1 Aralık 2025 Pazartesi
MÜBADELE VE ACIKLI YÜZÜ
TÜRK EĞİTİM DERNEĞİNİN EGE VE AKDENİZİNDEN BİR ACIKLI HİKAYE
RÜSTÜ KAM
2017
-Çünkü mübadele, bir coğrafyanın değil, insanlığın kalbinde açılmış yaradır.
Ve o yara, hâlâ denizin öte yakasından esen rüzgârla sızlamaya devam eder.-
Kayaköy – Mübadele
Bugün hedefimizde Kayaköy, Saklıkent, Santos ve Demre var. Önce Kayaköy.
Rehberimiz Serdar anlatıyor:
“Kayaköy, birbirinden farklı iki yerleşim yerinin toplamıdır. Osmanlı’nın son devrinde nüfusunun tamamı Rum’du. Yaklaşık 3.000 nüfusu vardı. Adı da Levissi idi. 30 Ocak 1923’te Lozan’da imzalanan mübadele sözleşmesiyle Levissi Rumları Yunanistan’a, Selanik ve çevresinden gelen Müslümanlar da Kayaköy’e yerleştirildi. Mübadele, Müslüman ve Ortodoks esasına göre yapıldı. Rum sayılanlar arasında Türkçe’den başka dil bilmeyenler de vardı.
Mübadeleyle 1.200.000 Ortodoks Rum Anadolu’dan Yunanistan’a; 500.000 Müslüman da Yunanistan’dan Türkiye’ye göç ettirildi. Yunanistan’dan gelenler Kayaköy’e yerleşmek yerine ovaya yerleşmeyi tercih ettiler. Dolayısıyla Kayaköy o tarihten beri boştur. Define avcıları da köyde kazılar yapınca köy harabeye dönüşmüştür.
Yıllarca çivi dahi çakılmayınca bugünkü hale gelmiştir. Ahşap aksam ve çatılar zamana yenilmiş; çoğu ev harap olmuştur."
Öyle veya böyle bir tarih var burada. Kültür Bakanlığı ve ilgili kurumların bu dokuya aslına sadık bir restorasyonla el atması gerekir; evler butik konaklara dönüşebilir. Bir de “hazine avcıları”nı buralardan uzak tutmak şarttır.
Köyün en yüksek tepesine kadar tırmandık. Boş evlere de girip çıktık. fotoğraflar çektik. Mübadeleyi konuştuk; “sırf din temelli” bir değiş tokuşun ne kadar yanlış olduğu üzerine tartıştık. Kararımız; “inanç kimliği üzerinden yapılan mübadele yanlıştı.”
Lozan’ın Sessiz Çocukları: Gidenler ve Gelenler
Bu bölümü, rakamlardan çok yüzlere, kararlardan çok kalplere bakmak için yazıyorum.
1923 Lozan'da alınan Mübadele karar iki ülkenin sınırlarını değiştirdi ama insanların iç dünyasını altüst etti. Bu satırlar hem gidenlerin hem gelenlerin, hem “biz Türküz” diyen Karamanlıların, hem de “biz Yunan değiliz” diye anlatmaya çalışan Giritli Müslümanların hazin hikâyesidir.
Onlar, Ege’nin iki yakasında aynı denizin çocuklarıydılar mübadele yerlerinden edildiler.
Rüzgârın yönü değişir, ama kokusu hep tanıdıktır. Ege’nin iki yakasında, aynı rüzgârın taşıdığı aynı tuz kokusu vardır.
Bir yanda Karamanlı Ortodoks Türkleri, diğer yanda Yunanistan’dan gelen Müslüman mübadiller…
Aynı dalganın iki yüzü gibiler: Biri ‘vatanım’ dediği topraklara elveda etti; diğeri ‘vatanım’ diyeceği ülkeye sığındı. Ama her ikisi de, yeni evlerine yerleşirken bile, içlerinde taşıdıkları yabancılığı eksiltemedi.
30 Ocak 1923…
Lozan Konferansı’nda, Türkiye ile Yunanistan arasında tarihin akışını değiştirecek bir karar alınır: Türkiye’de yerleşik Rum Ortodoks dininden Türk uyruklular ile Yunanistan’da yerleşik Müslüman dininden Yunan uyruklular karşılıklı olarak değiştirilecektir. Bu cümle, soğuk bir diplomasi satırında yazılıdır ama sonucu insanın en sıcak yerini, yüreğini yakar.
Bu karar ırka göre değil, dine göre alınmıştır. Yani mesele kimliğin değil, inancın meselesidir. O yüzden dilin Türkçe olması, komşunun kardeş gibi olması, bu kez hiçbir şeyi değiştirmez. Bir kalem darbesiyle bin yıllık mahalleler, dostluklar, hatıralar haritadan silinir.
Yollar ayrılır, diller susar, sadece yürekler birbirini duyar hâle gelir.
Karamanlı Ortodoks Türklerinin Dramı
Kayseri’nin, Niğde’nin, Karaman’ın taş evlerinde bir sabah başka bir sessizlik uyanır.
Güvercinlerin kanat sesine karışan bir hüzün…Karamanlı Ortodoks Türkleri o sabah anlarlar ki, artık “Türk” sayılmayacaklardır.
Oysa onlar, Türkçe konuşan Hristiyanlardı. Evlerinde Türkçe konuşur, dualarını bile Yunan harfleriyle yazılmış Türkçe metinlerden okurlardı. Dilleriyle Türk, inançlarıyla Ortodokstular.
Ama Lozan’ın hükmü açık ve kesindi: “Müslüman olmayan herkes gidecek.”
Köy köy, kasaba kasaba haber yayıldı.
Kimi ağladı, kimi inanmadı.
“Biz Türküz,” dediler, “sadece kiliseye gidiyoruz.” Dediler ama kimse onları dinlemedi.
Devletler onlar adına kararlarını vermişlerdi. Onlara soran eden yoktu. Kararı alınmıştı; Anadolu’nun bu sessiz çocukları, Yunanistan’a gönderilecekti.
Ayrılığın Son Günleri
Gidilen her evde aynı sahne…
Kadınlar bohçalarını sarıyor, erkekler sessizce toprağı öpüyordu. Bir çocuk kapı eşiğinde sordu annesine: “Anne, bizim ev de gidecek mi?”
Bir yaşlı adam, toprağını eline alıp torbasına koydu. “Hiç değilse kokusunu götüreyim,” dedi.
Gemiler dolusu insan Anadolu’dan kalktı, ama deniz onları yeni bir vatana değil, kimliksizliğe götürüyordu. Yunanistan’a vardıklarında dil bilmedikleri için “Türk tohumu” diye dışlandılar. Ne kilisede rahat edebildiler ne de sokakta. Çünkü onlar, öteki taraftan gelen
Türkçe konuşan Hristiyanlardı.
Zamanla Türkçeyi unuttular; bazıları bilerek sustu, bazıları çocuklarına öğretmedi.
Ama içlerinde, bir türkü, bir dua, bir ses hep kaldı.
Bugün Yunanistan’ın köylerinde yaşlı bir kadının dudaklarında hâlâ şu dize duyulur:
“Yâr gelir giyer atlası,
Gözümde tüter Karaman’ın sabahı…”
Türkiye’ye Gelen 500 Bin Müslüman’ın Dıramı
Lozan’ın diğer yüzü de acılıydı.
Yaklaşık yarım milyon Müslüman Yunanistan’dan Türkiye’ye gönderilecekti: Girit, Selanik, Kavala, Drama, Yanya, Midilli…
Bir sabah, “Artık burası sizin değil,” dendi onlara. Evler satıldı, bahçeler bırakıldı; zeytinlikler sessizliğe gömüldü. Bir Giritli mübadil şöyle yazar:
“Toprağımızı öptük, zeytin ağacına sarıldık. ‘Artık burası sizin değil,’ dediler. Oysa burada doğmuş, burada ölmeye hazırlanmıştık.”
Sonra gemilere bindiler; denizin öte yakasındaki “anavatana” doğru yola çıktılar. Ama vardıklarında, onları karşılayan kimse yoktu.
Anavatan mı, Yabancı Vatan mı?
Türkiye’ye geldiklerinde, kimse “hoş geldiniz” demedi onlara. Muhacir dediler.
Dil farklıydı, gelenek farklıydı, yemek farklıydı.
Birçoğu Rumca aksanlı Türkçe konuşuyordu; bazıları hiç Türkçe bilmiyordu.
Onlara “gavur muhacirler” diyenler bile oldu.
Ellerindeki zeytinyağı tenekelerini, sabun kalıplarını görünce “Bunlar Yunan kokuyor” diyenler de oldu…
Yine de yılmadılar.
Devlet, boş köylere ve harap topraklara yerleştirdi onları. Zamanla o toprakları yeşerttiler; yeni bir hayat kurdular. Bir kısmı İzmir’e, bir kısmı Bursa’ya, Ayvalık’a, Samsun’a yerleşti.
Ege’nin kokusunu içlerinde taşıyarak yeni kökler saldılar.
Ama içlerinde hep aynı soru yankılandı: “Biz zaten Türk’tük, neden buraya dönmek zorunda kaldık?”
İki Yaka ve Tek Hüzün
Mübadele yalnızca insanların değil, duyguların ve hafızanın da yer değiştirmesiydi. Bir taraf “vatanımdan oldum” derken, diğer taraf “vatanımda yabancılaştım” diyordu.
Karamanlıların kiliselerinde Türkçe dualar sustu; Giritli Müslümanların camilerinde de Rumca dualar yerini sessizliğe bıraktı.
Ama Ege’nin iki yakasında, aynı türküler yaşamaya devam etti. Bugün hâlâ hem Türkiye’de hem Yunanistan’da söylenir:
Deniz üstü köpürür
Kayığa binsem götürür
Benim de şu cihana gelişim
Bir güzelden ötürü.
Bu türkü, aslında mübadelenin kendisidir: Kayığa binmiş iki halk, birbirine el sallarken gözlerinden aynı yaş süzülür
Sonuç
Lozan Mübadelesi, bir sayının değil, bir insanlığın hikâyesidir. 1 milyon 200 bin insanın yerinden edildiği bu değişim, gerçekte bir ev hasreti belgesidir.
Karamanlı Ortodoks Türkleri, Giritli, Selanikli, Dramalı Müslüman mübadiller…
Hepsi aynı denizin iki yakasında, farklı dillerde ama aynı yürekle yaşadı.
Bugün Ege’nin rüzgârı estiğinde, iki tarafta da aynı koku duyulur: Tuz, toprak ve ayrılığın kokusu.
Ve belki deniz, hâlâ iki yakadan gelen duaları birleştirir: Biri haç çıkarır, diğeri besmele çeker ama ikisi de aynı gökyüzüne bakar, aynı Tanrı’ya “bizi unutma” diye dua eder.
Lozan Mübadelesi, iyi bir şey yapılmış gibi gururlanılacak bir karar değildir. O rakamlarla anlatılamaz. O acıdır. Gözyaşıdır. Gidenler Türkçe konuştuğu halde “Rum” sayıldı, gelenler Müslüman olduğu halde “Yunan” denilerek dışlandı. Her iki taraf da bir gecede “öteki” oluverdi.
Ama hâlâ Ege’nin iki yakasında aynı rüzgâr eser; aynı tuz kokusu burna gelir. Belki de deniz, iki halkın gözyaşlarını birleştirip dalgalarında saklar.
Çünkü mübadele, bir coğrafyanın değil, insanlığın kalbinde açılmış yaradır.
Ve o yara, hâlâ denizin öte yakasından esen rüzgârla sızlamaya devam etmektedir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder