarafından esir bir Türke dayandığı bilgisi örneğin bu etkinin boyutları hakkında yeterli işaretler veriyor. Büyük Alman şairin anne tarafının “Sadık Selim Sultan” adında bir Selçuklu beyine dayandığını ortaya çıkaran Prof. Robert Sommer, “Familien Forschung und Vererbungslehre” (Secere Araştırmaları ve Soy Bilimi) kitabında Goethe'nin Türk dedesi hakkında şu bilgileri veriyor; Goethe’nin annesinin kökeni Soldan ailesindendir. “Soldan ailesinin geçmişi 14. yy'a kadar uzanır. Ailenin isim babası, haçlı seferleri sırasında Kont Lechmotir tarafından yakalanan bir Türk subayı; “Sadık Selim Sultan” dır. Cesareti ve heybeti sayesinde Kont Lechmotir'in gözüne giren “Sadık Selim Sultan” kısa zamanda önemli mevkilere yükselir. Bir rivayete göre Kont, Selim Sultan'ı 1305 yılında vaftiz ettirir ve ona “Johann Soltan” adını verir. Kont'un Sultan'a duyduğu sevgi o kadar büyüktür ki bu kadarla yetinmez ve ona bir Türk arması hediye eder. Soltan Rebecka Dohlerin'le evlenir ve bu evlilikten üç erkek çocuk dünyaya gelir. Bu aileden gelen bireylerin 19. yy'ın sonlarına kadar Hessen eyaletinde de yaşadıkları bilinmektedir”.
Kontun hediye ettiği armada, bir elinde kılıç, diğer elinde ok tutan sarıklı bir Türk slüeti bulunuyor. Bir aile mirası olarak nesilden nesile taşınan armayı, Soldan ailesinin soyundan gelen avukat Hans Soldan da avukatlık bürosunun amblemi olarak kullanmış.



İkinci Viyana kuşatması sonrasında esir alınan Müslüman Türk kızlarına neler oldu?

Çelik:Bu güne kadar esir kızlardan kiliselerden elde ettiğim bilgilere göre ancak 100 kişinin hikâyesine ulaşabildim. Alman Tarihçiler Birliği Başkanı Prof. Dr. Harmut Heller bu esir kızların 700’üne ait belgelerini elde etmiş. Ancak bu sayının binlerle ifade edilmesi mümkündür.
“Özellikle II. Viyana Kuşatması’na Osmanlı yönetici sınıfı aileleriyle birlikte gelmişlerdir. Yenilgiden sonra ani geri çekilme kararı ve ardından yaşanan kaos ortamında bu kadınlı çocuklu gruplardan yüzlercesi Almanya-Avusturya ordularının eline geçmiştrir. Biz bunu tespit ettik. İsmi Merve, Ayşe, Kader olan bu kızlar vaftiz ediliyor ve dinleri değiştiriliyor. Ve daha sonra da birer Hıristiyan olarak aristokratlar arasına karışıyorlar.”
1683 Viyana bozgunu başta olmak üzere, Budin, Mohaç, Belgrad, Salankamen ve Zenta savaşları sonunda gerek şehirlerdeki soylu Türk ailelerinin kızları gerekse Osmanlı aristokrat ve askerlerinin aile fertlerinden çok sayıda Türk kadını esir alınarak Almanya’ya getirildi. 1683 sonrası, Türklerin Avrupa’daki geleceği için kırılma noktasıdır. Verilen kayıplar şehit ve yaralı şeklinde kayıt altına alınırken esirler pek dikkate alınmaz. Binlerce kadın esir Bavyera ve Baden Württemberg’deki kiliseler tarafından vaftiz edilir. İsimleri de değiştirilen bu insanlar bilinmeyen yerlerde kaybolur gider. Viyana Kuşatması sırasında değişik konularda verilen rakamlar içinde esirler yoktur. Özellikle esir kadınların esamisi bile okunmaz. 1683’te Viyana, 1685’te Neuhausel, 1686’da Ofen, 1687’de Mohaç, 1688’de Belgrad, 1691’de Salankamen ve 1697’deki Zenta savaşlarında çok sayıdaki Türk kadını esir alınarak Almanya’ya getirilir. Bunların içinde Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın haremindeki kadın ve çocukların bir bölümü Nemçe askerleri tarafından esir alınır. Türk esirlerin izleri sadece Hıristiyan edilene kadar takip edilebiliyor. İsim değişikliğinden sonraki durumlarını tespit edip ortaya çıkarmak çok zor. 1680’lerde esir alma işi daha çok yüksek rütbeliler tarafından uygulanır, cesaret ve zafer alameti olarak algılanırdı. Bu yüzden esir edilen kızlar genellikle üst düzeydeki kişilerin tasarrufuna verilir. Din değiştirenlere hemen vatandaş olma hakkı tanınır. Kilise kayıtlarında, genealog yazı edebiyatı ve Heimat kroniklerinde zor şartlar altında yapılan araştırmalarda çok sayıda Türk esirin getirildiği tespit edilir. Sadece Kuzey Bavyera’da 80 biyografik parça ortaya çıkarılmış durumda. Bunlardan yüzde 60’ı erkek yüzde 40’ı kadın. Çok sayıdaki Türk çocuğu ile ilgili bilgiler de bu tarihî dokümanlarda yer alır.

Esir edilen kadınlara dair kısa özet bilgilere kayıtlarda rastlamak mümkün. Bunlardan birisi Fatma. Nürnberg arşivleri Fatma’nın hayat hikâyesini detaylı olarak açıklıyor. Fatma’nın doğum yeri Modon şehri olarak görünüyor. 12 yaşındayken Venedik askerleri 1686 başında Modon kalesini ele geçirince burada bulunan Fatma alınarak İsviçre’ye getirilir. Welsch dilini öğrenen Fatma, Pommer isimli bir aristokratın yanında kalır. Daha sonra Nürnberg Altdorf Üniversitesi’nde ilahiyat profesörü olan Dr. Johann Fabricius’a teslim edilir. 14 yaşındaki Fatma’ya Almanca ve İtalyanca öğretilir burada. Arşiv kayıtlarında, “Fatma kendi isteğiyle Hıristiyanlığı seçmiştir.” deniliyor. Fatma’nın yeni adı ise Katharina Ameylia’dır. Ancak Fatma yeni hayatına başladıktan birkaç gün sonra ölür. Aynı arşiv kayıtlarında Fatma-2 olarak birinin daha adı geçmektedir. Bu kişinin bir paşanın kızı olduğu sanılıyor. Hatta Sultan’ın torunu olma ihtimali yüksek. Fatma, 22 yaşında 1686 yılında Ofen şehrinin alınmasıyla General Markgraf Hermann Von Baden’nin esiri olur. Hemen Hıristiyanlaştırılan Fatma’ya Maria Anna Augusta Colestina adı verilir. Ancak tarihçi Latif Çelik, Fatma’nın ölene kadar kendi adını kullandığını tespit ediyor: “ Önemli evrakları imzalarken hep Fatma imzasını kullanıyor.”

Ganimet Türkler’de var bir de. Bunlar hakkında bilgi verir misini?

Çelik:Bavyera’daki kilise kayıtlarından yola çıkılarak bazı esir Türk kadınlarının bilgilerine de ulaşılmış. Bunlardan biri Merve. 1693 yılında Nürnberg Sebaldus Kilisesi’nde vaftiz edilen Merve, Türk subayı
Halil’in kızıdır. Baron Von Blumberg tarafından esir alınır. Diğer bir isim olan Habba’nın hikâyesi de Merve’ninki gibi özetlenmiş. Bir Türk kaptanının karısı olan Habba, Macaristan’da Grobvardein de Hauptmann Seider tarafından esir alınarak Kulmbach’ta bulunan Von Schönbock adında bir kadının yanına verilir. Erlangen yakınındaki Protestan Untenreuth kasabasındaki kilise kitabında şöyle bir bilgi yer alır: “3-4 yaşlarında olan Kader babası Belgrad’da şehit düşünce yanından alınarak getirilmiş. Daha sonraki geçmişi bilinmiyor. Kader’in Hıristiyan olarak yetiştirildiği belirtiliyor.”
Söz konusu esirlerin bir kısmı 1699’da geri alınmıştır. Almanlar bu esirler için ‘Beute Türken-Ganimet Türkler’ deyimini kullanırlar.



Bir Osmanlı sipahisi Carl Osman hakkında neler söyleyeceksiniz?

Çelik:Bugün Almanya’da birçok şehirde bulunan Türk izlerinin başında, Türk adı geçen mahalle, cadde, bina veya semtler bulunuyor. Bununla birlikte birçok Alman’ın soy isminde, heykellerde, kilise tavanlarındaki kabartma ve resimlerde bile Türk izlerine rastlanıyor. Örneğin Carl Osman’ın hikâyesi oldukça ilginç. Orta Frankonya’daki Ansbach şehrinin Rügland köyündeki Carl Osman’ın mezarı yıllar süren aramalar sonucunda ortaya çıkarılmış. Mezar taşındaki yazıda şu bilgiler bulunmaktadır: “1655’te İstanbul’da doğdu, 1688’de Belgrad’da esir düştü, 1727’de vaftiz edildi ve 1735 senesinde 80 yaşındayken öldü.” Bir Osmanlı sipahisi olan Carl Osman ölümüne kadar dinini değiştirmemiş, cenazesine gelen herkese para verilmesini vasiyet ettiği için oldukça kalabalık bir törenle gömülmüştrür. Kilise kaynaklarından elde edilen diğer bir bilgi de, Carl Aly (Ali) adlı Türk asıllı bir papazın sağlığında gizlice yaptırdığı hilal şeklindeki mezar taşıdır. Kitapta anlatılan diğer bir şahıs ise Küçük Mustafa. O dönemde Osmanlı’nın Avrupa’yla yaptığı sayısız savaşlardan birinde esir edilen veya onların çocuklarından biridir Mustafa.

Son olarak neler söyleyeceksiniz?

Çelik:Bu alandaki önemli isimlerden Prof. Dr. Harmut Heller Almanya’daki Türklerin varlığının 500 yıl öncesine dayandığını belirtmektedir: “Müzikte, kültürde yaşamın her evresinde Batı, Türklerden etkilenmiştir. Bunları kendi iç bünyesinde tüketmiş. Aslında Almanlar ve Türkler birbirlerini yüzlerce yıldır tanıyorlar, birbirilerine yabancı değiller. Haydn, Mozart, Beethoven gibi ünlü müzisyenlerin beslendiği kaynak Türk musikisidir.”
‘Ganimet Türkler’ kavramını ilk kullanan tarihçi olan Heller Alman nüfusunun bu açıdan yeniden incelenmesinde yarar olduğunu söylüyor. Prof. Dr. Harmut Heller, “Almanlar ve Türkler oturup bu konuyu kendi aralarında konuşmalıdır dedikten sonra ilave ediyor: Esir alınan Türk kızları büyük babaannelerimiz olabilir. Bu vesile ile iki toplum arasındaki kırgınlıklar giderilmiş olur. Aile soylarında Türk kanı taşıyanlar bir yana, bugün Türklerin bu ülkeye gelişlerini törenlerle kutlayan politikacıların bile bilmediği gerçekler bu tartışmalardan sonra ortaya çıkabilir.”

Röportaj:Rüştü Kam
Tashih: Hüseyin Bozkurt
Son Kontrol:Hüseyin Bozkurt
Foto:Rüştü Kam
Kaynak: Mocca

ha-ber.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder