Rüştü Kam
Ha-ber.com
Bundan önceki yazımda “Uzun
günlerde oruç nasıl tutulmalıdır” konusunu işledim. Olumlu ve olumsuz tepkiler
aldım, yorumlarıyla katkıda bulunanlar oldu. Bir daha anladım ki, konu
önemlidir. Kafasını kuma gömen meslektaşlarım bu ramazanı da sessiz bir şekilde
geçirme gayreti içinde olacaklardır. Ben bu hafta köşemi Prof.Dr.İlhami Güler’e*
bırakacağım. İstifade edeceğimiz bir
yazı yazmış. Ben de bu yazıyı olduğu gibi sizlerle paylaşmak istedim. Okuyalım:
Orucun farziyetini bildiren
Bakara suresinin 183-187. ayetlerinde iki mazeret durumunda bulunanların
oruçlarını tutmayabilecekleri, bunun yerine ya fidye verebilecekleri veya diğer
günlerde tutabilecekleri ruhsatı verilir. Bunlardan birinci gurup hastalar, ikinci
gurup ise yolculardır. Devamında da “Allah kolaylaştırmayı murad eder; yoksa
zorlaştırmayı değil” beyanı bulunur. Bu mazeret durumlarında hastalık hâli her
zaman karşılaşılabilecek bir durumdur. Ancak yolculuğun orucun tutulmaması için
bir mazeret sayılması, Arabistan’ın sıcak çöl iklimi ve yolculuğun da deveyle
veya yaya olarak yapılmasından dolayı bir meşakkat/zorluk doğurmasından
dolayıdır.
Bugün yolculuklar genellikle
klimalı araçlarla yapılmaktadır, dolayısıyla meşakkat olmaktan çıkmıştır. Hâlâ
yolculuğu oruç tutmamak için bir mazeret olarak saymak, dinî hükümlerin birer
hikmet, maksat, maslahat, gaye, amaç üzerine bina edildiğini değil de;
manasını, maksadını, amacını bilemeyeceğimiz, Allah tarafından konulmuş mutlak,
keyfî, hükümler olduğu şeklindeki dogmatik inanca dayanır. Hz. Ömer’in, dinî
hükümleri birinci yaklaşımla ele aldığı; daha kendi zamanında bazı konularda
Kur’an hükümlerinden farklı icraatlarda bulunduğu erbabınca bilinen bir
husustur.
Ayette bahsi geçtiği şekliyle
yolculuktaki “meşakkat/zorluk” gerekçesinin, günümüzde bazı yeni formlarının
ortaya çıktığı ve bu durumda olan insanlar için ayette önerilen fidye/kaza
çözümlerinin bu yeni durumlara da teşmil edilebileceği kanaatindeyim.
Bilindiği gibi Arabistan’da en
uzun gün 12 saati geçmemektedir. Oysa ekvatorun kuzeyindeki ülkelerde gün 20
saate kadar uzanmaktadır. Musa Carullah, Uzun Günlerde Oruç adlı kitabında bu
ülkelerde yaşayan Müslümanların oruçlarını Arabistan’a kıyasla
ayarlayabilecekleri fikrini ileri sürmüştü. Ben de, günlerin uzun ve en sıcak
olduğu yaz aylarına denk gelen Ramazanlarda, tarım, inşaat, madencilik,
endüstri, fırıncılık, lokanta vb. işkollarında, güneş sıcağının altında veya
ateş ısısının karşısında, beden enerjisi ile çalışmak zorunda olanların Ramazan
ayı içinde oruçlarını tutmamaları, bunun yerine ayette verilen ruhsatlardan ya
fidye vermeleri veya başka günlerde oruçlarını tutabilecekleri kanaatindeyim.
Gerekçesine gelince, bu işlerde çalışanlar, terleme yolu ile yoğun su ve
mineral kaybetmektedirler.
Bedenden yoğun su kaybı ise vücutta kanın
pıhtılaşmasına, dolaşımın yavaşlamasına sebep olduğu için, kalp krizi tehlikesi
doğurduğu gibi; susuzluk, böbreklerde kalıcı hasarlara sebebiyet
verebilmektedir.
Orucun her otuz yılda bir yaz
aylarına denk gelmesi, bilindiği gibi Arapların kullandıkları “Kameri”
takvimden kaynaklanmaktadır. Bu takvimi Arapların kendileri İslam’dan önce
tercih etmişlerdir. Yoksa Kameri takvim Allahın dinî anlamda va’z ettiği bir
şey değildir. Eğer Araplar “Güneş” takvimi kullanıyor olsalardı, Ramazan ayı
bütün yılı dolaşmayacak, hangi mevsimde farz kılındı ise, o mevsimde kalacaktı.
Nitekim kaynaklarda Hz. Muhammed’in (s.a.v) sağlığında, orucun farz
kılınmasından sonraki dokuz yıl boyunca Ramazan ayının Bahar mevsimine denk
geldiği bildirilmektedir. Dolayısıyla orucun sıcak mevsimlere denk gelmesi,
Allah’ın insanları böyle anormal bir “meşakkat” durumu ile denediği anlamına
gelmez. Çünkü ayette “Allah, kolaylaştırmayı murad eder, zorlaştırmayı değil”
denmektedir.
Böyle bir ruhsatı klimalı serin
odalarında oturan din bürokratlarının (Diyanet işleri bürokrat-memurlarının) ve
ilahiyatçıların vermesi kolay değildir. Nasreddin Hoca’nın dediği gibi, damdan
düşenin hâlini ancak damdan düşen anlar. İkincisi de, teologlar, insanların
mağduriyet durumlarını düşünmekten ziyade Tanrı’nın gözüne girmeye çalışırlar.
Buna örnek olarak ulemanın, kasten oruç bozan birisi için ceza olarak 61 günlük
“kefaret orucu” icat etmelerini verebiliriz. Kur’an’da böyle bir ceza hükmü
olmadığı halde, bir hadisi gerekçe göstererek, Hanefiler ve Malikiler Ramazanda
kasten yiyip içen ve cinsi münasebette bulunanın; Şafiler ve Hanbeliler ise
sadece cinsi münasebette bulunanın, 61 gün kefaret orucu tutmasına
hükmetmişlerdir.
Namaz ibadetini kasten bozan
kişinin, sadece o namazı iade etmesi gerekirken, orucu bozanın 61 kez onu
yenilemesi, mantıken yanlıştır. Ayrıca, âlimlerin bu konuda delil olarak
aldıkları hadiseyi anlatan iki rivayet vardır, 61 gün hükmünü verenler Ebu
Hureyre’nin rivayetini esas almışlardır. Oysa Ebu Davud’un Sünen’inde (Savm,
37) olay failin kendi ağzından rivayet edilmektedir. Orada şahıs, Ramazan ayı
boyunca karısı ile cinsel ilişkiye girmeyeceğine dair “Zıhar Yemini”
ettiğinden, ancak bu yemini bozarak “gece vakti” ilişkiye girdiğinden
bahsetmektedir. Hz. Peygamber de ona, Mücadele sûresine konu olduğu şekliyle,
“Zıhar Yemini” kefaretinin alternatif üç cezasını (köle azat etmek, iki ay oruç
tutmak ve 60 fakiri doyurmak) önermiş; adam, bunların hiçbirine gücünün
yetmeyeceğini söyleyince, gidip kendi evinden getirdiği hurmaları yemesi için
ona vermiştir.
Hz. Muhammed’in yaklaşımı ile,
âlimlerimizin yaklaşımı arasındaki farkı bundan daha iyi anlatan bir örnek
yoktur herhâlde...
*Prof. Dr. İlhami Güler
1959 yılında Tortum’da dünyaya
geldi. 1980-1985 yılları arasında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde lisans
öğrenimini tamamladı. 1987 yılında AÜ İlahiyat Fakültesi’nde Kelam Ana Bilim
Dalı araştırma görevlisi olarak göreve başladı. 1991 yılında “Kur’an’a Göre
Allah ve Ahiret İnancının Ahlakla İlişkisi” konulu teziyle doktor oldu.
İslamiyat Dergisi, Doğu Konferansı, Doğudan Dergisi uzun süreli emek verdiği
oluşumlar arasındadır. 2010’da kurulan Halkın Sesi Partisi kurucu üyelerinden biri
oldu. Halen AÜ İlahiyat Fakültesi’nde profesör olarak görev yapmakta olan
İlhami Güler, evli ve iki çocuk babasıdır. Kitapları: Politik Teoloji Yazıları,
Sabit Din Dinamik Şeriat, Özgürlükçü Teoloji Yazıları, Allah’ın Ahlakiliği
Sorunu, Konularına Göre Kur’an: Sistematik Kur’an Fihristi (Ömer Özsoy ile
beraber), İtikattan İmana, İman Ahlak İlişkisi, Direniş Teolojisi, İlhamiyat:
Dini - Teolojik Aforizmalar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder