11 Temmuz 2025 Cuma
UYGUR TÜRKLERİ 2025
ÇÖLÜN SESSİZ ÇIĞLIĞI: DOĞU TÜRKİSTAN’DAN YÜKSELEN BİR FERYAT
Rüştü Kam
10 Temmuz 2025
Türk Eğitim Derneği/ Berlin
Bazen haritalarda yer alan coğrafyalar, insanlığın vicdanında çok daha geniş bir yer kaplar. Doğu Türkistan da öyle bir yer. Adı, Çin yönetimindeki Sincan Uygur Özerk Bölgesi olarak yazılsa da, orası bizim için hâlâ Doğu Türkistan’dır. Çünkü orada hâlâ ezanların susturulduğu, mezar taşlarının söküldüğü, çocuklara “Ayşe” adını vermenin yasaklandığı bir toprak var. Ve o toprak, yalnızca Uygurların çile çektiği bir toprak değil, insanlığın ortak vicdanı olmalıydı.
Bana Muzaffer Türk kardeşim haber verdi. “Hocam Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Turgunyan Alawdun ve eski başkan Dolkun İsa buradalar. Yanlarında başkan yardımcısı Zümret Ay ve berlin Bölge başkanı Gheyyur Qurban da var. Federal Alman Parlementosu’nda Srepzenitza soykırımını anma münasebetiyle buradalar. İlgini çeker mi” dedi.
10 Temmuz günü Türk Eğitim Derneği’nde bir tantım toplantısı yapmaya karar verdik ve bir gün içinde organize olduk. 40 kişi kadar ilgili katılımcıya ulaştık. Canlı yayın da yaparak daha fazla insanımıza ulaşmaya çalıştık.
Amacımız yapabildiğimiz kadarıyla çölün sessiz çığlığı insanlarımıza duyurmaktı. Elhamdülüllah duyurduk da.
Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Turgunyan Alawdun ve eski başkan Dolkun İsa, Doğu Türkistan’da yaşananları kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir dille anlattılar. Seslerinde ne kin vardı, ne öfke; yalnızca içleri yanmış bir milletin çaresizliği vardı. İçleri yanıyordu. Bizlerin içini de yaktırlar. Konuşulanlarda bir özet ayne şöyle:
Turgunyan Alawdun:
“Biz Uygurlar, İslam’la 720 yılında tanıştık. Sizler Karahanlılardan sonra batıya, Anadolu’ya yürüdünüz; biz ise o topraklarda kaldık. Bugün elimizde 1 milyon 800 bin kilometrekarelik bir vatan toprağı var. Üzerinde özgürce tasarruf edemediğimiz, yaşayamadığımız topraklar bunlar.
Toprağımızın yalnızca yüzde beşi yaşamaya müsaittir. Diğerleri çöldür; kocaman ve sessiz bir çöl. Ve o sessizlik bugün, bizim mezarlıklarımızda, camilerimizde yankılanıyor. Bizim ne talihsiz başımız varmış meğer. Ne bedeller ödedik hâlâ da ödüyoruz. 18 bin caminin yerle bir edildiği topraklar oralar.
Camilerimizin yerinde bugün oteller var, spor salonları var, hastaneler var... Hatta tuvaletler var. Ne kadar acı değil mi? Kutsal olanın yerine dünyevî olanı diktiler. Gözümüzün önünde, dünyanın, İslâm âleminin gözünün önünde yaptılar bunu. Bizim gücümüz yetmedi mani olmaya, gücü yetenler de omuz vermediler. Bugün Çin’de yalnızca bedenlerimizi değil, ruhumuzu da öldürmek istiyorlar. Biz bugün Berlin’de Federal Alman parlamentosunda Sreprenitsa soykırımının 30. Yılı münesabetiyle konuştuk. Derdimizi orada anlattık. Arkadaşlar, Bizim için soykırım yalnızca öldürülmek değildir; bizim için soykırım dilimizi, inancımızı, kimliğimizi silmektir, yok etmektir, namusumuzn çiğnenmesidir. Ayakta kalan beden neye yarar ruhu öldürüldükten sonra?” Öldüğün zaman bir kere ölürsen, gözünün önünde hergün aynı şeylere maruz kalırsan hergün yeniden bir daha ölürsün. Bu soykırım değildir de nedir?
Dolkun İsa:
Arkadaşlar; bugün Doğu Türkistan’da “Selamün aleyküm” demek yasaktır.
Evinde Kur’an bulundurmak yasaktır.
Oruç tutmak, namaz kılmak, Uygurca konuşmak yasaktır.
Çocuklarımıza “Hatice”, “Ahmet”, “Fatma”, “Ali” adını koymak yasaktır.
Kimin mezarı nerede bilinmez olmuştur. Ben Almanya’da yaşıyorum. Ülkeme giremiyorum. Annem babam öldüler ama ben onların cenazesinde bulunamadım, mezarlarını nerededir var mıdır yok mudur onu dahi bilemiyorum.
Mezarlıklar düzlenmiş, yerlerine binalar dikilmiş. Tarih yok edilmiş. Hafıza silinmiş.
Arkadaşlar bir milletin ruhu, gökyüzünden silinmiş.
Ve daha beterini söyleyeyim:
Çinli birine organ nakli mi lazım? Uygur tutsaklardan uygun biri bulunur; organı alınır, hesap sorulmaz.
Daha ne diyeyim ne anlatayım ben size?
Bu çağda Uygur Türkü’nün organının köle pazarında satılıyor olmasından daha vahimi ne oalabilir. Bir Çinliyi yaşatmak için sağlıklı bir Uygur’un böbreğini almanın suç sayılmadığı bir ülke tahayyül edebiliyor musunuz? İşte orası benim ülkem. Doğu Türkistan. Daha ne diyeyim ben size. Bu soykırım değildir de nedir? Bizler Uygur Türkü’nün sesini duyurmak için buralarda bedel ödüyoruz, annemiz babamız ve 40 milyon uygur halkı da Doğu Türkistan’da bedel ödüyor.
Arkadaşlar biz Müslümanız, Müslüman, gel gör ki, İslam ülkelerinden cılız da olsa bir ses yükselmiyor. Biliyor musunuz, ben Türkiye’ye de giremiyorum.
Dünya sessiz.
Birleşmiş Milletler raporlar yayınlıyor, ama Türkiye ve diğer İslam ülkeleri susuyor. Raporları Avrupa ve Afrika’nın bazı ülkeleri onaylıyor; biz yine susuyoruz.
Ey Anadolu halkı,
Siz Anadolu’da huzur içinde büyük bir iştahla sahur yaparken, Doğu Türkistan’da iftar sofrası kuramayan kardeşlerimiz var.
Biz burada Ayşe derken, oradaki insanlar Ayşe’nin ismini akıllarından bile geçiremiyorlar.
Biz burada Kur’an okurken, orada Kur’an’ı evinde bile saklayamıyorlar. İşte bunlar Uygur halkı. Korkudan tiril tiril titriyorlar.
Çin’in “eğitim kampı” dediği kamplarda 3 milyon Uygur tutuluyor. Eğitimin konusu zulüm, diploması ise sessizlik.
Turgunyan Alawdun sözlerini şöyle bitirdi:
“Evet arkadaşlar biz bu bedeli ödüyoruz. Ödemeye de devam edeceğiz, taki özgürlüğümüze kavuşuncaya kadar. Ben Türkiye’ye bile giremiyorum, olsun belki bir gün onlar da anlayacaktır beni. Çünkü onlar korkuyorlar. Bir Uygur’un Çin soykırımının ülkelerinde anlatılmasından korkuyorlar.
Soruyorum size; bir halkın ruhu kaybolduktan sonfra, geriye ne kalır? Sadece boş bir beden kalır. Ne işe yarar o beden? Hiç?
Ne gariptir ki dünyada bazı acılar yalnız yaşanıyormuş. Biz bu acıyı yaşıyoruz.
Doğu Türkistan yalnız. Hem de çok yalnız.
Ama unutmayalım: Bazı yalnızlıklar insanlığın utanç defterine kazınarak yazılır. Ve bir gün o defter açıldığında, kim nerede durduysa, adı da oraya yazılır. Allah’a emanet olunuz.”
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder