14 Haziran 2023 Çarşamba

DOĞU ANADOLU GEZİSİ (XI-11): DİVRİĞİ -"Methinde diller kısır, kalem kırıktır"-

Sabahın erken saatinde Eğin‘den yola koyulduk. Hedefimizde Divriği var. Yiğidin harman olduğu yerde Divriği. Sivas’ta. Sivas topraklarına ayak basar basmaz; Kaptan Sezgin “Si-vas ellerinde sazım çalınır” türküsünü havalandırıverdi. Koro halinde eşlik ettik türküye. Türkünün arkasından, “Sivas denilince Aşık Veysel akla gelir” hatırlatmasını yapan rehberi-miz Cem, kısa da olsa Aşık Veysel hakkında bilgilendirme yaptı. “Aşık Veysel olarak bilinen Veysel Şatıroğlu 1894 yılında Sivas’ta doğmuştur. Türk Edebiyatı’na, kazandırdığı eserleri ile ölümsüzlük katan Aşık Veysel önemli bir halk ozanıdır. “Uzun ince bir yoldayım/ Benim sadık yârim kara topraktır/ Dostlar beni hatırlasın” gibi büyük eserlerin sahibidir. Ahmet Kutsi Tecer, Aşık Veysel'in eserlerini ilk kaleme alan kişidir. Tecer, halk edebiyatının hak ettiği yerlere gelmesi, eserlerin kaybolmaması ve gelecek nesillere aktarılması için çok ça-lışmıştır.” Koca Ozan unutulur mu? Unutulmaz elbet. Biz de unutmadık zaten. Aşık Veysel’in kabrini ziyaret edemesek de “Uzun ince bir yoldayım/ Gidiyorum gündüz gece türküsünü söyleye-rek Aşığımızı hatırladık ve ruhuna birer Fatiha okuduk. Allah rahmet eylesin. Divriği “Divriği Sivas’ın ilçesidir. İlçenin toplam nüfusu 23.313 (2022). Denizden yüksekliği 1225 metredir. İlçede karasal iklim özellikleri görülür. Kışları çok karlı ve soğuk, yazları sıcak ve kurak geçer. Divriği eski bir tarihe tarihlenir. Hititler zamanına. Eski Bizans şehri olan Teph-rice’nin yerinde kurulmuştur. Tarih içinde birçok devlet tarafından ele geçirilmiştir. Malazgirt Meydan Muharebesinden sonra Türk Egemenliğine girmiş ve yönetim Alpaslan’ın komutanı Mengücek Gazi’ye verilmiştir. Onunla birlikte, Oğuz boylarından Kayı, Bayat, Ka-raevli ve Akevli boyları da Divriği’ye yerleşmiştir. Siyasî olaylara fazla karışmayan, daha ziyade toplum ve sanat hizmetlerine yönelen Divriği Mengücekli beyleri şehrin imarında önemli rol oynamışlardır. Divriği, Yıldırım Bayezid tarafından (1398) Osmanlı topraklarına katılmıştır. XIX. yüzyılın sonlarında Divriği’nin nüfusu, Kāmûsü’l-a‘lâm’ın verdiği bilgilere göre 34.000 dolayındadır. On iki camisi, on beş mescidi, üç medresesi, bir kütüphanesi, bir rüştiye mektebi, dokuz İslâm ve bir Hristiyan sıbyan mektebi, on üç hanı, üç hamamı, 520 dükkânı, beş fırını vardır.” Kemaliye, Divriği arasında yol alırken otobüste verdi bu bilgileri rehberimiz. Zamanı verimli kullanmak için yeri geldiğinde böyle uygulamalar yapılıyor. Otobüs caminin önüne yanaştı. Önce 30 dakika ihtiyaç gidermek için süre verildi. Verilen süre bitince söylenen yere top-landık. Elinde megafonu ile Divriği rehberi Nail Ayan bizi bekliyordu. Cami inşaat halinde. İçeriye giremedik. Dışarısını da tam çıplaklığıyla göremedik. İskele kurulmuştu. Gölgeliyordu cepheyi. Divriği Ulu Camii Nail Ayan hoş geldiniz diyerek başladı söze: “Divriği Ulu Camii, darüşşifası, hamamı, türbesi ve diğer yapı topluklarıyla birlikte bir külliyedir. Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlı Mengücek Beyliği döneminde inşa edilmiştir. 1228 yılında başlanıp 1243 tarihinde tamamlanan külliye-nin Baş Mimarı Muğisoğlu Ahlatlı Hürrem Şah'tır. Başta kapılar ve sütunlar olmak üzere, külliyenin birçok yerinde bulunan, Ahlatlı ve Tiflisli ustaların ellerinden çıkan, taş işçiliği; taş işçiliğinin en nadide ve en ince örnekleridir. Hari-kulade motifler tüm dünyanın ilgi ve dikkatini çekmektedir. Bu eseri farklı ve özgün kılan bir diğer özellik de süslemelerde yer alan, on binlerce motifin hiçbirinin bir daha kendini tekrar etmemesidir; kâinattaki farklı varlıkların muhteşem bir ahenk ve denge içerisinde olduklarının taşa nakşedilerek gözler önüne serilmesidir. Bu ya-pının dünyada başka örneği yoktur. Mimari üslubu, süsleme ve örtü sistemlerinin dengeli ve uyumlu tasarımıyla önem kazanan bu şaheser, dünyada, görülmeye değer eserler listesinin başında yer almaktadır. Bu büyüleyici eseri anlatmaya sözlerin yetersiz kalacağını Evliya Çelebi yüzyıllar önce şöyle ifade etmiştir: "Methinde diller kısır, kalem kırıktır." Görenleri kendisine hayran bırakan bu muhteşem abide, sanat tarihçileri tarafından "Divriği mucizesi", "Anadolu’nun Elhamrası" gibi ifadelerle tanımlanmıştır. Bundan dolayı Divriği Ulu Cami için şöyle derlermiş: “Görme-den sakın ölmeyin.” Cami, 1985 yılında "Dünya Kültür Mirası" listesine (UNESCO) İslam mimarisinin başyapıtı olarak girmiştir. Caminin giriş kapısına ikindi güneşi düştüğü zaman gölgelerden oluşmuş, ayakta duran, yandan bir erkek silüeti belirir. Bu silüetin önünde dikdörtgene benzer bir gölge daha var-dır. Bu gölgeler Kur'an okuyan ve namaz kılan bir kişiyi sembolize eder. Kesme Taşlarla Yapılmıştır Ulu Cami, Kuzey-Güney doğrultusunda dikdörtgen plânlı ve tümüyle kesme taşlarla yapıl-mış bir yapıdır. Camiye giriş çıkışı sağlayan kuzey, batı ve doğu yönlerde üç ayrı anıt kapı yer almaktadır. İç mekân, sekizgen payeleri birleştiren çift yönlü sivri kemerlerle farklı genişlikte yirmi beş birime ayrılmıştır. Büyük boyutlu mihrap önü, dilimli, orta bölüm ise oval birer kubbeyle örtülüdür. Sekizgen aydınlatma feneri bulunan orta bölümün kubbesi sekizgen piramidal külâhla kaplıdır. Diğer birimlerin örtü sistemini yıldız, artı ve bileşik to-nozlar oluşturmuştur. Güneydoğudaki şah mahfili de bileşik tonoz örtüsü ile dikkati çek-mektedir. Caminin iç mekânı ise, kapılara nazaran sadelik içermektedir. İbadet eden insanların dikka-tinin dağılmaması ve ibadetteki huşu ve huzurun bozulmaması için sadeliğin tercih edildiğin-den söz etmek mümkündür. Emanet Sandığı ve Sadaka Taşı Caminin iç kısmında, cennet kapısının arka yüzünde tek parça taştan oyulmuş iki adet emanet sandığı bulunmaktadır. İnsanlar bir yere giderken değerli eşyalarını ve ziynetlerini emanet sandığına bırakırlar, döndüklerinde ise bıraktıkları gibi bu-lurlardı. Bir de sadaka taşı bulunmaktadır. Hayırseverler sadakalarını bu taşın içine bırakır, ihtiyaç sahipleri de içinden ihtiyacı kadarını alırdı. Bu uygulama, “Bir elin verdiğini öbür elin bilmemesi” prensibine uygun bir uygulamadır. Yoksulun incitilmemesi ve onurunun korunmasını esas alan bir duyarlılığın yansımasıdır. Cennet kapısının arka yüzünün solunda, demir oksit boyasıyla boyanarak yapılan bir mız-rak, bir de meşale motifi mevcuttur. Mızrak gücü, meşale ise ilmi temsil etmektedir. Cen-net kapısının üzerindeki tonozda yer alan sarkıtlar ise gözyaşı damlaları görünümündedir. Alttan Isıtma Sistemi Yamacın böğrüne yapılan cami alttan ısıtmalıdır. Caminin 100 metre aşağısında bulunan hamamın bacasından çıkan buharla ısıtılır. Yıl 1228. Günümüzden 785 yıl önce. Hamamın şöyle de bir hikayesi vardır; Eserin temellerinin atıldığı sırada işçilerden birinin çalışmadığını fark eden baş mimar Muğisoğlu Ahlatlı Hürrem Şah, işçiye niçin çalışmadığını sorar. “Efen-dim gusül abdesti almam gerekiyor ama hava soğuk, uygun bir yer de bulamadım, bu ha-limle de cami inşaatında çalışamam” cevabını alır. Hürrem Şah, caminin inşaatını anında durdurur ve hemen caminin 100 metre aşağısında bir hamam inşa ettirir. Halen kalıntıları duran bu hamama da o işçinin adını verir. Bekir Çavuş Hamamı. Hamamın bacasından çıkan buharı da değerlendirir, caminin ve darüşşifanın ısıtmasında kullanır. Hamamda ısınan suyun buharını, cami ve şifahanenin altında belli bir plan çerçevesinde dolaştırarak alttan ısıtma sistemini kurar. Plan eserin kuzeyinde yer alan, Cennet kapısının üzerindedir.” Bu harika eser hakkında şaşırtıcı bilgiler alan arkadaşlarımız, başladılar kendi aralarında sohbete. Harareti yüksek sohbetti bunlar. Herkes burnundan soluyordu. Selçuklu ve Os-manlı hakkında yeteri kadar bilgilendirilmediklerinden dolayı kızgındılar. Tarihine düşman bizden başka bir milletin olmadığını dile getiriyorlardı. “Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner” atasözünün boşuna söylenilmediğini, o eski günleri hatırlayacak olan bir nes-lin mutlaka geleceğini söylenerek ayrıldık Anadol’unun El-Hamra sarayından. O harikulade işler yapan insanların ruhlarına birer de Fatiha okuyarak… Hüma Hatun Sokağı Cami ziyaretinden sonra takıldık Cem beyin peşine. Yokuş aşağı yürüyoruz. Öğle yemeği zamanı gelmişti. Divriği’de bir sokak varmış. Hüma Hatun Sokağı. 12 dükkânı varmış bu sokağın. Kadınların işletmeciliğini yaptığı, yöresel yemeklerin, el işlerinin ve kültürel ürünle-rin satıldığı dükkanlarmış bunlar. Meğer bizi oraya götürürmüş rehberimiz. Önceden haber-leşilmiş onlarla, alkışlarla kapıda karşıladılar bizi. Hafif meyilli şirin bir sokak. Yolun her iki tarafında dükkanlar var. Küçük küçük masalar ve sandalyeler konulmuş dükkanların önü-ne. Hüma Hatun Sokağı esnafının temsilcisi Fatma Hanım tanıttı sokağı: "Öncelikle sokağımıza hoş geldiniz. Bizi onurlandırdınız. Hüma Hatun Sokağı'nda 12 kadın esnaf olarak çalışıyoruz. 12 esnaf olması tesadüfi değildir. 12 İmamı simgeler. Buranın esnafları kadınlardan oluşur. Her gün ‘Ahi Andı’ nı koro halinde okuyarak dükkanlarımızı açarız. Sokak, Hüma Hatun Vakfı tarafından Divriği ilçesinin tarihi özelliklerine uygun olarak inşa edilmiştir. Ev hanımıy-dık, patron olduk.” Fatma hanım konuşmasından sonra buyur etti bizi sokağa. Etrafa dağıldık. Dükkan sahibi hanımlar el ayak oldular. Yüzler gülüyor. Hediyelik eşyalar alınıyor, börekler- gözlemeler yeniyor, çaylar içiliyor. Örnek bir uygulama… Kangal Köpekleri Kangalda köpek yetiştirme çiftlikleri varmış. Biz kaymakamlığın çiftliğine gittik. Yetişkinler bir tarafta, yavrular başka bir tarafta. Onlarla ilgilenen görevliler var. Köpekleri tanıtan tanıtım yazıları asmışlar belirli aralıklarla çiftliğe. İstenirse görevliler de tanıtım yapıyorlar. Ancak bu işi zorla yapıyorlarmış gibi isteksiz davranıyorlar. Belki günde kaç kişiye aynı ko-nuşmayı yapıyorlar; yorgun olmuş olabilirler veya ehil değildirler. Türkçesi de bozuktu gö-revlinin. Burası resmi bir çiftliktir. Temsil gücü olan kişilerin tanıtım yapması gerekmez mi? Gerekir elbet ama yok. Bizler tanıtım yazılarından köpekleri tanımaya çalıştık. Rehberimiz Cem Ka-ya’da yardımcı oldu. Kangal Köpeğinin Özellikleri Kangal köpeğini, Türkler Orta Asya’dan Anadolu’ya göç ederken yanlarında getirmişler. Hayvanların korunması için bu köpeklere ihtiyaçları varmış. Hayvanlar başlıca geçim kay-naklarıymış Türklerin. Onların iyi korunması gerekiyormuş. Kangal köpekleri tarih boyunca göçebe Türk halklarının en iyi dostları olmuşlar. Kangal Köpeği; iri, dinç ve yapılı, krem renginde, siyah maskeli, bir, sürü koruma köpe-ğiymiş. En kısa sürede yüksek hıza ulaşabilme yeteneğine sahipmiş. Kangal, orta uzunlukta sert tüylere sahipmiş. Gövdesi dikdörtgen şeklindeymiş. Nedensiz saldırganlık göstermezlermiş. Özgüven sahibi ve sakinlermiş. Doğal olarak ba-ğımsız karakterli zeki, aynı zamanda itaatkârmışlar. Mağrur ve kendilerinden eminlermiş. Sadıklarmış, sahibine karşı sevecen, yabancıya karşı özellikle görev başındayken çok dik-katliymişler. Kangal, avını yakaladığında yere yatırıp, ön ayaklarını üzerine koyar ve beklermiş. Tehdit veya tahrik olmadığı sürece birisi yetişinceye kadar öylece dururmuş. Evliya Çelebi; Kangal köpeklerinin Arslan kadar güçlü ve cüsseli olduğunu yazmaktaymış seyahatnamesinde. Bazen düşünüyorum; Evliya Çelebi de olmasa bizler ne yapacakmışız, diye. Kurt Avı Kur yakalama ve boğma Kangal Köpekleri için kendini ispatlama vesilesiymiş. Kangalların en önemli ve bilinen özelliklerinden biri sürüyü kurttan koruyabilmeleri ve kurdu bazen tek başına da olsa yıkabilmeleriymiş. Çok iyi bir Kangal tek başına bir kurdu boğabilirmiş. An-cak genellikle birkaç Kangal bir olup bir kurdu boğarlarmış. Kurt boğma işinde çok yara alırlar ve bitkin düşerlermiş. Kurtboğanlar birkaç gün halsiz dolaşırlarmış, kendilerine gel-meleri uzun sürermiş. Hızlı bir koşucu olan Kangal, kurda yetişir, sert bir döş vurur ve kurdu yere yıkarmış, ken-disi de yıkılırmış. Kurt önce kalkarsa kovalamaca devam eder; Kangal önce kalkarsa kur-dun boğazına yapışır ve öldürünceye kadar bırakmazmış. Sonra da kurdun vücuduna kula-ğını dayayarak nefes alıp almadığını kontrol edermiş ve en ufak bir harekette yeniden bo-ğazına yapışırmış. Kurdun ölüsünün yanına kimseyi yaklaştırmazmış. Boğuşma esnasında köpeğin boğazına kaçan kurdun kılları köpeği öksürtmeye başlarmış. Kılı boğazdan çıkarmak için kurtboğan köpeklere mükâfat olarak bir koç kesilir ve önce koçun kuyruk kısmı ikram edilirmiş. Köpeğin boğazına kaçan kılların temizlenmesi için böyle yapılırmış. Bu açıklamalar, çiftlik görevlisine ait değil, rehberimiz Cem Kaya’ya aittir. Verilen kısa bir ihtiyaç molasından sonra, yönümüzü Malatya’ya çevirdik. Önce Darende. Otobüste hem Divriği’nin hem de Kangalın değerlendirmesini yaptı arkadaşlarımız. Müthiş bir köpek… Sezgin beyin havalandırdığı türkü yine Aşık Veysel’dendi. Benim sadık yârim kara topraktır: “Dost dost diye nicelerine sarıldım Benim sadık yârim kara topraktır Beyhude dolandım boşa yoruldum Benim sadık yârim kara topraktır Nice güzellere bağlandım kaldım Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum Her türlü isteğim topraktan aldım Benim sadık yârim kara topraktır Koyun verdi kuzu verdi süt verdi Yemek verdi ekmek verdi et verdi Kazma ile döğmeyince kıt verdi Benim sadık yârim kara topraktır Ademden bu deme neslim getirdi Bana türlü türlü meyva yetirdi Her gün beni tepesinde götürdü Benim sadık yârim kara topraktır Karnın yardım kazmayınan belinen Yüzün yırttım tırnağınan elinen Yine beni karşıladı gülünen Benim sadık yârim kara topraktır İşkence yaptıkça bana gülerdi Bunda yalan yoktur herkes de gördü Bir çekirdek verdim dört bostan verdi Benim sadık yârim kara topraktır Havaya bakarsam hava alırım Toprağa bakarsam dua alırım Topraktan ayrılsam nerde kalırım Benim sadık yârim kara topraktır Dileğin var ise Allah'tan Almak için uzak gitme topraktan Comertlik toprağa verilmiş Hak'tan Benim sadık yârim kara topraktır Hakikat ararsan açık bir nokta Allah kula yakın kul Allah’a Hak'kın hazinesi gizli toprakta Benim sadık yârim kara topraktır Bütün kusurlarım toprak gizliyor Merhem çalıp yaralarım düzlüyor Kolun açmış yollarımı gözlüyor Benim sadık yârim kara topraktır Herkim olursa bu sırra mazhar Dünyaya bırakır ölmez bir eser Gün gelir Veysel'i bağrına basar Benim sadık yârim kara topraktır.” Devam edecek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder