22 Ekim 2011 Cumartesi

EĞİTİM


Rüştü Kam
19.04.2007

Eğitim insanlığın doğuşundan beri daima olagelmiştir, günümüzde de uygarlık düzeyi ne olursa olsun her toplumda süregelmektedir. Nüfusla sınırlı olan ilkel bir kabilede, insanoğlu bir taraftan temel ihtiyaçlarını karşılamak için kullandığı araçları geliştirmeye çalışmış, bir taraftan da toplumdaki çocuk, genç ve diğer yetişkinlere, örgün olmayan bir eğitim vermiştir. Böyle bir toplumda birey, canlı -cansız çevre ile etkileşim yoluyla öğrenmiştir ve öğrenmektedir. Öğrenmenin oluştuğu her durumda, insan davranışlarını değiştiren bir eğitim sürecinden söz edilebilir. Örnek olarak ; balıkçılıkla geçinen ilkel bir kabilede, babasının peşine takılarak balık avına giden çocuk kendi yaşamı içinde eğitilmektedir.

Uygar toplum, sosyal yaşamını sürdürebilmek için çeşitli kurumlar geliştirmiştir. Eğitimin kurumsallaşması için de ‘’okul’’ lar kurulmuştur. Ancak bu olgu, eğitim  kavramını ‘’okul’’la sınırlandırmak anlamına gelmemektedir. Önce, okula başlayan çocuğun o güne değin 6 yıl içinde pek çok şey öğrendiği unutulmamalıdır. Keza, birey, günün yirmi dört saatinin en çok altı saatini (1/4 rini) yada  (%25 ini)  okulda geçirmektedir. İkili, üçlü öğretim yapanlar okullarda bu 1/8’ ze hatta 1/ 12’re kadar düşmektedir. Okul saatleri dışında, birey, sosyal ve doğal çevre ile etkileşim halindedir. O halde ‘’eğitim’’, okula gelmeden önce ailede, çevrede ve okul sırasında da okula paralel olarak çevrede ayrıca süregelmektedir. İdeal olan, okul içi ve dışı eğitimin birbiriyle tutarlı olması ve birbirini tamamlamasıdır. Bunun için okul ve yaşam arasında bir kaynaşma gerekir ve yetişkinlerin okul içi eğitimden haberdar olmaları önem taşır.

İnsanımızın yaşadığı ve hızlı kültürel değişme gösteren Avrupa ülkeleri toplumlarında, kuşaklar arası mesafe ve iletişim yetersizliği sebebiyle okul içinde ve dışında sürdürülen eğitim arasında ciddi çatışmalar doğabilir. Örgün eğitimden sorumlu olanlar, bu çatışmaların kökenine, okul dışı yaşamın etkilerine inmek durumundadır. Okul, kendisine yapılan yatırımı hak etmek ve sosyal prestij kazanmak istiyorsa, öğrencinin okul dışı davranışlarına inmek, bunları etkilemek ve hatta bunları geliştirmek zorundadır.

Eğitim, okul öncesi ve okul yaşamında sürdüğü gibi okul sonrası da, diğer bir deyimle, yaşam boyu devam etmektedir. Günümüzde bir slogan haline gelen ‚yaşam boyu eğitim’ , eğitim sözcüğünün kapsamında esasen vardır; yeni olan, eğitimin yaşam boyu devam etmesi değil, fakat, çağımızda böyle bir gereksinim duyulması ve eğitimin yaşam boyu sürmesi için kurumsallaşmasıdır. Bu aşama, yüzyılımızın başında Durkheim’ın, eğitimi, ‘’yetişmiş olan kuşakların yetişen kuşakları metodlu olarak eğitmesi’’ şeklinde tanımlamasının  bu kavramı ne kadar daralttığını göstermektedir.

Gerçek şudur ki, günümüzde, yaş boyutu, eğitim açısından önem taşımakta, eğitimde kuşaklararası ve kuşaklar içi karşılıklı etkileşimden söz edilmektedir. Herhangi bir yaşta yeniden eğitimine devam etmek isteyen birey, kendisinden daha genç bir kadro tarafından eğtilmeyi yadırgamamaktadır.

EĞİTİMİN ALANI

Eğitim, en genel anlamıyla, insanları belli amaçlara göre yetiştirme sürecidir. Bu süreçten geçen insanın kişiliği farklılaşır. Bu farklılaşma eğitim sürecinde kazanılan bilgi, beceri, tutum ve değerler yoluyla gerçekleşir. Günümüzde okullar, eğitim sürecinin en önemli kısmını oluşturur. Eğitim yalnız okullarda yapılmaz. Günlük hayattaki eğitim-okul bitişikliği eğitim denince ‘’okul’’u hatırlatır.
Oysa, okul dışında da gençleri ve yetişkinleri bir mesleğe hazırlamak ve onların hayata uyumlarını kolaylaştırmak için açılmış kısa süreli eğitim veren kurumlar vardır. Ayrıca eğtim ailede, iş yerinde, asker ocağında, camide ve insanların oluşturdukları çeşitli gruplar içinde yer alır. En geniş anlamı ile eğitim toplumdaki ‘’kültürleme’’ sürecinin bir parçasıdır.

KÜLTÜRLEME

İnsanın kişilik YAPISI büyük ölçüde içinde doğduğu ve yetişdiği kültür tarafından belirlenir. Her toplum kendi kültürünün özelliklerini yeni kuşaklara geçirir. Toplumun, bireyleri kendi kültürünün istek ve beklentilerine uyacak şekilde etkilemesi ve değiştirmesine ‘’kültürleme’’ denir. Insanın çocuk, genç ve yetişkin olarak kendi toplumuyla bütünleşmesi toplum içinde etkinlik kazanması ve yetişmesi sırasında karşılaştığı bilinçli ve bilinçdışı öğrenmeler bu süreç sonunda elde edilir.

Kültürleme ailede, sokakta, işyerinde her türlü merasimde biliçli ya da biliçdışı kendiliğinden oluşan ve bireysel olan öğrenmeleri de kapsar . Kültürlemenin amaçlı olarak yapılan kısmı eğitimdir. Bu nedenle, eğitim ‘’kasıtlı kültürleme süreci’’ olarak da tanımlanmaktadır. İnsanın yetişmesinde kasıtlı olarak yapılan kültürlemenin yanısıra, yaşam içinde kendiliğinden oluşan öğrenmelerin de önemli rolü vardır. İnsanlar kişilik özelliklerinin, değerlerinin ve becerilerinin bir kısmını bu yolla kazanırlar. Eğitimciler kültürlemenin bu kısmını ‘’informal’’, amaçlı olarak yapılanı ise ‘’formal eğitim’’ olarak adlandırırlar.       

EĞİTİM VE ÖĞRETİM AMAÇLARI

1- Toplumsal bakımdan :
a) İnsan olmanın ve de müslüman olmanın şerefini anlamayı öğretmek ve bu şerefi korumanın sorumluluğunu öğretmek ve kavratmak,
b) İslam tarihinin değerlerini korumayı kavramak, İslam esaslarına  bağlı olmanın önemini benimsetmek,
c) Yaşanılan ülkenin anayasasının sağladığı hak ve hürriyetleri kullanırken yasalara saygılı olmayı, devlete karşı olan ödevlerin  yerine getirilmesi konusundaki hassasiyeti, öğretmek, ve kavratmak,
d) Bütün insanlara karşı iyi niyetli olmanın fayda ve zararlarını öğretmek ve kavratmak,
e) Insanlar arasında toplumsal dayanışma ilkelerini bozmayan fikir ayrılıklarını hoş görmenin getirisini ve götürüsünü öğretmek ve kavratmak,
f) Ülke kaynaklarını korumanın bir vatandaşlık görevi olduğunu öğretmek ve kavratmak,
h) İyiliği emretmenin, kötülükten sakındırmanın vebalini ötretmek ve kavratmak,
i) Bilimsel çalışma ve ilerlemenin toplum için getireceği faydaları öğretmek ve kavratmak.

II- Kişisel bakımdan :
a) Öğrenme ve gelişme isteğine, pratik hayatın gerektirdiği bilgi ve becerilere sahip olmak,
b) Anadilini doğru olarak konuşmak ve yazmak,
c) Yaşadığı ülkenin dilini doğru olarak konuşmak ve yazmak,
d) Çevresinin sağlık şartlarını düzeltmek için uğraş vermek,
e) Sportif faaliyetlere ve makul olan  eğlencelere katılmak,
f) Kendi davranışlarını denetliyebilir ve iyiye yöneltebilir hale getirmek,
g) Serbest zamanlarını temiz ve yararlı işlerle geçirmek,
h) Güzel sanatları ve tabiatı sevmek
i) Sorumlu işler almaya hazırlıklı, girişkenlik yeteneği gelişmiş insanlar yetiştirmek;

III- İnsanlık ilişkileri bakımından:
a) Başkalarıyla birlikte çalışmanın ve ekip içersinde uyumlu davranmanın yollarını öğretmek ve kanratmak,
b) Sözüne güvenilir insanlar yetiştirmek ,
c) Davranışlarında nezaket ilkelerine uymanın gerekli olduğunu öğretmek,
d) Aileye değer vermenin getirilerini, evi yönetmede becerikli olmanın yollarını öğretmek,
e) Ailesinin bütün üyelerine karşı saygılı ve şefkatli olmanın zaruretini kavratmak

IV- Ekonomik hayat bakımından:
a) Fertleri çalışmanın zevkini duyar hale getirmek,
b) İşi üzerindeki gücünü geliştirerek sürdürmenin pozitif gertirisini kavratmak,
c) Yeteneklerine uygun işi seçebilmenin, mesleğinde başarılı olabilmenin güven açısından faydalarını kavratmak;
d) Geçimini sağlamanın özgüven açısından faydalarını kavratmak,
e) Hesabını bilir bir insan olmanın gelecekteki faydalarını kavratmak.

TÜRKÇEYİ EN GÜZEL BİR ŞEKİLDE ÖĞRENMEK VE KONUŞMAK

Türkçe, önümüzde duran büyük bir meseledir. Bu, bütün kuşaklar için büyük bir meseledir.
Anadilini bilmeyen insan:
-Dinini yeterince öğrenemez.
-Kültürünü öğrenemez.
-Tarihini öğrenemez.
Dinini, kültürünü, tarihini bilmeyen insanlar, hiç bir zaman kompleksten kurtulamazlar.

TÜRKÇE ÖĞRENMEDEKİ AMAÇLAR:

1- İnsanlarımızı, söz ve yazı ile ifade olunan düşünceleri, duyguları, iyi ve doğru olarak anlamaya alıştırmak,
2- Onlara, gördüklerini, duyduklarını, bildiklerini, incelediklerini, öğrendiklerini, düşünüp tasarladıklarını söz ve yazı ile doğru olarak anlatma gücünü kazandırmak,
3- İnsanlarımıza Türk dilini sevdirmek, onlarda yaş ve seviyelerine göre yazılmış yararlı kitap ve yazıları aramak, bulmak ve okumak için sürekli bir ilgi uyandırmak,
4- Türk dilindeki kelimelerin anlamlarını, doğru yazılış ve okunuşlarını öğreterek onların kelime haznelerini, yaş ve seviyeye uygun bir şekilde zenginleştirmek.
5- Dilimizin bağlı olduğu ana kuralları sevdirip şğreterek, onlarda Türk dilini düzgün kullanma özgüvenini oluşturmak.
6- İnsanımızda inancını kökleştiren, insanlığa yararlı, estetik bakımdan değerli düşünce ve sanat eserlerini tanıma yeteneğini geliştirmek.
8- Yazılı metinler yoluyla insanlarımızın hayat ve tabiatı tanımasına, bunları sevmesine yardım etmek. İnsan ruhunun gelişmesinde iyi bir ana dili öğretiminin rolü ölçülemeyecek kadar büyüktür.



OKUMA

Okumanın amaçları:
1- İnsanlarımızın okuduklarını doğru ve çabuk anlamasına yardımcı olmak, tabii ve anlamlı okuma alışkanlıklarını geliştirerek, sesli ve sessiz okumayı iyileştirmek.
2- Türlü konularda okuma becerisini genişleterek insanımızın kelime haznesini zenginleştirmek ve okuma zevkini yükseltmek.
3- Hertürlü konuda okuma alışkanlığı kazandırarak, insanımızı ön yargılardan uzaklaştırmak ve  karakter karakter sağlamlığı kazandırmak.
4- İnsanımızı güzellikler konusunda bilgilendirerek, estetik değerler üzerinde düşündürmek.
5- İnsanımıza boş zamanlarını okumakla geçirme alışkanlığını kazandırmak.
6- İnsanımıza kitap okuma alışkanlığı kazandırarak, kitap sevgisini ve kitap sahibi olma isteklerini teşvik etmek ve geliştirmek.

Öğrenimin büyük ölçüde okumaya dayandığını göz önünde bulundurulmalı, konu ile ilgili çalışmalar külfetli de olsa asla vazgeçilmemelidir.

YAZMA

1- Türkçe öğrenme yazma yoluyla desteklenmeli hatta yazmaya büyük önem verilmelidir.
2- Kişiliklerin gelişmesinde yazmanın rolü büyüktür. İnsanımıza; tasarladığını, gördüğünü, yaşadığını, duyduğunu, okuduğunu ve düşündüğünü yazıyla doğru düzgün maksada uygun ve güzel olarak yazma yürekliliği kazandırılmalıdır.
3- Özellikle yazının imla kurallarına uygun olarak yazılmasına özen gösterilmelidir.

Selam ve dua ile….

KURBAN (lll)

Rüştü Kam  Kasım 2011

Sevgili Berlinliler, Türk Eğitim Derneği ve Berlin İlahiyatçılar Derneği “lll. Kurban Bayramı Sokak Şenliği”ne sizleri davet ediyorlar.

“Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz
kalınca anlar insan...

Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir;
sevmeninkini yalnızlık...

Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.

Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni
kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp "Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...

Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.
Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır.

Zorluklara tek başına göğüs gerebilmek, gereğinde
haksızlığın üstüne yalın kılıç yürüyebilmek bayramdır...”       

Böyle anlatıyor bayramı Can Yücel, bu veciz dizeleriyle…

Evet sevgili Berlin’liler, gelin bu “Kurban Bayramı”nı Alman dostlarımızla birlikte kutlayalım. Evimiz, sokaklarımız mutlulukla neşeyle dolsun.

“Kurban Bayramı” müslümanlar için önemli bir bayramdır. Çünkü müslümanlar bugün insanların, tanrılar için kurban edilmesine Allah tarafından son verildiğine inanırlar. Bundan dolayı bu bayramın adı, aslında ölümden kurtuluşun bayramıdır. Kesilen kurbanlar Allah’a teşekkür anlamı taşır. 

Müslümanlar bugün yaşama sevinciyle coşarlar. Severler ve sevilirler, sevinçlerini kurban keserek ve kestikleri bu kurbanı da dostlarıyla, komşularıyla, sevdikleriyle birlikte  paylaşırlar.

Kısaca Kurban’ın tarihine bakacak olursak, Kurban’ın, hak olan dinlerde de beşerî olan dinlerde de var olduğunu görürürüz. Hz.Adem'in oğullarından Hâbil ile Kâbil birer kurban kesmişler, Allah haklı olan Hâbil'in kurbanını kabul ettiği halde Kâbil'in kurbanını kabul etmemiştir( Maide, 5/28).

Hz. İbrahim'e oğlunu kurban etmesi rüyasında emredilmiştir. Ama baba bıçağı oğlunun boğazına çalacağı zaman Allah  ona büyük bir koç göndererek oğlu yerine bu koçu kesmesini emretmiştir. Böylece baba-oğul ideal bir itaat, teslimiyet ve fedakârlık örneği vermişlerdir (Saffat, 37/107).

İlkel dinlerde krallar, kâhinler, ölüler ve putlar için kurban kesilirdi. İslâm öncesi Araplar da putlar adına kurban keserlerdi ( Maide, 5/3, Bakara, 2/173, En'am, 6/145, Nahl, 16/115).

Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalib oğlu Abdullah'ı kurban etmeye niyetlenmiş, fakat yaptığı istişareler sonunda onun yerine yüz deve kesmişti (İbn Hişam, es-Sire, I- 98).
Görüldüğü gibi İslâm tâ Hz. Adem'den beri süregelen kurban kesme geleneğini korumuş ve bu geleneği insancıl olmayan uygulamalardan arındırmıştır. Hayvanlara gösterilmesi gereken şefkat ve merhamet esasları dahilinde yeni bir düzenleme getirmiştir.

Kurban kesmek zorunlu değil, gönüllü bir ibadettir. Kurban kesmek için zengin olmak da şart değildir. İsteyen ve imkan bulan her müslüman kurban kesebilir.

Kurban kesmenin asıl amacı insanlarla bir araya gelerek kucaklaşmaktır. Karşılıklı fedakarlıktır. Sahip olunan malın birlikte paylaşılmasıdır. Bu paylaşımda ihtiyaç sahiplerinin de gözetilmesi gerekir. 

Hz. Peygamber kurban etlerinin kavrularak saklandığını ve ihtiyaç sahiplerine verilmediğini görmüş ve: "Hiç bir kimse kestiği kurbanın etini üç günden fazla evinde ve elinde tutmasın" buyurmuştur.
Hz. Peygamber’in koyduğu bu yasağın amacı, insanların bencil duygulardan uzaklaşmalarını ve paylaşımcı bir ruhla  geniş halk kitleleriyle kucaklaşmalarını sağlamaktır.

Türk Eğitim Derneği ve İlahiyatçılar Derneği Kurban’ın belirttiğimiz amacına uygun olarak kesilmesine önem verir. Bu amaçla Berlin’de bir ilke daha imza atmışlardır. Geçen sene ikincisini yaptığımız bu şenliğin bu sene üçüncüsünü yapıyoruz. Bu kurbanlar Türk Eğitim Derneği’nin çalışmalarını destekleyen duyarlı müslüman kardeşlerimizin kurbanlarıdır.

Amacımız, kurban geleneğini korumak ve burada yaşayan insanımızın Kurban Bayramı vesilesiyle kaynaşmasını sağlamaktır.
Ayrıca, Alman komşularımızla birlikte bu bayramı kutlayarak, fedakarlığımızı ve sevincimizi onlarla paylaşmaktır.

Yüce Allah sadaka vermeyi emreder. Ve der ki, “Sadakayı önce en yakınındakine vereceksin, sonra deniz dalgası gibi yayılacaksın”.

Bizler Berlin’de yaşıyoruz. Berlin’de yaşayan insanımıza, akrabamıza ve Alman komşularımıza  karşı  görevlerimiz var bizim, hayırlarımızı verirken, önceliği Berlin’e tanımalıyız.

„Kurban“ı sadece et yemek olarak görmeyelim. Sadece et  bayramı olarak da görmeyelim: Çünkü,  „Kurbanın ne eti, ne de kanı Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan sizin takvanızdır.“ (Hacc 37) buyuran Yüce Mevlâmız konunun önemini vurgulamıştır.

Yardıma muhtaç olan insanlara elbette el uzatmak gerekir. Böyle bir yardım farzdır. Ancak; kendi evimizde yangın varken komşunun evindeki yangını söndürmeye gidemeyiz. Oraya bir kova su gönderebiliriz, ama hortumu uzatamayız...Uzatırsak biz yanarız…

Yani, Allah bize öncelikli olarak Pakistan’daki, Afganistan’daki, Somali’deki ve başka yerlerdeki insanlara niçin yardım yapmadınız diye hesap sormayacaktır. Fakat Berlin’deki insanlara niçin yardım elinizi uzatmadınız, niçin onların geleceğine yatırım yapmadınız? Hatta, Alman komşunuz Thomas’la, Rose ile İslam’ın güzelliklerini niçin paylaşmadınız? diye soracaktır…

Değişik ülkelere  yapılan yardımlara karşı değiliz. O eli de tutalım, ancak kendi çocuğumuzun elini bırakarak o eli tutmayalım. Kendi çocuğumuzu kuyudan çıkardıktan sonra  tutalım o eli.  O ülkelerin insanlarına dünya devletleri  yardım ediyor, Birleşmiş Milletler de yardım ediyor… Oysa bize ve bizim geleceğimize kimse yardım etmiyor, yatırım yapmıyor…

Yıllardan beri Afrika’da ve Asya’da  kurbanlar kesiliyor, ama sonuç değişmiyor. İnsan yılda bir öğün et yese ne olur yemese ne olur. 364 gün açlıkla mücadele edilecekse bu bir gün et yemenin anlamı ne olabilir ki?

O insanlara bir lokma et yedireceğiz diye uğraş vereceğimize, bulunduğumuz ülkelerde  kurban paralarıyla özel okullar, üniversiteler, hastaneler açsaydık daha hayırlı bir hizmet yapmış olurduk.

Şimdi o ülkelerdeki gençleri getirip kurban paralarıyla bu okullarda  okutabilir veya hastanelerde tedavi ettirebilirdik. Bu şekildeki bir uygulama İlahi iradeye daha uygun olurdu.   

Ne dersiniz; isterseniz yardımlarımızı yaparken biraz da konuya bu tarafından bakalım….

İşte, Türk Eğitim Derneği, Berlin İlahiyatçılar Derneği, Hikmet Kütüphanesi ve Berlin Veliler Topluluğu  bu amaçlar doğrultusunda çalışmalarını temellendirdi ve bu “lll.Kurban Bayramı Sokak Şenliğini” düzenledi. Arzumuz bu şenliğin gelecek senelerde Berlin’in bütün ilçelerinde düzenlenmesidir.  

6 Kasım’da müslümanların Kurban Bayramı’dır. Kısa bir süre sonra da Hristiyan aleminin önemli günlerinden biri olan Weihnachten geliyor. Nasıl Alman komşularımız bizim davetlerimize katılıyorlar ve en önemli günümüzde bizlerle birlikte oluyorlarsa, bizler de onların davetlerine katılalım ve o önemli günlerinde onlarla beraber olalım. O zaman Sarrazin ve Sarrazin gibi insanlar kötü emelleri için bizleri malzeme olarak kullanamayacaklardır.

Cumhurbaşkanımız Sayın Christian Wulff’un tarihe not olarak düştüğü şu anlamlı sözüyle yazımı bitirmek istiyorum: “İslamiyet de  Almanya’nın bir parçasıdır”.

KURBAN (ll)


Rüştü Kam  Kasım 2011

"Bu kadar kurban kesmeye gerek yok!"

Kurban kesmek ibadet olmaktan çoktan çıkmış durumda. Kurban bayramı et bayramına dönüşmüş durumda. Kimisi kurban bayramında hayvanını kesiyor ve derin dondurucuya koyarak canı istedikçe oradan çıkarıp afiyetle yiyor. Kimisi değişik ülkelere et göndererek aynı gayeye hizmet ediyor. Bilhassa Türklerin sünneti haline gelen kurban kesme konusunda, Hande Köseoğlu’nun İhsan Eliaçık ile yaptığı bir röportajı önemine binaen  aynen iktibas ederek istifadelerinize sunmak istiyorum.

 “Türkiye’deki mezbahalarda bir vahşet yaşanıyor, hayvanlar birbirlerinin gözleri önünde kesiliyor, Avrupa Birliği’ndeki gibi acısız kesim yöntemine geçmeliyiz” tartışmasına nasıl bakıyorsunuz? Dinen uygun olup olmadığı endişesi taşıyanlara hak veriyor musunuz?

Acısız kesimde önerilen yöntem, elektroşok yöntemi.  Bu yöntemde hayvanın baygın mı yoksa ölü mü olduğunun kesin olarak bilinmesi lazım. Baygın hayvanı kesmekte dinen sakınca yoktur, kanı akıtılıyorsa. Ama elektroşok vereceğiz derken hayvanı bayıldı sanarak öldürürseniz bu olmaz. Bunun iyi bilinmesi lazım.
Kesimin çeşitli yöntemleri var, illa geçmişteki gibi atadan kalma, dededen kalma yöntemlerle hayvan keseceğiz diye bir şart yok. Önemli olan hayvanı kesmek ve kanını akıtmaktır. Kaldı ki mezbahaları bırakın, kurbanın bu kadar yaygın olmasına da gerek yoktur, bu da ayrı bir tartışma konusu.

Gereğinden fazla kurban kesiliyor diyorsunuz öyle mi?
Benim görüşüme göre bu kadar kurban kesmeye dinen gerek yok.  Her caddede, her
sokakta bir hayvan kesiliyor. Kuran-ı Kerim’e baktığımızda kurban ile ilgili konulara hac ayetlerinin geçtiği yerlerde değiniliyor. Hacılar Peygamberimiz’den öncesinden beri, Kâbe’ye gelince oraya hediye edilmek üzere kurban keserlerdi. Kuran-ı Kerim bu kültürden bahsediyor. Kuran’da kurban hac ile ilgilidir, hacca gitmeyenlerin kurban kesmesine gerek yok, zaten kurban bayramı da hac bayramıdır. Hacılar toplanıp Kâbe’nin etrafını tavaf edip, kurbanlar keserken biz de buradan, bulunduğumuz yerden onların bu büyük hac bayramına katılmış oluyoruz. Bu daha sonra bazı mezheplerce geliştirilmiş, “Hacca gitmeyenlerin de kurban kesmesi gerekir” denilmiş ve hacca gitmeyenler de kurban kesmeye başlamış. Ama İslam Dünyasına baktığımızda en çok Türkiye’de hacca gitmeyenlerin kurban kestiğini görüyoruz. Arap Dünyası’nda, İran Dünyası’nda kurban bu kadar yaygın değil.

"Türkiye’deki dini ritüeller İslam değil Şaman kültürüne aittir"
“Kurban, genel anlamda İslam kültürüne ait bir olgu değil” mi demek istiyorsunuz?
Ben kurbanın bu kadar yaygın olmasının İslam kültüründen ve Kuran’dan değil, Şaman kültüründen kaynaklandığını düşünüyorum. Şaman inanışta kurban kesmek dinin direğidir. Şaman anlayışında mescit yok, camii yok, hac yok bunun yerine kurban kesme geleneği var. Kurbanın doğada, açık alanlarda kesilmesi gerekir. Bizim vatandaşımız da tüm dayatmalara rağmen kurbanı dışarıda kesmekte ısrar ediyor, belediyeler buna engel olamıyor. Her bayram etrafta kaçışan danalar, koyunlar görürüz ve ben bu manzaranın çok eski bir kültüre dayandığını düşünüyorum. Şaman kültürü etkilerini taşıyan bir geleneğimiz de domuz eti yememedir.

Kuran-ı Kerim’de domuz etiyle ilgili beş ayrı sure var bildiğim kadarıyla…
Var ama eski Şaman Kültürü’nde olan bazı şeyler Kuran’da sınırlandırılmış derecede de olsa kendine bir uç bulmuş ve böylelikle eski ve yeni kültür bütünleşip birden bire yaygınlaşmış. Türkiye’deki en yaygın dini ritüellerin kurban kesmek, domuz eti yememek, türbe ziyaret etmenin Gök Tanrı İnancı, Atalar Kültürü, Şeyhlik Kurumu vb.nin kökeninin eski Şaman Kültürü’ne dayandığını düşünüyorum. İslam Kültürü’nde domuz eti yememe daha çok Doğu Kültürü ve Asya Kültürü’ne aittir. Kurbanda da böyle.
İslamiyet kurban geleneğini Hac ile sınırlandırıyor. Şöyle garip örnekler de var: Adam namaz kılmıyor, hacca gitmiyor, İslam’ın diğer gereklerini yerine getirmiyor, yetim hakkı yiyor, işçisine asgari ücret veriyor ama asla domuz eti yemiyor!

Dini, etik değerlerimiz esnemeye müsait ama konu domuz eti yemeye gelince asla, öyle mi?

Evet. Bir örnek vermek gerekirse: Almanya’da çalışan Türk işçilerine yapılan bir ankette sorulmuş: ‘Vazgeçmeyeceğiniz en son şey nedir?’ diye. Anketten çıkan sonuç; ‘Türk vatandaşlığından ayrılıp Alman olabiliriz, Müslümanlıktan çıkıp Hıristiyan olabiliriz, içki içebiliriz, bar ve pavyona gidebiliriz ama asla domuz eti yemeyiz’ olmuş.

İnancı algılayışımızdaki bu kopukluğun nedeni ne?
Ben Türkiye’deki inancı algılayışta Şaman-İslam sentezi olduğu görüşündeyim. Eski Şaman Kültürü ve temel ritüelleri genellikle ilkokul, ortaokul mezunu seviyesinde olan kadınlarca devam ettiriliyor, o kadınlar tüm bunları taşıyıp, nesilden nesile aktarıyorlar, çocuklarını ona göre yetiştiriyorlar. Örneğin: ‘Ocağı kirletme, eşikte oturma’ derler Anadolu’da. Biri size bu sözü söylerse ve siz “Bu söz nereden çıktı?” derseniz alacağınız yanıt ”Sus, tövbe tövbe, dinden çıktın” diyerek sana kızar. Bu deyiş aslında Şaman Kültürü’nde var olan Ocak Tanrısı ve Eşik Tanrısı’nı kızdırmamak için kullanılır ve kökü Şaman Kültürüne dayanır.

Türkler Müslümanlığı kabul ettikten sonra Şaman inancı ile İslam inancı birbirine karışmıştır ve dışarıdan İslam kökenli gibi görünen ama içine girdiğinizde dinin temel imgeleri ve esasları, dinin akıp geldiği anafor Şaman Kültürüdür ve iki bin yıldır değişmemiştir.

Yineliyorum, kurbanın Kuran’da bugün uygulandığı kadar yaygın bir yeri yok, herkesin kesmesi gerekmiyor. Kuran’da kurban, hacca gidenlerin, hacdan dönenlerin yapması gereken bir ibadet olarak yer bulur.  Bunu netleştirmek lazım.



KURBAN ( l )


Rüştü Kam 2011

Kurban: Kurban Bayramı günleri, Allah’a yaklaşmak maksadıyla kesilen hayvanın adıdır. Kurban; hicretin ikinci senesinde meşru kılınmıştır. Kurban, hacca giden müslümanların yerine getirmeleri gereken bir ibadettir. Allah’a yakınlaşmak anlamına gelir.

Kur’an hacca gitmeyen müslümanlara kurban kesme zorunluluğu getirmez. Ancak Hanefi mezhebi Kevser suresini esas alarak zengin olan müslümanların kurban kesmelerinin vacip olduğu kanaatindedir. Diğer mezheplerin kanaati kurban kesmenin sünnet olduğu yönündedir.

Hatta Şafii mezhebi ömürde bir kez aile adına kesilen kurban, sünneti yerine getirme adına yeterlidir demiştir.

Konu ile ilgili ayetler, hadisler ve mezhep görüşleri aşağıda olduğu gibidir. Okuyun ve kendiniz hakkındaki kararı kendiniz veriniz.   

Konuyla ilgili Kur’an buyrukları


 “Biz o büyükbaş hayvanları da Allah’ın kutsallık nişanları arasına koyduk. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar ayakları üzerine sıralanmış du­rurken, üzerlerine Allah’ın ismini anın, yanları yere yaslandığı zaman da onlardan yiyin“. (Hacc Suresi 36)

Bakara Suresi

196.   “Allah için Hacc’ı ve Umre‘yi tamamlayın. Eğer alıkonursanız, kolayınıza gelen bir kurban gönderiniz. Kurban yerine ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyiniz. Sizden biri hasta olur veya başında bir rahatsızlık olursa, fidye olarak ya oruç tutar, ya sadaka verir veya kurban keser. Güvende olduğunuz zaman ise hacca kadar umreden faydalanmak isteyen kimse,  kolayına gelen bir kurban keser. Bulamayan, hacda üç gün, döndüğünde yedi gün -ki hepsi tam on gün eder- oruç tutar. Bu Mescid-i Haram’da oturmayan kimseleredir. Allah’a saygılı olun ve Allah’ın cezalandırmasının çetin olacağını bilin.”  

Hacc Suresi

27. “İnsanları Hacc’a çağır ki,  yürüyerek veya uzak yollardan gelen idmanlı binekler üstünde sana gelsinler.  

28- Kendileri için birtakım faydalar görsünler.   Allah’ın onlara rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O’nun adını ansınlar. Siz de bunlardan yiyin; çaresiz kalmış yoksulu da doyurun.“   

32- „İşte böyle; kişinin Allah’ın nişanelerine hürmet göstermesi, kalplerin Allah’a karşı saygılı olmasındandır.“  

33- „Bu hayvanlarda sizin için belle bir süreye kadar faydalar vardır. Sonra bunların varacakları yer Kâbe’dir.“   

34- „Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerlerine O’nun adını anarak kurban kesmeyi, her ümmet için bir ibadet biçimi kıldık. Sizin Allah’ ınız tek bir Allah’tır O’na tabi olunuz. Allah’a gönülden bağlanmış olanları müjdele.“  

36- „Sizin için büyükbaş hayvanları da sizin için Allah’ın nişaneleri kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Onlar ön ayaklarından biri bağlanmış haldeyken üzerine Allah’ın adını anın. Yanları üzere düşüp canları çıkınca yiyin,  isteyene de istemeyene de verin. Şükredersiniz diye böylece onları sizin buyruğunuza verdik.“  

37- „Bu hayvanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan sizin saygınızdır. Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah’ı yüceltmeniz için onları böylece sizin buyruğunuza vermiştir. Iyi davrananları müjdele.”    
           
Maide Suresi

27. “Onlara Âdem’in iki oğlunu doğru olarak anlat. İkisi birer kurban sunmuşlardı. Birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. “Seni mutlaka öldüreceğim demişti“. “Allah sadece kendisine saygılı olanlardan kabul eder „cevabını vermişti.“
97- “Allah saygın ev Kâbe’yi, saygın ayı, Kâbe’ye hediye edilen kurbanı ve boynu tasmalı kurbanlıkları insanlar için bir dayanak kıldı. Bu Allah’ın göklerde olanları ve yerde olanları bildiğini ve Allah’ın herşeyi bildiğinizi bilmeniz içindir.”  

Kevser Suresi

“...Rabbin için namaz kıl,  kurban kes...“


Konuyla ilgili Hadisler

- „Zilhiccenin hilâlini görüpte sizden herhangi biriniz kurban kesmek isterse; saçlarını ve tırnaklarını kesmesin“. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli , c. 4,  s. 394)
- “Ben Kurbanla emrolundum.   Bu sizin    için Sünnet’ tir.” (Neylü’l Evtar’dan,  s. 108. Vehbe Zuhayli,  İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, c. 4,  s. 394)
- „Sakatlığı,  hastalığı veyahut bir gözünün kör olduğu belli olan veyahut zayıflıklarından dolayı kemiklerinde ilik kalmayan hayvanlar kurban olarak kesilmezler.“ (Ebû Davûd- 2802‘tan-Ibn. Rüşd,  B. Müçtehid,  c. 2,  s. 324)
- „Teşrik günlerinin hepsi kurban kesme zamanıdır.“ (Müslimden, a. g. e.  404- Bi­dayetül Müctehid,  c. 2,  s. 333)
- „Sen hangisinden hoşlanmıyorsan onu kurban etme, fakat başkasına da haram etme“. (Nesa-i’den 7/214,  B. Müçtehid,   s. 326)
- „Kurban etmek için koç aldım fakat kurt kuyruğunu kopardı. “Peygamber­imiz“:   Birşey olmaz kurban et.“ (İbn. Mace’den 3146,  B. Müçtehid,  s. 327.)  
- „Yiyiniz, yediriniz, saklayınız“. (Neylü‘ l Evtar‘dan, 1367.  İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 422)

İlim Adamları  kurbanla ilgili olarak neler demişler

- İmam’azam Ebû Hanife’ye göre: Kurban kesmek vaciptir. İmam’ı Yusuf ve Muhammed’e göre Sünnet’i Müekkede‘dir.  Müslüman, hür, baliğ ve zengin olanlar keser. Kadın ve erkek olması arasın­da fark yoktur. Ehl-i Kitap olab birisi de kurban kesebilir. Ölen insanlar  adına kurban kesilebilir.   (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 303)

- İmam-ı Malik, İmam-ı Şafii, Imam-ı Hanbeli’ye göre: Sünnettir. Ödeyebileceğine inanan kimse borç alarak kurban kesebilir. Ayrıca; Şafii Mezhebinde,  bir kişinin ömründe bir kez kurban kesmesi Sünnet-i ayn, aile içerisinde bir kişinin kesmesi ise Sünnet-i Kifâyedir.  Ölen insanlar adına kurban kesmek  Malikilere göre mekruhtur. Şafiiler: Necm Sûresi 39‘u delil olarak ele almışlar vasiyet etmişse  kesilebilir. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 394)

Kurban kesmenin vakti  

1- Namaz ve hutbeden sonra:  
- üçüncü bayram günü akşamına kadar kurban kesilebilir. Hanefi,  Maliki, Hanbeli mezheplerinin görüşü böyledir.
- tan yerinin ağarmasıyla başlar, dördüncü bayram günü akşamına kadar kesilebilir. Bu görüş Şafii mezhebinindir.
Geceleyin yanlışlık yapılır ihtimalinden ötürü kurban kesmek mekruhtur denilmiştir. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 402)

Kurbanlıklarda yaş 

- Devede;  5 yaş esas alınır,  sığırda 3;  yaş esas alınır.  Koyun ve keçide; 2 ve daha yukarı yaş esas alınır. Gösterişli ise 6 aylık bir kuzu ve oğlak kurban olarak kesilebilir. Bu oranlama büyük baş hayvanlarda da yapılabilir. Hanefiler. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 408)

Kurbanlık hayvanları vasıfları   

- Etin kesilmesine mani olan her kusur, kurban olarak kesilmesine de manidir.   Etin değerini düşürmeyen her kusur; kurban olarak kesilmesine de mani değildir.  (Cumhur. B. M., c.   2, s. 325/İ İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 414)

Velhasıl; Boynuzu kopmuş, burulmuş ve uyuz olmuş hayvanlar kurban olarak kesilebilirler. Çünkü uyuz hastalığı deridedir,  ette değil. Ama en iyisi eksiksiz olan hayvanı kurban olarak kesmektir.( İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 412)

-  Etlerin taksimi
Eti üçe ayırmak lâzımdır:  
1- Yiyeceğimiz olan  bölüm,  
2- Saklayacağımız olan bölüm ,  
3- Yedireceğimiz olan bölüm olmak üzere. Yakın komşularımız arasında ayırım yapmadan; önce muhtaç olanlara, sonra Ehli Kitap olanlara daha sonra da diğerlerine etler pay olarak dağıtılmalıdır. Bizim dağıttığımız etin nasıl hangi şartlarda yenileceği bizi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren,  eti Allah’ın rızasına uygun olarak dağıtmaktır.  

- Bayram namazını hükmü 
1- Hanbelîler’e göre :              Farzı Kifâye
            2- Hanefîler’e göre   :             Vacip
            3- Malikiler’e göre    :              Sünnet-i Müekked
            4- Şafiiler’e göre      :              Sünnet’tir. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 453)

-Kevser Suresinin anlamı şöyle olmalıdır
"Sen onların sözlerine aldırış etme de nübüvvet makamının şükrünü eda için Hakka yönel; gönlünü, sadrını, nahrını O'na aç, teslimiyetle O'nun huzurunda el-pençe divan dur! İnsanlar içinde de göğsünü gere gere dolaş. Nimetlerden mahrum olan sen değilsin ki! Hayırdan mahrum olanlar asıl seni mahrumiyetle suçlayan o zavallıların kendileridir!"

Kevser suresinin bildik meali ise şöyledir
“Biz sana kevseri verdik, o halde sen de Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Asıl zürriyetsiz olan, sana buğzedenin kendisidir.”

Sonuç:

Yukardaki ayetlerden ve hadislerden anlaşıldığına göre, kurban kesmek Hacc ibadetini yerine getirenler için bir vecibedir, gerekliliktir. Hacc’a gitmeyenlerin kurban kesmeleri gerekmez. Araplar arasında kurban kesmenin  bizdeki gibi yaygın olmayışının sebebi Kur’an’ı doğru anlamalarındandır.

Oysa Kurban Türkiye‘de zenginlerin yerine getirmesi gereken bir ibadet olarak algılanmaktadır. Ancak son zamanlarda zenginin de fakirin de kurban kesmesi moda haline gelmiştir.

Bununla birlikte, kurban etinin bir kısmının fakirlere dağıtılması şartıyla, kurban geleneğinin hayırlı bir gelenek olduğu söylenebilir.  

Kurban bir ibadettir. Ancak Hanefi mezhebinde olduğu gibi vacip bir ibadet değildir. Sünnet bir ibadettir. Bir ibadetin sünnet olması, o ibadetlerin önemsiz olduğu anlamına gelmez.  Kurban ibadeti, yaşanılan bölgedeki insanların kaynaşmasına vesile yapılmalı ve o şekilde değerlendirilmelidir. Şenlikler yapılmalıdır. Kurban etleri bu şenliğe gelenlere ikram edilmelidir.

Afrika ülkelerinde, Asya ülkelerinde kurban kesiyoruz, kurbanlarınızı bize verin diye kapıya gelenlere itibar edilmemelidir. Onlara kurban verilmemelidir.

Hacca gidecek olanlar da kurbanlarını Mekke’de değil bulundukları yöredeki hayır kurumlarına vererek değerlendirilmelidirler. Bugün mekke’de kurban kesmenin bir anlamı yoktur. Orada kesilen kurbanlar maalesef zebil ediliyor.

Devam edecek 

ALMANYA’DAN ABDULLAH GÜL GEÇTİ



Rüştü Kam  21.09.2011
Hem de öyle bir geçti ki, tozu dumana kattı.

„Suç örgütü, suç örgütü' dersen terör örgütüne, yapacağı budur işte. Kamu düzenini böyle bozar!''

Gençliğimde futbol takımlarımız yabancı bir ülke takımıyla maça çıktığı zaman, sahaya 2 sıfır yenik çıkardık. Maçtan sonra da yenildik ama ezilmedik derdik. UEFA kupası, dünya üçüncülüğü derken son yıllarda bir Anadolu takımı İnter’i bile evinde yenmeye başladı. Gururlanıyoruz, yürüyüşümüz değişiyor. Masada oturuşumuz değişiyor. Sohbetlerimizde sesimizi haklı olarak yükseltebiliyoruz.

Bilhassa biz gurbetçiler için dik duruş çok önemlidir. Alnımızın yere düşmemesi lazım. Bizler Alman halklarının içinde  azınlık olarak yaşıyoruz. İş yerinde, sokakta, okulda, cafede otururken sohbet bir şekilde Türklere ve Almanlara geliveriyor. İşte o zaman devletimizin ve hükümetlerimizin izledikleri tutarlı ve ısrarlı politikaları bizlere güç veriyor.  Rahat konuşuyoruz, öz güven içinde konuşuyoruz.

Eşekten düşmeyen anlamaz bu psikolojiyi.

Son zamanlarda dış politikada, Türkiye’nin izlediği siyaset gündem oluşturuyor. „One minute“ resti, arkasından Arap Baharı… Ne de hoş geliyor  Afrika Zambaklarının kokusu,  tâ Almanya’ya kadar...

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Almanya ziyareti çerçevesinde Humboldt Üniveritesi’nde ortaya koyduğu irade de yüreklerimize ayrı bir ferahlık verdi: ''Ya bu konuşmayı yaparım ya da hemen Türkiye'ye dönerim!.“ İşte budur, ilkeli duruş işte budur dedik.

Şapkalarımızı havaya attık. Teşekkürler sayın Cumhurbaşkanım.

Bu iradenin ardından, iki saat gecikmeyle de olsa, Gül, Humboldt Üniversitesi’nde kürsüye geldi. Resti görülmüştü.. Yüreğimize su serpen konuşmasını yaptı:

„Şantajlara boyun eğmeyeceğiz, teröre kim taviz verirse, onun arkası gelir. Kim terörün şantajına, tehdidine boyun eğerse, onun faturasını o öder. Onun için bu tehditlere boyun eğmeyeceğimizi herkesin görmesini isterim, Almanya'nın demokratik ortamından faydalanan ve bunu istismar eden terör örgütüyle ilintili 30-40 kişinin buradaki tehditleri ve bu toplantıyı yaptırmak istememeleri, bu toplantıyı yapma ısrarımız karşısında da bomba ihbarı yapması üzerine güvenlik güçleri konuşmayı bu kadar geciktirdiler. Ama şunu ifade etmek isterim ki, burada böyle 30-40 kişiye pes edecek, onların tehdidine, şantajına boyun eğecek halde değiliz. Asla da onlara taviz vermem!

Hegel, Schopenhauer, Engels, Marks gibi birçok büyük bilim adamı ve siyasetçi bu üniversiteden geçti, bu üniversitede çok sayıda Nobel ödüllü bilim adamı yetişti.
Ben böyle bir üniversitede 40 kişinin tehdidine boyun eğip de konuşmaktan mı vazgeçecektim yani? Dolayısıyla bunun böyle bilinmesini isterim. Böyle seçkin bir üniversitede konuşma yapmaktan büyük mutluluk duyuyorum.
 
Tarih boyunca dost olduk, beraber olduk. Öyle ki Sultan Abdülaziz 1800'lü yıllarda Almanya'ya gelmiş, o zamanki Alman krallığıyla biraraya gelmiş, ikinci Willhelm, iki kez, 1889 ve 1898 yıllarında İstanbul'u ziyaret etmiş. I. Dünya Harbi'ne beraber girmişiz, acıları beraber yaşamışız. Daha sonra II. Dünya Harbi'nde burada çekilen sıkıntılardan kaçan birçok Alman, İstanbul Boğazı'na sığınmış ve 'Boğaz’a sığınanlar' olarak bilinmişler ve Türk bilim dünyasına çok büyük katkıları olmuş.
Bundan 50 yıl önce de Almanya'nın daveti üzerine buraya gelen Türkler bugün 3 milyona ulaşmış, bunların bir milyonu Alman vatandaşı olmuş. Dolayısıyla tarihten gelen güçlü işbirliği bugün de devam ediyor.''

Bekir Bozdağ Türkevi’nde...
Birgün sonra Türkevi’nde Başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ’ın Berlin’de hizmet veren sivil toplum örgütleriyle yaptığı toplantıdaydık. Dernekler bu toplantıya gereken ilgiyi göstermemişlerdi. Yıllardan beri sorulan sorular soruldu yine Bozdağ’a. Bozdağ da dinledi. Ben bu tip toplantılara fazla katılmam. Çünkü, soru soranlar değişmez. Kimin ne soracağını aşağı yukarı tahmin etmek mümkündür.  Bu tür toplantılarda konuşan insanlar da soruların cavapları da bellli olduğu için katılmam bu toplantılara. 

Sorulan sorular:
Holdingzedelerin hali ne olacak, mavi kart bilmecesi ne zaman çözülecek, borçlanarak emekli olanların durumunda bir iyileştirme olacak mı, seçme seçilme hakkımız konusunda müjde verebilecek misiniz, DİTİB’e bağlı olan camilerde yapılan seçimler niçin demokratik kurallara uygun olarak yapılmıyor, aile birleşimi konusunda ne gibi çalışmalar yapılıyor, çifte vatandaşlık konusunda bir ilerleme var mı, vize uygulamasından ne zaman vazgeçilecek?

Cevaplar:
“Holdingler şirkettir, devletin koruması altıda değildir. Devlet  şirketleri kurtarmaz... Mavi kart meselesini çözeceğiz, normal bir vatandaş hangi haklara sahipse, mavi kart sahibi olan kişi de aynı haklara sahip olacaktır, çifte vatandaşlığı biz tek taraflı olarak bu şekilde tanımış olacağız... Önümüzdeki seçimlerde sandık önünüze gelecektir bundan şüpheniz olmasın... Camiye üye kaydettiğiniz kişinin seçme ve seçilme hakkına mani olamazsınız... Almanca bilmiyor diye  evlenecek insanların evliliğine mani olmak insan haklarına aykırıdır...”
Bozdağ bundan sonraki toplantıların bir gündemi olacağını söyledi. Bu güzel bir karar. Ben bu konuyu zaman zaman teklif olarak aynı mekanda değişik misafirlere sunmuştum. İnşallah alınan bu karar uygulanır. Bu durumda aynı soruları belli şahıslardan defalarca dinleme zorunluluğundan kurtulmuş olacağız.
Bekleyip göreceğiz Bekir Bozdağ’ın farkını. En azından Mavi kartla ilgili bir çözüm bizleri rahatlatacaktır. 

İslâm dini evrenseldir
Berlin’den sonra Osnabrück’e geçen cumhurbaşkanı Gül Osnabrück Üniversitesi İslâm Araştırmaları Enstitüsü'nde konuşmasına devam etti. Bu kez konuşmasının merkezine İslâm dinini ve Almanya Cumhurbaşkanı sayın Wullf’u koydu: 

Almanya'da yaklaşık 4 milyon müslüman var. ''Sayın Cumhurbaşkanı, siz Almanya'daki bir gerçeği Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmesinin yirminci yıl dönümünde yaptığınız konuşmada ifade ettiniz, 'Müslümanlık da Almanya'nın dini' dediniz. Burada 4 milyona yakın Müslüman yaşıyor, bunların önemli bir kısmı Alman vatandaşı yani sizin vatandaşlarınız, sizler için oy veriyorlar. Bu ülkeye sadakatleri var. 

Dolayısıyla siz gerçeği ifade etmiştiniz
Bu, hangi dinle ve nerede olursa olsun geçerli olan evrensel bir anlayıştır. Bu çerçevede Almanya'daki müslümanların da kendi dinlerini, inançlarını çocuklarına öğretebilmeleri için ve kendilerinin de öğrenebilmeleri için onlara imkan sunulması, bu yönde sorumlulukların üstlenilmesinin önemli olduğu kanaatindeyim. Eğer kendilerine önderlik edecek kurumlar söz konusu olmazsa o zaman yanlış kaynaklardan yanlış şeyleri öğrenebilirler ve farklı mecralara kayabilirler. O bakımdan İslam dininin aslını, özünü kendi berraklığı içerisinde hem bilimsel hem de pedagojik şekilde öğretecek bir çalışmanın başlatılması, bu imkanın oluşturulması herhalde kaçınılmazdı.
Bütün Müslümanların İslam dinini de Almanca olarak bilmeleri ve anlatabilmelerinin önemli olduğuna inanıyorum. Çünkü, biz şuna inanıyoruz ki İslâm dini evrenseldir. Yani herhangi bir ırka, coğrafyaya gelmemiştir ve herhangi bir dil değildir. İnsanlar bir dine inandığında, bu Müslümanlıksa Müslümanlığa inandığında bunun gereğini yapmalarını ama aynı şekilde hangi toplulukta iseler o topluluğun dilini en güzel şekilde konuşarak hayata en aktif şekilde katılmalarını sağlamaktır. Bu ancak insanları mutlu eder, müreffeh eder, ülkeleri de barış içerisinde tutar''

Evet  Almanya’dan Abdullah Gül geçti, hem de tozu dumana katarak…