Ağlamak mı gerekiyor yoksa düşünmek mi? Bazı gerçeklerle yüzleşmek o kadar
zor geliyor ki insana, çoğu kez yüzleşmemeyi tercih etmek daha kolay
olabiliyor. Nice hayallerle yıllar önce gurbete çıkan insanlar, her an geriye
dönme ümidiyle yatırımlarını anavatanlarına yaparak hem ülke kalkınmasına
destek oldular hem de hayallerini gerçekleştirmek için küçük küçük adımlar
attılar. Ev, arsa, dükkan, tarla satın aldılar. Canlarının çektiği yemeği bile
yiyemediler ağız tadıyla, yerlilerin çöpe attıkları koltukları, dolapları
kullanmayı tercih ederek artırdılar o yatırım paralarını. Aldıkları kredilerin
borçlarını ödemek için 1 odalı 2 odalı evlerde oturmayı tercih ettiler. Derken
bir baktılar ki, yaş gelmiş 60'a- 70'e. Torun torba derken kalakalmışlar gurbet
ellerde. Geriye gitse gidemiyor, burada kalsa kalamıyor. Ne yapsın şimdi bu
adam, yıllarca ana baba özlemi çeken, vatan hasreti çeken bu adam ne yapsın
şimdi?
Devletimiz 50 yıllık süreç içinde hep döviz yumurtlayan tavuk gözüyle baktı
gurbetçisine. Onun birikimini devlet eliyle yatırıma dönüştürmenin yollarını
aramadı. Yurtdışında Yaşayan Türklerile ilgili birim (YTB) daha yeni
oluşturuldu, bu kurumun varlığını halkımız ne kadar hissediyor bunu da net
olarak söylemek henüz mümkün değil.
Ancak bu arada halkın ne dili kaldı ne de dini. 2018 yılında birinci neslin
dişinden tırmağından artırdığı paralarla satın alınan veya inşa edilen camiler
cemaat sıkıntısı çekiyor. Böyle giderse on sene sonra açılan camiler birer
birer kapanacaktır. Müşterisi olmayan mal satılmaz. Yeni neslin, din ve dil konusunda anneleri ve babalarının sahip
oldukları duyarlılığa sahip olduklarını söyleyemeyiz. T.C. Devleti tarafından -pansuman tedbir olma kabilinden-
okullarda verilen Türkçe dersleri faydasız değildir, ama dil eğitimi konusunda
yeterli de değildir. Zaten son zamanlarda Türkçe derslerinin verildiği
okullarda problemler oluşmaya başladı. Okullar Türkçe dersi için kullanılan sınıfların
karşılığında T.C. Devleti’nden kira talep ediyor. Bu durumda devlet çok
önceleri yapması gerekenleri hatırladı ve STK’lere yöneldi. Sıkışınca kendisini
halkın kollarına bıraktı. Bu uygulama yıllar öncesinden yapılsaydı ne kadar
anlamlı olurdu...
20.01.2012 tarihinde, ogün
başbakan yardımcısı olan Bekir Bozdağ, Berlin Büyükelçiği'nin verdiği sabah
kahvaltısında, ''Almanya'dan Türkiye'ye giden paranın daha fazlası, Türkiye'den
Almanya'ya akıyor'' demiş. Doğrudur belki. Bir de bu paraların nerelere
aktığını bilseydi halkımız o zaman daha sıkı sarılmaz mıydı devletine.
Sayın Bozdağ, aynı toplantıda haklı olarak ''İki şeyden asla taviz verilmemelidir.''
demiş.:''Din ve Dil”. Taviz verilemez demek kolaydır. Nasıl olacak bu iş? sorusunun
cevabını vermektir zor olan. Her dönem hükümette koltuğunu korumayı başaran
Bozdağ, acaba 2012 yılından beri vazgeçilemez olan bu iki mesele hakkında neler
yapmıştır, bir de onlara bakmak lazımdır. Okullardaki Türkçe derslerine son
verilmiştir...
Sayın Bozdağ, bu iki vazgeçilemez olan değerin ikisi de maalesef kaybolmak
üzere. Sivil toplum kuruluşları her türlü imkansızlığa rağmen, hertürlü engellemelere
rağmen bilâ ücret geleceklerine yatırım yapmanın derdiyle yanıp tutuşuyorlar,
ancak Bekir Bozdağ’ı yanlarında veya arkalarında göremiyorlar.
Sayın Bozdağ, ya bu insanları alıp
götürün vatanlarına, ya da bu insanların problemlerinin çözümüne destek olmak
için imkanlar hazırlayın onlara bu ikinci vatanlarında. Onların tutan eli olun,
yürüyen ayağı, gören gözü olun. Yapabileceklerinizi yapmak için lütfen beklemeyin.
''Seçme hakkı verdiğiniz yurt dışı Türkleri’ne seçilme hakkı da verin. Sadece seçme
hakkı vermek halkımızın gazını almaktan başka bir işe yaramıyor. Bir de o iki
vazgeçilmez için 2012 yılından beri Bekir Bozdağ ne yaptı? İsterseniz yine bir
kahvaltıda buluşalım ve bizlere”Şunları yaptık.” deyin...
Sayın Bozdağ, Avrupa’daki Müslümanlar, mali ibadetlerini Türkiye'ye ve
dünyanın başka bölgelerine göndererek yerine getirmeye çalşıyorlar. Hattâ bu
konuda yarışıyorlar. Sırf bu amaçla kurulan birçok yardım kuruluşu var Avrupa’da/
Almanya'da. Bu konuda yönlendirici olmanız lazımdır. Böyelece hem buradaki
insanımız mali açıdan ve din açısından istismar edilmemiş olacaktır, hem de
burada yaşayan insanımızın geleceğine yatırım yapılmış olacaktır.
Sayın Bozdağ, 2011 yılında, ha-ber.com' da yazdığım bir yazıyı bu vesileyle
tekrar gündeme taşımak istiyorum:
Dini Cemaatler ne iş yaparlar?
İslâm dinini din olarak seçen insanlara Müslüman denir. Müslümanların
rehber edinmeleri gereken kitabın adı Kur'andır. Kur'an'la Müslümanları
tanıştıran kişiye peygamber denir. O'nu Allah seçmiştir. Seçilen bu kişiler
güvenilir kişilerdir. Son elçi olduğu, Seçen tarafından son peygamberdir diye
ilan edilen kişinin adı Muhammed'dir. Bu isim Hz. İsa tarafından son Elçi'den 6
asır önce İncil'de ilan edilmiştir. Bunlar Elçi'dirler, kendilerine emanet
edilen ''Emanet'e'' birşey ilave edemezler ve O'ndan birşey eksiltemezler.
Dinler insanların dünya hayatını dizayn etmek için gönderilirler. Hedeflenen,
ahiret hayatının mutlu bir hayat olarak devam edebilmesidir. Bu gaye için bir
dizi ön şart sıralar Allah, Elçi'ye emanet ettiği O Kitap'ta. İbadetler, emir
ve yasaklar bu ön şartları oluştururlar. Cemaat olmak ve cemaat şuuru ile
yaşamak bu ön şartlardandır. Cemaat, hedefi olan topluluk demektir. Cemaatlerde
ortak hedefler olmalıdır. Bu ortak hedefler insanların dünyada barış içinde mutlu
bir hayat sürebilmeleri için gereklidir:
-Barış içinde yaşanılacaktır.
-Zulüm yapılmayacaktır, zalimler desteklenmeyecektir.
-Eğitime ağırlık verilecektir.
-Komşuların hakkı korunacaktır.
-Adaletle muamele edilecektir.
-Doğa korunacaktır, tahrip edilmeyecektir, yani, ekolojik denge muhafaza
edilecektir.
-Fakir-fukara görüp gözetilecektir.
- Ve bütün bunlar kurumlar aracılığıyla yapılacaktır. Kurumlaşılacaktır
v.b.
Cemaatleşmenin amaçlarından sayılabilecek birkaç örnektir yukarıda
zikredilenler. Dinîn buyruklarını dezenfarmosyana tabi tutmadan yaşamayı esas
alan cemaatlere dinî cemaat denir. Cemaatleşme bu insanlar için farz-ı ayn bir
ibadettir. Allah'ın olmazsa olmaz buyruklarındandır. Güçlerin birleştirilmesini
ister Allah. Çünkü, ciddi çalışmalar güçlerin birleşmesiyle yapılır. ''Hep
birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, fırkalara bölünüp parçalanmayın;
Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın.'' (Âl-i İmrân 103) der Allah.
Günümüzde Avrupa’daki cemaatler veya dini cemaatler sadece kendi
cemaatlerini düşünür haldedirler. Dayanışma içinde değillerdir. Güçlerini
birleştirmek için çalışma yapmazlar. Amip gibi bölünerek çoğalmaya devam
ederler. Sanki gizli bir el onları yönlendirmektedir. Almanya'da hizmet verdiklerini söyleyen cemaatler/
dinî cemaatler; Allah'a kul değil kendilerine üye yetiştirmekle meşguldürler. Cemaat
başkanı veya hocası, kendi cemaatlerinin dışındaki dinî cemaatlerin hep
yanlışlarını anlatırlar cemaatlerine. Çünkü, kurtuluşa erecek olan cemaat kendi
cemaatleridir. Yani fırka-i naciye kendisidir. Fırka-i naciye, kurtuluşa
eren cemaat/topluluk demektir. Güya son Elçi: ''Benim ümmetim 73 fırkaya
ayrılacaktır, içinden bir tanesi kurtuluşa erecektir, 72 si dalâlettedir.''
buyurmuştur. İstisnalar her zaman vardır elbette.
Almanya'daki dini cemaatler; ''sadece ibadet yapmak için, kendiliğinden
camiye gelen insanların cebindeki paraları nasıl alırız''ın hesabını yaparlar. Camide
çocuklara dini eğitim verilmesi de aynı amaca yöneliktir. Dini cemaatlerin
camilerinde, zekatlar toplanır, fitreler toplanır, kurbanlar toplanır. Bilhassa
Afrika ve Asya ülkelerindeki insanların durumu ajite edilerek toplanır bu paralar.
Sinevizyon gösterileriyle insanların manevi duyguları tetiklenir. Hedefleri, duygu
sömürüsü yaparak daha çok para toplamaktır.
Bu cemaatlerin hizmet portföyünde çocuk okutmanın dışında elle tutulacak bir
hizmet yoktur desek yalan olmaz. Bu işi de oltanın ucuna takılan yiyecek olarak
düşünebiliriz. Asıl amaç balığın karnını doyurmak değil, kendisini
yakalamaktır. Çocukları, pedagojik formasyonu olmayan hocalar okutur. Ehil olan
insanlara verilecek maaş fazladır çünkü. Bazı camiler de bir hoca 50-60 çocuğu
bir iki saat içinde okutmak zorundadır. Bir çocuğa düşen zaman 5 dakika bile
olmayabilir. Bazen hocalar iki üç çocuğu aynı anda okutmak zorunda kalır.
Yeteri kadar hoca istihdam etmek istenilmez. Çünkü, toplanan paralar camilerde
kalmaz, genel merkezlere gider. Hocaların aldıkları maaşlar yaptıkları
hizmetlerle doğru orantılı değildir. Çark böyle döner. Çarkın yanlış döndüğünü
farkedenler ve bu yanlışlığı dillendirenler hemen görevden alınırlar. Hem de
çeşitli iftiralar atılarak görevden alınırlar. -Samimiyetle, canını dişine takarak hizmet eden, sadece Allah'ın
rızasını gözeten gerçek mü'minler bu dairenin tabii ki dışındadırlar. Allah
onlardan razı olsun, onların yar ve yardımcısı olsun. Ne mutlu o Allah
dostlarına...-
Dinî cemaatlerin:
-Vakıfları yoktur.
-Hastaneleri yoktur.
-Öğrenci yurtları yoktur.
-İmam yetiştiren yüksek okulları yoktur.
-Kur'an öğretmeni, din dersi öğretmeni yetiştiren kurumları/okulları
yoktur.
-Gazeteleri, dergileri yoktur, televizyonları yoktur.
-Tam gün mesai yapan hukuçuların çalıştığı hukuk büroları yoktur.
-Danışma merkezleri, araştırma merkezleri yoktur.
-Sosyal konutları yoktur....
-Kültür Merkezleri yoktur, yani gelecekleri yoktur.
Topladıkları paraların büyük bir bölümünü Almanya dışına çıkarmakla
meşguldürler onlar. Bazen bu paralar, Somali'ye yardım diye çıkar Almanya’dan,
bazen Afganistan'a yardım diye çıkar, bazen Filistin'e yardım diye çıkar...
Sadece bu görev için kurulan yardım kuruluşları vardır. Yıllardan beri bu iş
böyle yürür. Ancak, ne Afganistan'ın problemi çözülmüştür, ne Filistin'in, ne
Çeçenistan'ın, ne Irak’ın. Bırakın problemlerin çözülmesini bu halkalara
yenileri eklenmiştir. İşte 7 yıldır gözümüzün önünde çoluk- çocuk, kadın-ihtiyar
demeden bombalanan Suriye...
Buna rağmen yine de toplanır o paralar. Cemaat bu paranın hesabını sormaz
veya soramaz. Bu sorumsuz sorumluların tutumu yüzünden; dini cemaatler bir
araya gelip, güçlerini birleştirip, hizmet alanlarını belirleyerek ortak
çalışma içine giremezler. Meşrep çalışmaları dini hizmetlerin devamlı önünde
tutulmaktadır. Olmazsa olmaz olan, “din ve dil” değil de sanki meşrepmiş gibi
hareket edilmektedir. Örneğin, 50 yıldan beri kendi ihtiyaçları olan imamlarını
kendileri yetiştirmiyor. İmam yetiştiren bir yüksek okul açamamışlar.
Bu cemaatlerin bir yüksek okul açmaya güçleri yetmez mi? Elbette yeter, bir
değil birkaç tane açmaya yeter. Sorun şuradadır; bu yetişen imam hangi meşrebe/mezhebe
göre din anlatacaktır, Kur'an'ı hangi meşrebe/mezhebe göre yorumlayacaktır? Yazıktır, günahtır.
Cemaatler Türkiye'de emekli olmuş hocaları getiriyorlar buraya, o hocalar hizmet
aşkıyla gelmiyorlar. Biraz para kazanarak, geriye gitmeyi düşünüyorlar. Dertleri
yok onların. Parklarda olanlar o hocaların çocuğu değil.
Bir de DİTİB (Diyanet İşleri Türk İslâm Birliği) var, evlere şenlik. Onlar
da hoca getiriyorlar Türkiye’den. Hem de bu hocaların maaşları çift, hem Türkiye’den
maaş alıyorlar hem de buradan. Haklı (!) olarak etliye sütlüye karışmadan
sürelerini doldurmak istiyorlar. Sorumluluk almak istemiyorlar, sorumluluk
almak risk almaktır. Sınırlı bir süre için gelen bu görevli niçin risk alsın. Bu yüzden ciddi çalışmaların altına imza
atamıyorlar. Cami derneklerinin de işine geliyor bu uygulama. Böylece ne şiş
yanıyor ne de kebap. Halk, veren el olduğu, alan el olmadığı sürece kervan
yürüyor. Tekerin önüne taş koymak isteyen olursa, ona haddini bildirmek de o
kadar zor olmuyor.
30 yıl öncesinde Berlin’de camiler ramazan ayında ve cuma namazlarında dolup dolup taşardı. 30 yıl sonrasında ilave cami
yapılmamasına rağmen, camilerdeki tutulan namaz saflarında boşluklar var. 30
yıl önce doğan çocuk bugün 30 yaşındadır. Bir ailede ortalama en az dört
yetişkin olabileceğini düşünürsek, bugün camilerin cemaati almaması gerekir.
Bu duyarsızlık böyle devam ederse
10 yıl sonra camiler birer birer kapanmaya başlayacaktır. İşte o zaman çok geç
olacaktır. Afrika ülkelerine para göndermenin cezasını 20 yıl sonra 30 yıl
sonra gelen nesil çekecektir. Kendi çocuklarımız, geleceğimiz gözümüzün önünde
eriyip giderken, Afrika'ya el uzatmak da neyin nesidir? Bu ihanet değildir de
nedir? Oradaki insan yarın yine aç kalacaksa, birgün bir lokma et yese, yemek
yese ne olur yemese ne olur?.. Üstelik
onların devletleri vardır. Avrupa’da ülkelerinde yaşayan insanların devletleri de
yoktur. Devletin birisi Avrupa’da otlayan Türkiye’de sağılan inek gibi görür
seni, öbürü de potansiyel tehlike olarak görür. Allah’ın şu buyruğuna kulak
vermek gerekir: ''Aklınızı çalıştırmazsanız, sizi pislik çinde bırakırım.''
(Yunus 100)
Küçük bir hesap yapalım: Berlin’de 300 bin insan yaşıyor. Ortalama olarak
bu insanların 5 bini zekat verse ve bin
Euro verse; 5.000 x 1.000= 5.milyon Euro yapar. Berlin’e, her sene fakirlerin parasız
olarak yararlanabileceği 5 tane milyonluk
kurum kurulur.
Dini cemaat liderlerine tekrar sesleniyorum, etmeyin eylemeyin topladığınız
paraları çar-çur etmeyin, o paraları çocuklarınızın geleceği için yatırıma
dönüştürün. Kendi çocuğunuzu kurtarınca da, o ülkelerden ihtiyaç sahibi
olanları burada kurduğunuz kurumlarda, okutun, tedavi edin, meslek sahibi yapın
ve ülkelerine gönderin…Sadece zekat ve kurban parasıyla yapın bunları…İnanın
böylece ibadetin en faziletlisini yapmış olacaksınız. Böylece onurlu bir
hizmetin de altına imza atmış olacaksınız.
Kiliselerin papaz yetiştiren:
-Yüksek okulları vardır.
-Vakıfları vardır.
-Sosyal konutları vardır.
-Danışma merkezleri vardır.
-Meslek okulları ardır.
-Televizyonları, dergileri vardır.
-Yayınevleri vardır.
-Araştırma merkezleri vardır.
-Meslek okulları vardır
-Hastaneleri vardır.
-Üniversiteleri vardır.vb.
Müslüman cemaatlerin ise:
-Tarihe mal olmuş ataları vardır (!)
-Babaları, dedeleri müftüdür, hocadır, hacıdır (!)
-Kalpleri temizdir (!)
-Somalileri vardır(!)
-Filistinleri vardır (!)
-Afganistanları vardır (!) ve sadece konuşurlar.
Bu vurdum duymazlığın sonucudur ki; onların çocukları parklardadır, esrar,
eroin bağımlısıdır, kumarhanelerdedir, meyhanededir, hapishanededir. İş
merkezlerinin kapılarında kuyruktadır, gayeleri, hedefleri yoktur, serseri
mayın gibi dolaşırlar ortalıkta. Allah aşkına bu dini cemaatler ne iş yaparlar?
Sayın Bozdağ…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder