16 Temmuz 2024 Salı

BALKANLAR GEZİSİ (VIII) BOSNA- HERSEK (III) -Türk Eğitim Derneği’nin Balkanlar Turu’ndan 2024-

“Sayın komutan…İstediğiniz kadar dağlara haç dikin. Gökyüzüne her baktığınızda çaresizce hilali ve yıldızları göreceksiniz.’’ Rüştü KAM Avrupa’nın ortasında, dünyanın gözü önünde yapılan Boşnak Soykırımı’na tüm dünya kör olmuş ve yapılan bu soykırımı görmezden gelmişti (1992). O yıllarda sadece Türkiye ve birkaç ülke yaşanan bu vahşete sesini yükseltmişti. Efsane Lider, Büyük Komutan, Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç, bir yandan elindeki sınırlı imkanlarla ülkesini ayakta tutmaya çalışırken öbür taraftan da İslam’ın bayrağını yere düşürmemek için büyük çaba sarf ediyordu. Gözü dönmüş Sırplar ve Hırvatlar, yaşlı-çocuk-kadın demeden önlerine gelen Boşnağı hunharca katlediyordu. Hatta bu vahşeti o derece ileriye götürmüşlerdi ki; Saraybosna’yı çevreleyen tepelerden keskin nişancı (sniper) silahlarıyla sivil Boşnakları da birer birer avlıyorlardı. Ayrıca, İslâm adına ne varsa hepsini yakıp yıkıyorlardı; köprüler, camiler, hanlar, hamamlar …hepsini. Asıl gayeleri, Avrupa’dan sadece Boşnakları yok etmek değil Boşnak adı altında İslâm’ı da yok etmekti. Bu örneklerden birisi Mostar köprüsüdür. Üç gün süreyle 54 tane top mermisi ile canlı yayında, dünyaya göstere göstere Hırvatların yıktığı köprü. Bosna Hersek’teki en önemli Osmanlı eserlerinden biri olan Mostar Köprüsü. Hırvatlarla, Müslümanların yaşadığı bölgeleri birbirine bağlayan köprü. İslâm mimarisinin en dikkat çekici yapılarından biri olan ve Boşnakça’da “Stari Most” olarak isimlendirilen Mostar Köprüsü. Dünya mimarlık anıtları listesinde yer alan ve şehre tek başına mimari bir değer katan köprü. Mimar Hayrettin’in köprüsü (1566). Mimar Sinan’ın talebesi Hayrettin’in. İki ismi birleştirerek çocuklarımıza isim olarak koyduğumuz iki mimarın; Sinan ve Hayrettin’in köprüsü. Biz şimdi Mostar’dayız. 427 sene ayakta kalarak; dil, din ve ırk ayırımı yapmadan bütün insanları sırtında taşıyan o vefakâr ve de cefakâr köprüye selam vermeye geldik. Şehrin girişinde hemen mezarlığın yanında indik otobüsten. İki saat burada kalacakmışız. Otobüsten indiğimiz yer buluşma yerimiz olacakmış. Arnavut kaldırımlı o daracık yollar bizleri köprüye ulaştıracakmış. Sağ tarafta Türk Konsolosluğu var, Ay yıldızlı bayrağımız dalgalanıyor. Selamlıyoruz bayrağımızı, o da bizi. Yol boyunca, hediyelik eşya satan alışveriş yerleri sıra sıra dizilmiş, müşterisini bekliyorlar. Mostar’da her milletten insan var. Çok kültürlü bir şehir havasında. Sokak cıvıl cıvıl. Onlar da köprüyü görmeye gelmiş olmalılar. Mostar Köprüsü karşıdan göründü. Yay gibi gerilmiş, her an düşmanına okunu salacakmış gibi hazır vaziyette öylece duruyor orada, mükemmel bir eser. Değil 54 topla 154 topla da yıksanız ben yine ayağa kalkar selamlarım ziyaretçilerimi der gibi. Gururlanıyor elbet. Haksız da değil. Bu insanlar dünyanın her bir tarafından sadece onu görmeye gelmişler. Az şey midir bu? Yokuşun başındayız. Aramızda mesafe var, selamlaştık, biraz sonra köprü ile el sıkışacağız ve başından geçenleri anlatacak bize lisan-ı haliyle. Şimdi fotoğraf çekilme zamanı. Sağ tarafta bir duvar var, insanlar nehre uçmasınlar diye yapılmış olmalı. En güzel fotoğraf o duvarın üzerinde çekilirmiş. Boydan boya dizildik duvarın üstüne. Arkası uçurum. Hafif bir sendelemede düşebiliriz. Bu fotoğraf, Mostar Köprüsü’nün önünde çekilen anlamlı bir hatıra fotoğrafı oldu. Duvarın üzerinden inerken Recai’nin sırtına elimi koyarak inmek istedim ve elimi omuzuna koydum, koydum koymasına da o benden böyle bir hareket beklemediğinden hazırlıksız yakalandı ve ayağının üzerine düştü. Ayağı zedelendi. Acı çektiği belli oluyordu. Doktora gidelim teklifimi her defasında reddetti. “Hocam bir şey olmaz, bir iki gün sonra geçer.” Üzüldüm tabi… İki gün acı çekerek öylece dolaştı. Köprüye doğru yürürken el ele tutuştuk, çocuklar gibi şendik. Ayrı bir havaya girdik. Heyecanlıydık. Medeniyet düşmanı Hırvatların yıktığı (8 Kasım 1993) köprüyle el ele kol kolaydık. Ne büyük saadet. UNESCO ve Bosna-Hersek Devleti’nin çalışmaları sonucunda Türkiye Devleti tarafından aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş (23 Temmuz 2004). Yıllar Aliya’yı haklı çıkarmıştır. Köprü yeniden inşa edilmiştir. Yine Türkler tarafından inşa edilmiştir. “Yukarıdaki ay ve yıldız orada durduğu sürece siz, bizi yok edemezsiniz.” Başladık köprüye doğru tırmanmaya, tam ortasına geldik. O deve hörgücü gibi olan tümsek yerdeyiz. Hasretle kucaklaştık. Aşağıya bir baktım ki, göz yaşları sel olmuş akıyor. Hasret çekmek kolay değildir. Kavuşunca da göz yaşlarınız sel olur akar. Neretva Nehri’ni seyrediyoruz. Blagay ’da kendisine Buna Nehri’nin de katıldığı Neretva Nehri’ni. Nehrin rengi bizi bizden almaya yetiyor da artıyor. Berrak. Masmavi. Altındaki taşları teker teker saymak mümkün. Fotoğraf çekiliyoruz. Müthiş bir heyecan. Yıllardan beri resimlerde, haberlerde gördüğümüz o tarihi köprünün üzerindeyiz. Kavuşmanın verdiği heyecandan, sevinçten, kollarını makas gibi açarak avazının çıktığı kadar bağıranlarımız da var. Fatma Mıdık var yanımda. Fatma Mıdık hakikatli bir kızdır. Türk Eğitim Derneği’nin düzenlediği kültür gezilerinin çoğuna katılmıştır. Dünyayı gezmek dolaşmak isteyen ve gittiği yerden de bol bol alış-veriş yapan Fatma Mıdık. Aynı zamanda cömerttir. Sineğin yağını hesap edenlerden değildir. Mevlâ’m ayağına taş değdirmesin. Türk bir yere ayak basınca çığlık olur yükselir. Her yerde yükselir. Bazen minare olur yükselir, bazen kervansaray olur yükselir, bazen hamam olur yükselir, bazen de çarşı. Burada da köprü olmuş yükselmiş o çığlık. Mostar Köprüsü. Dünyada başka bir benzeri olmayan köprü. İşte biz tam da o köprünün hörgücünün üzerindeyiz. Tüm güzellikler onun etrafında toplanmış. O, orada olduğu için her şey güzel görünür olmuş. Mostar Köprüsü üzerinde merdivenler var. Atların ve insanların rahat bir şekilde çıkıp inebilmeleri için yapılmış bu merdivenler. 99 adetmiş. Merdivenin, Allah’ın 99 ismini temsil ettiği bilgisi bizler için çok değerli. Çünkü Mostar biziz. Biz Mostar’ız. Köprünün her taşı, bölgede okunan her ezan biziz. İçilen kahvenin her zerresi biziz. Edilen her dua biziz. Nehirden akan suyun her dalgası biziz… Yürüyerek, köprünün ayaklarına kadar indik. Yol üzerinde sağlı sollu dükkanlar var yine. Ellerine külahta dondurma alanlarımıza ne dersiniz. Eşler ve sevgililer ellerini, birbirinin kollarının içinden geçirerek birbirlerine ikramda bile bulunuyorlar. Mesele dondurma yemek değil o havayı teneffüs etmek. Sevgilinize Mostar Köprüsü’nün ayaklarında dondurma ikram ediyorsunuz…! Belki de tekrarı olmayacak… Ne kadar güzel ve ne kadar da anlamlı bir ikram. Köprünün sol tarafında II. Selim’e nisbet edilen minaresiz bir mescid var. 1878’e kadar müezzin beş vakit ezanı, vakti geldiğinde köprünün ortasına gelir ve orada okurmuş. Hırvatlar köprüyü bunun niçin yıkmış olmasınlar? Ayrıca Mostar Köprüsü, Osmanlılar zamanından beri gençlerin nehre atlayarak cesaretlerini gösterdikleri bir mekân olmuş, II. Dünya Savaşı’ndan sonra bu âdet bir spor türüne dönüşmüş. Böylece bir gelenek oluşmuş Mostar’da. Evlenecek genç erkekler erkekliklerini ispat etmek için kendilerini köprüden aşağıya bırakırlarmış. Orada bir genç vardı. Bize atlayışı göstermek istiyordu. Bunun için herkesten para topluyor. 100 Euro toplayınca dalışı gerçekleştirecekmiş. Orada uzun süre bekledik o dalışı görmek için. Ama göremedik. 100 Euro’yu toplayamadı mı yoksa gayesi atlamak değil de para toplamak mıydı onu anlayamadık. Verdiğimiz parayı da almadan oradan ayrıldık. Köprüden büyük övgüyle söz eden Evliya Çelebi, o güne kadar on altı ülke gezdiğini, böyle yüksek bir köprü görmediğini belirtmiş eserinde. Köprü hakkındaki değerlendirmelerden birini de Ekrem Hakkı Ayverdi yapmış: “Bu köprü mimari dehânın terkibiyle taştan yapılmış değil de muhayyilenin cisim halini almasıyla meydana gelmiştir. Efsanevî bir mâna ve ruh kazanmıştır” (Avrupa’da Osmanlı Mimârî Eserleri II, III, 260). Köprünün, yeniden inşasında orijinal yapısına sadık kalmak için çok emek harcanmış. Dalgıçlar köprünün taşlarına ulaşmışlar. Sonra da bu taşlar örnek alınarak, taş ocağında yenileri üretilmiş. 23 Temmuz 2004 tarihinde de görkemli bir törenle yeniden kullanıma açılmış. Hum Tepesine Haç Mostar’a hâkim bir noktaya, Hum Dağı’nın tepesine 2000 yılında 33 metre yüksekliğinde bir haç dikilmiş. Gece de ışıklandırılırmış. Bir kilisenin çan kulesine veya kenarına dikilirse haç, anlaşılabilir bir şeydir. Oraya dağın tepesine dikilirse haç, bu tamamen kışkırtmak için dikilmiştir. Müslümanlar da öbür dağın tepesine minare mi diksinler yani. Mostar şehrinin Hırvat komutanı niyetini açık etmiş Aliya’ya. Cevabını da almış: Hırvat komutan Aliya İzzetbegoviç’e, tehdit havasında dağın tepesine dikilen devasa büyüklükteki haç’ı göstererek; “Aliya, görüyorsun biz haç’ımızı dağın tepesine diktik. Artık, sizin hilâlinizden daha yukarıda bir haçımız var. Bunu kaldırmaya gücünüz yeter mi?” diye imalı bir soru sorar. Aliya İzzetbegoviç gülümseyerek; “Hele, gün geceye dönsün de tekrar görüşelim” der. Akşam karanlığı basınca, Hırvat Komutanı dışarıya davet eder Aliya ve şahadet parmağıyla işaret ederek, daha sonra Bosna’da efsaneleşecek olan ve tüylerimizi diken diken eden şu sözü söyler: “Sayın komutan, şimdi sen de kafanı kaldır da semaya bakıver! Şu hilâli ve yıldızları görüyor musunuz? Senin onları yok etmeye gücün yeter mi? Ne kadar yükseklere dikerseniz dikin haçınızı, onları geçemezsiniz ve asla onları oradan da indiremezsiniz. Onlar semada durduğu müddetçe biz varlığımızı inşallah devam ettireceğiz. İstediğiniz kadar dağlara haç dikin. Gökyüzüne her baktığınızda çaresizce hilali ve yıldızları göreceksiniz.’’ POÇİTEL Mostar’dan ayrıldık. Eski bir Osmanlı yerleşim merkezi olan Poçitel Köyü’ne doğru yol alıyoruz. 1471 yılında Osmanlı topraklarına katılan Poçitel 427 yıl boyunca bölgenin önemli şehirlerinden biri olmuş. Poçitel Köyü 1990’lı yıllardaki savaşta büyük hasar almış. Tarihi yapılarıyla ve hala “biz kokan” eserleriyle Poçitel Köyü orada duruyor. Köye vardığımızda akşam olmuştu. Karanlık çökmek üzereydi. Sokakları bir başka güzel, evleri de bir başka güzel buranın da. Kaleye çıkmak istiyoruz. Yokuş yukarı çıkıyoruz. Biraz ilerledikten sonra bir camiye denk geldik. Maalesef bu cami de yaşanan savaşta topçu ateşiyle minaresi ve kubbesi hasar gören camilerdenmiş. Vurmadıkları cami yok zaten! Lanet ediyorsunuz bu haysiyet ve namus düşmanlarına. Savaşın bile onuru, şerefi olur. Kutsal yerleri bombalamak, kadınları, çocukları öldürmek hangi dinde, hangi inançta var! İçeriye giremedik. Sadece Cuma namazı kılınıyormuş o camide. Camiden yukarıya söylene söylene tırmandık ve kaleye çıktık. Maşallah genç ihtiyar o gece vaktinde hepimiz kaledeydik. Ne güzel hatıralar bırakmış önden gidenler. Milyonlarca para dökerek elde edilemeyen huzuru, yüzlerce yıl önce kurulmuş ve aslını korumayı başarabilmiş dağ başındaki evlerde, sokaklarda, camilerde, kalelerde buluyoruz. Sokaklar bizi, bir başka sokağa ve bambaşka bir dünyaya götürüyor. Yalanın, riyanın, sahtenin olmadığı sokaklara… Olanları düşünmek ve biraz tefekkür etmek yeterli aslında... Poçitel Eski bir Osmanlı köyü imiş. Mostar’ın 35 km güneyinde, Neretva Nehri’nin doğu yakasında bir tepenin eteğinde kurulmuş. Köydeki yapılar, çatıları da dahil olmak üzere tümüyle taştan inşa edilmiş. Neretva Nehri kenarından köye bakıldığında tepedeki kaleden başka Saat Kulesi, Han, Şişman İbrahim Paşa Medresesi ve Şişman İbrahim Paşa Camii hemen göze çarpan Osmanlı yapıları. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de övgüyle bahsedilen Poçitel, Osmanlı tarzı cumbalı evleri, camii, hamamı, imareti ve taş patika yollarıyla şair ve ressamlara da ilham kaynağı olan bir köy olarak UNESCO Kültür Mirası listesinde yerini almış. Hersek bölgesinin hayat kaynağı olan “Neretva’nın hemen yanında bulunan Poçitel, aslında Osmanlıların sınır kasabasıymış. Poçitel, Osmanlı’nın batıdaki en büyük rakiplerinden olan Venediklilere bağlı Dubrovnik ile sınır komşusuymuş. Osmanlılar Poçitel’i, aynı Mostar gibi, Avrupa ülkelerine gücünü göstermek için oldukça görkemli bir şekilde inşa etmiş. Büyük, güçlü ve içinde her türlü yaşam alanlarının bulunması sebebiyle Poçitel, benzersiz bir sınır karakoluymuş. Âdem’in Yeri Poçitel’de hizmet veren bir de Türk restoranı bulunmaktadır. Âdem’in Yeri. Âdem ve hanımı ile konuştuk. Acıklı, yüreklerimizi dağlayan, hüzün dolu bir de hikayesi var Âdem’in: Savaş başladığında 13 yaşındaymış. Sırplar evlerini basmışlar. Ailesinin bütün fertlerini öldürmüşler. Âdem de silahını ateşlemiş ve bir Sırp askerini öldürmüş. Alıp götürmüşler karargâha Âdem’i ve orada sorgulamaya başlamışlar: “Hangi elinle ateşledin silahı?” Âdem de sağ elini göstermiş. O elini kesmişler, sonra da ‘Bu ders sana yaşadığın sürece ibret olsun.’ demişler ve öylece salıvermişler sokağa... Yani şimdi Âdem anlatırken bile tüylerimiz diken diken oldu, gözlerimiz doldu. Vahşetin bu kadarına dayanmak oldukça zor. Âdem aslında bu konuları konuşmak istemiyor. Biz rica etmiştik. Hatta evinden çağırttık hanımına. Keşke çağırmasaydık ve Âdemin o hatıralarını tekrar hatırlatmasaydık… Bizler vakitlice gidemedik Poçitel Köyüne. Sizler vakitlice gidin de Âdem’in yerinde yemek yiyin, ona destek olun. Sadece yemek yiyin… Konaklama yerimiz Hırvatistan kapısına yakın bir yerde. Ama Bosna Hersek topraklarında. Sl.Industry Hotel. Trebinye (Trebinje) kasabasında. Otele yerleşip yemeğimizi de yedikten sonra yürüyüşe çıktık. Cengiz ve Ekrem ile. Küçük bir kasaba Trebinje. Ama şirin. Yeşili bol. Ekrem dönüşte marketten Bosna kahvesi aldı. Sekiz kez öğütülen kahve. Bir paketini de bana verdi. Saygılı gençtir Ekrem. Nereden baksanız elimde büyümüş sayılır. Aynı mahallenin insanıyız. Teşekkür ederim Ekrem. Devam edecek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder