2019 Berlin
Suriye’nin Dera şehrinde iki bayan doktor telefonla
konuşurken; “Hüsnü Mübarek düşmüş, darısı bizim başımıza...” şeklinde
niyetlerini dile getirirler. Telefonları istihbarat tarafından dinlenen bu iki
kadın doktor, tutuklanır ve ceza olarak saçları sıfıra vurulur. Bunun üzerine,
kadınların ve akrabalarının çocukları, duvarlara “Halk, düzenin yıkılmasını
istiyor” sloganını yazarlar. Bu slogan Arap Baharı’nın sloganıdır.
‘Arap Baharı’, 17 Aralık 2010’da Tunus’ta 26 yaşındaki
Muhammed Buazizi’nin valilik binasının önünde kendini yakmasıyla başlar.
Buazizi üniversite mezunudur ama işsizdir. Seyyar satıcılık yaparak ekmek
parasını kazanmaktadır. 17 Aralık günü zabıtalar izinsiz satış yapamayacağını
Buazizi’ye sert bir dille söylerler. Tartışma başlar aralarında. Zabıtalar Buazizi’nin
tezgahını devirirler ve Buazizi’yi de iyice pataklarlar. Buazizi’nin ağırına
gider sokak ortasında dövülmek, gençliğine yediremez olayı. Bir bidon benzin
alarak doğru valiliğin önüne gider ve bu firavun rejimini protesto için kendini
yakar. Halk yaşanan bu olayla birlikte adeta çılgına döner ve sokaklara
dökülür. 18 Aralık’ta Tunus’ta büyük bir protesto başlar.
Buazizi’nin giriştiği bu eylemle beraber Arap dünyası bir anda değişir ve taşlar yerinden oynamaya başlar. Arap Baharı’nın fitili ateşlenmiştir. Birçok Arap ülkesi, Tunus’tan etkilenip özgürlük için savaşmaya başlamıştır. Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Ürdün, Yemen gibi ülkeler Arap baharından etkilenen ülkelerdir. Sloganı da “Halk, düzenin yıkılmasını istiyor.”
Buazizi’nin giriştiği bu eylemle beraber Arap dünyası bir anda değişir ve taşlar yerinden oynamaya başlar. Arap Baharı’nın fitili ateşlenmiştir. Birçok Arap ülkesi, Tunus’tan etkilenip özgürlük için savaşmaya başlamıştır. Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Ürdün, Yemen gibi ülkeler Arap baharından etkilenen ülkelerdir. Sloganı da “Halk, düzenin yıkılmasını istiyor.”
14 Ocak 2011 tarihinde Zeynel Abidin’in ülkesinden
kaçmasına sebep olan Arap Baharı 1981’den beri Mısır’da devlet başkanlığı
koltuğunu işgal eden Mısır Firavunu’nu da 11 Şubat 2011’de koltuğundan eder.
Hüsnü Mübarek’in istifasını duyan Aynı dertten muzdarip Suriyeli doktorlar da Esad
için bir temennide bulunurlar. Rejim kafalarını usturayla tıraş ederek
cezalandırır. Annelerinin saçlarının kesilmesine kızan çocuklar da o gün moda
olan o sloganı duvara yazarlar. “Halk, düzenin yıkılmasını istiyor.”
Okulun müdürü bu çocukları hemen istihbarata şikâyet eder.
Çocuklar içeri alınır ve çok ağır işkencelere maruz bırakılırlar. Çocuklar
içeri alınınca, Dera bölgesindeki aşiretlerin reisleri, Dera’nın istihbarat
sorumlusuna gider ve bu çocukların bırakılmasını isterler. Ancak rejimin askerleri
kendilerine hakaretlerle cevap verirler. Ve halk sokağa dökülür. “Halk, düzenin
yıkılmasını istiyor.” Sloganları bu sefer Suriye sokaklarında uçuşmaya başlar.
Dera’da yer yerinden oynar.
Güvenlik güçleri göstericilerin üzerine rastgele ateş açar
ve 4 gösterici öldürülür. Kısa sürede bu olay sosyal medya üzerinden bütün
Suriye‘ye yayılınca. Halk, Beşar ‘in tahttan inmesini sokaklara çıkarak yüksek
sesle bağırmaya başlar. Beşar Esad halkı sükunete davet etme yerine üzerlerine
ateş açar. Yakaladıklarını hapse atar, işkence makineleri çalışmaya
başlamıştır.
Esed çıldırmıştır, elinde bulunan kimyasal silahlarını,
misket bombalarını, varil bombalarını halkının üzerine boşaltmaya başlar.
Hastane, pazaryeri, toplu iskân mahalleri ateşe verilir. Bu acımasızca yapılan
toplu imha hareketi Birleşmiş Milletler’in devreye girmesini sağlar. Ancak dağ
fare doğurur!
Türkiye olup bitenler konusunda Beşar Esed ile görüşür,
olacaklar bir bir Esed’e anlatılır. Bu görüşmelerden sonuç alınamaz. Derken
"ip puştun eline geçer" , mal bulmuş mağribi gibi hemen olayın
üzerine atlar. Atlayan Amerika Birleşik Devletleri’dir. Esed karşıtlarının
yanında yer alır. Muhalifleri silahlandırır. Esed’ın hemen tahttan çekilmesini
ister. Bir taraftan da Türkiye ile iş birliği içine girer ve Amerika’ya güvenen
Stratejik Derinlik kitabının yazarı Başbakan Ahmet Davutoğlu Amerikalılara
güvenerek birkaç hafta içinde Emevi Camii’nde Cuma namazı kılacağını bütün
dünyaya ilan eder.
Bu arada, birdenbire nereden çıktığı belli olmayan terör
örgütleri peydahlanmaya başlar. Kendisini IŞİD diye adlandıranlar vardır, PYD
diye adlandıranlar vardır, YPG diyen adlandıranlar vardır, rejimin askerleri
diye adlandıranlar vardır. Hepsi Suriye topraklarında pıtrak gibi boy
gösterirler. Aba ile ürküt değnek ile say. Sonradan ortaya çıkar ki; bu
örgütlerin hepsinin arkasında Amerika vardır, Avrupa ülkeleri vardır. Tavşana
kaç, tazıya tut anlayışı.
Türkiye bu olayı fark edinceye kadar "su köprüyü
bölmüştür." Geç de olsa yaptığı yanlışlıktan geri adım atarak inisiyatif
alır. Özgür Suriye Ordusu ile birlikte çalışmaya karar verir. Bu arada
Suriye’deki Türkmenler soykırıma tabi tutulmak istenir. Türkiye bu konuda
duyarsız kalmayı yapılan katliamlara seyirci kalmak olarak düşünür ve gerekeni
yapar. Ancak içerideki hainlerin MİT tırları kumpasıyla açığa çıkar.
Bu sisli havadan istifade etmek isteyen Rusya, “Rejim beni
davet etti.” diyerek Esad’ın yanında yer alır ve koltuktan düşmek üzere olan
Esad’ı son anda yakalar. Esed de, "mal bulmuş mağribi gibi" sarılır
Putin’e. Belki de denize düşmüştür. Putin Suriye hakkında yüksek perdeden
konuşmaya başlar, “Ben de dünyanın jandarmasıyım.” der gibidir. Bir taraftan
konuşurken öbür taraftan Suriye hava sahasını da işgal eder, burası benim
sorumluluğumdadır kimse gelemez havasındadır. Köpeksiz köy bulmuş da değneksiz
dolaşır. Bu arada sebebi belli olmayan bir şekilde Türkiye hava sahasına da
girilir. Türkiye o kadar da uzun değil diyerek, kendi hava sahasını ihlal
ettiğini söyler ve Rus uçağını düşürür. Hemen sonrasında da Rusya’nın Ankara
Büyükelçisi, Ankara’nın göbeğinde polisin koruması altındayken o polis
tarafından öldürülür. Moskova, Türkiye ilişkilerini askıya alır. İşler Arap
saçına dönmüştür. Ayıklayabilene aşkolsun.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Amerika’dan ümidini kesen
Türkiye, Rusya ile flört etmek için zemin araştırma çabasına girer. O da denize
düşmüştür. Türkiye’nin çabaları Putin tarafından karşılıksız kalmaz. Sonrasında
Putin ve Erdoğan kanka olurlar. Rusya’dan S 400 füzeleri için anlaşma bile
yaparlar. Amerika Türkiye’den bu kadarını beklemediği için şok olur. Bir şeyler
yapmak için harekete geçer, içerideki işbirlikçileriyle birlikte kolları sıvar
ve ilk iş olarak Gezi parkındaki (İstanbul) bir ağacın kesilmesini bahane
ederek Türkiye’yi hizaya getirmek ister. 27 Mayıs 2013.
Bu atak geri teper, hızını alamayan Amerika 17-25 Aralık
kumpası ile ekonomiyi çökertmek ister, bu da olmayınca Fetö terör örgütü ile 15
Temmuz kalkışmasını devreye sokar. 15 Temmuz 2016. Türkiye umulmadık bir
şekilde bu tezgâhı da bozar. Halk sokaktadır. Türkiye’yi kolay lokma sananlar
bu sefer de başlarını taşa çalmışlardır. Bu arada Türkiye’ye Suriye’den 5
milyona yakın mülteci gelmiştir. Ancak diplomatik çalışmalar da devam
etmektedir. Hükümette de sıkıntılar vardır. Atılan taşlar hedefine
varmamaktadır. Erdoğan bu olayı "metal yorgunluğu" olarak açıklar.
İşe başbakandan başlar. Fetöcülerle ve Almanya ile dirsek temasında olan
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bileti kesilmiştir. Beklenmedik bir aparkat ile
nakavt edilir.
Bir taraftan dışardakiler bir taraftan da içerdeki
yandaşları Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışırlarken Türkiye bir hamle daha
yapar. Fırat Kalkanı, Pençe ve Zeytin Dalı harekatlarıyla terör örgütünün
topuğuna sıkar. Bu beklenmedik bir hamledir.
Türkiye’yi eskisi gibi kolay lokma sanan Avrupa ve Amerika
Türkiye’nin bu çıkışları karşısında boş durmazlar. Tırlar dolusu envaiçeşit
silahı Suriye’ye yığmaya başlarlar. Adres YPG/PYD/PKK/DEAŞ. Avrupa’nın destek
verdiği Amerika geriye çekilirken bu silahlar terör örgütlerinin elinde kalacak
ve onlar Türkiye’ye son vuruşlarını yapacaklardır. Kazanırlarsa ne âlâ, kazanmazlarsa
Avrupa ve Amerika silahlarını satarak zaten kazanmıştır. Amaç silah satmak
değil midir…
Bütün bu olanları konulu film gibi seyreden Türkiye halkı
anlayacağını anlar. Herkes eteklerindeki taşları döker ve devletiyle
bütünleşir. Siyasi partiler de işin vahametini anlamış ve kerhen de olsa tek
yürek olmuşlardır.
Suriye’de iç savaş kızışınca bir taraftan İran, Öbür
taraftan Rusya da oyuna dahil olur. Türkiye’nin Suriye tarafından bir uçağı
düşürülür. Türkiye bu konuda araştırmalar yapsa da neticede sessiz kalmayı
tercih eder. Konjonktür gereği diyelim.
Esed’in zulmü dayanılmaz hale gelince ve kimyasal silahlar
da kullanılarak halk katledilmeye başlanınca ABD, Suriye'nin Guta kasabasındaki
kimyasal saldırıdan Esed rejimini sorumlu tuttuğunu söyler ve askeri saldırı
kararı verdiğini açıklar. Bu açıklamanın hemen ardından ABD, İngiliz ve Fransız
savaş uçakları Suriye hedeflerini vurmaya başlar. Onlara da bir kemik
düşecektir elbet.
Bu duruma seyirci kalmak istemeyen Rusya'nın ilk tepkisi
sert olur, yoksa Deli Petro’ya ayıp olacaktır. Sıcak denizlere inmeye ramak
kalmıştır. “ABD uluslararası normları çiğnedi” der. Putin'in, operasyonu kınama
açıklamasının hemen ardından, ABD ye Almanya'dan destek açıklaması gelir.
Merkel "Operasyonu sonuna kadar destekliyoruz" der. Fransa Savunma
Bakanlığı ise Suriye’ye yönelik düzenlenen hava operasyonunda füzelerin ilk
fırlatma anını gösteren görüntüleri paylaşır. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani
ise "İran Suriye'nin arkasındadır" ifadesini kullanır. Kargalar leşe
üşüşmeye başlamışlardır.
Sonuç, sonuçta 20 milyonluk Suriye’nin 8 milyonu mülteci
durumuna düşer ve 1 milyona yakın insan ölür. Şehirler harabeye döner. Var olan
tarihi eserler Suriye’den kaçırılır. 8 seneden beri güvenli bölge güvenli bölge
diye bağıran ve dilinde tüy biten Erdoğan Suriye’deki tepişmelerden sonuç
alamayacağını anlayınca “bir gece ansızın gelebiliriz” der ve besmeleyi çeker,
dediğini de yapar, “Ya Allah bismillah”.
Türkiye’nin kararlılığını gören Avrupalılar, koro halinde,
Türkiye’ye silah satmayacağız, ekonomik yaptırımlarla Erdoğan’a haddini
bildireceğiz, Türkiye Kürt halkını öldürüyor diyerek gece gündüz vakitli
vakitsiz ciyak ciyak bağırmaya başlarlar. 1 milyon Suriyeli öldürülürken, 8
milyon Suriyeli mülteci durumuna düşerken, ölüm korkusundan güvenli bir yer
bulmak amacıyla çoluk çocuğuyla birlikte aç susuz denizlerde o insanlar
boğulurken ses çıkarmayan Avrupalılar, Amerikalılar, sahtekâr Arap ülkeleri;
nedense Türkiye kendi sınırını korumak amacıyla uluslararası hukuktan doğan
meşru hakkını kullanmaya kalkınca, "kıçı tutuşmuş tazı gibi" oradan
oraya saldırmaya başlarlar. Bunlar demokrasi havarileridir(!). İnsan hakları
savunucularıdır(!). Teröre ve teröriste mesafeli insanlardır(!). Ulaşmak için
yönlendirildiğimiz muasır medeniyetin(!) mensuplarıdır… ”Medeniyet denilen
canavar” cümlesinin cuk diye oturduğu muasır medeniyetin mensuplarıdır… Türkiye
bunları Çanakkale’den, Balkanlar’dan, Trablus’tan, Yemen’den, Kars’tan,
Batum’dan, Kût’ül-Amâre’den çok iyi tanır. Bunlar onların 21. Asırdaki versiyonudur…Bunların
onlardan farkı, onlar öldürmeye geliyorlardı ve öldüreceklerini de
söylüyorlardı. Bunlar yılışıklar, sırıtarak yanınıza kadar geliyor ve hançerini
saplıyorlar…Kalleşler…Ulaşmamız gereken Muasır medeniyeti temsil ediyorlar…
Haydi o tazıların kıçları tutuştu da saldırmaya başladılar
Türkiye’ye diyelim, ya bizimkilere ne demeli. “Türkiye’nin ne işi var orada”,
“bu iş diplomasi ile çözülmeliydi”, “bütün kapıları yüzümüze kapattırdık”,
“şimdi ne yapacağız”, “Erdoğan diplomasi ne demektir bilmiyor”, “ … ile masaya
oturmak lazımdır…” Aman Allah’ım hepsi ağız birliği etmiş ve ekmeğini yediği,
suyunu içtiği, havasını teneffüs ettiği o güzelim ülkeyi, yabancılara peşkeş
çekmek için çemkiriyorlar. Allah’ım ne olur yardım et bu aziz millete…
Ve sonunda Allah’ın yardımı ulaşıyor. Daha fazla kan
dökülmeden ABD ile masaya oturuluyor ve ABD teröristlerin geriye çekileceğine
dair söz veriyor. 13 maddelik bir anlaşma yapılıyor. Bu anlaşma güzel bir
anlaşmadır, anlamlıdır, Allah’ın tavsiyesine de uygundur. “…Eğer barış
isterlerse barış yolunu seçin…”
Evet, Arap Baharının sebepleri arasında; siyasi yozlaşma,
ifade kısıtlaması, gıda enflasyonu, usulsüzlükler, gelir dağılımındaki
adaletsizlik, diktatörlük ve kötü yaşam koşulları vardır. Birçok kişinin hayatını
kaybettiği bu özgürlük savaşını kimin kazandığı hala belli değildir.
Şimdi ne yapacak o çemkirenler, hani Türkiye orayı işgal
etmek için gidiyordu, hani Türkiye kana susamış vampirdi, hani Türkiye
sivilleri öldürüyordu…
Galip olan ancak Allah’tır. Allah var gam yok…Onlar
istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır…
“Allah’ım içimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri de helak eder misin?”
“Allah’ım içimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri de helak eder misin?”
Sloganı tekrar hatırlayalım; “Halk, bozuk düzenin
yıkılmasını istiyor...”