14 Nisan 2013 Pazar

KADININ BOŞANMASI



Müslümanlar boşanma konusunda hukuk dışında kalmayı, İslâm’ın erkeklere verdiği bir hak olarak görüyorlar.  “Üçten dokuza şart olsun seni başadım, boşol, boşol, boşol !”
Bu komutu erkek verir, kadın verirse geçersizdir. Uygulama böyledir.  Mahkeme huzurunda söylenme şartı olmadığı için de kadın hemen boşanmış olur. Neden ve niçin soruları sorulmaz bile. Miras taksimi de ikiye bir anlayışı ile yapılır. İslâm’ın diğer buyrukları konusunda duyarsız olan müslümanlar boşanma ve miras taksimi konusunda oldukça duyarlı (!) hale geliverirler birden, “Allah böyle emretmiştir, bizlere bu emri uygulamak düşer…” derler.

Böyle bir anlayış Kur’an’ın müslümanlara tavsiye ettiği veya emrettiği bir anlayış değildir. Bu anlayışın oluşmasında gelenek belirleyici olmuştur. Allah’ın “en son ve en mükemmel” dediği  bir dinin boşanma ile ilgili hukuku erkeğin iki dudağı arasından çıkacak “Seni boşadım’’ sözünden ibaret olamaz. Bu şekilde yapılan boşanmalar Kur’an’a uygun boşanmalar değildir. Allah erkeğe böyle bir yetki de verme-miştir. Evlenirken aranan şahit şartının, boşanırken aranmıyor olması manidardır.

Ayrıca, Müslümanlar arasında, dini nikah adı altında bir de nikah kıyılır. Bu nikah da uydurmadır. Uydurma bir nikahla yapılan evliliğin, uydurma bir boşanmayla sonlandırılması gerekir. Böyle de olur. Başka türlüsü mümkün olamaz. “Üçten dokuza şart olsun seni başadım, boşol, boşol, boşol !” komutu erkeğin imdadına ulaşıverir. Erkeği kayıran bir evlilik, erkeği kollayan bir boşanma ve erkeği zenginleştirmeye yönelik bir miras taksimi…

İslâm sosuyla servis yapılan bu uygulamalar nice genç kızların ciğerini dağlıyor. Erkeğe birşey olmu-yor, olan kıza oluyor. İmam nikahıyla yapılan bazı evlilikler uzun soluklu olmayabiliyor, boşanmanın da tabiatıyla erkek tarafından yapılması gerekiyor, “Üçten dokuza şart olsun seni başadım, boşol, boşol, boşol !”.
Bazen boşama yetkisi elinde olan erkek bu komutu vermiyor. Dolayısıyla kadın bir başkasıyla evlenemiyor, ancak erkek evlenebiliyor. Kalıyor ortada. Bazen de sözden veya nişandan sonras hemen dini nikah yapılıyor, erkekle kız rahatça konuşsun günaha (!) girmesinler diye yapılıyor bu. Teklifi de kızın babası yapıyor. Nişanlılık sürecinde evli olduklarına inanan gençler birbirlerine yaklaşabiliyorlar, kızdan alacağını alan erkek bir süre sonra kızdan ayrılıyor, bu durumda kıza yazık oluyor. Bütün bunlar din emrettiği için yapılıyor.

Bu şekildeki evlilikler de boşanmalar da din dışı evlilikler ve boşanmalardır. İmam nıkahıyla evli olanlar zina yaptıklarını bilmelidirler. Yetkili bir resmi kurum tarafından tescil edilmeyen evlilikler İslâm dışıdır.  

Kur’an’a göre boşanmaya şu şartlarla  gidilir:

Kur’an’da boşanmanın yegâne şartı şiddetli geçimsizliktir. Ancak geçimsizliğin birçok sebebi olabilir. Sebebi ne olursa olsun geçimsizliği tespit edecek ve kayda geçirecek bir otoriteye ihtiyaç vardır. Ta-raflar boşanma isteklerini mahkemeye bildirecekler, birer de şahit getirecekler, hakim tarafları ve şahitleri dnleyecek, delillere bakacak ve kararını verecektir. 

1- Her iki taraftan, karı koca razı olacakları birer hakem tayin ederler. Bu hakemler uyuşmazlığı gidermeye çalışırlar, [1] ortaya çıkan geçimsizlik böylece çözülür.
2- Eğer geçimsizlik giderilmezse, durum hakime intikal eder. Ve iki şahidin huzurunda boşanma/boşanmama kararı verilir[2] Kur’an‘ın getirdiği boşanma sebebi ve yöntemi bu kadar açık ve seçiktir.  Bu sıralamaya ters düşen bütün fıkıh hükümleri geçersiz sayılır.
3- Kur’an-ı Kerim’de karı-kocaya, iki defa boşanıp üç defa evlenme hakkı tanınmıştır. Üçüncü boşanmadan sonra karı kocanın tekrar evlenmesi şarta bağlanmıştır. Bu üç defa boşanma ise geçimsizlikten kaynaklanacak ve ayrı ayrı zamanlarda vuku bulacaktır.
·       Birinci nikah ilk olandır. 
·       İkinci nikah kadının yanında iki şahit huzurunda birinci boşanmadan sonra olandır. 
·       Üçüncü nikah ise aynı şekilde ikinci boşanmadan sonradır. 
·       Üçüncü boşanmadan sonra tekrar evlenme artık şarta bağlanmıştır. Bu şart hiçbir
ön şart ve art niyet olmadan kadının başka biriyle evlenmesidir. Temelli olarak evlenmesidir.
Kadının bu yeni kocası ölür veya geçinemezler de boşanırlarsa, eski kocasıyla isterlerse tekrar evlenebilirler. Böylece „hülle’’ denilen ahlaksızlıkta/sahtekarlık da ortadan kalkmış olmaktadır.

4- Bir sözle, üçten dokuza „seni boşadım,  boşol! boşol! boşol!’’ gibi ardarda tekrarlanarak yapılan boşamalar Kur’an’ın boşanma için koyduğu şarta uygun olmadığı için geçersizdir.[3]

Miras konusu

Miras konusunda kadın her durumda erkeğin aldığının yarısını alır diye genel bir kural koymak yanlıştır.  Bazı durumlarda erkeğin aldığının yarısını alırken kadın, bazı durumlarda eşit olarak almakta, bazı durumlarda ise 1/8  olarak almaktadır.  Mesela:
1- Kız çocuğu erkek kardeşleriyle birlikte anne babasına mirasçı olursa, kadın erkeğin aldığının yarısını alır.   
2- Ölenin sadece kız çocukları varsa ve sayıları ikiden fazla ise o zaman mirasın 2/3’ü onların olur.
3- Ölenin mirasçısı tek bir kız çocuğu ise, o taktirde mirasın yarısını alır.
4- Anne babanın çocuğu vefat eder de miras bırakırsa, ölenin çocukları da varsa, o zaman anne babanın herbirine 1/6 verilir. Ölenin çocuğu yok ise, anne mirasın 1/3’ünü alır.
5-Ölen kimse bir erkek evlat bırakmış ise,   zevcesi mirasın 1/8’ini alır.

Görüldüğü gibi kadın herhalde erkeğin aldığının yarısını alır diye bir genelleme yoktur. Bu tamamen yanlıştır. Miras konusu, kamu otoritesine tavsiyedir. Bu tavsiye adaleti sağlamak içindir. Kadın ile erkeğin eşit olarak paylaşacakları miras kadını güçlü kılmaya yönelik bir mirastır. Böyle bir hukuk sistemi varsa ve uygulanıyorsa burada Kur’an susmayı tercih eder.

Öte yandan kadın için sahip olduğu malından ev ekonomisine katkıda bulunmalıdır diye bir hüküm de yoktur. Bu durumda eşitsizlikten söz açmak bir yana, erkeğe fazlaca  yüklenilmiş olunmaktadır. İşin hamallığı erkeğin, zevkü sefası kadınındır.  Burada ana olmanın bir avantajı olarak meseleye bakmak, her iki tarafı da rahatlatacaktır. [4]



[1] Nisa /35
[2] Talak /2
[3]  Bakara: 227-228-229-230-231-232/
Talak 2 / Nisa 35
[4] Nisa 7/11/13/176

4 Mart 2013 Pazartesi

HANIMLARI DÖVMEK 2013



Erkekler Kadınları Dövemezler mi?


Rüştü Kam
Ha-ber.com 2013

Müslüman cemaatlerde Kur’an’ın kadınlara bakışı  hakkında erkek egemen bir anlayış hakimdir. Kur’an’ı doğru anlama peşinde olanlar daha ziyade cemaat olmayan müslümanlardır. Müslüman cemaatlerdeki hakim anlayış kadını insan yerine koymaz. Kadının yaratılışı bile farklıdır bu anlayışa göre: Erkek topraktan yaratılmıştır ve kadın erkeğin eğe kemiğinden. İbadetlerde de farklılıklar vardır. Mesela kadınlar özel hallerinde namaz kılmazlar, kılarlarsa haram işlemiş olurlar. Camiye giremezler ve Kabe’yi tavaf edemezler, Kur’an okuyamazlar. Oruç tutanlar o hal vaki olunca oruçlarını derhal bozmalıdır… Kadınlar  bu dışlamalara karşı sessizdirler. Onlar hakkındaki tüm bu kararları erkekler vermesine rağmen sessizdirler. Haklarında hadisler uydurularak aşağılanmışlardır ve yine de sessiz kalmışlardır. Uydurma hadislerden birkaç örnek:

“Kadınların dinleri ve akılları eksiktir.” (Buhari)
“Namazın önünden kadın, eşek ve siyah köpek geçerse namaz bozulur.” (Buhari)
“Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir.” (Buhari)
“Nikah, kadınlar için bir çeşit köleliktir.” (Buhari)
“Eğer bir kimsenin Allah’tan başkasına secde etmesi söz konusu olsaydı, kadının kocasına secde etmesi gerekirdi.” (Buhari)
“Doksandokuz kadından biri cennette kalanı cehennemdedir.” (Buhari)

Hanımı dövmeye cevaz

Bazı ayetlerdeki kavramlar  amacına uygun olarak anlamlandırılmamıştır. Bu işi yapanlar da erkeklerdir elbet. Ama kadınların duyarsızlığına ne demeli. Erkeklere suçu atıp kadınların bu duyarsızlığını görmezlikten gelmek de insafsızlık olur. Mesela, Nisa Suresi’nin 34. ayeti, amacının dışında anlamlandırılmış bir ayettir. Okuyalım:

“Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için saliha kadınlar itaatkardır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.”(Diyanet Vakfı Meali)

Bu ayet, erkek despotluğunun egemen olduğu yozlaşma döneminde uydurulan hadislerin etkisiyle dört noktada anlam tahrifatına uğramış bulunuyor. Türkçe meallere yansıyan bu hataları sırasıyla analiz edelim:

“Kavvam”(1)

Ayette geçen “erricalü kavvamune alennisai” ifadesi:
“erkekler kadınları gözetir,”
“erkekler kadınların geçiminden sorumludur,” veyahut “erkekler kadınlara karşı dürüst olmalıdır” demektir.

“Kavvam” kavramı 4:135, 5:8 ayetlerinde aynı anlamda kullanılmıştır.
“Kavvam” kelimesi KVM kökünden türer. Bu kökün türevlerinin geçtiği tüm ayetlerde  “yönetici ve hakim” anlamında kullanılmamıştır. Kuran, yönetici ve hakimler için “hükkam” kelimesini kullanır (2:188) Araplar, evin geçimini sağlayan erkekler için şu deyimi kullanırlar: “Fülanün kavamu ehli beytihi” yahut “kıyamu ehli beytihi”.

“faddelellahu badehum ala badin”

4:34 ayetindeki “faddelellahu badehum ala badin” ifadesi, “herbirine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir” demektir. Ayetteki, “faddalellahur ricale alen nisai” ifadesinin, Türkçeye en uygun çevirisi şöyle olabilir: “Allah herbirine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir.”
Bu şekildeki anlamı destekleyen bir çok örnek vardır. Bu örneklerden bir kaç tanesine kısaca değinmek istiyorum. Allah’ın kendisiyle kiminizi kiminize üstün kıldığı şeyleri çok arzulamayın. Erkeklerin kazandıklarından bir payı ve kadınların da kazandıklarından bir payı vardır…(4:32)
Ayet, erkeklerin ve kadınların farklı payları yani farklı yetenek ve görevleri olduğunu ve bu konuda birbirlerini kıskanmamaları gerektiğini belirtiyor.

“Yeryüzünde komşu toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar var ki aynı su ile sulanırlar. (Buna rağmen) biz, yemekte onları bir birine üstün kılmaktayız. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için ayetler var.” (13:4)

Aynı topraktan çıktıkları ve aynı su ile sulandıkları halde, içerdikleri değişik vitaminler, besinler ve lezzetler ile birbirlerinden farklı özelliklere sahip olan rızıklardan sözeden bu ayetteki “nufaddilu badeha ala badin” ifadesi, herhangi bir meyve veya tahılın bir diğerinden mutlak olarak üstün yaratıldığını bildirmiyor. Aksine, her birisinin karşılıklı üstünlüklere, yani farklı özelliklere sahip olduğunu vurguluyor. Hurma, bazı yönlerden buğdaydan üstün olduğu gibi, buğday da bazı yönlerden hurmadan üstündür. Üzüm ile hurma, armut ile elma arasında da aynı ilişki söz konusudur. Meyveler arasındaki özellik farkını belirtmek için kullanılan bir ifade, erkekler ve kadınlar için de aynen kullanılıyor. Demek ki erkekler ve kadınlar, hem farklı hem de ortak özelliklere sahip meyvelere benzerler.

Son bir örnek olarak „O elçilerin bazısına diğerlerinden daha fazla lütufta bulunduk. Örneğin, kimileriyle ALLAH konuştu, kimilerini de derecelerle yükseltti. Meryem oğlu İsa'ya apaçık deliller verdik ve onu Kutsal Ruh ile destekledik. ALLAH dileseydi, onların ardından gelenler kendilerine apaçık deliller geldikten sonra birbirleriyle kavga etmezlerdi. Fakat anlaşmazlığa düştüler. Kimisi inandı, kimisi inkar etti. ALLAH dileseydi birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat, ALLAH dilediğini yapar.”2:253

„Rabbin göklerdekileri ve yerdekileri en iyi bilendir. Peygamberlerden bir kısmını diğerlerine üstün kıldık. Örneğin, Davud'a Zebur'u verdik“17:55 

Allah’ın, elçilerini birbirinden üstün kıldığını bildiren bu iki ayetin birisinde Allah’ın Musa ile konuştuğu ve İsa’yı Ruhul Kudüs ile desteklediği belirtilirken diğerinde de Davud’a Zebur’un verildiği anlatılır. Sözkonusu ayetlerde belirtilen karşılıklı üstünlük farklı özellikleri ifade eder. Yoksa, herhangi bir peygamberin tüm diğer peygamberlerden üstün tutulması sözkonusu edilmez. Allah Musa ile konuşmuş, İsa’yı doğuştan peygamber kılmış, İbrahim’i güzel bir örnek ve “halilullah” olarak tanımlamış, Davud’a Zebur’u vermiş, cinleri ve kuşları Süleyman’ın emrine vermiş, Muhammed’e en büyük ve sürekli mucizeyi vermiştir. Allah, Kuran’da peygamberlerin hiyerarşik bir üstünlük listesini bildirmez. Nitekim, müminler Allah’ın elçileri arasında bir ayırım yapmazlar:

“Elçi, Rabbinden kendisine indirilene inandı, inananlar da... Hepsi, ALLAH'a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inanırlar: 'Elçilerinin hiçbirisi arasında ayırım yapmayız.' Derler ki: 'İşittik ve uyduk. Rabbimiz bizi bağışla; dönüş sanadır.“ (2:285)
Allah peygamberlerini üstünlük yarışına sokmaz. Böyle bir farkllığın elçilerin  ilahlaştırılmasına vesile olacağını bilir.
Bu örneklerden anlaşılacağı gibi, 4:34′de geçen “faddalellahu badehum ala badin” ifadesini, “herbirisine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir” biçiminde Türkçeye çevirmek daha doğru olacaktır.

“idribuhunne”

4:34 ayetindeki “idribuhunne” kelimesi vardır. Bu kelime üzerinde durmak gerekir. Önce evlilik ile ilgili düzenleme yapan ayetin amacını gözden geçirelim:

Kendileriyle rahatlayıp huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması O’nun ayetlerindendir. Düşünen bir toplum için bunda işaretler vardır. (30:21)

Görüldüğü gibi evliliğin amacı sevgi ve merhamete dayalı huzurdur. Erkeğin kadını döverek sağlayacağı bir birlikteliğin bu amaca ne derece uygun düştüğü malum…
“Onları dövün” biçiminde çevrilen “idribuhunne” kelimesinin kökü “darabe” fiilidir. “Darabe” kelimesinin değişik anlamları vardır. Kur’an’da bu anlamlarda kullanılmıştır:

-Seyahat etmek, dışarı çıkmak: 2:273; 3:156; 4:101
-Vurmak: 2:60,73; 7:160; 8:12; 20:77; 24:31; 26:63; 37:93
-Dövmek: 8:50; 47:27
-Ortaya koymak: 43:58; 47:27
-(Örnek) vermek: 14:24,45; 16:75,76; 16:112; 18:32,45…
-Muaf tutmak: 43:5
-Mahkum olmak: 2:61
-Kapamak, vurmak: 18:11
-Örtmek: 24:31
-Açıklamak: 13:17 ( 2)

Görüldüğü gibi, “Darabe” kelimesi Kuran’da bir çok farklı anlamlarda kullanılıyor. Kuran’da geçmeyen anlamları  da vardır. Örneğin, Arapçada parayı “Darabe” yaparsın, yani basarsın. Nitekim “darphane” Arapça-Farsça bileşimi bir kelimedir. Arapçada rakamları birbiriyle “Darabe” yaparsın, yani çarparsın. Arapçada “greve gitmek” de “idrab” dır.

Türkçemizde de “vurmak,” kelimesi aynı şekilde bir çok değişik anlamlarda kullanılır. “Tutmak” ve “çalmak” da öyle. “Radyoyu çaldım” diyen birisi bu ifadeyle ya hırsızlığını itiraf eder, ya da radyoyu kullandığını bildirir. Nitekim “idrib” kelimesi de “çık dışarı” anlamına gelir.

Çok anlamlı bir kelimeyle karşılaştığımızda uygun olan anlamını metnin içeriğini, kullanılış biçimini ve sağ duyuyu dikkate alarak seçeriz.

“nuşuz”

4:34 ayetindeki “nuşuz” kelimesi flörtten başlayarak gayri meşru cinsel ilişkiye kadar uzanan sadakatsizlik ve iffetsizlik anlamını da içerir. Nitekim 4:34 ayetini dikkatle incelediğimizde bu ikinci anlamın sözün gelişine daha uygun olduğunu görüyoruz. “Nuşuz” kelimesinden önce geçen “(onur ve iffetlerini) tek başlarına bile olsalar korurlar” ifadesi, evlilik hayatında iffet ve sadakatin önemini vurgulayarak “nuşuz” kelimesinin anlamına açıklık getiriyor.

Dahası, aynı kelime, “nuşuz” 4:128 ayetinde sadakatsizlikte bulunan koca için kullanılıyor. 4:34 ayetinde “nuşuz” kelimesine verilen anlam (şirretlik, itaatsizlik) buraya uygun düşmüyor.
4:34 ayeti, sadakatsiz ve iffetsiz davranan eşine kocasının nasıl davranacağını öğretiyor. Bu uygunsuz tavrın başlangıcında koca öğüt vermeli. Kadın başkasıyla flörte devam ederse kocası yatakları ayırmalı. Bu da yarar sağlamaz ve kadın işi zinaya kadar götürürse o zaman kocası onu evden çıkarmalı. (4:34 ve 65:1)

Erkeğini kandırarak evlilik anlaşmasına ihanet eden bir kadını dövmek nihai bir çözüm olamaz. Ancak ayrılmak sıkıntılı da olsa  mümkündür. Bu son tavır gösterildikten sonra boşama konusu hakemler huzurunda gündeme getirilmelidir.

„Evli çiftin aralarının açılmasından endişeleniyorsanız, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden de bir hakem atamalısınız. (Karı ve koca) barışmayı isterlerse ALLAH ikisinin arasını bulur. ALLAH Bilir, Haber alır“ (4:35)

Aynı hak, „Bir kadın kocasının huysuzluğundan, yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ediyorsa uzlaşmayla tekrar aralarını düzeltmeleri daha uygun. Uzlaşma daha iyidir. Kişi bencil ve kıskanç davranmağa eğilimlidir. İyilik yapar ve erdemli davranırsanız, elbette ALLAH yaptıklarınızı haber alır“ .4:128 ayetinde kadına da tanınmıştır.

Doğru meal şöyle olmalıdır:

“Erkekler kadınları gözetmekle yükümlüdür. Zira Allah, herbirine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir. Nitekim erkekler evin geçiminden sorumludur. Erdemli kadınlar, (Tanrı’nın yasasına) boyun eğer ve Allah’ın korumasını emrettiği (onur ve iffetlerini) tek başlarına bile olsalar korurlar. Onur ve namusları konusunda endişe duyduğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarınızı ayırın, nihayet onları çıkarın. Ancak, sizi dinleyip vazgeçerlerse onlara karşı bir yol aramayın. Allah Yücedir, Büyüktür.”(3)(4:34)


Sonuç:

1- Evet, erkekler kadınları dövemezler. Kur’an onlara böyle bir yetki vermez. Kur’an son Kitaptır. Kemale erdirilen dinin son Kitabıdır. Böylesine mükemmel olan bir dinin kadın haklarıyla ilgili hükmü erkeğin eline bırakılamaz. İlkel toplumlar da bile böyle bir uygulama yoktur.
2-Kur’an’ı doğru anlamak suretiyle sıkıntıların üstesinden gelmek mümkündür. Kur’an’ı erkek egemen bir toplumun gözüyle bakarak doğru anlamak mümkün değildir.
3- Dövme işi bir had (ceza) uygulamasıdır. İşlenen suça uygun cezayı vermek ve bu cezayı uygulamaya koymak devletin işidir. Şahıslar ceza kesemeyecekleri gibi bunu uygulamaya da koyamazlar. Bu durumda kaos olur. Kadına şiddet uygulamasının temelinde yatan anlayışta, Kur’an’ın yanlış anlamlandırılmasının dahli de vardır. “Allah bana dövme yetkisi vermiştir, size ne oluyor” anlayışı.
4- Bu anlayışın düzeltilmesi için ilk adımı diyanet işleri başkanlığı atmalıdır. Diyanet mealindeki Nisa 34’üncü ayetin anlamı yeniden gözden geçirilmelidir.
5- Ayetteki sıralamayı takip edersek, kadın ahlakî zaaf içinde olursa (bu durum erkek için de geçerlidir), bu duruma şahit olan erkek önce hanımıyla oturup konuşacaklar, konuşmayla sorunun üstesinden gelemzlerse, sakin kafayla düşünmeleri için bir süre ayrı odalarda kalacaklar, sorun yine çözülmez ise ayrılacaklar. Dövme ile sorun çözülmez daha da derinleşir.

İstifade edilen mealler:
1-Muhammed Esed, Kur’an Mesajı; s. 343, dipnot 42, 44.
2-Mustafa İslamoğlu, Hayat kitabı Kur’an; s.158, dipnot. 5/  Mustafa Öztürk, Kur’an meali;s. 115, dipnot.111/ Mustafa Sağ, Çağrı, Kur’an Meali; s. 692/ 
3- Mustafa Sağ, Çağrı, Kur’an Meali; s. 692 dipnot. 399/ Kur’an-ı Kerim Meali, Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk; s.86/ Yaşayan Kur’an, İhsan Eliaçık; s.797, dipnot. 36/


21 Şubat 2013 Perşembe

TÜRKLER NEDEN BİR KELİME BİLE KÜRTÇE BİLMEZLER ?


Rüştü Kam
10.02.2013
ha-ber.com


“Kürt açılımı” hepimizi sevindiriyor. Kürt açılımına zeminini İslâmcılık anlayışının hazırladığı muhakkak. Yıllardan beri dış mihraklar ve onların içerideki uzantıları Kürt halkını istedikleri noktaya taşıyamadılar. Bu arada Kürt halkı da kendine güven veren güçlü bir iktidarla karşılaşmadı.

Ak Parti iktidarında az da olsa güven ortamı oluştu. AK Parti iktidarını oluşturanlar Milli Görüş geleneğinden geliyorlardı. Mili Görüş’ün lideri merhum Erbakan Doğu ve Güneydoğu halkından en çok oy alan lider olmuştur. Ancak Erbakan güçlü bir iktidar şansını yakalayamamıştı. Kürt halkı müslümanlığı içselleştirmiş bir halk olarak Erbakan’a güvenmişlerdi. Yıllar sonra bu güveni Erdoğan’da da görmüş olacaklar ki, açılım konusunda oldukça hevesli görünüyorlar. Kürt halkını kışkırtmaya çalışan mihrakların çabaları Kürtlerin müslümanlığını yok etmeye yetmedi.

Önümüzde güzel günler olacak gibi görünüyor. Hepimizin beklediği güzel günler. Osmanlı’da olduğu gibi kardeşçe kucaklaşılan güzel günler. Bu açılımın gerçekleşmemesi için gayret sarfedenler olacaktır. Aklı selimin galip gelmesi arzumuzdur.

Türk Eğitim Derneği’nde “Kürt Açılımı ve Barış Süreci” konulu bir seminer verildi (09.02.2013) İlgi ile izlenen semineri Bekir tank verdi. Bekir Tank barış sürecinde Müslüman kimliğinin önemini vurguladı. Bundan sonrasını sayın bekir Tank’tan dinleyelim:



“Ben Bekir Tank. Tarih doktoruyum, Viyana’da yaptım doktoramı. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde öğretim üyesiyim. Yakın Tarih okutuyorum.



Kürtlerle Türkler 1071’de Malazgirt’te buluştu ve Bizans’a karşı savaş verdi. Anadoluyu birlikte yurt yaptılar. Türkler müslüman olmadan önce Şamandı. Kürtler de Mecusi idi. Kürtler de Türkler de tevhid inancında buluştular. 



1937 dersim direnişine kadar birliktelikleri hiç bozulmadı. Osmanlı İmparatorluğu’nda Kürdistan ve Ermenistan eyaletleri vardı, Osmanlı bu eyaletlerden rahatsızlık duymuyordu. Kürtler de Osmanlı’nın reayası olmaktan rahatsızlık duymuyorlardı. Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda birlikte omuz omuza düşmana karşı birlikte  saf tuttular. 



1789 Fransız İhtilali’nden sonra bütün dünyada  milletler milliyetleriyle tanışırken, Kürtler yapılan kışkırtmalara rağmen milliyetleriyle tanışmadılar, tanışmak istemediler. Onlar için milliyet önemli değildi, önemli olan tevhid idi.



Cumhuriyetten sonra Mustafa Kemal ipleri eline alınca  işler biraz değişti. Mustafa Kemal’in yapısı demokrasiye uygun değildi. Milliyetçiliği ön plana çıkardı Mustafa Kemal. Türk milliyetçiliği kullanılmaya başlandı. Kürtler potansiyel tehlike olarak görülmeye başlandı.  Şeyh Said isyanını çıkardılar. Bu bir provokasyondu.



1937 dersim direnişiyle birlikte Kürtler acımasızca katledildi ve aileler parçalandı. Kürtler sessizliği tercih ettiler. İçlerine kapandılar, yaşadıklarını kader saydılar. Kürt kelimesini kullanma yerine Güneydoğulu denmeye başlandı.  Ne kadar aşağılayıcı bir yaklaşım. Kürtler de bu vatanın sahipleridir, Kürt çocukları da bu vatanın evlatlarıdır.



Harf devrimi yapılınca dillerini de kaybettiler. Harf devrimiyle birlikte Kürtçe ve Arapça yasaklandı. Kürtler kaynaklarına yabancılaştırıldı. Medreseler de kapatıldı. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir yasak söz konu değildir. İnsan hakları açısından meseleye bakmak lazım. Anadilinizi konuşamıyorsunuz yasak, insana o kadar acı veriyor ki. Bunu yaşamayan anlayamaz.

Yıllardan beri Kütlerle Türkler bir arada yaşar, Kürtler Türkçe konuşurlar, ancak Türkler bir kelime bile Kürtçe konuşmazlar, öğrenmemişlerdir. Bu garip değil mi?



Müslümanlar Kürtlerle imtihan edildi. Ama bu imtihanı kaybettiler. Mesela Said Kürdi ismi Said Nursi olarak değiştirildi. Kürt alimleri  idam edildi.



Zaman zaman bazı siyasi liderler Kürt varlığından söz etti ama  netice elde edilemedi.



1978 yılında  PKK kuruldu. Bugüne kadar 10 binlerce vatan evlâdı kayboldu. Gözü yaşlı anneler kaldı geride.  Hepimizin canı yandı. İstenilmeyen neticeler yaşadık.



Kürtler rejimin hatalarını Türklerin hatası olarak gördü veya öyle göstermek istediler. Türkler de aynı gizli el tarafından kürtlere karşı hep kışkırtıldı, onları aşağılayıcı tavırlar içine girdiler. Böylece Kürtler ötekileştirilmeye çalışıldı. Bu arada dış güçlerde boş durmadı. Kürtler milliyetleriyle daha yeni tanıştılar. Bu tanışılık bazılarının hoşuna gidiyor. Ancak Kürt halkı bu oyunlara fazla prim vermedi. Müslümanlık bu konuda belirleyici oldu.



AKP hükümeti  “Kürt Açılımı” konusunda güven verdi. Yol da katetti. Sıkıntıları var. Yapabilecekleri sınırlı mutlaka ama yine de Kürt halkına güvan veriyor. Bir yola girildi, netice alınması için herkes elinden geleni yapmalıdır. “



Bekir Tank’ın görüşleri böyle, yorum siz değerli okuyucularıma aiddir. Katıldığınız noktalar ile katılmadıklarınız arasında tarafsız olarak durun ve analiz yapın. Sonucu aklı seliminizle değerlendirin. Kararınız size ışık olacaktır.

13 Şubat 2013 Çarşamba

KUR'AN, VERSİYONU OLMAYAN BİR DÜNYA KLASİĞİDİR


   
Türk Eğitim Derneği'nin davetlisi olarak Berlin'de bulunan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Profesör'ü M.Akif Koç, "Erken Dönem Tefsir Faaliyetleri" konusunu işledi. Koç'un altını çizdiği hususları şu şekilde özetlemek mümkün:

"Kur'an'ın tefsirine geçmeden önce O Kitabı bize getiren peygamberi tanımak lazım. Bu tanıtımı Kur'an yapar. O nun insan peygamber olduğunu haber verir. Israrla peygamberin insan olmasının üzerinde durur. Çünkü insan olmayan peygamber örnek alınamaz. İmtihanın gerçekleşmesi için peygamber, insanlar içinden seçilmiştir. Melek bir peygamber imtihanı ortadan kaldırırdı.

 
Peygamberler mücadele ederler, bu mücadeleler zorludur, yorucudur, tedirgin edicidir, sabır gerektirir. Onlar kendilerine yapılan kötü muamelelerden ötürü acı çekerler. Sıkıntı çekmeyen acı çekmeyen peygamber yoktur. Çünkü, peygamberler kurulu köle düzenlerine başkaldıran insanlardır. Görevleri arasında insanlar arasında adaleti sağlamak vardır. Bu görevi yerine getirirken, işkence görürler ve acı çekerler.

Hz. Aişe "Kim peygamber Allah'ı görmüştür derse yalan söylüyordur.'' der. Ayrıca Hz. Aişe Lokman suresinin 34'üncü ayetini, "Son Saat'in ne zaman geleceğini yalnız Allah bilir; yağmuru yağdıran O'dur; rahimlerde yer alanı O bilir; Halbuki kimse yarın ne kazanacağını ve hangi topraklarda öleceğini bilmez. (Yalnız) Allah, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır.'' delil göstererek " Peygamberin geleceği bilmediğini'' söyler ve bu kapıyı kapatır.

Allah her peygamberi mucize ile gönderir. Mucize ihtiyaca göre verilir. İnsanlara bazen şok edici şeyler gerekir. Mucize ile peygamberlerin farklı oldukları anlatılmak istenir. Ancak Kur'an'da Peygamber'e verilen mucizelerden bahsedilmez. Peygamberimiz'e verilen en büyük mucize Kur'andır. Kur'an kendisinin dışında Peygamber'e verilen başka bir mucizeden bahsetmez.

Kur'an müşriklere meydan okuyarak onları aciz bırakmıştır. "Gücünüz yetiyorsa bir benzerini getirin"...Güçleri Kur'an'ın benzerini getirmeye yetmedi. Bundan dolayı onlar tercihlerini onunla savaş yapmaktan yana koydular.

Kur'an muhataplarına meydan okur

Corpus Quranicum projesi Kur'an'ın değişmiş olabileceği ihtimali üzerinde araştırma yapmak üzere 1870 yıllarında planlanan bir çalışmanın devamıdır. Bu kurumun merkezi Berlin'dedir. Kurulduğu tarihten bu tarafa Kur'an üzerine yaptığı araştırmalarda bir değişim tespit edemedi.

Onlara göre, Kur'an versiyonu olmayan bir dünya klasiğidir.

Allah Kur'an'da hep akla hitap eder. İbrahim peygamberin kıssası bu konuda en önemli örnektir. İslâm'da inanç tartışılır, hem de sonuna kadar tartışılır. Hristiyanlıkta inanç tartışılmaz. Kur'an bu konuda kendisine çok güvenir. Mesela Ahiret inancı konusunda Allah bize, ilkbahara bakmamızı söyler. Aklımızı çalıştırırsak ilkbaharda Ahiret inancımızı güçlendirecek örnekler buluruz. Bütün peygamberlerin getirdikleri inanç esasları aynıdır, inanç esaslarında değişiklik yoktur, değişiklikler ameli hükümlerdedir.

Tefsir

Tefsir, anlaşılamayan bir metni anlaşılır kılma çabasıdır. Sahabe döneminde tefsir faaliyetlerine rastlamıyoruz. Çünkü, onlar Kur'an'ı anlıyorlardı.

Müslümanlar, anladıktan sonra O'na birşeyler ilave etmeyi de ihmal etmediler. Anlamaktan daha öte şeylerdi bu ilaveler. Böylece amacın dışına çıkıldı. Kur'an ısrarla kendisinin kolay bir Kitap olduğunu bize söyler, herkese söyler. Ancak bizler O'nun anlaşılmaz bir Kitap olduğunda nedense ısrar ederiz. Müslümanlar kendi doğrularını Kur'an'a onaylatmak için çalışmamalıdırlar, metni doğru anlamaya çalışmalıdırlar.

Kur'an'da herşey vardır algısı yanlıştır, 600 sayfa Kitap'ta herşey olur mu? Aradıklarını Kur'an'da bulamayanlar ondan sonra zorlama yorumlara gidiyorlar. Kur'an'da olmayan birşeyi Kur'an'da varmış gibi göstermek doğru değildir.
Son 300 yıldır neden debelenip duruyoruz. Çalışmak, didinmek, gayret etmek yerine başkalarının bulduklarına Kur'an'dan delil aramakla vakit geçiriyoruz. Ayıptır, günahtır.

Ortaçağ'da müslümanlar çalıştı ve Allah da onları hak ettikleri yere getirdi. Bugün Avrupalılar, Amerikalılar çalışıyor, Allah bu sefer onları hak ettikleri yere getiriyor. Kur'an'daki bir ayete bağlı olarak yapılmış bir icad yoktur. Olamaz da zaten. Şu icad Kur'an'ın şu ayetinden yola çıkarak bulunmuştur kimse diyemez, yok böyle bir şey. En büyük sorunumuz bu, Kur'an'ı uygulamaya koymamak ve çalışmamak.

Berlin'de üniversiteye giden çocuklarımızın oranı yüzde 7 civarındaymış. Evet işte en büyük sorun bu. Bundan daha büyük sorun olur mu? Böyle devasa bir sorun varken ortada müslümanlar birbirlerinin imanıyla uğraşıyorlar. Yazık değil mi sizin geleceğinize. Bakın biz bugün burada neyi tartışıyoruz...

Müslüman olmak Kur'an'ın doğru anlaşılmasının garantisi değildir.

Müslümanlar zirvede olduklarında tabii bilimleri kullanarak Kur'an'ı tefsir etmediler. Ne zaman dibe vururlarsa bu meseleler gündeme gelir. Bugün dibe vurduğumuz için bu meseleleri konuşuyoruz. Aşağılık kompleksidir bu. 300 yıldır biz bu komplekslerle yaşıyoruz. Bugün biz her konuda Kur'an'ı referans göstermeye çaılışmanın dışında bir şey yapmıyoruz.

Napolyon ne zaman Mısır'a çıktı müslümanların kafası karıştı, işte o karışıklık hala sürüyor. O günden beri antı tezdir müslümanlar, ortaya tez koyamıyorlar. Kur'an'ı anlamak başka birşeydir, içselleştirmek başka birşey. Müslüman olmak Kur'an'ın doğru anlaşılmasının garantisi değildir.

Arapça antik bir dil değildir, anlaşılabilir bir dildir

Arapça antik bir dil değildir, anlaşılabilir bir dildir. Bunu Allah söylüyor. "Biz onu, anlayasınız diye, Arapça bir Kuran olarak indirdik.'' Kur'an birebir nüzul sebepleriyle daha iyi anlaşılır. Metinle çağdaş olmak dili öncelemekle olur. Her metni çağdaşı en iyi anlar, bu böyledir. Sahabe Kur'an'ı yüzdeyüz anlamıştır, bizden daha zeki oldukları için değil, vahiy sürecini yaşadıkları için bu böyledir. Günümüze ulaşan 54.000 tefsir rivayeti vardır, bunların yüzde yedisi peygambere ulaşır. Tabiîne ulaşan ise yüzde seksendir. Abdullah ibn Abbas'ı devreden çıkarırsanız sahabeden hemen hemen tefsir rivayeti gelmez.

Taberi sadece nakleder, yanlış ve doğru ne varsa nakleder. O nakillerin değerlendirilmesi okuyucuya kalır. Eğer o nakiller olmasaydı biz o dönemde yaşayan insanları, yaşantılarını ve ruh hallerini bilemezdik. Taberi "Tarih''inin önsözünde açıkça yazar bunu. "Reddetmek veya kabul etmek okuyucuya aittir.'' der.

İbn Ebî Hâtim´in tefsirinin yaklaşık olarak % 74´ü Tabiînden gelen rivayetleri içermektedir. İbn Ebî Hâtim´in tefsirinde olduğu gibi Taberî tefsirinin de büyük bir bölümü Tabiîn rivayetlerinden oluşmaktadır. Bu durumda, ´rivayet tefsiri´nin aslında ağırlıklı olarak Tabiîn neslinin ürünü olduğu ortaya çıkmaktadır: Taberî ve İbn Ebî Hâtim´in tefsirleri kanalıyla günümüze ulaşan, yaklaşık 54000 tefsir rivayetini dikkate alırsak; Taberî´nin tefsirinde yüz kereden fazla tekerrür eden toplam 23 isnad içinde ve İbn Ebî Hâtim´in tefsirinde de elli kereden fazla tekerrür eden toplam 35 isnad içinde Hz. Peygamber´e ulaşan herhangi bir isnad yoktur.

Bu isnadlardan İbn Abbâs dışında bir sahabiye ulaşanı da yoktur. Bu veri, Tabiîn döneminden önceki tefsir faaliyetlerinin düzenli ders halkalarında icra edilmediğini gösterir. Eğer aksi olsaydı, Hz. Peygamber´e, ondan sonra da diğer pek çok sahabiye ulaşan ve düzenli olarak tekerrür eden isnadlarla karşılaşmamız gerekirdi. Açıkçası Tabiîn döneminden önceki zaman dilimi, tefsir ilmi bakımından yalnızca basit bir ön aşama idi.

Sahabe'nin tefsire ihtiyacı yoktu. Çünkü Kur'an onun anlaması için kolaylaştırılmıştı zaten. Bu açıdan bakarsak Peygamber onların müfessiriydi demek çok doğru olmaz... Kur'an'ı meal olarak okuyan müslümanlar Kur'an'ın kendilerine yüklediği yükümlülükleri bilir ve anlar. Tekrar ediyorum, bugünkü sorun, Kur'an'ı anlayamama sorunu değildir. Kur'an'ı uygulama sorunudur...
Kur'an'ın anlaşılmaması konusunda engel olarak görülen devletler, kurumlar, hükümetler her zaman hedef tahtasına konulabiliyor. Bu işi müslümanlar yapıyor, onlar engel olmasa İslâm daha iyi yaşanacaktır deniliyor. Oysa, asgari ücretten çalıştırdığı işçiye ücret ödeyen iş veren, asgari ücretin üzerinde bir ücret vermeyi istemez. Bu konuda tenkid ettiği devletin yanında yer alır. Bu nasıl bir müslümanlık anlayışıdır. Kur'an ekonomik adaletsizliğe başkaldıran bir kitap değildir sanki...

Cizvit tarikatında dil öğrenmek ibadet olarak kabul ediliyordu

Din çok güçlüdür, ancak müslümanlar sahip oldukları bu cevherin farkında değiller.... Fransa'da, Almanya'da, Amerika'da 150 yıldan beri kesintisiz yayım yapan İslâm'ı araştırma dergileri var... İslâm aleminde böyle kesintisiz yayım yapan bir dergi yok. Ankara İlahiyat Fakültesi Dergisi 60 yıllık... Başarısızlıklarımızın faturasını başkalarına kesmenin anlamı yok. Bir gayret bir heyecan lazım...

Almanya'da İkinci Dünya Savaşı sırasında doktora yapan insanlar var, onların eserlerini istifade edilen kaynak eserler olarak gösteriyoruz. O zor şartlarda bile adamlar ilimden vazgeçmemişler.

Cizvit tarikatında dil öğrenmek ibadet olarak kabul ediliyordu. Müritler dil öğrenmek için yarışa giriyorlardı. Bizim tarikatlar başka şeylerle uğraşıyorlar...

Namaz İslâm'ın birinci sıradaki ibadetidir, ancak sabah akşam sadece namaz kılsak ne kadar ilerlemiş oluruz...Başarının sırrı çok çalışmaktır ve çok çalışmaktır.

Müslümanların okumaması eksikliktir. Yapılan bir araştırmaya göre bir Japon'a 25 kitap, 25 Türk'e ise bir kitap düşüyormuş...Bu ne kadar vahim birşeydir. Bizler oturup ahkam kesiyoruz. Bir buluş olduğu zaman, işte bu Kur'an'da vardır diyoruz. Falan ayeti örnek gösteriyoruz. Bu anlayış çok yanlıştır. Ama realite budur. Maalesef müslümanlar bugün Avrupalının yaşadığı Ortaçağ'ı yaşıyorlar.''
  
Rüştü Kam