10 Ekim 2015 Cumartesi

KERBELA SAVAŞI VE KERBELA OLAYI /HASAN ONAT /BERLİN/ RÖPORTAJ RÜŞTÜ KAM/MOCCA DERGİSİ

Yeni Kerbelaların meydana gelmemesi için Kerbela’yı doğru okumak gerek.
Kerbela Savaşı veya Kerbela Olayı

Kerbela Savaşı veya Kerbela Olayı
Yeni Kerbelaların meydana gelmemesi için Kerbela’yı doğru okumak gerek.
Düştü Hüseyn atından sahrâ-yı Kerbelâ'ya
Cibrîl var haber ver sultân-ı enbiyâya


Zeynep, Hüseyin'in çadırına gitti. Allah'ım, canımı alsaydın da böylesi bir acıya tanıklık etmeseydim!' diye yakararak, başını göğsüne yasladı ve Hüseyin, 'güzel kardeşim' diyordu, 'sakin ve sabırlı ol, Allah şefkat ve merhametini senden gidermesin. Dedem Allah'ın habercisiydi, senden benden üstündü, babam, annem ve kardeşim benden öndeydi, değerliydi. Bak hepsi ahiret yurduna göçtü. Ben de onların yanına gidiyorum, gerçek yurduma kavuşuyorum.'

Kerbela, iyi ile kötünün, zalim ile mazlumun, lanetli ile kutsalın, karanlık ile aydınlığın hesaplaşmasıdır. İmam Hüseyin burada Emevi saraylarında din dışı ne varsa din adına meşru gösteriliyordu. Halk isyan ediyor ama Emevilerin kurduğu askeri teşkilat halka göz açtırmıyordu.
Kerbela Katliamı

Kerbela Savaşı veya Kerbela Olayı, 10 Muharrem 961 tarihinde bugünkü Irak sınırları içindeki Kerbela şehrinde, İslam Peygamberi Hz. Muhammed'in torunu Hüseyin bin Ali'ye bağlı küçük bir birlik ile Emevi Halifesi I. Yezid'e bağlı 30.000 kişilik ordu arasında cereyan etmiştir. Bu vahim olay nasıl gerçekleşmiştir Prof.Dr. Hasan Onatla konuştuk:

Mocca:Olaylar nasıl gelişti?
Onat: Hz. Muhammed'in 632 yılında vefat etmesinden sonra Müslüman toplumunun başına kimin geçeceği kaygısı baş gösterdi. Müslümanların bir kısmı ilk olarak Ebu Bekir'in halifeliğini kabul ettiler.
Daha sonra sırasıyla; Ömer bin Hattab, Osman bin Affan ve Ali bin Ebu Talib halife seçildiler. Bununla beraber bir kısım müslümanlar peygamberin kuzeni ve damadı olan, çocukluğundan itibaren peygamberin evinde büyümüş ve onu korumak için kendi hayatını tehlikeye atmış olan Ali'nin ilk halifelik için daha doğru bir seçim olduğunu düşünüyorlardı.
Hz.Ali’nin, kendi halifeliğine kadar hiçbir savaşa katılmayışı diğerlerini halife olarak kabul etmediğine yorulur.
Hz. Ali, Hz. Osman asiler tarafından öldürülünce ancak başa geçebildi. Başa geçti ama; Osman'ı halife kabul edenler onun katilini bulana kadar Hz. Ali'yi halife olarak kabul etmeyeceklerini söylediler ve İslam Devleti Ali ve Muaviye önderliğinde ikiye bölündü. Böylece Peygamberimizden sonra Müslüman toplumu ilk kez iç savaşa sürüklendi. Hz.Ali 661 yılında Haricilerden Abdurrahman bin Mulcem tarafından gerçekleştirilen bir suikastte hayatını kaybetti ve iktidar 20 yıllığına düşmanı I. Muaviye'nin eline geçti.
Muaviye, oğlu Yezid'in kendinden sonraki halife olarak kabul edilmesini daha hayatteyken garantiye almaya çalıştı. Taraftarlarına Yezid'e bağlılık yemini ettirdi. Yezid başa geçince ilk iş olarak Medine valisine bir mektup yazarak Hüseyin bin Ali'ye değil, kendine itaat etmesini, aksi takdirde bunu canıyla ödeyeceğini bildirdi.
Bir mektup da Hz.Hüseyin’e göndererek kendisine itaat etmesini istedi. Hüseyin bu teklifi reddetmesinin bir görev olduğuna inandığından, Medine'yi terkederek Mekke'ye doğru yola çıktı.

Kûfelilerden mektup aldı
Bu arada Küfe'den kendisini destekleyeceklerine dair mektup aldı. Sancağını açtı ve yönünü Küfe'ye çevirdi. Yolun bir kısmını aşmıştı ki Yezid'in Küfe'ye, Ubeyd-ullah bin Ziyad'ı vali olarak atadığını ve beraberinde bir ordu gönderdiğini, bu durumdan korkan Küfe'lilerin savaşmaktansa itaat etmeyi yeğlediklerini öğrendi. Buna rağmen yoluna devam etti. Öldürüleceğini biliyordu ancak ölümünün Yezid'in kötülüğünü dünyaya ispat edeceğini düşünüyordu. Küfe yakınlarındaki Kerbela'da konakladı.

Kuşatma ve Savaş
Yezid'in valisi b. Ziyad 30 bin kişilik bir orduyu Hüseyin'in üzerine gönderdi. Askerler çadırların etrafını sardılar ve Hüseyin ile görüşmelere başladılar. Hüseyin, kuşatmanın kaldırılmasını, kendisi ile birlikte ailesi ve taraftarlarının Irak'ı terketmesine izin verilmesini istedi. Ordunun komutanı Ömer bin Sa'd bu teklifi makul buldu ve durumu üstlerine iletti. Bu teklif ibn Ziyad'ın da hoşuna gitti ancak yönetimde söz sahibi olan Emevilerden Şimr bin Zi'l-Cevşen, Bahteri bin Rebia ve Şeys bin Rebia karşı çıktılar. Ömer bin Sa'd'a Hüseyin ve beraberindekileri öldürmesini, yoksa kendi canından olacağını söylediler.
Muharrem ayının 7'sinde Ömer bin Sa'd çemberi daralttı ve su yollarını kesti. Muharrem ayının 9'unda, kampın su kaynakları tükendi ve önlerinde sadece ölmek ya da teslim olmak seçeneği kaldı. Hüseyin, İbn Sa'd'a sabaha kadar ibadet etmek istediklerini söyledi ve bu nedenle mühleti uzatmasını istedi. İbn Sa'd isteğini bir kez daha kabul etti.

Hz.Hüseyin verilen müddet bitince adamlarına, teslim olmayacağını, savaşacağını söyledi. İsteyen herkesin geriye dönebileceğini söylemesine rağmen arkadaşları onunla kalmayı tercih ettiler. Sayıca çok yetersiz oldukları için, öldürülecekleri aşikardı.
Ertesi sabah Hüseyin'in adamları düşman ordusundaki arkadaşları ve akrabalarıyla teker teker konuştular. Onlardan savaşmamalarını istediler. Hüseyin düşman askerlerine uzun bir nutuk çekti. Bu konuşma öylesine etkili oldu ki, Yezid'in generallerinden Hur, devasa düşman ordusunu terkedip, Hüseyin'in bir avuç ordusuna katıldı.
Bu olay üzerine İbn Sa'd diğer adamlarının da saf değiştirmesinden korkup, Hüseyin'e ilk oku atarak savaşı başlattı. Savaş önce düello şeklinde cereyan etti. Bu arada Yezid'in ordusu çok fazla kayıp vermişti.
Kadınlar ve çocuklar çadırlarda birbirlerine sarılmış, savaşın bitmesini bekliyorlardı. Hüseyin'in oğlu imam Zeynelabidin de, savaşamayacak kadar hasta olduğu için çadırdaydı. Hüseyin diğer oğlu Ali Asgar henüz altı aylıktı ve susuzluktan ölmek üzereydi.

Hüseyin oğlunu kucağına aldı ve Yezid'in ordusunun karşısına dikildi. Çocuğa bir yudum su vermelerini istedi. Ama Hurmala bin Kahil, Ömer bin Sa'd'ın emri ile çocuğu okla vurdu ve bebek oracıkta can verdi.

Hz. Hüseyin'in Şehit Edilmesi
Hüseyin oğlunu gömdükten sonra tekrar düşmanın karşısına çıktı ve onları teslim olmaya davet etti.
Birebir savaşta çok fazla kayıp veren Ömer bin Sa'd'ın ordusu Şimr bin Zi'l Cevşen'in emriyle toplu hücuma geçti ve her taraftan ok ve mızraklar Hüseyin'in üzerine yağmaya başladı. Sinan bin Enes en-Nehai veya Şimr bin Zi'l Cevşen başını kılıçla keserek Hz.Hüseyin'i öldürdü. Kafası mızrağa takıldı ve herkese gösterildi.

Hüseyin'in cesedi canice atlara çiğnetildi
Ubeydullah bin Ziyad'ın emri üzerine Hüseyin'in cesedi canice atlara çiğnetildi. Daha sonra Yezid'in ordusu çadırlara girdiler ve yağmalamaya başladılar. Ertesi gün kadınlar ve çocuklar yargılanmak üzere Kufe üzerinden Şam'a götürüldüler. Çok kötü muamelelere tabi tutuldular. Açlık ve susuzluğun üzerine Hüseyin ve askerlerinin kaybının acısı da eklenmişti.
Tutuklular bir sene Şam'da tutuldular. Hüseyin'in 4 yaşındaki kızı Sakine bin Hüseyin acıya dayanamayarak vefat etti. Yerel halk tutukluları hapiste yalnız bırakmadı ve Zeynep bin Ali ile Ali bin Hüseyin her gelen ziyaretçiye Hüseyin'in haklı davasını anlattılar. Günümüz Suriye ve Irak'ına denk gelen topraklarda Yezid aleyhtarı oluşumlar başgöstermeye başladı. Durumdan endişelenen Yezid tutukluları serbest bırakarak Medine'ye gönderdi. Yaşananlar kulaktan kulağa yayıldı ve Kerbela Olayı günümüze kadar Aşurâ Günü'nde yad edile geldi.
Ali bin Ebu Talib ile Muaviye arasında gerçekleşen Sıffin Savaşı sonrasında İslam Devleti ikiye bölünmüştür. Ali yönetiminde başkenti Kûfe olan ve Muaviye yönetiminde başkenti Şam olan iki devlet kurulmuştur. Ali'nin bir Harici tarafından öldürülmesi, sonrasında da Hüseyin bin Ali ve Yezid arasında gerçekleşen Kerbela Savaşı ile bu ayrım derinleşmiş ve İslam'da mezhep ayrılığının temel nedenlerinden biri olmuştur.

Mocca: Kerbela’nın Gölgelediği Gerçekler Nelerdir?
Onat:* Kerbela olayı, her ne kadar Hz. Hüseyin’in dini hassasiyetlerinin derin izlerini taşısa da, esas itibariyle siyasi bir olaydır. Hz. Hüseyin, Yezid’e bey’atı reddettiği için, Emevi iktidarı tarafından bir rakip olarak görüldüğü, tehdit olarak algılandığı için şehit edilmiştir.
* Hz. Ali’nin şehit edilmesini müteakip oğlu Hasan’ın etrafında toplanan Kûfeliler, karşılaştıkları ilk çatışmada Hasan’ı yalnız bırakmışlardır. Olayların akışını iyi okuyan Hasan, o ortamda “hayatı” tercih etmiş, Muaviye’nin cazip önerilerini de reddetmeyerek siyasetten uzak bir hayat sürmüştür. Hasan’ın vefatından sonra gözler Hüseyin’e çevrilmiştir. Ancak, Muaviye’nin vefatına kadar Hüseyin’in de herhangi bir siyasi faaliyette bulunmadığı bilinmektedir. Kerbela travması, Hz. Hüseyin’le ilgili Kerbela öncesi durumu perdelemektedir. Oysa bir olayın öncesini, oluşum sürecini bilmeksizin, o olayı ve daha sonraki gelişmeleri anlamak pek mümkün olmaz.

* Yezid’e bey’at etmeyi reddeden Hz. Hüseyin, gizlice Mekke’ye geçer. Onun bu durumunu haber alan Kufeliler’in çuvallar dolusu davet mektupları gönderdikleri kaynaklarda yer almaktadır. Mekke’de her ne kadar kendi kabilesinin koruması altında olsa da, gittikçe çemberin daraldığını farkeden Hüseyin Kufeden gelen ısrarlı davetler üzerine amcasının oğlu Muslim b. Akil’i Kufe’ye, olup bitenlerin ne kadar gerçek olduğunu, davet mektupların ne kadar gerçeği yansıttığı tahkik etmesi için gönderir. Muslim b. Akil, bir süre sonra Hüseyin’e vaziyetin iyi olduğunu bildiren bir mektup yollar. Ancak, daha sonra Ubeydullah b. Ziyad’ın göreve gelmesiyle birlikte Hüseyin’e destek vereceğini söyleyen Kufelilerin önemli bir kısmı bu desteklerini çekerler. Hüseyin’in bu son gelişmelerden haberi olmaz. Başta üvey kardeşi olan Muhammed b. El-Hanefiyye olmak üzere pek çok kişinin “Kufelilere güvenilemeyeceği” doğrultusundaki uyarılarına rağmen, Hüseyin çoğunluğunu çoluk çocuğun ve yakınlarının oluşturduğu yaklaşık yetmiş kişilik bir kafile ile Kufe’ye doğru yola koyulur. O yolda iken Muslim b. Akil Kufe’de öldürülür.

* Kerbela olayında Hüseyin’in acımasızca şehit edilmesine seyirci kalan Kufelilerin durumunu iyi tahlil etmek gerekmektedir. Daha önce destek vadeden Kufelilerin bir kısmı para karşılığında, bir kısmı korkudan, bir kısmı da muhtelif hesaplar sebebiyle desteğini çekmiştir. Buradan çıkarabileceğimiz en önemli sonuç; Hüseyin’i Kufeye çağıran Kufelilerin Şiilikle alakalarının olmadığıdır. İlk Şii fikirler, belki Kerbela’nın da katkılarıyla, özellikle Mevali (Arap asıllı olmayan Müslümanlar) arasında, birinci hicri sonlarına doğru oluşmaya başlamıştır.
* Kerbela olayı olduğunda Şiilik olmadığı gibi, henüz Sünnilik de yoktur. Muaviye ve Yezid Sünni değildir. Hz. Hüseyin’i şehit edenler de Sünniler değildir.
* Kerbela olayı olduğunda Türkler henüz Müslüman olmamışlardır. Bu olaydan 50-60 sene sonra Türkler Müslüman olmaya başlamışlardır. Türklerin İslam’ı benimsemeleri dört asra yayılan bir süreçler topluluğu sonucunda gerçekleşmiştir.
* Tarih boyunca pek çok şahıs veya grup, kendi kişisel menfaatları için Kerbela olayını kullanmaktan hiç çekinmemişlerdir. Bunun en erken örnekleri hicri 64 yılındaki Tevvabun Hareketi ve hicri 67 yılındaki Muhtas es-Sakafi hareketleridir.



Mocca:Çıkarılabilecek Dersler neler olabilir?
Onat:
Kerbela’yı doğru okumak, yeni Kerbelaların meydana gelmemesi için gereken önlemleri almak demektir. Kerbela’da Hz. Hüseyin’i öldürenler, kendi egemenliklerinin önünde engel tanımadıkları için onu öldürmüşlerdir. Öyleyse, despotların çanına ot tıkamak için, sorumluluk bilinci ile desteklenen özgürlüklere ve sağlıklı demokrasiye ihtiyaç vardır. Sağlıklı demokrasi, hukukun üstünlüğü bilincinin toplumun tüm kesimlerince benimsenmesi ve etkin kılınması; adaletin etkin olması ve insan haklarına riayet yeni Kerbelaların oluşmasını engelleyebilir.

Tarih bilgisi ve bilinci, geçmişi doğru anlamaya imkan sağlar. Türkiye’nin sorunlarının önemli bir kısmı, tarih bilgi ve bilincindeki eksiklikten kaynaklanmaktadır. Türkiye’de özellikle son iki asırda ortaya çıkan zihin yarılması, ya geçmişin kutsallaştırılmasına, ya da yok farzedilmesine sebep olmuştur. Kutsallaştırmakla, yok farzetmek arasında fazla bir fark yoktur. Her iki durum da, geçmişin doğru anlaşılmasını güçleştirir. Geçmişi doğru anlayamayanlar, onun ağırlığı altında ezilmeye mahkum olurlar. Kerbelayı doğru anlayabilirsek, ondan gerekli dersleri çıkartma imkanına kavuşabiliriz.
Kerbela olayı, Şiilik ve Sünnilik farklılaşması için, birtakım çıkar odakları tarafından malzeme olarak kullanılmaktadır. Oysa, Kerbela olayı, Şii-Sünni ayrımı yapmadan bütün Müslümanları ağlatan bir olaydır. Kerbela’yı, Müslümanları birleştiren bir öge haline getirmek mümkündür. Bunun yolu da öncelikle Kerbela’yı iyi okumaktan geçer.



Mocca: Mezheplerle ilgili neler söylenebilri?
Onat: Mezhepler, din değil; dinin anlaşılma biçimleridir. Hz. Muhammed’in sağlığında herhangi bir mezhep ya da tarikat yoktur. Mezhepler, din anlayışındaki farklılaşmaların kurumlaşması sonucu ortaya çıkan beşeri oluşumlardır. Adı ne olursa olsun, herhangi bir mezhebin İslam’la özdeşleştirilmesi mümkün değildir.

Bir insanın Müslüman olabilmesi için, Kur’an’da belirtilen temel iman esaslarına, yani Allah’a, ahiret gününe ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanması yeterlidir. Bu temel esaslara inanan her insan, kim olursa olsun, hangi tarikata, ya da mezhebe mensup bulunursa bulunsun, Müslümandır ve İslam dairesi içindedir. Türkiye ölçeğinde düşünecek olursak, Allah, Ahiret ve Nübüvvet inancı, Şii, Alevi Sünni bütün Müslümanların temel ortak paydasını teşkil eder.
Türkiye, zaman geçirmeden bağışıklık sistemini güçlendirmek zorundadır. Bunun için de, din ve değerler alanında kaybolmaya yüz tutan temel ortak paydanın yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Türklerin geçmişlerinden gertirdikleri travmaları vardır; bu sebepten kendi travmalarına ağlamak yerine başkalarının travmalarının yasını tutmayı daha çok severler. Oysa bu milletin yaşadığı son büyük travma, “mağlup medeniyet travması”dır. Bunun yası, ancak yeni bir medeniyet inşa etmekle mümkün olabilir. İnsanlığın yeni bir medeniyete ihtiyacı olduğunu hatırlamakta fayda vardır.
Hak ile batılın çarpıştığı savaş alanında olmadıktan sonra; çağının şahidi, toplumunun şehidi olmadıktan sonra nerede olursan ol! İster namaza dur, ister içki sofrasına otur; ne fark eder!



Mocca:Son olarak neler söylenebilir?
Onat:Onlar şehadetleriyle: Hüseyin’den kölesine, çocuğundan kardeşine, öğrencisinden, öğretmenine, soylusundan sade vatandaşına kadar hepsi, gelecekte yaşayacak bütün insanlığa; güç yetirdiklerinde nasıl yaşamaları gerektiğini, yetiremediklerinde ise nasıl ölmeleri gerektiğini göstermişlerdir.

Onlar şehadetleriyle: Egemen rejimlerin politika, din, sanat, felsefe, ahlak, duygu ve düşünceleri kendi emelleri uğruna nasıl istismar edebileceklerini ve bu uğurda zulüm ve cinayetin her türlüsünü yapabileceklerini tüm zamanlara haykırmışlardır...


Röportaj: Rüştü Kam
Tashih: Zülfikar Kam
Son kontrol: Hüseyin Bozkurt/Ahmet Yumuşak/Süleyman Aslan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder