-Aphrodisias (Aydın) / Laodikeia (Denizli)-
-Onlar “Zenginim,
zenginleştim, hiçbir şeye gereksinmem yok” diyorlardı. Ama onlar Tanrı’nın
gözünde lüks giysileri ve göz merhemleriyle “zavallı, acınacak durumda, yoksul, kör ve çıplaktılar”. Ne komşu kent Hierapolis’teki sıcak su kaplıcaları gibi ateşli ne
de Kolose’den gelen soğuk dağ suyu gibi
ferahlatıcılardı. Onlar şehirlerindeki ılık maden suyuna benziyorlardı. Ilık
termal suyu nasıl mideyi bulandırır ve kusturursa, Vahiy yazarı Rabb’inde, böylelerini “kusacaktır” yani onları yarış
dışı bırakıp göksel ödüllerden men edecektir.-
Rüştü Kam
Afrodisias (Aphrodisias)
Alaşehir’den sonra Afrodisias Antik Kenti’ne doğru yol almaya
başladık. Arkadaşlar daha yolun başında Hz. İsa ve Yuhanna üzerine
değerlendirmeler yaptılar. Sonrasında da “Madem Hristiyanlar İsa’nın göğe
çekildiğine ve kıyamet öncesinde yeryüzüne inanacağına inanıyorlar, öyleyse
neden İsa Şam’a iniyor, Efes’e inmesi daha isabetli olmaz mıydı?” gibi sorular
sormaya başladılar. Hatta ilave ettiler; “İsa’nın Annesi Meryem ve havarisi
Yuhanna Efes’te medfun iken ve de 7 kiliseye 7 ayrı mektup gönderilerek Ege
Bölgesi önemli kılınırken” neden Efes değil de Şam? …
Bu görüşün makul
olduğu arkadaşlar tarafından onaylandı. İsa’nın yeryüzüne geleceği inancının Hristiyanlar
tarafından İslâm’a sokulmuş olabileceği kanaati de böylece hasıl oldu. Tartışmanın
sonunda arkadaşlar; “Müslümanlar inançlarındaki pürüzleri temizlemezlerse daha
çok DEAŞ’çı militan çıkarırlar içlerinden” diyerek mesaj vermeyi de ihmal
etmediler.
Ve zeybek havaları.
Bu yolculuk boyunca aslında zeybek havaları dinlenmesi gerekiyor. Zeybeklerin
harman olduğu bölgedeyiz. Sezgin Bey çoktan başlatmıştı bile inceden inceye
Zeybeği. Arkadaşların hararetli tartışmalarını bölmemek için kısmıştı efelerin
sesini:
“Eklemedir koca konak ekleme
/ Nazlı da yârim
yine geldi aklıma / Nasıl edeyim
başımdaki sevdaya
/Aman aman
dostlar yoldan geldim yorgunum / Orta da
boylu bir güzele vurgunum…”
Geyre köyündeyiz. Küçük bir köy burası. 2.000
yıl önce burada tahminen 100. 000’den fazla insan yaşamış. Geyre’de bugün
kimsecikler yok. Antik kentin üstüne kurulan Geyre köyü kazılar nedeniyle
boşaltılmış. Otobüs ile bir noktaya kadar gidebildik. O noktadan sonra Antik kente
gitmek için kendi araçlarımızı kullanamıyoruz. Traktörün çektiği bir vagon ile
gitmemiz gerekiyor. İlginç bir ulaşım aracı. Aracı ilginç kılan arkasındaki vagon.
Fayton veya at arabasına alışık olduğumuz için böylesi bir araç ilginç geldi
bize.
“Afrodisias M.Ö. V.
yüzyılda kurulmuştur. Önemli bir sanat merkezidir. Özellikle M.Ö. I. yüzyıl ile
M.S. V. yüzyıllara rastlayan dönemlerde adını dünyaya duyuran antik kent, asıl
ününü adını aldığı ana tanrıça Afrodit’e ait tapınağa borçludur. Bu tapınakta,
antik dönemlerde tanrıça için büyük törenler yapılırmış.
Yunan mitolojisinin
efsanevi tanrıçası Afrodit’in hikayesi şöyle: Kronos, babası Uranos ile
giriştiği iktidar mücadelesinde babasını devirmiş ve onun cinsel organını
kesmiş. Kesilen organ denize düşmüş ve düşerken oluşan köpüklerden Afrodit
doğmuş. Afrodit, aslen Kıbrıslıdır, aşkı, sevgiyi, bolluk ve bereketi simgeler.
Afrodit, güzel, işveli bir kadındır, sevmeyi ve sevilmeyi sever. Kıbrıs başta
olmak üzere pek çok yerde adına tapınaklar açılan, şenlikler ve şölenler
düzenlenen tanrıça, her dönem ihtişamı ile anılır. Yörenin tarihi çok daha
eskilere, tunç çağına kadar dayanıyor. M.Ö. 3.000 yılını işaret eden kalkolitik
dönemlere ait bulgular bunu açıkça gösteriyor bize. Afrodisias, 1413 tarihinde
II. Murat tarafından Osmanlı İmparatorluğu’na katılmıştır.
Bölgede kazı
çalışmalarının başlatılması ise hayli ilginç bir tesadüfe dayanır. Ünlü
fotoğraf sanatçısı Ara Güler bölgede yaptığı geziler sırasında, yolu Geyre
köyüne düşmüş ve köydeki ev ya da iş yerlerinde Afrodisias’a ait kalıntıların
kullanıldığını görmüş. Bu işte bir gariplik sezen Ara Güler, evleri
fotoğraflamış ve dönemin sanatçılarına göndermiş. İstediği ilgiyi bulamayınca,
edindiği bilgileri birkaç fotoğrafla birlikte bir Amerikan dergisine göndermiş.
Amerikalılar fotoğrafları alır almaz keşif için Geyre’ye gelmişler. Böylece Afrodisias
gündeme gelmiş ve bölgede kazı çalışmaları başlamış. (1961).
Afrodisias (Aphrodisias) Stadyumu
Afrodisias (Aphrodisias) Stadyumu, kentin en iyi korunmuş ve en görkemli yapıtıdır. 30 bin
kapasiteli, 50 metre genişlik ve 262 metre uzunluk ile dünyanın en iyi stadyumlarından
biridir. Elips şeklinde herkesin daha rahat izleyebileceği bir teknikle yapılan
stadyumda Atletizm oyunları, halk oylamaları, festivaller ve birçok yarışmalar yapılırmış.
Yapılan arkeolojik
araştırmalar sonucunda kentte mimarlık ve heykeltıraşlığın yanı sıra tıp ve
astronomi alanlarında da çalışmalar yapıldığı belirlenmiştir. Kentte
görülebilecek başlıca yapı kalıntıları, M.S. II. yüzyılda İmparator Hadrianus
zamanında yapılan hamam, büyük havuzlu agora, M.Ö. I. yüzyılda Tanrıça Aphrodit
için yapılan tapınak, stadyum, tiyatro, odeon, piskopos sarayı ve felsefe
okuludur.”
Tapınak ve tiyatro
kalıntıları ve genç kızların ve delikanlıların güzel giysileriyle birlikte ellerinde
şemsiyelerle volta attıkları o küçük sokaklar harika yerler. Yeter ki hayal
gücünüzü biraz çalıştırın. Göreceksiniz kendinizi 2.000 yıl öncesine taşımanız
o kadar da zor olmayacak.
Afrodisias bizleri
büyüledi. Kocaman bir şehir kurulmuş ve halkın ihtiyacı olan her şey
düşünülmüş. Planlaması da mükemmel. Afrodisias müzesi olağanüstü güzellikte bir
müze.
Aynı araçla geriye
döndük. Bu yolu yaya olarak yürümeyi tercih edenler de oldu. Belli ki onlar
2.000 yıl öncesine gittiler ve zaman tünelinde gezinin tadını çıkarıyorlar.
Köylüler traktörün
yolcuyu indirdiği ve bindirdiği yerde tezgahlar açmışlar. İncir, bal ve meyve
çeşitleri alıcı bekliyor. Tezgahlar özene bezene düzülmemiş. Bize pahalı geldi
fiyatlar. Ama buna rağmen aldık. İnsanlar bir umutla gelmişler oraya.
Emeklerine saygı göstermek, destek olmak lazımdır diye düşündük. İnsanlar kara kara
benizli. Yüzlerinde çizgiler oluşmuş. Olduklarından daha yaşlı görünüyorlar
sanki. Belli ki onları güneş yakmış. Kadınlar şalvar giyiyor erkekler şapka
takıyorlar. Tarlada çalışmanın zorluğunu yansıyor bu giysiler. Tarlada çalışmak
şalvarla ve şapkayla daha rahat oluyor olmalı. Elveda Afrodisias…
Hierapolis ve Laodikya (Laodikeia) Antik Kenti /Denizli
Hedefimizde
Laodikieia var. Laodikeia Denizli’de. 2007 yılında yapılan kazı çalışmaları
neticesinde gün yüzüne çıkarılmış.
Karacasu / Afrodisias
Denizli arasında, arkadaşlar izlenimlerini anlatmak için teker teker mikrofona
geldiler. Herkesin edindiği intiba başkaydı. Arkadaşlardan izlenimlerini
almamız her gezide yaptığımız bir uygulama. Hem değişik izlenimleri dinliyoruz
hem de anlatılan malumatları bu şekilde pekiştirmiş oluyoruz. Gezimizin adı
‘Kültür ve Araştırma Gezisi.’ Bu
gezilerden edindiğimiz intiba odur ki; Avrupalıların Anadolu sevdasının arka
planını, antik kentleri gördükçe daha iyi anlıyoruz. “Gezin, görün ve ibret
alın.”
Manzara harika. Yeme
de yanında yat derler ya işte tam da öyle bir şey. Yemyeşil incir ağaçlarının
arasından Tavas Zeybeği eşliğinde Denizli’ye doğru akıp gidiyoruz. Değişik bir
coğrafya. “Zobalarında guru da meşe
yanıyor efem/ Memet efem de üşümüş de donuyor / Boncuklu da gelin ortalık da dönüyor
da dönüyor/ Aslanım da efeler vay vay…”
Aydın, Nazilli ve
Buharkent derken Denizli’ye gelmişiz bile. Otelimiz Karahayıt Köyü’nde. 5
yıldızlı termal otel. Odalarımıza yerleştik. Arkadaşlar termal havuzda yüzmek
için acele ediyorlar. Ben ve eşim arkadaşlardan ayrıldık annelerimizin elini
öpmek istedik. Denizli’ye gelmişken onların hayır dualarını almamak olmazdı. Kayınbiraderim
Ünal Zeybek işimizi kolaylaştırdı. Bizi otelden aldı ve ziyaretler sonrasında da
geriye getirdi. Ne demişler; “Hayvanlar içinde koyun, insanlar içinde kayın.”
Kahvaltıdan sonra
önce Hierapolis antik kentini gezdik. Rehberimiz Serdar anlatıyor Hierapolis’i. Her objeyi
bir bir anlatıyor, üşenmiyor ve usanmıyor. En ufak detayı bile atlamıyor. “Mesleğine
aşık” derler ya işte tam da Serdar için
söylenmiş bir deyim. Hierapolis antik kenti, dünyaca meşhur Pamukkale’nin hemen
yanı başında.
“Hierapolis, birçok dinsel yapıya ve tapınağa sahip olduğu için “kutsal kent” olarak anılır. Hierapolis, Bergama kralı II. Eumenes tarafından M.Ö. II. Yüzyılda kurulmuştur. Bergama’nın kurucusu Telephos’un karısı ve aynı zamanda amazonların kraliçesi Hiera’dan dolayı Hierapolis ismini aldığı bilinmektedir. Hierapolis Antik Kenti’nin Pamukkale travertenlerine yakın bir yerinde hamam var. Hamam, kent girişinin dışında yer alıyor. Anadolu’daki birçok antik kentte olduğu gibi kente girmek isteyen insanların öncelikle yıkanmaları gerekiyor. Alınan bu tedbir hem temizlik açısından hem de bulaşıcı hastalıklardan korunmak açısından bir zorunluluktu. Bu uygulamayı sonraki dönemlerde Osmanlı ve Anadolu Selçukluları döneminde de devam etmiştir.
“Hierapolis, birçok dinsel yapıya ve tapınağa sahip olduğu için “kutsal kent” olarak anılır. Hierapolis, Bergama kralı II. Eumenes tarafından M.Ö. II. Yüzyılda kurulmuştur. Bergama’nın kurucusu Telephos’un karısı ve aynı zamanda amazonların kraliçesi Hiera’dan dolayı Hierapolis ismini aldığı bilinmektedir. Hierapolis Antik Kenti’nin Pamukkale travertenlerine yakın bir yerinde hamam var. Hamam, kent girişinin dışında yer alıyor. Anadolu’daki birçok antik kentte olduğu gibi kente girmek isteyen insanların öncelikle yıkanmaları gerekiyor. Alınan bu tedbir hem temizlik açısından hem de bulaşıcı hastalıklardan korunmak açısından bir zorunluluktu. Bu uygulamayı sonraki dönemlerde Osmanlı ve Anadolu Selçukluları döneminde de devam etmiştir.
Kentin en çarpıcı
noktalarından biri de Cin deliğidir. Cehennem
ağzı da denilen deliğin içerisinde fokur fokur kaynayan bir su var. Suyun
içinde karbondioksit bulunuyor. Mineraller ile birlikte yukarı doğru çıkarken
çözülen mineraller, kalkerli taşlara dönüşüyor. İçindeki karbondioksit ise
havaya yayılıyor. Kapalı alanlarda karbondioksit solumanın ölüm getirdiğini
biliyoruz. Buraya inen insanların da çoğu öldüğünden, bu deliğe Cin deliği adı
verilmiş.
Hierapolis’teki görülmesi
gereken yapılardan birisi de tiyatrosudur. 7 bölüm ve 50 oturma sırasına sahip
olan tiyatro, 10 bin kişiliktir. Bu
tiyatroyu, diğer antik kentlerin tiyatrolarından ayıran en önemli yönü, inşaat
çalışmalarının yaklaşık 150 yıla yakın bir süre devam etmiş olmasıdır.
Hierapolis Antik Kenti’ne gelip
de Kleopatra Havuzu’nu görmemek olmaz. Vaktiniz varsa yüzebilirsiniz de burada.
Suyun şifasını ve havuzun estetik yapısını duyanlar, kalkıp Hierapolis’e gelmiş
ve Antik havuzun popülerliği de böylece günden güne artmış. Öyle ki Mısır
Kraliçesi Kleopatra da bu havuza girmek, güneşlenmek, keyif yapmak ve güzelliğine
güzellik katmak için Mısır’dan kalkmış buralara kadar gelmiş. Bu olaydan sonra
da Antik havuzun ismi Kleopatra havuzu olarak anılmaya başlanmış. Havuzun
hemen yakınındaki sağlık merkezinde de akıl hastaları ruh hastaları, müzik ve
su eşliğinde tedavi ediliyordu.
Hierapolis antik kenti, Pagan (putperest)
döneminde de Hıristiyanlık dönemlerinde de kutsal kabul edilen nadir kentlerden
birisidir. Hierapolis’in Hıristiyanlar tarafından kutsal kabul edilmesinin
nedeni, Hz. İsa’nın 12 havarisinden birisi olarak kabul edilen Aziz Philipus’un
burada çarmıha gerilerek öldürülmesidir. Araştırmalara göre, havari Aziz
Philipus, M.S. 80’li yıllarda buraya gelerek Hıristiyanlık dinini yaymaya
çalışmış. Halkın putlara tapmasını eleştirmiş, halk bu eleştiriyi Tanrılarına
hakaret kabul etmiş ve onu da İsa gibi çarmıha germişler. Yaklaşık 300 yıl
kadar sonra Hıristiyanlığı kendilerine din olarak kabul eden halk, bu sefer de
Aziz Philipus’u katlettikleri o alana onun anısına bir şehitlik, bir çeşme ve
bir de şapel inşa etmişler.
Hierapolis antik kentinin dışında, bir de nekropolis (mezarlık) vardır. Burası, şehrin en ilginç ve gizemli mekanlarından biridir. Yapımında kireçtaşı ve mermer gibi antik dönemin en çok kullanılan yapı malzemelerinin kullanıldığı mezarları gezerken dikkatle bakarsanız ölen kişinin hayatına ait birbirinden farklı izler görürsünüz. Bu bağlamda özellikle lahitlerin üzerinde yer alan kabartma figürlerinde mezar sahibinin hayattayken yaptığı işle ilgili betimlemelerin bulunduğu anlaşılır. Örneğin bir asker öldüğünde savaş sahnesi işleniyor mezar taşına. Hamamda tellaklık yapan bir kişi için ise ya kese figürü ya da hamam tası resimleri çiziliyor. Ölen kişinin gelir seviyesine göre birbirinden farklı ilginç mezarlar da yaptırılmıştır. Bu gelenek Selçuklu ve Osmanlılarda da devam etmiştir. Hierapolis Nekropolü gizemlerle, bilinmezliklerle şaşkınlıklarla dolu haliyle; yüzlerce lahite, binlerce mezara ev sahipliği yapmıştır. Burada oldukça görkemli ve şatafatlı lahitler olduğu gibi basit ve olağan mezarlar da vardır. “
Hierapolis antik kentinin dışında, bir de nekropolis (mezarlık) vardır. Burası, şehrin en ilginç ve gizemli mekanlarından biridir. Yapımında kireçtaşı ve mermer gibi antik dönemin en çok kullanılan yapı malzemelerinin kullanıldığı mezarları gezerken dikkatle bakarsanız ölen kişinin hayatına ait birbirinden farklı izler görürsünüz. Bu bağlamda özellikle lahitlerin üzerinde yer alan kabartma figürlerinde mezar sahibinin hayattayken yaptığı işle ilgili betimlemelerin bulunduğu anlaşılır. Örneğin bir asker öldüğünde savaş sahnesi işleniyor mezar taşına. Hamamda tellaklık yapan bir kişi için ise ya kese figürü ya da hamam tası resimleri çiziliyor. Ölen kişinin gelir seviyesine göre birbirinden farklı ilginç mezarlar da yaptırılmıştır. Bu gelenek Selçuklu ve Osmanlılarda da devam etmiştir. Hierapolis Nekropolü gizemlerle, bilinmezliklerle şaşkınlıklarla dolu haliyle; yüzlerce lahite, binlerce mezara ev sahipliği yapmıştır. Burada oldukça görkemli ve şatafatlı lahitler olduğu gibi basit ve olağan mezarlar da vardır. “
Ancak Cumhuriyet döneminde öyle bir nesil
yetiştirdik ki; kendi dedelerinin mezar taşlarını bile okuyamıyorlar. Bu
cahillikleri de kendilerine medeniyet olarak ta ıtılıyor. Hierapolis vaktimizin
çoğunu aldı. Sıra Pamukkale travertenlerinin üzerinde çıplak ayakla yürümeğe
geldi.
Pamukkale
“Traverten aslında bir çeşit kaya türüdür. Bu
kayalar çeşitli sebeplerden kimyasal reaksiyona uğramıştır. Bu kimyasal
reaksiyonlar sonucunda kayalar üzerinde bir çökelme meydana gelmiştir. İşte bu
kayalara traverten adı verilmektedir. Pamukkale Travertenleri’nin bulunduğu alan, çok
sayıda sıcak su kaynaklarına sahip termal bir bölgedir. On yedi farklı alanda
çıkan sıcak su kaynaklarının ısısı, 35 derece ile 100 derece
arasında değişmektedir. Bu kaynak suları antik çağdan beri özellikle sağlık
alanında kullanılmaktadır.
Sıcak su
kaynağından çıkan sular yüksek miktarda kalsiyum hidrokarbonata sahiptir.
Hidrokarbonat açığa çıktıktan sonra havadaki oksijen ile bir reaksiyona
girdiğinden karbondioksit ve karbonmonoksit sudan ayrılır ve havaya karışır. Bu
esnada kalsiyum karbonat ise çökelir ve travertenleri meydana getirir. Bu
çökelti ilk başta jel halinde olmasına rağmen zamanla daha da sertleşerek
kayalaşmakta ve traverten adını almaktadır. Bu özelliğin dünyada en güzel
görüldüğü yer burasıdır, Pamukkale Travertenleri.”
Her taraf bembeyaz. Böylesine bir manzarayı
başka bir yerde görme şansımız yok. Dünya harikası bir yer. Herkes ayakkabısını
eline aldı. Paçalar sıvandı ve travertenlerin üzerinden akan su ile birlikte
yürüyüşe geçildi. İniş aşağı, uzunca bir mesafe kat edilecek. Bu arada
fotoğraflar çekilecek sohbetler edilecek. Belki bir daha gelinemeyecek olan bu
yerin tadının çıkarılması gerekiyor.
Arkadaşlarımız keyif aldı travertenlerin
üzerinde yürümekten. Pamukkale’yi terk etmek istemediler. Emin’in ve Serdar’ın
çabaları boşunaydı. Ancak onlar da haklıydı; Laodikya bizi beklemekteydi. Onu
daha fazla bekletmek olmazdı. Vahiy Kitabı'nda adı geçen yedinci ve son kilise
oradaydı. Son kiliseyi görerek son mektubu da okuyarak 7 Kiliseler konusuna son
noktayı koymamız gerekiyor. Bir süre gecikmeyle de olsa nihayet Laodikya’ ya ulaşabildik.
“Laodikya M.Ö. 253 yılında kurulmuştur. İsmini Selefki Kralı II.
Antiyokus’un eşinden alır. Antik Laodikya Kenti'nin çok küçük bir bölümü
günümüze kadar ulaşabilmiştir. İsa Laodikya kilisesinin cemaatini buraya
gönderdiği mektupta azarlar. Zenginlik inançlıların aklını başından almıştır,
lüks ve debdebe içinde yaşamaktadırlar. Ünlü bir tıp
okulunun da bulunduğu Laodikya’ da gözler için merhemler üretiliyordu; siyah yün üreten zengin
bir tekstil sanayisi de vardı. Milyarderler ve bankerler yuvası olan bu şehir,
öylesine zengindi ki, M.S. 60 yılında şehri yerle bir edip yıkan depremden
sonra Roma Devleti’nin maddi yardımını bile reddetmiştir. İki tiyatrosu bulunan
nadir şehirlerden biri olan Laodikya’nın stadyumu, jimnastik salonu ve hamamları son derece lükstür.
Anlaşılan,
maddi zenginliklerden yararlanan imanlılar, bu bolluğu Tanrı’nın özel kutsaması olarak yorumlarlarken, gerçek ruhsal/manevi değerleri göz ardı ediyorlardı. Dünyevileşmişlerdi.
Buna rağmen kendilerinin ruhsal ve manevi olarak zengin olduklarını düşünüyorlardı.
Dünyevileşmeyi inançlarından ötürü Tanrı’nın kendilerine verdiği bir lütuf
olarak görüyorlardı. Hristiyanlıkla ilgileri kalmamıştı ama kendilerini gerçek
inançlı olarak görüyorlardı. Laodikya Kilisesi’ne gönderilen mektup şöyle başlar:
“Senin yaptıklarını biliyorum. Ne soğuksun ne
de sıcak, keşke soğuk ya da sıcak olsaydın! Oysa ne sıcak ne de soğuksun,
ılıksın. Bu yüzden seni ağzımdan kusacağım. Zenginim, zenginleştim, hiçbir şeye
ihtiyacım yok diyorsun ama, zavallı ve acınacak durumda, yoksul, kör ve çıplak
olduğunu bilmiyorsun. Ben sevdiklerimi azarlayıp terbiye ederim. Onun için
gayrete gel ve tövbe et. İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum, eğer biri sesimi
işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim, ben onunla ve o da benimle,
birlikte yemek yiyeceğiz. Ben nasıl galip gelerek Babamla birlikte Babamın
tahtına oturdumsa, galip gelene de benimle birlikte tahtıma oturma hakkını
vereceğim. Kulağı olan, Ruh’un topluluklara ne dediğini işitsin.” (Vahiy 3:14-22)
Mektupta,
Laodikya’daki Hristiyanlar kıyasıya eleştiriliyor.
Şımarıklıkları yüzlerine vuruluyor. “Zenginim, zenginleştim, hiçbir şeye
gereksinmem yok” diyorlardı. Ama Tanrı’nın gözünde lüks giysileri ve göz
merhemleriyle “zavallı, acınacak durumda, yoksul, kör ve
çıplaktılar”. Ne komşu kent Hierapolis’teki sıcak su kaplıcaları gibi ateşli ne de Kolose’den gelen
soğuk dağ suyu gibi ferahlatıcılardı. Onlar şehirlerindeki ılık maden suyuna
benziyorlardı. Ilık termal suyu nasıl mideyi bulandırır ve kusturursa, Vahiy
yazarı Rabb’inde böylelerini
“kusacaktır” yani onları yarış dışı bırakıp göksel ödüllerden men edecektir.
“İncil'de adı
geçen 7 kiliseden biri Denizli'deki Laodikya Antik Kenti'ndedir. 8 ayak üzerine
oturtulmuş 2 bin metrekare alandaki kilisenin büyük bölümü orijinal parçalarını
koruyor. Laodikya’da birden
çok kilise bulunmaktaydı.
Stadyumun, su kanallarının, su kulelerinin ve sokakların kalıntıları
günümüze kadar gelmiştir.
Laodikya,
Hıristiyanlık dünyası için çok önemlidir. Çünkü kent M.S. IV. yy.’dan itibaren
Kutsal Hac Merkezi olma gibi dinsel bir özelliğe sahip olmuştur.”
Ben Denizliliyim. Defalarca bu mezarları
gördüm, buralarda dolaştım, ancak Hierapolis Nekropolü’ nü yeni tanıdım. Bütün
okullar, öğrencilerini antik kentlere rehberler eşliğinde götürerek geçmiş
kültürleri detayları ile tanıtmalıdırlar. Milli Eğitim Bakanlığı, ilgili
bakanlıklarla işbirliği yaparak bu gezileri düzenleyebilir. Ülkelerini
tanıyarak yetişen gençler Avrupalıların Türkiye üzerinde oynadıkları oyunların
ancak o zaman farkına varabilirler.
Devam edecek