Türk Eğitim Derneği
her sene organize ettiği seminerlerin 12.sini Dr. Sonia Cihangir’in sunumuyla gerçekleştirdi.
Katılımcıların yüksek olduğu seminer Türk Eğitim Derneği’nin salonunda yapıldı
ve 3 gün sürdü. “İslâm’da Kadın,
Kur’an İslâm’ın Tek Kaynağıdır, İslâm Âlemi Niçin Perişandır.” Konularının
işlendiği seminerleri bay-bayan
katılımcılar ilgi ile izledi. Soru ve cevaplarla detaylandırılan ve 3 gün süren seminerlerin özetini sizlerle
paylaşmak istedim.
İSLÂM’DA KADIN
“İlimle uğraşan akademisyenler olarak, bize gelen
sorulara fetva verirken Kur’an metnine bakarak vermediğimizi farkettim. Şu imam
şöyle demiş ya da bu mezhebe göre böyledir, demek kolayımıza geliyor galiba.
Fetvaların %80’i böyledir. Bunu fark ettiğimde, benim için bir devrim oldu.
Kur’an’ı okumaya ve soruların cevabını orada aramaya başladım ve ilk kitabımı
yazdım. Özgür Dinin Esiri: Kadın
Yozlaşan dinlerin hepsinde, ister Yahudilik olsun, ister
Hristiyanlık olsun, ister Zerdüştlük olsun kadını aşağılama vardır. Bir din
bozulmak isteniyorsa kadını aşağılayarak işe başlanır. Bunu da dinciler yapar.
Yani din satan insanlar yapar, dindarlar değil.
Tartışmalı birkaç konudan örnek vermek istiyorum. İnsan
fıtratına, aklına, vicdanına aykırı olan ama dinde olduğu söylenen konulardan
bazılarına değinmek istiyorum.
Evlatlık edinilen
çocukla evlenilebilmesi
Bu konu insan fıtratına ve aklına terstir. Yıllarca baba
bildiği insanın kendisine namahrem olması mümkün değildir. Bazı ilim
adamlarının, onlarla evlenebilineceği sonucuna vardıkları bir ayet var, yanlış
çevirilmiş bir ayet bu. Aslında ayet diyor ki, “Evlatlık edindiğiniz kızlar sizin
evinizdeki kadınlar gibidir.“ Yani evlad edinerek evde büyüttüğünüz kız
çocuğukardeş, hala, teyze gibidir.
Kadınların evlilik
yaşı
Kur’an’da belağat yaşı ve reşitlik yaşı vardır. Belağat
cinsel anlamda bir ergenlik yaşına gelmektir. Her baliğ reşit olmaz. Reşit
olmak için kendi hak ve görevlerini iyi bilir bir durumda olması gerekir.
Reşitlik yaşı evlilik yaşı olarak açık bir şekilde belirtilmiştir. Reşit olmak
kişinin kendi hakkını savunabilecek yaşta olması demektir. Evlenmenin amacı
sadece cinsellik değildir. Evlilik olabilmesi için çocukları eğitebilecek, ona
anne baba olabilecek belli birikimin olması gerekir. Nisa Suresi 6. ayette
yetimlere hakkını verin, diye bahseder. Ayet onlara, “Yetimleri nikah çağına
gelinceye kadar deneyin ve onlarda bir reşitlik gördüğünüz zaman kendilerine
mallarını verin” der. Dolayısıyla ayet evlenme yaşı olarak reşitlik yaşını şart
koşmaktadır. Büluğ yaşını değil.
Kur’an’da çok eşlilik
Kur’an’da çok eşlilik yoktur, ancak Kur’an çok eşlilik
konusunu işler. Aynı şekilde Kur’an köleliğe de sıcak bakmaz, ancak kölelik
konusunu işler. Çünkü bu konular toplumun konusudur. Tarihi bir gerçek olarak
Kur’an’a yansımıştır. Nisa Suresi 3. ayette, ”Yetimler hakkında haksızlık yapmaktan korkarsanız, temiz
ve yararlı bulduğunuz kadınları (yetimlerin annelerini) ilişer,üçer, dörder;
eğer adil davranamamaktan lorkarsanız birer birer evlendirin veya sözleşme
altına alın. İşte bu, böbürlenmemeniz için daha uygundur.” der.
Nisa Suresi’nin 129’uncu ayetinde de Allah; ”Kadınlar
arasında adaleti sağlamaya gayret etsenizde asla güç yetiremezsiniz. Bu
nedenle, tamamıyla birisine meylederek, diğerini mualakta bırakmayın. Eğert
ıslah edip sakınırsanız, şüphesiz Allah Gafur/bağışlayandır, Rahîm /bol
merhametlidir.” diyerek çok evliliği yasaklamıştır.
Kadınların dövülmesi
Nisa Suresi’nin 34. ayeti kadınları dövün diye
çevirilmiştir. Dövülecek kadın “nüşuza” uymamalarından endişe edilen
kadınlardır. Klasik çevirilerde “Önce öğüt verin, sonra yataklarınızı ayırın,
sonra da dövün“ diye yazar. Aslında ayette dövün diye tercüme edilen bölüm
“uzaklaştırın“ dîye çevirilmeliydi. Sıralamaya bakılırsa üçüncü sırada gelen
cezanın daha ağır olması gerekir. Yatakları ayırmak zaten büyük bir psikolojik
baskıdır. Ayrıca devamındaki ayetlerde Kur’an topluma görev veriyor sorunu
çözmek için. Ayet, ailelerinden birer hakem getirilmesini istiyor. Buradan da
kadının evden uzaklaştırıldığını anlıyoruz. Evden uzaklaşmış ki toplum bundan
haberdar. Yoksa “dövün ya da hafifçe dövün“ olsa toplum bunu nereden bilecek?
Sonra dövme işi had/ceza uygulamasıdır, daha suç oluşmadan ihtimaller üzerine ceza mı verilir. Ceza
uygulamasını da kamu otoritesi yapar, şahıslar değil.
Bütün dinler toplumu reforme etmek için gelmiştir. Oysa o
toplum kadını zaten dövüyordu, Kur’an’da kadını dövün derse, burada Kur’an’ın
devrimciliği nerede kalır?
Ayetin doğru çevirisi şöyle olmalıdır: “Allah’ın her
birine farklı özellikler vermesinden ve mallarından nafa verdiklerinden
erkekler kadınların gözeticileridir. Evlilik için salihat/uygun kadınlar, aile
düzenine uyan ve ve Allah’ın koruduğu mahremiyeti koruyanlardır. (Bu yasalara
nuşuz yapmaları/ uymaları konusunda endişe ederseniz, onlara nasihatte bulunun,
sonra (kâr etmezse) yataklarınızı ayırın(o da olmadıysa) kendilerini
uzaklaştırın. Size itaat ederlerse onlara karşı başka yol aramayın. Şüphesiz,
Allah Aliy/yücedir, Kebîr büyüktür.”
Boşanma
Kuran, evlilliği devam ettirmek istemeyen kadına boşama
hakkı verir. Mehir alacağı kocasına “Ben seninle şimdiye kadar yaşadım, mehirin
şu kadarını istemiyorum ya da hepsini istemiyorum“ demesini isteyerek, boşanma
hakkını kullanmasını ister. Boşanma ile ilgili hukuku düzenleyen ayetler;
Bakara Suresi’nin 227-241. , Talak Suresi’nin1-8 ve de Nisa Suresi’nin 35.
Ayetleridir. Bu ayetleri birlikte düşünmek gerekir.
Erkeğe de üç aşamalı boşama işlemi gerçekleştirdikten
sonra ona da boşama hakkı verir. Yani, erkeğin bir seferinde, üç kere boş ol
demesiyle boşanma gerçekleşmez. 3 değil 300 bin kere de söylese yine Kur’an bu
söyleme onay vermez. Allah diyor ki, sen “boş ol boş ol” diye boşanmayı diline
doladın, ya bir daha boşanmayı diline dolama ya da sonucuna katlan. Fasılalarla
3 kere boşadığın o kadınla, artık bir başkasıyla evlenmeden evlenemezsin. Nisa
Suresi 35. ayeti göz ardı ederek boşanma işi zaten gerçekleşmez. Bu ayette örfe
göre boşanmanın gerçekleşmesi istenir. Köyün veya mahallenin ileri gelenleri
boşanma işinde yetkilidirler. Günümüzde bu yetki mahkemelerindir.
İSLÂM’IN TEK KAYNAĞI KUR’ANDIR
Allah’ın katında
tek bir din vardır. Bütün peygamberlerin getirdiği din aynıdır. Bu dinin adı
İslâm’dır. İslâm 3 kavram üzerine bina edilmiştir; Tevhid, nübüvvet ve mead.
Tevhid; tek bir
Allah’a inanmaktır. Nübüvvet; dinin peygamberler aracılığıyla insanlara
iletilmesidir. Mead; ahiretin varlığına iman etmektir. “Dinler arası diyalog”
söylemi yanlıştır çünkü Yahidilik ve Hristiyanlık din değildir, İslâm’ın mezhepleridir.
Kur’an tek kaynaktır, denilince peygamber devre dışı bırakılmış olmaz. Allah bize
peygamberler aracılığıyla tek bir dinin şeriatlerini sunmuştur. Helalleri ve
haramları koyma yetkisi Allah’ındır. Mesela “Erkekler altın takması haramdır.” hükmünü
Kur’an’a bakmadan veremeyiz. Kur’an’da böyle bir hüküm olmadığı halde haram olduğunu
söylersek kendimize hüküm koyma yetkisi vermiş oluruz. Bu da şirk olur.
Kur’an’dan başka bütün kaynaklar beşeridir
Allah bizden
indirdiği kitaba göre yaşamamızı ve ondan sorumlu olacağımızı söylüyorsa onun
metninin kıyamete kadar korunmuş olması gerekir. Korumadığı metinden bizi Allah
hesaba çekemez. Bizim itiraz etme hakkımız doğar o zaman. Yani kaynağın mutlaka
Allah tarafından korunmuş olması lazımdır. Allah tek bir cümlede 5 defa vurgu
yaparak diyor ki, bu zikri indiren varya O biziz, koruyucusu da biziz. Diğer
bütün kaynaklar ise beşeridir. İster nebi olsun, ister sahabe olsun beşerdir.
Diğer kaynakların korunmuşluğunu savunamayız. Peygamber bize bir şey demişse biz
onu yapmamazlık etmeyiz. Burada problem yok. Sorun bize gelen metnin tahrip olup olmadığıdır. Hadisler Allah
tarafından korunmuş değildir.
Çıkar grupları insanlara
amaçları doğrultusunda bir şey yaptırmak istediklerinde çıkarlarıyla ilgili
Kur’an’dan delil bulamadıkları için peygamberin konuyla ilgili bir hadisi
olduğunu söyleyerek insanları manüpele ettiler. Hala devam bu gelenek devam
etmektedir. Dinler böyle yapılarak yozlaştırılmıştır. Oysa İslam tarihinde
hadis yazmanın yasaklandığı dönemler vardır. Bu yasak peygamber tarafından konulmuştur.
Dört halife döneminde de bu yasak devam etmiştir. Bu konuda peygamber şöyle
demiştir “Bizden önceki ümmetler Allah’ın indirdiği kitabı değiştirdiler, başka
şeyler ilave ettiler. Bundan dolayı benden duyduğunuz bir şeyi sakın yazmayın.“
Din yozlaştırılmıştır
Kur’an tek
kaynaktır, ifadesi Kur’an dışında başka bir kitap okunulmayacağı anlamına
gelmez. Her okunmalıdır hatta. Ancak şeriatın kaynağı olarak Kur’an’dan başka
kitap yoktur. Kur’an’a rağmen beşerin yazdığı ile hüküm verilerek bir şeye
helal ya da haram denilmesi tehvid ilkesiyle çelişir.Allah bu kitaptan
sorulacaksınız, diyor. Hadisten ya da tarihi bilgilerden sorulacaksınız,
demiyor. Kur’an peygambere açıkça“Sen helali haram, haramı helal yapamazsın,
Kur’an’a ilaveler de yapamazsın, Kur’an’dan eksiltmeler de yapamazsın, eğer yaparsan; seni şahdamarından yakalar
yere çalarım“ diyor.
Tüm zamanlarda peygamberin iki düşmanı vardır
Birincisi peygamberi
yalanlayanlardır. Bunlar Peygamberi açıkça inkar ederler, ikincisi
münafıklardır. En tehlikesi ikincisidir, münafıklar. Müslümanların yanında biz
de sizinleyiz derler. Müşriklerin veya kafirlerin yanında da biz sizdeniz
derler. Allah bunlarla ilgili olarak Münafikun Suresi’ni indirmiştir.
Tarihimizde asrı saadet diye bir şey yoktur
Asr-ı saadet
diye bir kavram vardır. Saadet asrı demektir; böyle bir asır yoktur. Peygamber
zamanında bile münafıklar varsa, bu saadet asrı ne zaman olmuştur. Peygamberden
sonra 3 tane iç savaş yaşandı, onbinlerce Müslüman birbirini öldürdü. Saadet
nerededir? Suçlarını örtmek için,
gelecekteki Müslümanlara şirin görünmek için, kendilerini aklamak için uydurdular
asr-ı saadet kavramını.
Kur’an’da
siretle ilgili gereken bilgiler vardır, o bilgiler bize yeter, daha fazlası bizi ilgilendirmez. Regaib gecesi diye bir
gece vardır, Kur’ân’da olmayan bir gecedir bu. Sözde Peygamber anne rahmine
düşmüştür bu gecede. Bize ne hangi gece annesinin rahmine düştü. Böyle ahlaksız
bir bilgi olabilir mi, ne kadar utanç vericidir. Bir de bu gece kutlanır. Kur’an
diyor ki, “Sen büyük ahlak üzeresin.“ Benim peygamberim böyle bir Peygamberdir.
Bu peygamberi de Kur’an zaten bana anlatıyor. Bu Peygamber bana yeter. Fazlası
gerekmez.
Peygamber ya müjdeleyici ya da uyarıcıdır
Allah
peygamberlerini insanlara müjdeci olsun ve uyarsın diye göndermiştir. Biz de
dini anlatırken böyle yapmalıyız. Devamlı müjdeleyici olmak insanları atalete
sevk eder. Devamlı korkutucu olmak da insanların dinden uzaklaşmasına sebep
olabilir. “Dinde zorlama yoktur“ ayeti aynı zamanda “Dinde içinize sinmeyen bir
şey yoktur” demektir. Eğer insanları zorlarsak belki bazı şeyleri
yaptırabiliriz ama o zaman da o kişinin münafık olmasına sebep olabiliriz.
Yanlıştır.
Bu din Allah’ın fıtrat dinidir
İslâm dini fıtrata
uygundur. Biz Kur’an’ın ruhunu kavramak zorundayız. Ruhu vardır Kur’an’ın.
Kur’an’a sorulur, Kur’an sorgulanmaz. Önce sorgulamak ve iman etmek gerekir,
iman ettikten sonra da artık sorgulamayı bırakıp sormaya başlamak gerekir. Bu
ruhu yakalamak için samimi olmak lazımdır. Kur’an’ın muhatabı ben değilim demek
yanlıştır. Akıllı ve mümeyyizlik vasfına sahip her kişi Kur’an’ın muhatabıdır. Kur’an’ı
ilk muhatabı nasıl onu doğru anlamışsa, bir muhatap olarak bizler de doğru
anlarız. Kendi lisanımızda yazılan meallerden onu anlamaya çalışmak gerekir.
Anlayamadığımız yerler olursa o zaman da bir bilene sormalıyız.
Hamd kavramı
“Alemlerin rabbi
Allah’a hamd olsun.” Bu ayet Allah’a övgü için değildir. Yoksa Allah sürekli
onu övmemizi istiyor anlamı çıkar Kur’an’dan. Hamd, hakkıyla değerlendirmek
demektir. Namaz kılarken amaç Allah’tan destek almaktır. Biz Allah’a hamd
ettiğimizde Allah’ı hakkıyla değerlendirmiş oluyoruz, Allah’ı hakkıyla
değerlendirdiğimizde de zaten onu övmüş oluruz. Hamd kavramı geçen bütün
ayetlere bu anlamı koyun bakın Kur’an’ın anlamı nasıl değişiyor.
Tesbih kavramı
Tesbih, Allah
yücedir demektir. Subhan, düzen sahibi demektir. “Yer ve gökte ne varsa Allah’a
tesbih eder.“ deyince anlamsız olur. “Yer ve gökte ne varsa Allah’ın koyduğu
düzen içinde ilerliyor.“ demektir. Allah bize, “Allah’ı tesbih edin” derken
Allah’ın koyduğu düzende ilerleyin, diyor. Allah, “Sabah, akşam tesbih et”
derken, “Kendini Allah’ın koyduğu düzene uyup uymadığın konusunda sabah-akşam analiz
et” diyor. Yoksa belli sayıda tesbih çekilerek Allah tesbih edilmiş olunmaz.
Belli sayıda tesbih çekilmesi gibi ritüeller Müslümanlara Yahudilik‘ten
geçmiştir ve anlamsızdır.
Salat kavramı
Salat bugüne
kadar bütün meallerde ve tefsirlerde namaz olarak algılandı. Oysa salatın
destek olma, yardım etme, Allah’ın koyduğu yasalara uyma gibi anlamları da
vardır. Tevbe Suresi’nin 5. ayeti “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları
bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları
bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest
bırakın.” diye çeviriliyor. Bu çeviri yanlıştır. Öldürün dedikten sonra namaz
kılarsa salıverin denilmez. Söz konusu kişi zaten müşrik neden namaz kılsın.
Hem kıldığında zorla kılacağı için münafık olmuş olur. Oysa “...Onları yakalayıp hapsedin ve bütün
gözetleme yerlerine oturun. Tevbe eder, dini yasaları gözetir ve zekat
verirlerse, yollarını serbest bırakın...” şeklinde çevrilmelidir. Katele kelimesinin değişik anlamları vardır;
Her öldürmek ‘katele’dir, ama her ‘katele’ öldürmek demek değildir. Salatı da
burada namaz olarak çevirirsek yine olmaz. Maun Suresinde de yanlış çeviri var.
“Dini yalanlayanı gördün mü” diye çeviriliyor. Maun suresini o ayeti; “Din ile aldatanları
görmüyor musun” diye çevrilmelidir ki, anlam kazansın. Devamında da zaten vay onların haline deniliyor,
bağlamından da çevirinin yanlış olduğunu anlıyoruz.
Kur’an’dan sorulacağız
Biz Kur’an’dan sorulacağız.
Bu sorulma, Kur’an’ın hangi ayeti nerede şeklinde olmayacak. Kur’an’daki ilkelere
göre yaşanıp yaşanmadığı sorulacaktır. Buyruk şöyle; “Dürüst olacaksın,
adaletli olacaksın, ahlaklı olacaksın…“
Allah sizden
zorluk çekmenizi istemez diye geçen ayetlerin hepsi özellikle zorlaştırılmıştır.
Örneğin abdest ayeti; abdestin nasıl alınacağı ayette açıkça anlatılmaktadır. İlmihal
kitaplarında ise abdest konusunda, ağza su 3 sefer mi verilecek, buruna kaç kez
su çekilecek, azalar kaçar kez yıkanacak, ayak meshedilmeyecek mutlaka yıkanacak
vb birçok detay yer almaktadır. Oysa Allah sadece ellerinizi ve yüzünüzü
yıkayın, kollarınızı yıkayın, başınızı ve ayaklarınızı mesh edin, diyor. Allah’a
din öğretmenin anlamı yoktur. Kur’an dışı kaynaklara başvurularak din bozulmuş,
insanlara sıkıntı verir bir hale getirilmiştir. Helal, haram, caizdir ve mübah
gibi konularda tek kaynak Kur’an kabul edilse bu çıkmaz sokaklara
girilmeyecektir.
Hac
Hac; alanındaki
uzmanların bir araya gelerek, dünyadaki problemleri çözmeye yönelik eylemde
bulunacakları bir ibadettir. Hac ibadetinde aksiyon olmalıdır. Bir araya
gelindiğinde doğaya zarar verilmeyecektir, insanlar birbirlerini
yemeyeceklerdir, kavga etmeyeceklerdir... Dokunulmazlık yasasıdır
bunlar. Etleri konserve yapıp Somali’ye göndermek değildir Hac. Somali’nin
ihtiyacı olan teknolojiyi, bilgiyi, imkanları onlara sağlamak için karar
almaktır. Hac dünya Müslümanlarının sorunlarının tespit edildiği toplantı
anlamına gelir. Orada durum tespitleri yapılacaktır, istişareler yapılacaktır,
ihtiyaçlar belirlenecektir. Sonra da sorunlar birer birer çözülecektir.
İnsanlara balık vermekten ziyade, balık tutmayı öğretmektir.
1. Hac,
Müslümanlar için değil bütün insanlar içindir.
2. Hac, sadece
Zilhiccede yapılmaz haram aylar diye geçen diğer aylarda da yapılır.
3. İhram elbise giymek demek değildir. Haram kılınan bölgeye girildiğinde,
dünyadan soyutlanmaktır.
4. Doğaya zarar
vermemektir. Yeşile, ağaca zarar vermemektir.
5. Hac‘da
gerçekleri öğrenmek için insanlar bir araya gelecek ve sorunlara çözüm
aranacaktır. Hac günahlardan kurtulmak için yapılmaz, o mekanlar günah çöplüğü
değildir.
6. Vukufu
Arafat; Arafat’ta durmak değildir, vakfetmektir, orayı algılamaktır.
7. Şeytan
taşlama uydurma bir şeydir. Hac ile uzaktan yakından alakası yoktur.
8. Hacca
zenginler gidecek anlayışı yanlıştır. Hacca yol bulabilen her insan gider. Amaç
bellidir.
İSLÂM ALEMİ NİÇİN PERİŞANDIR
Müslümanların içinde bulunduğu durum, kâfirlerin güçlü olmasından değil Müslümanların
iman eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
“İslâm dini barış dinidir, akıl dinidir.” deniliyor; eğer böyleyse neden
İslâm alemindeki sorunlar bitmiyor, hatta çoğalıyor? Sorun İslâm’da mıdır,
Müslümanlarda mı? Durup düşünmek lazımdır. Burada bir eksiklik var.
Şu cümle son zamanlarda sık sık söylenir oldu. “Her Müslüman terörist
değildir ama her teröristin arkasında bir Müslüman vardır.” Ne kadar rahatsız
edici bir tespit. Ben sorunun temelinde yatan asıl nedenin, inanç eksikliğinden
kaynaklandığını düşünüyorum. Müslümanlar emredildiği gibi Allah’a inammıyorlar,
Allah’a inandık demekle Allah’a inanmış olunmaz, O’nun buyruklarını yerine
getirmekle Allah’a inanılmış olunur. Dünyanın bir tarafında Müslümanlar zulüm
altında inlerken öbür tarafındakiler, seyrediyorlar, durumdan rahatsız
olmuyorlar, onların yardımına koşmuyorlar. Hep birlikte sımsıkı Allah’ın ipine
sarılsalar sorunu temelinden çözebilirler. 2 milyara yakın Müslümanın
birlikteliğinden herkes korkacaktır. Paramparça, yamalı bohça gibi bir
Müslümandan kim korkar.
Neden sorunlar bitmiyor?
Bu sorunun cevabını bir televizyon programında söyledim. Hatta çok ilgi
uyandıracağını düşündüm, ama düşündüğüm gibi olmadı. Sorunlu olanlar
Müslümanlar. Tamahkarlıkları sorunların çoğalmasına vesile oluyor. Müslümanlar
yardımı Allah’tan beklemiyorlar, güç sahiplerinden bekliyorlar. Müslümanlar
gayelerini unutmuşlar, araçlar gaye haline gelmiş. Malı mülkü, saltanatı çok
seviyorlar. Sonra da burunları
p…kurtulmuyor. Müslümanların içinde bulundukları durumdan kurtulmaları
sağlıklı düşünmelerine ve dünyaya olan bağımlılıklarından kurtulmalarına
bağlıdır. Dost kim düşman kim farketmelerine bağlıdır. Birlik ve beraberlik
duygularının gelişmlerine bağlıdır. Kur’an bu konuda şöyle diyor:
‘De ki: "Yalnız Odur sizi tepenizden ve ayaklarınızın altından azapla
kuşatma kudretinde olan; sizi birbirine muhalif topluluklar haline getirip
birbirinizin üzerine salan". Bak, iyice anlasınlar diye, mesajları nasıl
her yönüyle açıklıyoruz!
Oysa senin hitap ettiğin toplum, bütün bunların hakikat olduğu ortadayken,
yine de bunları yalanlıyor. (O zaman) de ki, "Ben sizin davranışınızdan
sorumlu değilim."
(Allahtan gelen) her haber belli bir süreç içinde gerçekleşir: ve siz zaman
içinde (hakikati) anlayacaksınız". (Enam Suresi 65-67)
Kur’an’ı yalanlamak
Kur’an’ı yalanlamak demek, sadece Kur’an’daki söylenenler yalandır demekle
olmaz. Kur’an’ı yalanlamak demek, Kur’an’ın söylediği bir şeyin söylenildiği
gibi olmadığını söylemekle de olur. Allah diyor ki, peygamber Müslümanlardan
şikayet edecek. “Benim kavmim Kur’an’ı mehcur (terkedilmiş) bıraktı diyecek.”
(Furkan Suresi 30)
Bu şikayet, Müslümanların Kur’an’ı bırakıp Kur’an dışında başka kaynaklar
arayarak Kur’an’a rağmen Müslüman olmaya çalışmalarındandır.
Müslümanlar Allah’ın yarattığı ayetleri ihmal ettiler, sadece indirdiği
ayetlerle meşgul oldular. Batı tam tersini yaptı. Onlar Allah’ın indirdiği
ayetleri ihmal etti, yarattığı ayetleri dikkate aldı. Müslüman ikisini de
birlikte dikkate alarak arayı açabilirdi.
Kur’anı yalın gözle okumalıyız
Müslümanlar saplantı içindedirler. Kur’an’ı; kafalarındaki görüşü onaylatmak
için okuyorlar, Kur’an yarışmaları yapmak için okuyorlar, ölülerin günahları
affolsun diye okuyorlar ve cımbızlıyorlar Kur’an‘ı. Bugün gerçekten İslâm kireçlenmiştir,
bu kireçlenmeden kurtulmak için kireç çözücü kullanmak lazımdır. Bu kireçlenme,
İslâm Âlemi’ni felç etmiştir. Bu inmenin asıl sebebi Müslümanların Kur’an’ı terkedilmiş
olarak bırakmalarıdır. Düşman icad
etmenin, kabahatı dış güçlerde aramanın anlamı yoktur.
Müslümanlar problemlerini bizzat kendileri çözmelidirler. Bugün
Müslümanların problemlerini Avrupalılar(!), Amerikalılar(!) çözüyor. Emperyalistler(!)
çözüyor.
Teferruatlarda boğuluyoruz
Bir sorun varsa ona çözüm bulmak için sorunu önce Kur’an hastanesine
yatırmamız gerekir. Oysa Müslümanlar tam tersini yapıyorar. Önce hadislerde sorunun
çözümü aranıyor, hadisler Kur’an’ın üstüne koyuluyor, hadisten sonra icmaya
bakılıyor, sonra başka kaynaklara başvuruluyor. Kur’an en altta kalıyor.
Oysa Allah şöyle buyuruyor: “Bu kitabın muttakiler için hidayet olmasında
kuşku yoktur.” (Bakara 2) Muttaki sakınan demektir. Önyargılardan arınan
demektir. Birlik ve beraberlik için gayret sarfeden demektir. Müslümanlar
arasındaki bağın kuvvetlenmesi için gereken fedakarlığı yapan demektir. Mal ile
ve can ile Allah yolunda mücadele eden demektir.
Erdemlilere hidayet kitabıdır Kur’an
Allah; ”Kullarım beni sorarlarsa söyle onlara, ben onlara şah damarlarından
daha yakınım.” diyor. Bu damar boynumuzdaki damar değildir. Allah’ın kula,
kulun Allah’a olan yakınlığı demektir. Allah bizimle şah damarımız arasına
birşey sıkıştırılmasını istemiyor, küçücük olsa sıkışan o şey sizi öldürür
diyor. Parmağınız kesilse ölmezsiniz, ama şah damarınıza bir şey olursa anında
ölürsünüz. Yakınlık bu demektir. Başı dik tutan, sağa sola döndüren boyundur.
Şah damar boyundadır.
Bize, boynunuzu sağa sola çevirip durmayın, başınızı dik tutun, araya İslâm
düşmanlarını sokmayın deniliyor, kardeşlerinizle mesafenizi sıklaştırın, yoksa
ölürsünüz deniliyor... Bizler özellikle olmayan araya, aracıları sokmaya
çalışıyoruz.
Şefaat çok sıkıntılı bir kavramdır
Şefaat; Ahiret’te Peygamberin dünyada iken kendisine salavat getiren birisi
için secdeye kapanmasıdır, deniyor. Bu anlayışa göre, Allah da o kişiye
acıyacak, Peygamber secdeye kapandığı için onu affedecek, diye inanılıyor.
Böylece Peygamber Allah’tan daha merhametli hale getiriliyor. Peygamberin
secdeye kapanmasına acıyan Allah suçluyu affediyor. Aslında affeden Allah
değildir, Peygamberdir. Böyle bir inanca sahip Müslümanda Tevhid yok demektir.
Tevhid’in olmadığı yerde düzen bozulur. Düzen bozuksa da Allah’ın yardımı oraya
ulaşmaz. Müslümanların içinde bulunduğu sıkıntının sebeplerinden biri de şefaat
anlayışındaki bu yanlışlıktır. Doğru şefaat, Allah’ın kişi hakkındaki kararını
Peygamberin o kişiye bildirmesidir.
İman konusunda eksiklerimiz var
Allah’a iman etmek sadece Allah vardır demek değildir. Allah’a güvenmektir.
Güvenmek için Allah’ı tanımak gerekir. İnsan ancak tanıdığına güvenebilir.
Bizim problemimiz beşer eliyle çıkarılan problemlerdir. Hayatımıza kendi
gözümüzle değil, başkalarının gözüyle bakıyoruz. Doğruyu biliyoruz ama
söylemiyoruz. Oysa, doğruları söylersek ilerleme kaydedilir, “Ben bu işi
yaparsam ne derler” dersen ilerleyemezsin. Aslında doğruları biliyor
Müslümanlar, evet doğrudur ama söyleyemeyiz, yapamayız diyorlar, yanlışlardan
vazgeçilmesinin fitne olacağını söylüyorlar. Kendi yaptıkları fitnenin farkında
değiller.
“Allah’tan geldik Allah’a döneceğiz” ayeti sadece Allah tarafından
yaratıldık ve yine Allah tarafından öldürüleceğiz, anlamında değildir. “Allah’tan
geldik Allah’a döneceğiz” bir sirkülasyondur. Allah’ın yasalarına uygun hareket
etmek demektir. Bu bir harekettir, yani bizim hareketimizdir. Allah’a karşı
dürüst olmalıyız. Bir tarafta teslimiyet gösterirken, öbür tarafta hiç
ölmeyecekmişiz gibi davranmak doğru değildir.
Allah’a güvenmenin ilk basamağı Allah’ı tanımaktır. Allah’ı kavrayamayız
belki tam anlamıyla ama O’nu tanıyabiliriz. Allah kendisini Kur’an’da
tanıtıyor. Allah’ı gerçekten tanırsak, bizim davranışımız da değişecektir.
Sloganlarla, dualarla çözülmez sorunlar
Ankebut Suresi’nin 45. ayeti, klasik çevirilirde, “Sana vahyedilen bu İlahi
Kelam’ı insanlara ilet, namazında dikkatli ol, çünkü namaz her türlü
kötülüklerden alıkoyar. Allah yaptıklarınızı bilir.” diye çevrilir. Bu çeviri
eksiktir. Tam çeviri şöyle olmalıdır; “Kitaptan sana vahyolunanı okuyup anlat, dînî yasaları ayakta tut, şüphesiz
dini sürdürmek, insanı hayasızlık ve kötülükten alıkoyar.” Allah her
şeyi her an görüyor diye düşünülmesi ve bu anlayışla hayatın dizayn edilmesi,
Müslümanların günlük yaşamında daha etkili olur. Müslümanların hata payını
azaltır. Yapılanları, Allah’ın yaptıklarımızı gördüğü bilinciyle yapmak caydırıcı
olur. Hayatımızın her alanında, yaptığımız her eylemde bu anlayışa göre hareket
etmeliyiz.
Oysa Müslümanlar debelenip duruyor, debelendikleri yerleri de çökertiyorlar,
zararı da kendilerine dokunuyor bu debelenmenin.
Sorunun çözümünü Kur’an veriyor
1. Allah tesbih edilecek.
Yani, Allah’ın koyduğu düzene uyum sağlanacak, her an bu düzene ne kadar
uyum sağlanılıyor sorgulanacak. Tesbihin anlamı budur. Tesbih çekerek Cennet’e
girilmez, başarı da elde edilmez. Ancak Allah’ın koyduğu düzene uyum sağlanırsa
Cennet’e girilir.
2. Allah’ın yarattığı ayetlere saygılı olunacak.
Allah nimet verdiyse bunun karşılığını isteyecektir. Mesela, hidayete ermek
nimettir, Allah verdiği bu nimetin karşılığını isteyecektir. Nimetin karşılığı
ödenirse ancak saygı gerçekleşir. Saygının olduğu yerde yardımlaşma
gerçekleşir. Allah’ın eli saygının olduğu yerde kullarının üzerindedir.
Kalbin mühürlenmesi
Kalbin mühürlenmesi demek, görülmesi gereken gerçeklerin görülememesi
demektir. Allah’ın verdiği nimetlere karşı nankörlüğün ve buyruklarına karşı
gelmenin cezasıdır kalbin mühürlenmesi. Gerçekleri sadece inanç sahibi
olmayanlar görmezden gelmezler. Müslüman olanlar da gerçekleri görmezden
gelebilirler. Gerçekleri görmeyen/göremeyen Müslümanlar sıkıntı verirler, bugün
çekilen sıkıntılar gerçekleri göremeyen Müslümanlar yüzündendir. Bunlar
kalpleri mühürlenen Müslümanlardır. Bunlar
Müslüman kâfirlerdir, kalpleri mühürlenmiştir onların. Tıpkı gerçekleri kabul
etmeyen kâfirler gibi.
Kur’an çığırtkan Müslüman istemiyor
İslâm aleminin içinde bulunduğu durumun asıl sebebi, Müslüman kâfirlerin
çoğunlukta olmasıdır. Müslümanlar, Müslüman oldukları zaman Allah’ın yardımı
onlarla olacak ve Müslümanlar bugünkü durumdan kurtulacaklardır. “Kahrolsun
İslâm düşmanları, kahrolsun emperyalistler” gibi sloganlar atarak düşman
kahrolmaz. Dua eylemle birlikte yapılır, sözlü dua geçerli olmaz, Allah sadece
sözlü duaya itibar da etmez. İtibar etmediğini bugün zaten görüyoruz. Ellerine
bayrakları ve değişik sloganlar yazılı dövizleri alarak sokağa çıkıp, bağırıp
çağıran Müslüman tipi dünyanın heryerinde var. Ancak kahrolan düşmanı nedense göremiyoruz. Bu uygulamanın adı kolaycılıktır. Kur’an çığırtkan Müslüman
istemiyor, akıllı, ne dediğini ve ne yaptığını bilen, müttaki/duruşu belli olan
Müslüman istiyor.
Allah, “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, bölünüp parçalanmayın” derken, bu
çağırıyı kulak ardı eden Müslümanlara yardım etmez. Ne zaman Müslümanlar O ipe hep
birlikte sarılırlar, işte o zaman Allah, Müslümanların duasını kabul eder ve
yardım elini uzatır ve işte o zaman Müslümanlar, içinde bulundukları bu
durumdan kurtulacaktır.”