Biz eğer yıllar ve yıllar, kuşakları sağcı-solcu diye, şucu-bucu diye
yaftalar ve paftalarla değil de; namuslu-namussuz, dürüst-düzenbaz,
hizmet eden-hıyanet eden, erdemli-erdemsiz, vefalı-namert gibi zamanüstü
ayırımları esas alarak yoğurup şekillendirseydik, ülkemizin ve
insanımızın kaderi bugünkünden çok daha parlak olurdu.
Avrupa Milli Görüş Teşkilatgları Genel Başkanı Osman Yumakoğullarının 3
Haziran 1995 yılında Frankfurt’ta yapılan Genel Kurulda yaptığı
konuşmadır. Bu konuşmayı ben, üniversite öğrencileri Metin İlhan, Sami
Alphan, Muhittin… ile birlikte hazırladık.
3 HAZIRAN 1995/ FRANKFURT
Sayın Misafirler, Kıymetli üyelerimiz, Değerli basın mensupları,
1985 yılında kurulan Avrupa Milli Görüş Teşkilatları’nın 11. Olağan
Genel Kurulu’na hoşgeldiniz der, hepinizi muhabbetlerimle selamlar,
saygılar sunarım.
Ayrıca Avrupa Milli Görüş Teşkilatlarının çalışmalarında, başta Almanya
olmak üzere, faaliyetlerini sürdürdüğü tüm devlet yetkililerine ve özel
kurum ve kuruluşların yetkililerine ve o ülke halklarına, gösterdikleri
yakın alaka ve ilgiden dolayı teşekkür ederim.
Özellikle Hessen eyaleti başbakanı HANS EICHEL’e ve Frankfurt belediye
başkan vekili TOM KÖNIGS’e teşekkür eder, en içten dileklerimle
saygılarımı sunarım.
Biz Türkiyeli Göçmenleriz, 30 yıl önce içinde yaşadığımız bu ülkelere
geldik. Sayımız Avrupa’da bugün 3 milyonun üzerindedir. Sadece
Almanya’da 40 bin işverenimiz, 15 bin üniversite ögrencimiz vardır. Bu
işyerlerinin yatırım hacimleri 8 milyar Mark, yıllık ciroları ise 31
milyar Mark civarındadır. İşveren sayımızın 2030 yılında 92 bin 500’e
ulaşacağı tahmin edilmektedir. Bu işyerle-rinde istihdamın da 2030
yılında 315 bin kişiye çıkacağı tahmin edilmektedir. Ailelerimizin yüzde
11’i bugün ev sahibidir.
Kendi kimliğimizi korumak ve bu kimliğimizi kaybetmeden gelecek
nesillere aktarabilmek için hep birlikte elele vererek, gönül gönüle
vererek dini bir teşkilat olarak kurduğumuz Avrupa Milli Görüş
Teşkilatları’nın da, bugün üye sayısı 64.779’e ulaşmıştır.
Bizim burada artık kalıcı olduğumuz inkâr edilmez bir gerçektir.
Geriye
dönüş 1. kuşak olarak, genelde mümkün olsa bile 2. ve 3. kuşaklar,
yaşadıkları ülkelerde kalacaklardır.
Kalıcı olduğumuzun göstergelerini şu şekilde sıralayabiliriz:
-İlk zamanlarda sadece ibadet görevini yerine getirmek için geçici bir
şekilde, bodrumlarda ve arka bahçelerde mescitler açtık. Bugün ise,
içinde yaşadığımız şehir mimarilerini de gözönünde bulundurarak, kültür
evi işlevini de gören, minareli ve kubbeli camiler inşa etmekteyiz.
İnsanlığın ruhunu aydınlatmaya devam ediyoruz.
-İşadamlarımız, sermayelerini, içinde yaşadığımız ülkelerde daha iyi bir
şekilde nasıl değerlendire-bileceklerine yönelik çalışmalarını
sürdürmektedirler, işverenler dernekleri kurmaya devam etmek-tedirler.
-Çocuklarımız tahsillerini burada yapmakta, mesleklerini burada
edinmektedirler. Gençlerimiz ve çocuklarımız Avrupa kültürüyle uyum
sürecine girmiştirler.
-Alman vatandaşlığına geçişler hızla artmaktadır. İkinci nesil siyasi
partiler içinde yerlerini almakta ve Avrupa’da siyaset yapmaktadır.
Leyla Onur ve Cem Özdemir Türk kökenli milletvekilleri olma hasebiyle
gurur duyduğumuz temsilcilerimizdir. Sayın Leyla Onur ve Sayın Cem
Özdemir’in Türkiyelilerin ve yabancıların haklar ve hürriyetler
açısından daha iyi bir konuma gelmeleri için çalışacak-larına inanıyoruz
ve bu konularda kendilerini bütün gücümüzle destekliyoruz.
-Burada kalıcıyız. Ve bu kalıcı olmanın getirdiği sorumluluklarımızın
şuurundayız. İçinde yaşadığımız ülkenin kanunlarına da saygılıyız. Aynı
zamanda gençlerimiz emniyet teşkilatında görev almakta ve örnek
hizmetler vermektedirler.
-Çalışan bütün insanlar gibi vergimizi ödüyoruz, ülke kalkınmasına
yardımcı oluyoruz. Cennet vata-nımız Türkiye’yi sevdiğimiz gibi içinde
yaşadığımız ülkeleri ve o ülke halklarını da seviyoruz. Hukuki
sorumlulukların da ötesinde, doğanın korunması, kötü alışkanlıklar ve
uyuşturucuyla mücadele vs. gibi, toplumdaki ahlaki değerleri korumaya
yönelik çalışmalar yapıyor ve bunun için didiniyoruz.
-Ancak, sorumluluklarımızı ve görevlerimizi daha iyi bir şekilde yerine
getirebilmek için, önümüzde duran engelleri aşmamızda bize yardımcı
olacak haklara ihtiyacımız vardır.
Nimet külfet dengesinin tam olarak sağlanabilmesi için, yerleşik
olmamızdan doğan şu haklarımızın, bizlere verilmesi gerekir:
-Belçika, Avusturya ve İspanya da olduğu gibi, diğer Avrupa ülkelerinde
de İslam’ın resmen din olarak tanınması,
-İki dilde eğitim hakkı verilmesi,
-Kapsamlı bir şekilde seçme ve seçilme hakkı verilmesi,
-Çifte vatandaşlık hakkının verilmesi,
-Vatandaşlığın kan bağına göre değil de doğum yerine göre belirlenmesi,
-Bu hakların bizlere verilmesi insan hakları açısından
zorunluluktur.
-Demokratik Avrupa ülkelerine düşen görev, bu hakları hak
sahiblerine teslim etmektir.
AMGT’nin kıymetli üyeleri ve değerli misafirlerimiz,
Cennet vatanımızdan kilometrelerce uzaktayız. Ama yüreğimiz Türkiye diye
atıyor. Çünkü Türkiye kökenliyiz. Güçlü bir Türkiye bizi sevindiriyor.
Problemsiz bir Türkiye bizi ümitlendiriyor.
Bugünlerde Türkiye zor bir dönemden geçiyor. Avrupalı dostlarımızın,
dostluktaki samimiyetlerine rağmen (!) Türk Devleti’nin bu zor dönemi
başarı ile aşarak geride bırakacağı inancını içimizde yaşatıyoruz.
AMGT olarak bu zorlu yolda her zaman Devletimizin yanındayız, maddi ve
manevi her konuda dai-ma göreve hazırız.
Yeni SEVR’ lere hayır diyoruz! Tüm Avrupa ülkelerinin de toprak
bütünlüğümüze saygı göstermelerini istiyoruz. Misak-ı Milli sınırları
içerisinde güçlü bir Türkiye istiyoruz!
Anavatanımızın ve milletimizin geleceğinin teminat altına alınabilmesi
için yeni Sevr’lere hayır diyo-ruz!
AMGT’nin saygıdeğer üyeleri,
Kendimizi Türkiye’den soyutlayarak, problemlerimize hal çaresi bulmak
mümkün değildir.
Zira problemlerimizin çözümünün bir ucu da Türkiye’ye dayanmaktadır.
Bu nedenle; yurtdışındaki Türkiyeli vatandaşların problemlerini yakından
bilen ve yaşayan ve onları temsil eden sivil toplum kuruluşlarının da,
uluslararası görüşmelerde temsil edilmeleri kaçınılmazdır. Bu bağlamda
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden isteklerimiz şunlardır;
-Yurtdışında çalışan Türk vatandaşlarına oy kullanma hakkının fiiliyata
geçirilmesi,
-Dış Türkler Bakanlığı’nın kurulması,
-Yurt dışındaki Türkiyeli çocukların eğitimini ön plana çıkaracak kültür
anlaşmalarının yapılması,
-Yurtdışındaki Türkiyeli vatandaşlarımızın her türlü sosyal haklarının
korunulmasını sağlayacak, kanuni düzenlemelerin yeniden gözden
geçirilmesi,
-Bedelli askerliğin yeniden gözden geçirilerek, bedel hususunda indirime
gidilmesi,
-TRT-INT Televizyonu’nda Avrupa’daki insanımızın konumu göz önünde
bulundurularak yayın yapıl-masını istiyoruz, milli ve dini duygularımızı
rencide eden yayınlara yer verilmemesini istiyoruz. Bu isteklerimiz
hemen halledilmesi gereken konuların başında gelmektedir.
Değerli üyelerimiz,
AMGT olarak bizler, ‘İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır’
kutlu sözünden hareketle şubele-rimizin bulunduğu yerlerde renk, din,
dil ve ırk farkı gözetmeksizin, insanlara gereken sosyal ve kültürel
hizmetler götürmeye, bu hizmetlere yenilerini eklemeye devam etmeliyiz.
Kimliğimizi kaybetmeden varlığımızı sürdürebilmemiz için;
-Anadil ve içerisinde yaşanılan ülke dilinde lisan ve tamamlayıcı eğitim
kursları açmalıyız.
-Çocuklarımızın ilk ve orta öğretimde başarı grafiklerinin
yükselebilmesi için okul öncesi eğitim kurs ve kurumları açmalıyız.
-Gençlerin iyi bir eğitim alabilmeleri için onları yönlendirici danışma
merkezleri kurmalıyız.
-İçinde bulunduğumuz ülke insanlarıyla uyum içerisinde yaşamayı
sağlayacak ve kolaylaştıracak her türlü kültür hizmetlerinin
birliktelikle verildiği kültür evleri açmalıyız.
-Toplumdaki gençlerin her türlü kötü alışkanlık ve özellikle
uyuşturucudan uzak tutulması için spor kulüpleri, musiki evleri, folklor
kursları ve gençlik lokalleri açmalıyız.
-Ayrıca kötü alışkanlıklara ve uyuşturucuya bulaşmış gençler için de
terapi ve rehabilitasyon imkânları hazırlamalıyız.
-Bu konuda hizmet veren resmi kuruluşlarla yakın temasa geçip onlara
çalışmalarında yardımcı olarak, toplum huzurunun sağlanmasına katkıda
bulunmalıyız.
-Hizmet götürmede meşrep, din, dil, renk ve ırk farkı gözetmeksizin
herkese eşit davranmalıyız.
-Haklarımızın savunulması, alınması ve korunması için, bilhassa
gençlerimizin, bulundukları ülkeler-deki siyasi partilere aktif olarak
katılmalarını teşvik etmeliyiz.
-Faaliyetlerimize kadınlarımızın da eşit olarak katılımlarını
hızlandırmalıyız ve bu yönde onlara yardımcı olmalıyız.
-Velhasıl Türkiyeli olmamıza rağmen, Türkiye’de değil de Avrupa’da
yaşadığımızın şuurunda olarak faaliyetlerimize yön vermeliyiz ve
hedeflerimizi içinde yaşadığımız toplumun refah düzeyini daha da
yukarılara taşıyacak şekilde tespit etmeliyiz.
Saygıdeğer üyelerimiz,
Dünyanın başka yörelerinde olduğu gibi, Avrupa’da da son zamanlarda
ırkçılık rüzgârları esmektedir. İslâm'ın, tehlikesinden dolayı
yasakladığı ırkçılık, bugün insanlığın sinesinde derin yaralar
aç-maktadır. Dünyayı bir baştan bir başa saran çatışmalar ve savaşların
asıl sebebi, değişik yönleriyle tezahür eden hoşgörüden yoksun, eli
kanlı bir ırkçılık anlayışıdır.
Bu ırkçılıktan içinde yaşadığımız Avrupa ülkeleri de değişik şekillerde
nasibini almaktadır.
Mesela birçoğumuzun yaşadığı Federal Almanya'da 1993 yılı verileri
itibariyle yabancılara yönelik saldırılar toplam olarak 6721 iken
1994’te bu sayı 3100’e düştüğü söylenmektedir. Bu sevindirici bir
gelişmedir. Ancak saldırıların camilere, ibadethanelere ve Türk
işyerlerine yöneltilmiş olması fevkalade üzücüdür.
Bu olayların faillerinin en kısa zamanda yakalanarak adalet önüne
çıkarılması arzumuzdur. Bizler Solingen’ı ve Solingen’leri unutmadık !
Değerli üyelerimiz,
Bizlere düşen görev her türlü ırkçı provokasyonlara karşı duyarlı olmak
ve olaylara serinkanlı yak-laşmaktır. Bunun yanında, yabancısever yerli
halk çoğunluğuyla birlikte, yasal çerçeve içerisinde kalarak, yalnız
yabancıları değil, diğer azınlıkları da hedefleyen saldırılara karşı
dayanışma içerisin-de olarak yerli halkla dostluğumuzu pekiştirmemiz
gerekmektedir.
AMGT’nin değerli üyeleri ve saygıdeğer Misafirlerimiz,
Kur’an, insan haklarının omurga noktasını insanın saygınlığı olarak
belirler. İnsan gaye varlıktır.
Yaratıcı’nın yeryüzündeki temsilcisi, aynası, dostu, parçası insandır.
Ve tüm insanlar, hiç bir ayırım söz konusu omaksızın bu özelliklerin
doğuştan sahibidir.
O halde insan, şu veya bu patenti taşıdığı için değil, sadece insan
olduğu için azizdir, saygındır, onurludur, hizmete ve sevgiye layıktır.
İnsan, doğuştan özgür, temiz ve asildir. Dünyaya tertemiz bir halde
gelir. Sırtında hiçbir ayıp, kambur ve leke taşımaz. İlk babası Âdem’in
günahı ona intikal etmemiştir.
Bu yüzden, dünyaya gelişinin ardından birilerinin vaftiz veya
vesayetiyle arınmak gibi bir mecburiyeti yoktur. Ezeli günah
teranesiyle, insanın kaderini şunun bunun eline teslim etmek, Kur’an
öğre-tisi açısından bir zulümdür. İnsan, tüm lekeleri, karanlıkları,
kamburları sonradan ve yalnız kendi elinin ürünü olarak sırtlar. Yani
kaderini kendisi belirler.
Kur’an, insanın patent ve yafta hegemonyası altında tekmelenmemesi için,
daha ilk ayetinde, Allah’ı „ âlemlerin Rabbi „ olarak tanıtmış ve O’nun
en belirgin niteliğini rahmet yani sınırsız sevgi ve şefkat olarak
göstermiştir.
Kur’an’ın tanıttığı Allah belli bir ırkın, bölgenin, zamanın belli bir
mabedin veya sınıfın tanrısı değildir. Kur’an’ın tanıttığı Allah Yehova
değildir. O, tüm insanlara „Şah damarlarından daha yakın „ bir dosttur.
(Kaf suresi, 16; Bakara, 257)
Kur’an, bu prensiplerden hareketle insan haklarının kozmik temellerini
oluşturacak ilkeler getirir. her şeyden önce, tüm insanlar ölümsüzlüğe,
ebedi kurtuluşa adaydır.
Kurtuluşun yeterlilik şartları üçtür: „Yaratıcı Kudrete, ölüm sonrası
hayata, yani hayatın sürekliliğine iman ve insanlığın hayrına, barışa
yönelik faaliyetler sergilemek.“ (Bakara, 62; Mâide, 69)
Böylece Kur’an „bizim dışımızda kurtuluş yoktur„ ilkesini kırmış ve
Allah’ın bir klik ilahı haline geti-rilmesini önlemiştir.
İslâm’da, ikrah yani baskı ve zorlama yoktur. Baskı ve zorlama, Allah’ın
iradesine kafa tutmaktır; dinsizliktir.
Hiç kimse sevip istemediği hür iradesiyle benimsemediği şeye inanmaya,
içten bir niyetle yapmak istemediği hiçbir şeyi yapmaya zorlanamaz.
İkrahı insana hükmetme yolu olarak seçenlere karşı çıkmak insan olmanın
onur borcudur.
Doğruyu ve güzeli anlatanları engelleyenler de ikraha sapmışlardır.
Onlara karşı çıkmak da bir insanlık borcudur.
Bu onur borcunu yerine getirirken ölenler „sonsuzlaşmış erlerdir.“ Ve
cihadın boyutlarından biri olan savaş bu sonsuzluk erlerinin verdikleri
savaştır. İnsanları tekmeleyerek Cennet’e götüreceğini sa-nanlar,
söyleyenler, gerçek cihadı yozlaştıran karanlık ruhlardır.
Yerel ve uluslararası despotizmle mücadele de, bir insanlık borcudur.
Tâğûti sistemlerin hegemon-yaları yere gömülmelidir. Şûra yani
Cumhuriyet ve Kur’an’sal demokrasi esastır.
İnsanın alın teri ve emeği Allah’ın adı kadar kutsaldır. Emeği kapitale,
gayret ve yeteneği servete boğduran sistemler zulüm sistemleridir.
Sadece insana değil, tüm canlılara eziyet ve işkence zülümdür, hayata
ihanettir. İnsana eziyet ve işkence ise Allah’a harp açmaktır. Bir tek
düşman vardır, o düşman zalimlerdir ve de o zalimlere yandaşlık eden
zalimlerdir.
Değerli üyelerimiz,
Yaratıcı deha ideyi bulur, var eder, oluşturur, ortaya çıkarır.
Aksiyoncu deha ise bu ideyi alır, teşkilatçı, yönetici kudretiyle
şekillendirip hayata mâl eder. Sürekli akan bir nehirdir yaratıcı
deha...
Teşkilatçı deha bu nehire yön verir, taşıp kendini yıkmasını ve kendini
işe yaramaz hale getirmesini önler. Yaratıcı deha doğuran rahim,
teşkilatçı deha ise büyüten gözeten eldir.
AMGT’nin değerli üyeleri ve saygıdeğer misafirlerimiz,
Tarih bir tekerrür sahnesi ve ibret levhasıdır, kendisiyle sadece
övünülecek bir olaylar zinciri değil-dir. Kur'an bize geçmiş milletlerin
hikâyelerini anlatarak, onların düştüğü hataya düşmemizi önle-mek
ister.
Artık yakın tarihdeki ve günümüzdeki kötü sahnelere de bakarak ibret
almalıyız.
Dolayısyla tekerrür etmesi muhtemel olan tehlikelere karşı önlem
almalıyız. Şair der ki: „Yüzüne soğuk su vur da bir çağır-bağır/Senin
uyuman tüm kârları ziyana çeviriyor/ Gökyüzüne binmişken
yeryüzündekilerden ne korkuyorsun ?’’
AMGT’nin değerli üyeleri ve sevgili misafirlerimiz,
Bugün ne yazık ki, dünyanın çeşitli ülkelerinde savaşlar devam
etmektedir.
Bunların belki de en hazini Çeçenistan’da ve Avrupa'nın göbeğinde,
gözlerimizin önünde, bir taş atımı uzaklıktaki Bosna-Hersek'te cereyan
etmektedir.
Çeçenistan ve Bosna-Hersek gibi, müslümanların hunharca katledildiği
bölgelere, dünya kamuoyu sadece uzaktan bakmaktadır.
Emperyalist emellerinden birtürlü vazgeçemeyen Rusya’ya ve üç buçuk
Sırp’a dünyayla alay etme ve Birleşmiş Milletleri hiçe sayma cesaretini
onlara kim veriyor dersiniz?
Yoksa Avrupa ve yeni dünya düzeninin savunucuları Avrupa’nın ortasında
bir müslüman devlet iste-miyorlar mı? Bu sessizliğin sebebi nedir?
Yapılan bunca zulüme karşı Avrupalı dostlarımızın (!) vurdumduymaz
tavırları, müslümanların hafı-zasından kolay kolay silinmeyecektir.
Çeçenistanlı, Bosnalı ve diğer ülkelerin mazlum halkları da çok iyi
bilmektedir ki, artık ne Birleşmiş Milletler'den ne de başka
dostlarından kendilerine hayır yoktur.
Aynı Çeçenistan ve Bosna gibi, diğer bazı İslâm ülkelerinde de durumlar
içler acısı bir şekilde dünya kamuoyunun uzağındadır.
Ermeniler şimdiye kadar yapılan çağrılara karşın işgal ettiği Azerbaycan
topraklarından hala geri çekilmemekte israr etmektedir.
Rusların gayesi, Azerbaycan’da, Bağımsız Devletler Topluluğu
himayesinde, barış gücü yerleştirmek ve böylece Azerbaycan’ı tekrar
hâkimiyeti altına almaktır.
Biz Azerbaycan’da iktidar ve muhalefette olan tüm kardeşlerimize buradan
birlik ve beraberlik içerisinde hareket etme çağrısında bulunuyoruz.
Aynı çağrıyı Afganistan’daki, Kuzey Irak’taki ve dünyanın diğer
bölgelerindeki, iç çekiş-me ile birbirlerini zaafa düşüren müslüman
kardeşlerimiz için de yapıyoruz:
Kardeş kanı dökmeyin! Siyasi ihtirasların kölesi olmayın. „Aklınızı
çalıştırmazsanız, Allah sizleri pislik içerisinde bırakır. (Yunus 100)
Yaratıcı buyruğu mihmandarınız olsun. Aranızdaki anlaşmazlıkları Allah
ve Rasülüne götürün. Gücünüzü ülkenizin imarı için harcayın. Ve
Allah’ın ipine sımsıkı sarılın.
Avrupa Milli Görüş Teşkilatları’nın saygıdeğer üyeleri,
Avrupa ile yakınlaşma veya entegrasyon, dinsel-felsefi açıdan
bakıldığında, Kur’an’ın dinine bağlı bir insan için yadırganacak,
kabulünde güçlük çekilecek birşey değildir.
Elverirki yakınlaşma ve entegrasyon müslümanın ezilmesine sömürülmesine
ve bağımlı hale getirilmesine köprü yapılmasın. Hristiyan dünya ile
entegrasyon; Kur’anın önerdiği bir keyfiyettir.
Kur’an 15 asır önce insanlığı bu beraberliğe çağırmıştır. Bu çağrı
sadece hristiyanlara değil, hristiyan batının ruhsal akrabası olan
musevi kitleye de yöneltilmiştir. ( Ali İmran 64)
Kur’an, Ehl-i Kitap diye Hristiyan ve Musevileri, Müslümanlarla, Allahın
birliği ve Allah’tan başkasına kulluk etmeme gerçeği etrafında
işbirliğine çağırmaktadır.
Kur’an, Hristiyan dünyayı, müslümanlara yakınlıkta ve sevgide bir
numaralı kitle olarak göstermektedir.
Olaya, nüfus kağıdı, iddia ve slogan açısından değil de, Kur’anın
evrensel değerlerini hayata sokma açısından bakıldığında, bugünkü Batı
Dünyasının, günümüz İslâm âleminden, Kur’an’a daha yakın olduğu görülür.
O halde İslâm’ı tarihin mezarlığında, biriktirilmiş bir örfler yığını
değil de, Kur’an vahyinin dinamik ve diyalektik verilerine oturan bir
hayat anlayışı olarak düşünenlerin; bugünkü batı ile entegras-yondan
bekleyecekleri hayır, bugünkü İslâm dünyasıyla entegrasyondan
bekleyecekleri hayırdan hiç de az olmayabilir.
Bu yaklaşımdan sonuç almak ve insanlığa yepyeni bir hayat anlayışı
sunmak, soylu politikalar izleyecek yönetici benliklerin işidir.
Bu dinin anneleri bu benlikleri doğurdu, doğuruyor ve doğuracaktır.
Bütün mesele TANZIMAT’tan beri süregelen kişiliksiz, teslimiyetçi,
sünepe, kendi insanından tiksi-nen, öz değerlerini tahrip etmeyi
kahramanlık sayan, kendi gücünün farkında olmayan eyyamcı, zavallı
politikaların terk edilmesidir.
Bunun ilk işareti de „ Biricik kurtuluş Avrupa Birliği’ne girmektedir’’
sloganını, „biricik kurtu-luş çalışıp adam olmaktır’’ ilkesine
dönüştürmektir.
Gerekiyorsa ve onurumuzu satmak pahasına olmuyorsa, Avrupa Birliği’ne de
gireriz !
Ama Avrupa Birliği’ne girme manisine, şarkısına tutulup kendimizi felç
etmenin „Avrupa Birliği yoksa bizim için hayat yok’’ demeye getirmenin
hayra alamet bir yanı yoktur, olamaz da!
Saygıdeğer üyelerimiz ve kıymetli misafirlerimiz,
İnsan denen şu bir avuç topraktan, yaratıcı birşeyler bekliyor. Bu bir
avuç toprağın içine sonsuzluğun tohumunu ekmiş.
Bunun da dal budak salmasını bekliyor. Hâlâ ümidi devam ediyor Allah’ın,
ancak o insan sürekli Cenab-ı Hakk’ın bu ümidini boşa çıkarıyor.
Tabii bu ümidin de bir sınırı vardır, bir yere gelecek, o insan tokadı
yiyecektir ve yüzüstü yere çakı-lacaktır. Bu noktaya gelmeden Allah’ın
ipine hep birlikte sımsıkı sarılalım. Bunun için bir silkiniş
gösterelim ve kendimize gelelim.
İslâm, barış ve esenliği yakalamak için Allah’a teslim olmak demektir
İslâm Allah’a teslimiyet dinidir. İnsanoğlu kaderini Yaratıcı’nın
iradesinin dışındaki başka iradelere teslim etmemelidir.
İslâm dünyasının birçok ülkesinde, bugün Müslümanların teslimiyeti
Allah’a değildir, Allah’ın dışındaki başka kuvvetleredir. Şirk
içindedirler.
Şirk, Allah’ı kabul etmeyen bir müessese değildir. Allah’ı, Allah’ın
istediği gibi kabul etmeyen bir müessedir.
Allah, dininin yaşanmasını istiyor, hükümranlığının kabul edilmesini
istiyor; ama Kendisinin emretet-tiği şekilde yaşanmasını istiyor.
İslâm’ın manası budur. Allah’a teslimiyettir, katıksız bir
teslimiyettir.
Gelin, Kur’an istikametinde şuurlanma ve bilgilenme seferberliğine
çıkalım!
Kur’an-ı Kerim’i kılıflardan çıkaralım, kılıfları yırtalım! Yırtalım ki,
yarın Kur’an, kılıflarını ip yapıp boynumuza sarmasın! Beni niye buraya
hapsettiniz diye hesap sormasın!
Yırtalım kılıfları ve okuyalım Kur’an‘ı! İnanın Kur’anı okumadan onu
anlayamayız!
AMGT’nin saygıdeğer üyeleri ve kıymetli misafirlerimiz,
Ayağımıza dolaşan nimetler var. Bu ülkede çok nimet var.
Bakın, herkes kendine gelsin. Fazla geriye gitmiyorum, babalarımızın
yırtık çarıklarla tırmandığı yollardan, bugün bizler özel
otomobillerimizle gidip geliyoruz.
30-40 sene önceleri buralara geldik. Allah bize bu nimetleri lütfetti.
Şimdi bu nimetlerden herkes Allah için de bir pay ayırsın.
Yapamazsanız, ayıramazsanız o zaman bu işe yarım ekmeğinden pay
ayıranlar, gelip üstünüze, gırtlağınıza çökeceklerdir!
O zaman dinin güzelliği gelmeyecektir. Cehennem gelecek ve ensenize
oturacaktır. Buna fırsat vermeyin, yeniden insanlık engizisyona teslim
olmasın!
Değerli üyelerimiz,
Komünizm 70 yılda bitti. Çünkü zulmü, Allahsızlığa fatura ediyordu.
Şimdi Kapitalizm çıkmış dünya sahnesine nara atıyor ve ihya ediliyor.
Kapitalizmde hayır olsaydı, komünizmi doğurmazdı!
İnsanlık yeni dengeler arıyor. Sancılar içinde kıvranıyor.
Berlin duvarı yıkıldı.
Ama Allah’ın kitabı ile aramızdaki duvarlar hala duruyor. Dünya kan
ağlıyor, hep birlikte önce bu duvarı yıkalım! İnsanımızla bizim
aramızdaki duvarı yıkalım, bütün duvarları yıkalım!
Daha yıkılacak çok duvarlar var!
Zulüm duvarları var!
Zengin ile fakir arasındaki duvarlar var!
Ruh ile nefis arasındaki duvarlar var!
Bu duvarlar yıkılırsa diyalog kurulur ve sıcak kucaklaşmalar başlar. Ve
mutlu yarınlar hem insanlı-ğın, hem de bizim dünyamızın kaderi olur.
İnanın bunlar uzakta değil, niyet lazım, gayret lazım, işte o zaman
Allah bizlere yardım edecektir!
Değerli üyelerimiz,
Bizim aydınımızın gafleti ve ihaneti var. 30 senedir bunun muhasebesini
yapıyorum. Dost acı söyler ama söylenmesi lazım. Aydınımızın günahı çok
büyüktür. Ne demiş Mevlâna:
„ Ne adamlar gördüm sırtında elbise yok. Ne elbiseler gördüm içinde adam
yok.’’
Aydınımız ne yapıyor? Yaptığı iş sadece filanca şöyle yaptı, falanca
böyle yaptı diye bağırıp durmak-tan ibaret.
Güzeli, iyisi nasıl vücut bulacaktır? Allah demeyi genelgeyle
yasaklayacaksın, ondan sonra iyi din arayacaksın, nasıl olacak bu?
21. asır „Kur’an barışının gerçekleştiği yüzyıl olacaktır! „
İnşallah......
İnsanların eksiklikleri, günahları, hatta zulüm ve cürümleri ne kadar
büyük olursa olsun, onların sığınacakları son kapı Allah’ın kapısıdır.
Ve Allah tektir.
Allah’ın kapısında duran, o kapıyı temsil eden; insanlara sırt dönemez,
onları horlayamaz, itemez, kovamaz, onlardan uzaklaşamaz, bahaneler
uydurup fildişi kulesine, duvarlar arasına çekilemez!
Saygıdeğer üyelerimiz, kıymetli misafirlerimiz,
İnsan sonsuzluğun tohumunu bağrında taşıyan yüce bir varlıktır, aynı
anda birçok zıtlığı çelişkiyi benliğinde yaşatır, ama o çelişkiler
birbiriyle barışıktır. En güzel ve ölümsüz meyvaları yüklenen dallar
insandadır.
Bu meyvaları beslemek için derinlerdeki kirliye, çamurluya dalan kökler
yine insandadır. Yaratıcı insanın meyvasına bakmış durmuştur,
köklerindeki karanlık ve çamur yüzünden onu horlamamıştır. Gelin bizde
horlamayalım insanı!
Biz eğer yıllar ve yıllar, kuşakları sağcı-solcu diye, şucu-bucu diye
yaftalar ve paftalarla değil de; namuslu-namussuz, dürüst-düzenbaz,
hizmet eden-hıyanet eden, erdemli-erdemsiz, vefalı-namert gibi zamanüstü
ayırımları esas alarak yoğurup şekillendirseydik, ülkemizin ve
insanımızın kaderi bugünkünden çok daha parlak olurdu.
Saygıdeğer üyelerimiz, kıymetli misafirlerimiz,
Takılan ve tıkanan yerden hemen açmaya başlarsak yine toparlanabiliriz.
Namert ayrımlara kay-naklık eden saplantıların biri çöktükçe, insanımızı
boğmakta ısrar eden eller başka saplantılar imal ederek, kitleyi saniye
bile kaybetmeden yeniden kamplaştırıyorlar.
Bu zalim ve hain gidişin durdurulması için genelde evrensel değerler,
din bazında da Kur’ani değer-ler etrafında kenetlenmek ve onun dışındaki
konularda birbirimize tahammülde kararlı olmak zorundayız.
Her birimizin maddi vücudunu besleyip doğuran bir anası olduğu gibi,
ruhsal benliğini besleyen bir manevi anası da vardır. Bu ikinci ana, bir
kişi olabileceği gibi, bir ortam, bir ocak ve odak da olabilir. Ve
herbirimiz annesine saygı göstermek mecburiyetindedir.
Bize düşen de Annesine saygı gösterene saygı göstermektir.
Kendi annemize saygılı olmak bahanesiyle, başkalarının annelerine
sövemeyiz. Başka annelere de saygı göstermek zorundayız. Unutulmaması
gereken temel gerçek şudur :
„Hepiniz topluca Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanıp bölünmeyin’’
(Ali Imran 103)
Parçalanıp bölünür, çekişip didişirseniz çürür-bozulursunuz, kuvvet ve
enerjiniz tarumar olur. Bu dağınıklıktan kurtulmanın yolu birbirimize
tahammüldür, sabırdır.
Çevresinde, açlık ve ilaçsızlıktan benizleri solmuş çocukların dolaştığı
mabetler, camiler, ne denli görkemli, ne denli süslü- püslü ne denli
yüksek minareli olursa olsun, oralardan Allah’a gidemezsi-niz!
Allah, hergün toslayıp toslayıp geçtiğiniz, ama dertlerini acılarını bir
türlü dinleyip paylaşmadığınız o soluk benizlerin yüreğinden sesleniyor
sizlere. Çığırtkanlıkta ortalığı velveleye verenler:
Allah’a gitmekte samimi iseniz, fildişi kulelere sığınmak yerine,
duvarlara sığınmak yerine o kimse-siz, çaresiz yüreklere girin. İşte
Allah oradadır!
İnsanın süründüğü bir dünya, Allah’ı memnun etme şansını yitirmiştir.
Yitirdiğini bulmakta kararlı olanlar, insana uğramak ve onun gönlünü
mutlu ederek oradan „olur’’u almak zorundadır. Allah’a giden yolların en
kestirmesini soranlar!
Gidin, insana hizmet edin! Duvar değil, duvarlar değil insan yapmak için
seferber olun!
Değerli üyelerimiz,
Yaratıcının karanlıklara boğduğunuz bu dünyadaki ümidini, çocuklar
temsil ediyor. Çocuklardır bizi arşa taşıyacak olan ak kanatlar.
Kanatları zedelemeyin, kırmayın, güçlendirin. Artık ağlamasın ço-cuklar,
artık ölmesin o menekşe gözler!
Ey düşkünlerin sığınağı, ey kovulmuşların barınağı!
Ey hiç ayıp aramayıp hep affeden! Hep ayıp arayıp hiç affetmeyen bizler
yine sana geldik. Bir rahmet şafağının can veren yağmurunu çiseletmeye
başla. Baş açık, yalın ayak dizildik huzuruna. Herşeyi çepeçevre kuşatan
rahmetin hürmetine bakma kulların kusu-runa. Onbirinci Genel Kurul’un
rahmet yağmurlarıyla aklayıp pakla bizi!
Kendimize zulmediyoruz. Bizi bize bırakma! Sakla bizi ! Biz yapamasak da
bütün hamdler sanadır. Biz senin müflis kullarınızız, Allah’ım yüz
sürüyoruz kapına. Affet bizi, ayırma Sırat-ı müstakiminden!
Değerli mücahideler- mücahideler,
Bacılarım, Anadolu’nun kadın erenleri, Osmanlı’nın kuruluşunda, dinsel,
politik, hatta askeri aksiyonlar sergilemiş, hizmet ve iman öncüleri
mücahide Bacılarım.
Sizler büyük imparatorluğun oluşumunda, tıpki Anadolu Gazileri, Anadolu
Ahileri gibi pay sahibi olan analarımız gibi, Milli Görüş’ün oluşumunda
pay sahibisiniz !
“Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin yardımcılarıdırlar, iyi
ve güzeli emreder, kötü ve çirkini yasaklarlar. Namazı kılar, zekatı
verirler. Allah’a ve onun elçisine itaat ederler. İşte Allah bunlara
rahmetiyle muamele yapacaktır.(Tevbe 71).
Kur’an bu buyruğuyla kadın ve erkek birlikteliğinin yeni ve erdirici
oluşlara, Allah’ın rahmetine kaynaklık ettiğini dikatlere sunmuştur.
Ve bu kutsal kural ışığında hareket eden Anadolu Bacıları, iman ve ülkü
kardeşleri, Anadolu Ahileri ile, bu birlikteliğin, en seçkin örneklerini
vermişlerdir.
Değerli bacılarım, sizlerin sayesinde anlaşılmıştır ki, kadını
dışlamayan bir iman ve aksiyonun tem-silcileri hedefe çok daha kolay
gitmiştir.
Değerli üyelerimiz,
Kadın yaratıcılık kokusu taşıyan tek varlıktır.
Kadını yanına alan bir gayret, özletici değerleri mutlaka üretir.
İnsanlığın yarısı kadındır. Kadına rağmen Kur’an’ın mesajına hizmet
edilemez.
İslâmın ilk mümini bir kadındır! İlk şehidi bir kadındır! Allah
Rasulü’ne ilk mali destek bir kadından gelmiştir ! Allah Rasulünün ilk
danışmanı bir kadındır!
“Eğer Hz. Hatice’nin fedakâr ve basiretli hizmetleri olmasaydı İslâm
zafere ulaşamazdı.“
Değerli üyelerimiz,
İslâm aleminde büyük bir kaos yaşanmaktadır.
Bu, gönül gözü açık olup Yaratıcı’nın ilminden koku alarak, onun hiçbir
rengi olmayan boyasına bo-yanan yolcularda bir hayli üzüntü
yaratmaktadır.
Rabbimin bize bahşettiği O’na yaklaşma metodu olan İslâmı, Yaratıcı’nın
kendi dinini, cahiller, dün-ya tamahları yüzünden, kör kuşların önlerine
geleni gagalayıp parça parça ettikleri gibi parçalayıp nefislerine
uydurdular.
Onlar, Kuran’ı, Hz. Peygamberi, Hz. Ehl-i Beyt’i çıkarlarına alet
ettiler. Bu yol kesicilere dikkat edin, onların çıkarlarına alet
olmayın.
Saygıdeğer üyelerimiz,
Doğru yolda ilerlerken tacizlere uğrayabilirsiniz. Bu size yılgınlık ve
üzüntü vermesin.
Hakk’ın izniyle ve dava erlerinin himmetleriyle kâinatın idaresini
sürdüren yüce zevat sizlere yar-dımcıdır. Cahilliğin birgün Hak kılıcı
ile doğranacağından kimsenin şüphesi olmasın!
Hak erleri aramızda dolaşıyor. İnsanlarla beraber yaşıyorlar, insanları
tahlil ediyorlar. İçyüzlerini görüyorlar, filmlerinin banyolarını yapıp
negatiflerini kasalara saklıyorlar, Levh-i Mahfuz’da saklan-ması için
yukarıya postalıyorlar. Bunları bilen biliyor.
Nice erler var ki küskün, konuşmuyorlar, seyircidirler. Bunlara yaklaşıp
sevgi ve teveccühlerini ka-zanmak lazımdır. Bu erlere cümleden cümleye
selam olsun!
Çok kıymetli üyelerimiz,
Ehl-i Kitap veya kendisine kitap verilenlerden, Kur’an 70 küsür yerde
bahseder.
Ehl-i Kitap tevhid dini olan peygamberli dinlerin İslâm’dan önceki
temsilcileri ve taşıyıcılarıdır.
Kur’an, Ehl-i Kitab’ı düşman olarak göstermemektedir. Tam aksine tevhit
gerçeğinin egemenliğini sağlamada, işbirliğine çağrılan bir entegrasyon
unsuru olarak değerlendirmektedir.
Kur’an, kitap ehlinin inat ve kıskançlıktan doğan tahrip ve fesatlarına
dikkat çekmekle birlikte, onlara karşı müslüman toplumun sıcak
bakmasını esas almış ve bu kitleye farklı bir statü tanımıştır:
Onların yemekleri yenir, kestikleri, avladıkları hayvanlar da yenir.
Kur’an, Ehli Kitap ile mücadelenin en güzel biçimde yapılmasını emreder:
„Ve onlara deyin ki, biz müslümanlar, bize indirilene de inanmışızdır,
size indirelene de. Ve bizim ilahımız da sizin ilahınız da birdir. Ve
biz o biricik İlah’a teslim olmuş kişileriz.
Ve İslâm tarihi boyunca müslümanlar Ehli Kitab’ın dinlerini hep korumuş
ve onlara her devirde, her zeminde din ve düşünce hürriyeti
götürmüşlerdir. Hatta onları kendi dindaşlarının zulmüne karşı,
koruyanlar da büyük ölçüde müslümanlar olmuşlardır.
Şu bir gerçektir ki, bir Müslüman için bir kitap ehli en büyük nebiler
arasında yer alan Hz. Musa’nın veya Hz. İsa’nın bağlısıdır. Ve yalnız
bunun için bile korunmaya layıktır.
Çünkü müslüman vicdan hem Musa’ya, hem de İsa’ya inanmakla yükümlüdür.
Ve böyle bir vicdan, hatası ne olursa olsun, bir Ehl-i Kitab’ı Hz. Musa
ve İsa’nın emaneti sayar.
Değerli üyelerimiz,
Kur’an Ehl-i Kitab’ın seçkin ruhlu zümrelere sahip olduğunu açıkça
söylemekte ve bu zümreleri öv-mektedir. „Ehl-i Kitab’ın hepsi aynı
değildir. Onlardan bir zümre vardır, Allah’ın ayetlerini gece boyu
okurlar ve onlar secdeye kapanırlar. Onlar Allah’a, Ahiret gününe
inanırlar, iyiliği emreder- kötülüğü yasaklarlar ve hayır işlerinde
yarışırlar.
İşte onlar barış ve iyilik sevenlerdir. Onların hayır adına yaptıkları
hiçbir şey inkâr edilmez, örtülmez.’’
Çok değerli üyelerimiz ve misafirlerimiz,
Sözü sözün Sahibine bırakarak konuşmama son veriyorum:
„... Eğer Allah’ın insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi
olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çokca anılan manastırlar, kiliseler
havralar ve mescitler her halde yerle bir edilirdi. Allah kendisine
yardım edene elbette yardım eder’’ ( Hac 40)
„ O kendilerine kitap verilmiş olanlardan bir kısmı, sana vahyedilenle
ferahlık duyar-lar’’(Rad 36)
„... Şu tartışılmaz bir gerçektir ki, insanların iman edenlere sevgide
en yakın olanlarını
„Biz hristiyanlarız’’ diyenleri bulursun. Bu böyledir. Çünkü o
hristiyanlar içerisinde, derin araştırmalar yapan keşişler, kendisini
Allah’a adamış rahipler vardır. Ve onlar kibre sap-mazlar.’’ Maide 82
AMGT’nin saygıdeğer üyeleri ve kıymetli misafirlerimiz,
Hızla kuzey-güney kutuplaşmasına doğru giden dünyamızda, bulunduğumuz
ülkelerde İslâm’ın barış mesajını insanlara ulaştıralım.
Dinler arasında, bilinçli olarak meydana getirilmeye çalışılan
çatışmaları durdurmak için gayret sar-fedelim.
Günümüzün maddeci mantığı, bütün gayretini makineyi güzelleştirmeye
sarfederek, insanın ruhunu ihmal etmiştir, yalnızlığa itmiştir.
İhmal edilen bu yalnız insana, onu güzelleştirme yolunda ‘Yaradılanı
sev, Yaradan’dan ötürü’ mantı-ğıyla yaklaşalım.
Din, dil, ırk ve maddi farklılıklar gözetmeksizin bütün insanlara
hoşgörü ile yaklaşalım. Ve bütün insanlığın barış ve refahı için
çalışalım.
Hristiyanlarla, Musevilerle ve diğer din mensuplarıyla ilişkilerimizi
mutlaka üst düzeyde sürdürelim.
AMGT’nin saygıdeğer üyeleri,
Bu duygu ve düşüncelerle 11.Genel Kurulumuz’un hayırlara vesile
olmasını, Yüce Yaratıcı’dan temenni eder, bu ilahi düsturlara bağlı
kalarak, yapacağımız bundan sonraki çalışmalarımızda, bizlere yardımcı
olmasını diler, hepinizi Allah’a emanet ederim.
Esselemü aleyküm ve rahmetullah.
(3 Haziran 1995, Osman Yumakoğulları 11. Genel Kurul
konuşması/Frankfurt)
Devam edecek