7 Aralık 2024 Cumartesi
DÜNYA KADINLAR GÜNÜ MÜNASEBETİYLE 2024
DÜNYA KADIN HAKLARI GÜNÜ MÜNASEBETİYLE
Rüştü KAM
Dünya kadın hakları münasebetiyle yazı yazmayı düşündüm, sonradan vazgeçtim. Vazgeçtim geçmesine de içim de rahat etmedi. Tarihe not düşmek lazımdır dedim ve geç de olsa yazımı yazdım.
Kadın hakları ve erkek hakları bahanesiyle kadını ve erkeği ayırmak çok büyük bir hatadır. Bu bilinçli olarak yapılmaktadır. Kadınların haklarını savunuyoruz bahanesiyle kadınları baştan çıkarma operasyonlarıdır bunlar. Dünyada kadın hakları nelerdir? Sorusuna verilen cevap aynen şöyledir: “Kendi cinselliğini yaşama hakkı; tecavüzsüz, tacizsiz, enseste maruz kalmadan yaşama hakkı; doğum kontrolünü kullanma veya kullanmama hakkı; sağlıklı yaşama hakkı; kadının bedeninin yalnızca kendine ait olması hakkı.” Bu sayılanlarmış kadın hakları. Yazılanlar ve çizilenler böyle.
Bu haklar sadece kadınlar için değil, erkekler için de haktır. Erkeğin de cinselliğini yaşama hakkı vardır. Erkeğin de taciz edilmeden erkekliğini koruma ve yaşama hakkı vardır. Erkeğinde sağlıklı yaşama hakkı vardır. Yani erkek için de doğum kontrolü bir haktır. Bu haklar kadın hakkı ve erkek hakkı diye ayrılamaz. Bunlar insan haklarıdır. Kadın da erkek de önce insandır. Bulunacaksa, kadın hakkı- erkek hakkı diye değil insan hakkı diye savunulmalıdır. Aksini savunmak erkek ve kadını karşı karşıya getirmek olur. Aile içinde bölünme sebebidir. Günümüzde olduğu gibi. Bazı münferit olaylar gündeme getirilerek, sosyal medyada günlerce aylarca döndürülürse sonuçta olacak olan olur ve toplumun temel taşı olan aile paramparça olur.
Kadın hakları konusunu dile getirenler Atatürk’ün 1934 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı verdiğinden dem vururlar. 1923 yılında kuruldu cumhuriyet. O güne kadar dünyada sanki kadınlar seçme seçilme hakkına sahipmiş de Osmanlı bu hakkı kadına vermemiş gibi bir algı oluşturmaya çalışıyorlar. 1934’e yapılan vurgu bunun içindir. Bizim aydınlarımızın (!) Kadın hakları günü münasebetiyle yaptıkları şey; İslam’a, Osmanlıya, Selçuklu ’ya ve İslâm tarihine saldırmaktan başka bir şey değildir. Yapılan tamı tamına budur. 1934’te atıf yapanlar, İsviçre'de kadınlara seçme ve seçilme hakkının 1971 de verildiğini yazmazlar… Kadınlar seçme hakkını 1971’de elde etseler de İsviçre Anayasası’na “Kadın ve erkek eşittir” ifadesinin bir on yıl sonra, 14 Haziran 1981’de girdiğinden hiç söz etmezler.
Ayrıca bu aydınlarımız, genel evlerinde çalışmaya zorlanan kadınlarımızdan da bahsetmezler. Onlar için nümayiş de düzenlemezler...
Oysa İslam kadınlara seçme ve seçilme hakkını 611 yılında vermiştir. Cenneti de ayağının altına koymuştur.
Aynı dönemde (Orta Çağ) Avrupalı kadınlara bütün kötülüklerin anası anlayışıyla yaklaşılmakta, cadı ve şeytan yaftalaması ile engizisyonda yakılarak can vermektedirler. Ayıptır günahtır.
Kadın hakları günü gibi kavramları ortaya atanlar Avrupalılardır. Amaçları kendilerini aklamak ve bu vesileyle de İslâm’a darbe vurmaktır. Çünkü Orta Çağ’da kadının insan olmadığına karar verenler Avrupa ülkeleridir. Bu durumun pek çok nedeni olmakla birlikte esas sebeplerinden birisi hiç şüphesiz inançtan kaynaklanmaktadır. Orta Çağ boyunca dominant bir karaktere bürünen Hıristiyan inancı, kendi oluşturduğu düzenle kadın sıfatını neredeyse yok saymaktaydı. Bu durum topluma da yansımış bu nedenle kadınların özgürlük alanı fazlasıyla kısıtlanmıştır. Özellikle Hıristiyanlığın yaygın olduğu Avrupa toplumlarında kadın algısı ciddi anlamda derinlik kazanmıştır.
Özetlemem gerekirse Orta Çağ Avrupası’nda kadınlar genel olarak çok iyi bir hayat yaşamıyorlardı. Aslında ilk günahın sebebi kabul ediliyorlardı ve bu yüzden mutlaka her zaman kontrol altında tutulmaları gerekiyordu. Dul olmaları durumunda bu katmerleniyordu. Hukuki olarak bir hakları ya da temsil yetkileri yoktu.
Topluluk içinde konuşmaları, ayinleri yönetmeleri, öğretmenlik yapmaları, ilaç olabilecek şifalı şeyler hazırlamaları yasaklanıyordu. Din adamları aslında kadın hakkında pek bir şey de bilmiyorlardı, kadını tuhaf, çelişkili, korkutucu bir şeymiş gibi anlatıyorlardı. Vaazlarında sürekli erkeklere hitap ederek dikkatli olmaları öğütleniyordu çünkü kadın tehlikeliydi. Genel olarak kadın düşmanı bir bakış açıları vardı.
İlk günah Hz. Havva ve Hz. Adem tarafından işlenmişti ama kadının rolü erkeğinden daha fazla görülüyordu. Hz. Havva, şeytanın onu baştan çıkarmasına izin vermişti, bu yüzden baştan çıkaran kadın ile özdeşleştirildi. Bu yüzden mesela Tertullianus kadınlara Tanrı kanununu çiğneyen ilk kişi olarak “şeytanın kapısı” der.
11. yüzyılda Rennesli Marbode kadını yılan, veba, haşere, zehir gibi sıfatlarla tanımlar. Ona göre kadın tüm kötülüklerin kökenidir. Lavardinli Hildebert’e göre erkeğin üç düşmanı vardır: Kadın, para, onur. Kadın her zaman zarar verirdi, aldatmak için doğmuştu. Örnekleri artırmak mümkündür.
Orta Çağ Avrupası’nın anlayışına göre; bütün kötülüklerin anası kadındır. Kadın ruhu insan bedenine geçerek bütün kötülüklerin yapılmasına sebep olur. Dolayısıyla kadın insan mı şeytan mı tartışması yapılmıştır. Avrupa medeniyetinden Kadına asla özgürlük gelmez. Kadın, bir metadır. Kadın, köledir. Kadın, şeytani duyguların kabarmasına vesile olan canlıdır. Kadını seks kölesi yapan kültür Avrupa kültürüdür.
1350’lerde Katolik inancının en koyu temsilcisi İspanya’da başlayıp, ardından tüm Avrupa’ya yayılan “Engizisyon”, 400 yıla yakın bir süre kadının kabusu oldu...
On binlerce kadın, bu insanlık dışı mahkemelerde, “büyücülük”, “şeytana tapıyor” saçmalıklarıyla diri diri yakıldı. Bu dönemde öylesine işkenceler yaratıldı ki, burada anlatmaktan utanç duyarım.. İsteyen, İspanya’da “Engizisyon Müzesini” gezip bizzat görebilir!
Orta Çağ’da hukuki zeminde birçok kanun kadınları sınırlamaya yöneliktir. Örneğin, kadınların yaptığı tanıklık kabul edilmez. Süslenmeleri halk tarafından pek hoş karşılanmaz ve hatta bu da kanunlarla sınırlandırılmıştır. Öte yandan medeni hukukun miras alanında, 13’üncü yüzyıla kadar oğul yoksa kızların da mirasa ortak olabildiği söylenebilir.
Ortaçağ’da özgür bir kadın ile özgür olmayan bir erkeğin birlikteliği ise gayrimeşru olarak nitelendirilmiştir. Bu duruma “contubernia” denerek ayıplanmıştır. Ancak bunun tam zıttı bir şekilde erkeklerin köle kadınlarla cinsel ilişkiye girmesinde hiçbir sakınca yoktur. (Genç, 2011)
Bunlara ek olarak kadınlar, toplumun ya da krallığın yönetiminde bulunamazdı. Kutsal ya da politik herhangi bir görev üstlenemez, hakim veya avukat olamazdı. Ayrıca askeri bir amaca da hizmet edemezdi.
Fahişelik özellikle Roma İmparatorluğu’nda kabul gören bir meslektir. Başlarda kilisenin karşı çıktığı bilinse de sonrasında bunu kabul ettiği hatta kilisenin genelevlerden vergi alarak kendisine kazanç sağladığı da bilinmektedir.
Yoksulluk, kadınların fahişeliğe başlamasının ilk nedenlerinden biri olarak göze çarpmaktadır. Bu sebeple aslında Ortaçağ’ın ilk dönemlerinde fahişelik örgütlü bir biçimde değildi, devlet kontrolü de yoktu. Fahişeliğin örgütlü bir hale gelmesi kenti yönetenlerin dikkatlerini yoksullara çevirmeleriyle başlamıştır. (Genç, 2011)
Genelevlerin, örneğin Almanya’da, devlet eliyle açıldığını bilmekteyiz. Bu yüzden genelevlere devletin de kazanç elde ettiği kurumlar olarak bakabiliriz. Zaten genelevler bulundukları kentlere ekonomik yardımda da bulunmaktaydı. Fakat fahişelerin kendilerinden beklenen ve istenenleri yapmadıkları sürece, özellikle toplum tarafından, türlü işkencelere maruz bırakılmış olmaları da bilinen bir diğer gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Geniş bilgi için: (Orta Çağ’da Kadın, Altan Çetin, Lotus Yayınevi, 2011
Kitap içinde bölüm: Orta Çağ Avrupasında Kadın, Özlem Genç, 2011)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder