24 Kasım 2024 Pazar

GÖNÜLDEN GÖNÜLLERE DERNEĞİNİN 15. YIL MÜNASEBETİYLE VERDİKLERİ KONSERİN ARDINDAN

“Torunlarınızın sizlere lanet okumasını istemiyorsanız; çocuklarınıza kültürlerini, dillerini öğretiniz.” Rüştü KAM Ha-ber.com Bir davet aldım sayın Şahin Yücel’den, Kastamonulu olduklarını öğrendiğim iki kız kardeş getirdi davetiyeyi. İki kişilik. Yanıma Ekrem Tel’i de alarak davete icabet ettim. Verilen adresin etrafında üç tur attık ama park yeri bulamadık. Bir yere davetliyseniz vaktinden çok önce yollara düşmeniz gerekiyor. Berlin’in kaderi böyle. Zamanından önce salona ulaştık. 500 kişilik bir salon. Üçte iki oranında doluluğa ulaşılmış. Bana davetiyeyi getiren cici kız yerimi göstermek için önümüze düştü. Önden üçüncü sıranın başı. İsmimiz de yazılmış. Organize güzel. Herkes dersine iyi çalışmış. Program zamanında başladı. Bir erkek ve bir de bayan sunucu var. Gayet doğal olarak sunum yaptılar. Sunumlarında abartı yoktu. Hata da yapsalar samimi bir ifadeyle kendilerini affettirmesini biliyorlardı. Bu insanların hiçbirisi profesyonel değil. Birinci bölümden sonra ara verildi, ihtiyaç gidermek ve de orada kurulan stantlardan alışveriş yamak için. Uzun süre birbirlerini görmeyen insanları orada buluşup kucaklaşmaları için. Şahin Beyi tebrik etmek için yanına vardım, arkamdan iki kişi daha geldi ve hemen söze başladılar; sunucudan şikâyetçiydiler. Birbirlerini destekleyerek şikayetlerini dile getirdiler. Ben de bekledim onları. Münasebetsizlerin münasebetsizliğine şahit oldum. Şahin Bey, o babacan tavrıyla “bu insanlar, işlerinden-eşlerinden-çocuklarından ayırdıkları zamanlarda bu işi yapıyorlar. Sırf kültürümüz yaşasın diye bunu yapıyorlar. Yani profesyonel insanlar değil bunlar. Onlardan şikâyet etme yerine onları daha desteklemeniz lazımdır. Siz eğlenmenize bakınız efendim.” Diyerek onları kibarca teskin etmesini bildi. Konser içerik olarak dopdoluydu. Şiiriyle, folkloruyla, türküleri ve şarkılarıyla mükemmeldi. Eser seçimini ayakta alkışladım. Solistler sesleri ne kadarsa o kadar okudular eserleri. Gayretleri her hallerinden belliydi. Saz ekibi ise fevkaladeydi. Konser üç sat sürdü. Ben mutlu olarak döndüm konserden. 69 milyonluk konserlerde yapılıyor elbet. Biz o konserlere gidenlerden daha fazla mutlu olduk. Zaman zaman soliste eşlik bile ettik. İkinci bölümde Sıddık Doğan aldı sazını eline ve vurdu bam teline. Türküsünü söylemeden önce öyle bir cümle sarf etti ki; günün anlam ve mahiyeti bu cümlenin içinde dercedilmişti.“Torunlarınızın sizlere lanet okumasını istemiyorsanız; çocuklarınıza kültürlerini, dillerini öğretiniz.” İşte, “Gönülden Gönüllere Şiir & Müzik Grubu Berlin” derneğinin yapmak istediği tam da budur dedim. Sıddık Doğan Türk kültürüne emek veren bir müzik adamıdır. Çok eskiden tanırım kendisini. Takdir ettiğim bir saz üstadıdır. Berlin halkına büyük hizmetleri olmuştur. Şahin bey ve ekibi hedefine ulaşmıştı. Ama geride kocaman bir 15 sene bırakarak bunu başarmışlardı. Yolunuz açık olsun Şahin Bey! Sen iyiliği yap ve at denize; balık bilmezse Halik bilir… Biraz da Analiz Gece karayılan türküsüyle başladı. Ne kadar da anlamlı. Tüylerim diken diken oldu. Antep'e gittim, Maraş’a gittim, o toprakların nasıl hangi şartlarda vatan toprağı olduğunu düşündüm. Evet eğlenmek sadece hoplamak ve zıplamakla olmuyormuş, bazen de eğlenerek düşünmek gerekiyormuş. Vatan topraklarında kahramanlık gösteren nice yiğit vardır. Türkülere konu olmuşlardır. Molla Mehmet, Nam-ı diğer Karayılan da bu yiğitlerdendir. Köy imamlığı da yapmıştır. Yeri ve zamanı gelince Sütçü imam gibi, Denizli Müftüsü gibi eline silahını alıp cepheye gitmesini de bilmişidir. İşte karayılan için yakılan o türkü: “Karayılan der ki gelin oturak Kilis yollarından kelle getirek Nerde düşman varsa orda bitirek Vurun Antepliler namus günüdür ***** Kolumu salladım toplar oynadı Karataş içinde asker kaynadı Birinci kurşunda Şahin uyandı Vurun Antepliler namus günüdür, ***** Sürerim sürerim gitmez kadama Fransız kurşunu değmez adama Beni bağışlayın şanlı Antebe (Kara haberimi verin babama) Vurun Antepliler namus günüdür.” Dikkatime gelen bir türkü daha okundu. Şükran hanım okudu o türküyü. Şükran hanım sevdiğim bir sanatçıdır. Türk Eğitim Derneğinin etkinliklerine her zaman katılır ve desteklerini verir. Duyarlı bir sanatçıdır. Ben Şükran hanımın, o türkünün hikayesini okuduğunu sanmıyorum, hikâyeyi okusaydı o türküyü zaten okumazdı. Hareketli bir türkü olduğu için seçmiş olmalı. Ben Şükran hanımdan özür dileyerek Türkünün hikayesini kısaca yazmak istiyorum. Okuduğumuz türkülerin hikayesini bilerek okursak daha anlamlı seçimler yapmış oluruz. Amacım tenkit etmek değildir. Zeytinyağlı Yiyemem O türküyü bilmeyeniniz yoktur. “Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman” diye başlar, “Senin gibi cahile, ben efendim diyemem aman” diye de devam eder. Rivayet o ki, türkü Bursa yöresine ait. Ama sanıldığının aksine sıradan bir türkü değil. Türkünün, siyasi ve ekonomik nedenleri olan tarihi bir hikayesi var. Marshall Planı’nın Uzantısı 2’nci Dünya Savaşı sonrası Amerika bir yardım paketi hazırlar. Adı da Marshall Planı’dır. 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe girer. Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na katılmadığı halde. Bu yardımdan yararlanır. Türkiye ile birlikte 15ülke daha bu yardımdan yararlanır. Amerika’da siloları mısır ile dolmuş taşmıştır. Yenileri de ekilmektedir. Kendisine Pazar bulması gerekmektedir. Mısır özünden katı yağ elde etmektedir. Margarin. 16 ülkeyi maddi olarak destekler ve ülkelerine margarin fabrikaları kurdurur. Hammaddesini kendisi verir. Türkiye'de rakibi zeytinyağı ve tereyağı vardır. Zeytinyağı kanser yaptığı gerekçesiyle kamuoyuna haberler pompalanır. Türk insanı bu tarz haberlerle ve reklamlarla zamanla zeytinyağından uzaklaştırılıp margarine alıştırılır. Bir de türkü yakılır zeytinyağı hakkında olumsuz imaj oluşturmak için yakılır bu türkü. Bugünlerde televizyonlarda her vesile ile faydaları anlatılan zeytinyağı o gün kanser gerekçesiyle gözden düşürülmüştür. Türk müziğinin 50 sene okullarda öğretilmesinin yasaklandığı gibi (1926-1976). Türkü bir anda döneminin en popüler türküsü haline gelir. Zeytinyağı yetmez, pamuğa da el atılmıştır. Türkünün devamında olduğu gibi basma fistan giyen kadınlar da aşağılanarak zamanla sentetik kıyafetlerle tanıştırılmıştır. Prof. Dr. Kenan Demirkol ve Prof. Dr. Canan Karatay bu konuda şunları söylerler: “Türkiye’de Amerika’nın desteğiyle, 1952’de margarin üretimine başlandı. O tarihe kadar insanlar tereyağı ve zeytinyağı yiyorlardı. Margarinin satılabilmesi için her yol denendi. Zeytinyağlı yemenin ve pamuklu kumaş giymenin köylülük olduğu algısı yaratıldı. 1954’te ‘Zeytinyağlı Yiyemem Aman’ türküsü popüler hale getirildi. Pek çoğumuz altında yatan gerçeği bilmeden bu türküyü matah bir şeymiş gibi yıllarca söyledik ve halen de söylemeye devam ediyoruz.” Prof. Dr. Karatay bu gidişe “dur” demek için bu türkünün sözlerini yeniden yazdı. Bakalım beğenecek misiniz? “Zeytinyağlı yerim de aman, basma da fistan giyerim aman, margarinleri yiyenlere, ben akıllı diyemem aman / Kaldım dumanaltı yerlerde, tertemiz havamız nerelerde, kaldım dumanaltı yerlerde, ah şekersiz çayım nerelerde / Zeytinleri yerim de aman, basma da fistan giyerim aman, çocuklara şeker verene, ben akıllı diyemem aman, çocuğuma zarar verme derim de aman / Kaldım trans yağlar içinde, faydalı yağlar nerelerde, sağlıklı yaşıyoruz biz artık, ekmek şeker yiyenlere çok yazık.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder