24 Ekim 2024 Perşembe
BALKANLAR GEZİSİ XII OHRİ
BALKANLAR GEZİSİ (XII) OHRİ
-Türk Eğitim Derneği’nin Balkanlar Turundan 2024-
-Osmanlı Devleti, 1364 yılında Çirmen Muharebesi’yle Balkanlar’a giden yolun kapısını açmıştır. Bu kapıdan içeriye girerek 1385 yılında da Ohri’ye gelmiştir.
300 Spartalı’nın Perslere karşı yaptığı kanlı Termofil (Thermopylae) Muharebesi, defalarca filme çekilmiştir, her fırsatta da büyük bir kahramanlık destanı olarak anlatılır. Ancak; Lala Paşa komutasındaki 800 akıncının, bir gece baskınıyla 70.000 Haçlı ordusunu darmadağın etmesinden nedense hiç söz edilmez. Anlayan beri gelsin…-
Rüştü KAM
22.10.2025
Balkanların önemli bir parçası olan Makedonya, 1371 yılından itibaren peyderpey Osmanlı hâkimiyeti altına girmiş. 1912-1913 Balkan Savaşlarına kadar da Osmanlı coğrafyasının önemli bir parçası olmuş. Altı yüz yıllık süreç içinde Osmanlı Devleti Makedonya topraklarını ihya etmiş. Bunun için o topraklarda çok sayıda cami, mektep, medrese, külliye, tekke, zaviye, han, hamam, kervansaray, bedesten, imaret, çeşme, sebil, köprü inşa etmiş. Vakıflarla da bu eserleri desteklemiş.
Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden getirdiği Türkleri de iskân etmiş. Rehber Levent Ohri’de iskân edilen Saruhan Türklerinin torunlarındanmış.
Böylece Osmanlı, bir taraftan Türk imar kültürü ile buralarda kalıcı olmaya çalışırken öbür taraftan da iskân politikasıyla Makedonya’ya İslâm medeniyetinin mührünü vurmuş.
Dolayısıyla Makedonya toprakları altı yüzyıl boyunca bilfiil Osmanlı Devleti'nin siyasî ve kültür coğrafyasının can damarını oluşturmuş.
Geldik ve gördük ki; Osmanlı Devleti yıkılmış olsa da Makedonya, Türk kültür coğrafyasının ayrılmaz bir parçası olmaya devam etmektedir. Gururlandık…Göğsümüz kabardı.
Çirmen Savaşı (26 Eylül 1371)
Tarih inanılması zor savaşlarla, zaferlerle ve yenilgilerle doludur elbet. Olamaz denilen çok şey gerçekleşmiştir tarihte. Mesela Çirmen Savaşı. Öyle bir savaş ki; 800 asker ile 70.000 Haçlı ordusunun tarumar edildiği ve üç kralın öldürüldüğü bir savaş. Osmanlı için Balkanlara açılan kapının anahtarı olan Savaş; Çirmen Savaşı.
300 Spartalı’nın Perslere karşı yaptığı kanlı Termofil Muharebesi, defalarca filme alınmış. Her fırsatta da büyük bir kahramanlık destanı olarak anlatılır. Ancak, Lala Paşa komutasındaki 800 akıncının, bir gece baskınıyla 70.000 Haçlı ordusunu darmadağın etmesinden nedense! hiç söz edilmez. Okullarda da birkaç cümle ile geçiştirilir. Detaylı okutulmaz. Bizden başka kendi tarihine düşman olan ve kendi tarihine acımasızca saldıran bir millet daha var mıdır onu bilmiyorum… Yazıktır günahtır…
Osmanlı, Çirmen Savaşı ile açılan kapıdan içeriye girmiş ve o topraklarda 600 yıl hüküm sürmüş. İnişli çıkışlı da olsa bu süre zarfında geriye sayısız eser bırakmış. Makedonya’ya ayak basar basmaz o kültürden geri kalanları az da olsa görebiliyoruz. Her meydana sıra sıra sağlı sollu kahveler dizilmiş. Masalar atılmış dışarıya, insanlar keyifle Türk kahvesi ve çayını yudumluyorlar.
Ohri’de de Osmanlı kültürünün; diliyle, kılık-kıyafetiyle, yemesi-içmesiyle, gelenek-göreneğiyle canlı bir şekilde yaşatıldığını görmekle mutlu olduk. Heveslendik ve hemen oturup biz de çayımızı kahvemizi içelim istedik ama Ohri rehberi Levent önce turumuzu tamamlayalım sonra gelir içersiniz deyince hevesimiz kursağımızda kaldı. O da haklı…Kendisine verilen sürede turunu tamamlaması lazım. Onun işi de bu.
Geldik, gezdik ve gördük ki; Balkanlar ve Makedonya tarihi Osmanlı ’sız Türkiye Cumhuriyeti kültür tarihi de Balkan ’sız ve Makedonya ‘sız düşünülemezmiş, düşünülmemeliymiş. Et ile tırnak gibi…
Ohri
Takıldık rehber Levent’in peşine, Orada meydanda yaşlı bir ağaç var. St. Clement Meydanı’nda. O ağaç telaşlı görünüyor, bizlere bir şeyler söylemek istediği besbelli. El ediyor bize, kollarını kocaman açmış kendisine doğru koşmamızı istiyor. Koştuk ve kucaklaştık, tanıştık. Meğer, 200 yıldan beri orada öylece durup bizim gelmemizi beklermiş. Biraz da öfkeliydi, lisan-ı haliyle bize sorduğu ilk soru, “Neden bu kadar geciktiniz?” oldu. Son 200 yıldan beri başımıza gelenleri bir bir anlattık ona; “Bilmez miyim, biliyorum elbet, siz geldiniz ya bundan sonrası da gelir.” İnşallah...
Eskilerden idam cezalarını burada senin gölgenin altında gerçekleştirirlermiş, doğru mudur? Şeklindeki sorumuza; “yok öyle bir şey, uydurmadır” dedi.
Üsküplü şair Yahya Kemal Beyatlı’nın, annesi vefat ettiğinde, senin gölgende, "dünyalar yıkılmıştır" diyerek ağlamış, bu doğru mudur?
“Evet o doğrudur” dedi.
Sonrasında başladık Ohri’yi turlamaya. Önce bir tekne turu gerçekleştirdik. Bolca oksijen aldık. Ciğerlerimiz bayram etti. Göl sakin, Ohri’yi seyrediyoruz, rehberimiz karşı tepede görünen evleri işaret ederek, “o gördüğünüz evler Safranbolu evleriyle birebir örtüşmektedir” Yani Türk mimarisinin eserleridir, ancak, “Ohri makamları bu evlerin Makedon mimarisinin örnekleri olduğunu söylüyorlar” diye de ilave etti…
Tekne turu bitince Safranbolu evlerini arkamıza alarak topluca hatıra fotoğrafı çekildik. Sonrasında da Ohri hakkında bilgi aldık kendisinden:
“Ohri’nin nüfusu 1930 yılında 30 bin iken bugün iki bine düşmüştür. Göçe zorlananlar, savaşlarda ölenler/öldürülenler, bilinçli olarak bir plan çerçevesinde yok edilenler öldürülenler… Bir şekilde yok edilmiş işte…!
Makedonya’nın en güzel şehirlerinden biri olan Ohri, bu gördüğünüz gölün kıyısına kurulmuştur. Eşsiz güzellikteki bu göl; şehirle aynı ismi taşımakta ve Ohri Gölü olarak anılmaktadır. Avrupa’nın en eski göllerinden birisi olması ve birçok endemik türe ev sahipliği yapması, Ohri şehrinin ününe ün katmıştır. Ohri gölünde bulunan canlı çeşitliliğinin yarısından fazlası, dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmamaktadır. Bunun en büyük sebebi, gölün suyunun oksijen bakımından zengin ve temiz olmasıdır. Ohri, incisiyle de meşhur bir şehirdir. Ancak birçok kişinin düşündüğü gibi inci istiridyenin içinde oluşmuyor. Sadece Ohri gölünde yetişen bir tür balıktan özel yöntemlerle elde ediliyor.”
Bu kısa bilgilendirmeden sonra, eski Ohri bölgesine geçtik. Kilise iken camiye, cami iken de kiliseye çevrilen Ayasofya kilisesine gittik. Kapalı olduğu için, içini göremedik. Camiye çevrildiği zaman içerideki ikonlara hiç dokunulmamış, ikonları, tahrip etmeyecek bir teknik kullanılarak aynen muhafaza edilmişler. Osmanlı farkı…
Dönüş yolunda Ohri’nin en eski kâğıt imalathanesine uğradık, kâğıt yapım tekniğiyle ilgili bilgiler aldık oradaki çalışanlardan. Günümüzde aynı teknik ile üretim yapan iki imalathaneden biriymiş.
Sonrasında hediyelik inciler almak üzere bir dükkâna götürdü rehber Levent ve oradan sonra da serbest zaman verdi. İki saat sonra belirlenen yerde bulaşacaktık. Herkes bir yerlere dağıldı. Ben hediyelik incilerimi aldım. Sonrasında, Ohri’nin girişindeki kahveye gittim. Bir çift var, yan masada. Bir de çocukları. Tanıştım onlarla. Denizli’nin gölcük mahallesindenmiş. Komşu köyden. Üzerlerine geldiğim için ve hemşerim oldukları için çay parasını onlar ödedi. Türk misafirperverliğinin canlı örneği…
Verilen süre dolunca otobüsün yanında toplandık. Bu arada yağmur da bastırdı. İki kişi yok. Züleyha ve Dilek. O yağmurda aramaya çıktı arkadaşlar onları. Bulamadılar. Bu arada bir saat geçti. Telefonla da ulaşamayınca otele doğru hareket ettik. Onlar kaldı Ohri’de. Otelin adresi vardı nasıl olsa, bir şekilde gelirler dedik. Düşündüğümüz gibi bir zaman sonra taksi ile geldiler. Alışveriş için girdikleri dükkânda işleri uzamış. Onun için geç kalmışlar.
Otele yerleşir yerleşmez aşağıda toplandık. Sıra gecesine gideceğiz, Balkan türküleri dinleyeceğiz ve yemek yiyeceğiz. Geç kaldık.
Salona zamanında gelemeyince bize ayrılan yerleri başka bir gruba vermişler. Uzunca bir cebelleşmeden sonra bizim için yer açtılar, yeni masa ve sandalye getirdiler. Sıkışık bir vaziyette yerlerimize oturduk. Salon çok kalabalık.
Çalanlar çaldı, oynayanlar oynadı, alkışlayanlar alkışladı, dinleyenler de dinledi. Güzel bir gece geçirmek istedik ama olmadı, aksilikler peşimizi bırakmadı. İzleyicilerin çoğunluğu Türk. Türkiye’den gelmişler belli. Biz oraya Balkan Türküleri dinlemeye gittik. Oradaki Türkler başladılar Türkiye türküleri istemeye. Arada bir de cumhuriyet marşı okuyorlar. Biraz saygı lazımdır. Salonda sadece siz yoksunuz. Birçok grup var. Biz ve bizim gibi olan gruplar oraya Balkan Türküleri dinlemek için Balkan oyunları oynamak ve oynayanları seyretmek için gelmişiz. Sen okuyacaksan cumhuriyet marşını ve Türkçe türkülerini git otobüsünde oku… Tadımız kaçtı. Sabah da erkenden kalkacağız ve Manastıra doğru yola çıkacağız. Terkettik salonu ve Otobüste homurdana homurdana otele vardık…
Toplu gezilerde uyum çok önemlidir. Grup kararı esastır. Gruptan ayrılarak bir kenara çekilmek şık durmaz. Durmuyor da zaten. Tabi ki grup yöneticisi olmak da ayrı bir sorumluluktur, sorumluluk gerektiren bir iştir grup yöneticiliği. Kimsenin kalbini kırmamak lazımdır. Geziyi de planlandığı gibi bitirmek önemlidir. Kimisi A der kimisi B. Sabır gerekir. Sabır taşı olsan da çatlayacağın zaman gelir, gelir gelmesine de sabır işte o zaman gerekir. Yoksa sabretmenin bir anlamı kalmaz.
Kiril Alfabesi
Ohri, tarihi süreç içinde Slavların hükmü altına da girmiş. Hatta şehri dini bir merkez haline getirmişler.
Başta Rusya olmak üzere birçok Slav toplumunun kullandığı Kiril Alfabesi, Ohri şehrinde ortaya çıkmış. Antik Yunan alfabesinden esinlenerek hazırlanan bu alfabe; Ohri’de yaşayan Kiril ve Metodiy ismindeki iki papaz tarafından gizli görüşmelerde kullanılmak üzere icat edilmiş. Rehberimiz levent anlattı bunları. Heykelleri de oraya dikilmiş idi.
Kahve Kültürü̈
Balkanlarda kahve kültürü oldukça yaygın. Tıpkı bizdeki gibi. Kahve Yavuz Sultan Selim döneminde (1512- 1520) Mısır’ın fethinden sonra Müslüman tüccarlar tarafından İstanbul’a getirilmiş. Ancak, Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520 -1566) gündelik hayata taşınabilmiş.
Kahve, “Türk Kahvesi” adı altında Balkanlar’a ve bütün Avrupa’ya Osmanlılar vasıtasıyla yayılmış̧. O günden bugüne Balkanlarda halkın vazgeçemediği bir içecek haline gelmiş. Türk usulü pişiriliyor ve servise ediliyor. Lokumu ve suyu yanında. Bol köpüklü. Telveli.
Resneli Niyazi
"Geyik Muhabbeti" ve "Ne şehittir ne gazi pisi pisine gitti Niyazi" Deyişleri meğer hakikatmiş, hayal ürünü değilmiş. Resne,Ohri ile Manastır arasında yer alan bir kasabanın adı. Niyazi de o kasabada doğan, büyüyen (1873- 1913) bir çocuk. Manastır Askeri İdadisinde okumuş ve teğmen rütbesini almış, Osmanlı-Yunan Savaşı (1897)’nda gösterdiği başarıdan dolayı da Üsteğmenliğe terfi ettirilmiş. Asıl adı Ahmet Niyazi. Sonradan ittihatçılardan olmuş. II. Abdülhamit’i tahttan indirmek için emrindeki 200 asker ile dağlara çıkmış. Bugünkü adıyla Terörist Niyazi (3 Temmuz 1908). Besle kargayı oysun gözünü…
Acıkmışlar, avlanmak için dağda dolaşırlarken, bir geyiğe rastlamışlar, tam tetiği çekecekken geyiğin gözlerini fark etmiş ve gözlerinden etkilenmiş, çok güzel gözleri varmış ve tetiği çekmekten vazgeçmiş. Geyiği evcilleştirmeye karar vermiş. Geyiğin tanrı tarafından kendisine yol gösterici olarak gönderildiğine inanmış. Ondan sonra yanından hiç ayırmamış. O nereye geyik de oraya. Af çıkıp İstanbul’a gelirken bile yanında geyiği ile gelmiş.
İstanbul basını Resneli Niyazi’yi değil de geyiğini haber yapmış, böylece geyik meşhur olmuş, büyük bir üne kavuşmuş. Hatta, Gülhane Parkı'nda halka teşhir edilmiş. Veliaht Abdülmecit dahi çocuklarıyla geyiği görmeye gelmiş. Günlerce, haftalarca, aylarca, senelerce terörist Niyazi’nin geyiği konuşulmuş. Geyik muhabbeti almış başını gitmiş. ''Geyik Muhabbeti'' lafı da işte buradan çıkmış. Bitmek tükenmek bilmeyen, uzadıkça uzayan matrak ve boş konuşmalar için 'Geyik Muhabbeti' deyimi kullanılır olmuş.
İttihatçılar tarafından Abdülhamit’i tahttan indirmek için kullanılan Resneli Niyazi; son kullanma tarihi bitince, İstanbul’da işinin kalmadığını bir şekilde ona anlatmışlar.
O da anlayacağını anlamış ve memleketine dönmüş. Nedense bir zaman sonra İstanbul’a dönmek istemiş, belki de ‘beni böyle kirli mendil gibi buruşturup çöpe atamazsınız’ demek içindir, burası bilinmiyor… 17 Nisan 1913’te İtalya üzerinden İstanbul’a ulaşmak için Arnavutluk’un Avlonya iskelesinde vapur beklerken, kendisine ittihatçılar tarafından tahsis edilen koruması tarafından, arkadan hançerlenerek öldürülmüş. İhanetin sonu… Öldürülme nedeni karanlıkta kaldığı için, şöyle bir deyimin de kaynak kişisi olmuş; ” Ne şehittir ne de gazi, pisi pisine gitti Niyazi.”
Günümüzde bu ifade 'talihsizlik yaşayan, emeği boşa giden, yaptığı işin karşılığını alamayan, anlamsızca işler yapıp sonuçta zarar gören' kişiler için de kullanılmaya devam etmektedir.
Niyazi pisi pisine gitmiştir gitmesine de arkasında iki deyimi de miras olarak bırakmıştır: “Geyik muhabbeti.”
“Ne şehittir ne de gazi, pisi pisine gitti Niyazi.”
Devam edecek
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder