Kurban bayramı günlerindeyiz. Müslümanlar ibadet sevinciyle coşuyorlar,
seviyorlar ve seviliyorlar, sevinçlerini kurban keserek dostlarıyla,
komşularıyla, sevdikleriyle paylaşıyorlar.
Hayırlarımızı yaparken, sadakalarımızı verirken, kurbanlarımızı pay
ederken önceliği Berlin’e vermemiz gerekir, bu tercih çok önemlidir.
Yüce Allah „Sadakayı önce en yakınındakine vereceksin, sonra deniz
dalgası gibi yayılacaksın “der. Ayetin işaret ettiği yöne doğru bakmamız
gerekir, bu bakış görev aşkıyla yapılan bir bakış olacaktır.
Böyle yapmazsak, Allah Alman komşularınıza niçin yardım elinizi
uzatmadınız, niçin onların geleceğine yatırım yapmadınız? Hatta Alman
komşunuz Hans’la, Rose ile İslam’ın güzelliklerini niçin paylaşmadınız?
diye hesap soracaktır.
Berlin’de kurumlaşalım, su üzerine yazı yazmayalım.
Sadece Afrika’daki,
Ortadoğu’daki, Asya’daki insanlara bir lokma et yedirmek için organize
olacağımıza, uğraş vereceğimize; biraz da bulunduğumuz ülkelerdeki
çocuklarımıza, insanımıza hizmet etmek için, yardım etmek için
„kurbanlarımızı paylaşmak“ için organize olalım. Zekatlarımızla,
sadakalarımızla, kurbanlarımızla öncelikle bulunduğumuz bölgelerde aktif
hale gelelim.
Özel okullar, üniversiteler, hastaneler, kültür merkezleri açalım. Hatta
bu kurumlarımıza Afrika ülkelerinden çocuklar getirelim, bu okullarda
onları da okutalım, onların bu okullarda okumalarına bu hastanelerde
tedavi olmalarına yine sadakalarımızdan pay ayırarak yardımcı olalım.
Sonra da onları ülkelerine gönderelim. Böylelikle hem kendi çocuğumuz
için hem de o insanların çocukları için daha hayırlı yatırımlar yapmış
oluruz.
Bu işi önceden yapmış olsaydık; şimdi Berlin’de ve o ülkelerde aktif
görev içinde olan, Berlin’in ve o ülkelerin rengini değiştirecek
binlerce uzman kendi alanında hizmet ediyor olurdu.
Yardımlarımızı yaparken, kurbanlarımızı değerlendirirken biraz da konuya
bu tarafından bakmamız gerekir…
55 seneden beri Berlin’de yaşayan Müslümanlar kaç tane milyonluk kurumun
altına imza attılar? Kaç tane kültür merkezi açtılar? Kaçtane özel
okulları vardır? Cevaplanması gereken sorular bunlardır.
Almanlar, Müslümanlarla birlikte yaşamanın avantajlarını görmelidirler.
Müslümanların yardımlaşma gayretlerini, fedakârlıklarını görmelidirler.
Müslümanın elinden ve dilinden insanlara zarar gelmediğini
görmelidirler. Hatta Müslüman eli, ihtiyaç sahibi olan herkese din, dil,
ırk ayırımı yapmadan ulaşır anlayışı, Almanlar arasında yaygın hale
gelmelidir. Bu anlayış kendiliğinden oluşmaz, gelişmez. Gayret etmek
lazımdır, irade ortaya koymak lazımdır, eyleme geçmek lazımdır.
Almanlar komşularımız, medya üzerinden kendisine tanıtılan Müslümanla,
aralarında yaşayan Müslümanlar arasında bir farkın olduğunu işte o zaman
fark edecektir. O zaman yabancılara önyargı ile bakan siyasiler,
bürokratlar veya Sarrazin gibi insanlar Müslümanları çıkarları için
malzeme olarak kullanamayacaklardır.
55 yıldan beri aynı coğrafyada yaşayan aynı havayı teneffüs eden, aynı
sokakta oturan, aynı okula giden Müslüman, birlikte yaşadığı Almanın,
Müslümanlarla ilgili düşünce dünyasını değiştirememişse sorun biraz da
Müslümanlarda aranmalıdır.
Müslüman, dünyanın neresinde olursa olsun ayağına çivi batan bir insanın
acısını içinde hissetmesi gereken kişidir. Müslüman Arakan’daki,
Suriye’deki veya dünyanın başka bir yerindeki insanlara yapılan yardıma
karşı olamaz, bu mümkün değildir. Müslümanın eli oralara mutlaka
uzanmalıdır. Ancak kendi çocuğumuzun elini bırakarak o elleri tutmaya
çalışmayalım, tutamayız. Tutsak bile içine düştüğü çukurdan onu
çıkaramayız.
Her Müslüman öncelikle kendinden, kendi çocuğundan, bölgesinde yaşayan
kendi insanından sorumludur. Kendi çocuklarımız bugün kuyudadır.
Kendisine uzanacak bir el beklemektedir, hatta babasının- annesinin
elini beklemektedir. Anneler –babalar öncelikle bizi bekleyen o eli
tutalım. Her iki eli birden tutabiliyorsak tutalım, o daha anlamlı
olacaktır.
Biraz düşünelim, öz eleştiri yapalım; yıllardan beri Afrika ülkelerine
gönderdiğimiz kurbanlar, sadakalar, zekâtlarlar, bağışlar kontrol dışı
olduğu için, darbe olarak, kurşun olarak birgün geri dönebiliyor. 15
Temmuz kalkışmasını ve şehit edilen 250 kişiyi unutmamak gerekir.
İslâm hoşgörü dinidir, barış dinidir. Kim İslâm’ın barış mesajına gölge
düşürmek isterse bilsin ki o, Müslümanlardan değildir.
İslâm öldürmek için değil, yaşatmak için gelmiştir. Bilakis huzuru tesis
etmek için gelmiştir. Teröre asla prim vermez.
Adı ne olursa olsun, dini ne olursa olsun, kılık kıyafeti nasıl olursa
olsun, tüm terör örgütlerini ve o örgütlere yardım ve yataklık edenleri,
ister özel, isterse tüzel kişilik olsun hepsini şiddetle lanetliyorum.
Budist rahipler, Arakan’da Müslümanlara karşı yeniden katliam başlattı.
Çoluk çocuk demeden, yaşlı-kadın demeden Müslüman olan herkesi
acımasızca katlediyorlar. Çocuklar araba lastiklerinin içine konularak
diri diri yakılıyorlar, kadınlara tecavüz ediliyor, boğazları kesilerek
hunharca katlediliyorlar. Dünya bu katliamı konulu filim gibi
seyrediyor.
Arakanlı diri diri yakılırken, 10 milyon Suriyeli evlerini yurtlarını
ölüm pahasına terkederken, lastik botlarda ölümlerden ölüm
beğenirlerken; dünya neden sessiz kalıyor dersiniz?
Birleşmiş milletler nerededir? Nerededir dünyanın her bölgesine
demokrasi ihraç eden Amerika? İslâm ülkeleri nerededir? Nerededir her
fırsatta demokrasiden insan haklarından bahseden demoktrasi havarisi
Batılılar?
Ben bugün, umutsuzluğa varan bezginliğimden utanıyorum. Savaşı, zulmü,
haksızlığı engellemek, bir nebze de olsa azaltmak için çırpınmakla geçen
bir ömrün sonunda, büyük bir boşluk var, hiçlik var, yenilgi duygusu
var içimde. Bu duygu kahrediyor beni.
Ve ben bütün bu olup bitenlere rağmen, buruk da olsa bu bayramı
dostlarımla birlikte yaşamak için gayret sarfediyorum. Bayramınız
mübarek olsun.
Rüştü Kam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder