22 Ekim 2011 Cumartesi

NASİH-MENSUH


NASIH- MENSUH MASALI

Rüştü Kam 1993

Nesh, „Ne- se- ha“ fiilkökünden gelir, mastardır. Sözcük olarak,  „yok etmek, gidermek, değiştirmek“ gibi anlamlar içermektedir. Günlük konuşmalarda güneş gölgeyi neshetti (giderdi) gibi anlamlarda da kullanılır. Ruhların bir bedenden diğerine geçiş anlamında kullanılan „Tenâsuh“ ile bir kitabı çoğaltmak kopyesini çıkarmak anlamında kullanılan  „nüsha“ Kelimeleri de „nesh“ ten türemedir.[1] 
Nesh, terim olarak:
            1- Mutlakın takyidi (mutlak olanı kayıt ve şarta bağlama, sınırlandırma), mücmel ve mübhemin tebyini (açık olmayan ifadelerin açıklanması),  âmm’ın tahsisi ( umûmî ifadelerin özele tahsis edilmesi) dir.[2]
2-  İstinadır[3]
3- Kimilerine göre Kur’an`dan bazı ayetlerin kaldırılmasına veya unutturulmasına nesh denir.[4]
4- Kimilerine göre Kur’a’nın Levh-i Mahfuz’ dan indirilmesidir.[5]
5- Müteahhir âlimlerin çoğunluğuna göre „Bir nass“ ın hükmünü sonra gelen bir „nass“ la kaldırmaktır. Yani; şer‘i bir delille şer‘i bir hükmü kaldırmaktır.[6] Ve neshedilen hükümle amel edilmez.[7]
* Hükmü kaldırılmış şer’i delile mensuh; hükmü kaldıran Şer’i delile nâsih: bu olaya da nesh denir. Hedefimiz; yukarıya aldığımız son tarif doğrultusunda, ilk önce Kur’a’nın bünyesinde böyle bir olayın olup olamayacağını söyleyenlerin görüşlerini ele almak; daha sonrada Kur’a’nın bünyesinde neshin mümkün olamayacağını söyleyenlerin görüşlerini ele alarak konuyu özetlemektir.
* Neshin alanı: Neshin alanı ahkam ayetlerdir.

A- Nesh Taraftarlarının Delilleri:
            1- Birinci delilleri,Nahl-101 dir. „Bir âyeti başka bir âyet’in yerine getirdiğimizde, -ki, Allah ne indirdiğin gayet iyi bilir- „sen sadece uyduruyorsun“ derler. Hayır öyle değildir, amma onların çoğu bunu bilmezler“.[8]
2- İkinci delilleri, Bakara 106 dir. „Biz daha iyisini veya bezerini getirmedikçe bir âyeti neshetmez veya onu unutturmayız“.[9]
3- Üçüncü delilleri, Rad 39 dir. „Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır; Ümmü’l kitab O’nun katındadır.“[10]
4- Nesh taraftarlarının dördüncü delilleri: Bu konuda icma vardır, çünkü hükmü mensuh ayetler Kur’an da mevcuttur. Bu da fiili bir delil teşkil etmektedir.[11]
5- Beşinci delilleri neshle ilgili haberlerdir.
6- Altıncı delilleri ise, akli delillerdir.

B- Nesh Tataftarlarının neshin meydana gelmesi için ileri sürdükleri şartlar:
a-       Nasslar uzlaşamayacak kadar birbirleriyle çelişkili olmalıdır. Aralarını uzlaştırmak mümkün ise nesh sözkonusu olamaz.
b-       Mensuh, nasihten önce inmiş olmalıdır.
c-        Her iki hükümde şer’i olmaıdır.
d-       Sıhhat açısından, nasih mutlaka mensuhtan üstün olmalıdır. Veya denk olmalıdır.[12]
e-       Nesh ahkâm ile ( ile ilgili) ayetlerde olmalıdır.

C- Nesh Taraflarına Göre ,Mensuh’un Kısımları:
1-   Hükmü mensuh metni baki olan ayetler.
2-   Metni mensuh hükmü geçerli olan ayetler.
3-   Hem metni hem de hükmü mensuh olan ayetler.

Not: Sünnet’in ayeti neshedip etmeyeceği ise nesh taraftarı alimler tarafından ihtilaflı bir konudur.

D- Delillerin Tartışması:
1- Kur’an da neshin olduğunu ileri sürenlerin birinci delilleri: Nesh taraftarlarının en kuvvetli gibi görünen delilleri Nahl 101 dir. Ancak neshin alanı ahkam ayetleridir.[13] Buradan hareketle meseleye yaklaşacak olursak bu ayet bu alana hitap etmemektedir. Çünki bu ayet Mekkidir. Ahkamlailgili ayetler ise henüz mekkede inmeye başlamıştır. Dolayısıyla bu ayette ki, ayetlerin yer değiştirmesinden maksat nesh olamaz.[14] Ibn. Abbastan gelen bir rivayete göre ilk nesh olayı kıblenin değişmesi olayıdır.[15] Kıble değişikliği Hicretten birbuçuk yıl sonra olduğuna göre, Mekkede inen bu ayetin neshle bir ilgisi yoktur. Çünkü ayette vuku bulacak bir olaydan değil vuku bulmuş olaydan bahsedilmektedir.
Dikkat Çekmek istediğimiz ikinci husus, dik ile ilgilidir. Ayette „Bir ayeti diğer bir ayetin yerine getirdiğimizde“ buyruluyor. O halde burada söz konusu edilen şey ayetlerin yer değiştirmesidir. Bu da ya zamanla ilgilidir ya da mekanla.
            a- Yer değişikliğinden maksat, Kur’anın diğer kitaplardan farklı olarak peyder pey inmesidir. Ilahi kitapların toplu olarak inmesine alışkın olan Yahudiler ve Hristiyanlar bu duruma itiraz ederek Muhammedin olaylara uygun olarak O nu kendisinin uydurduğunu söylüyorlardı. Inkar edenler: „Kur’an O na bir defada indirilmeli değilmiydi ?“[16] dediler.Peyderpey inen bu ayetleri Peygamberimiz hangi sureye yazılacağını kendisi tesbit ediyordu. Hatta bazı ayetleri önce inmesine ramen sonra inen bir ayetten sonra yazdırabiliyordu vahiy kâtiplerine. Böylece ayetlerin yerleri değişmiş oluyordu. Ehl-i Kitabın veya onlardan taktik öğrenen Müşriklerin bu duruma itirazları kuvvetle muhtemeldir. Söz konusu ayet, bu itirazlara cevap niteliği taşıyabilir.
            b- Zaman değişikliğinden maksat, Risalettir. Hz. Muhammedin Peygamber olarak gelmesiyle, Hz. Musa’nın ve Hz. İsa’nın peygamberliklerinin son bulduğuna işaret ediyor olması daha mantıklı ve tutarlı olsa gerektir. Mekke döneminin sonlarına doğru inen bu ayetle Hz.Musa ve Hz. İsa’nın döneminin kapandığı, bundan sonra Hz. Muhammedin döneminin başladığına Hicret öncesinde özellikle vurgulanmaktadır. Medinede Ehl-i Kitab’la yüzyüze gelecek olan müslümanlara önceki şeriatların hükümlerinin kaldı-rıldığı haber verilmiş olsa gerektir. Burada „daha güzeli ve benzeri“ olan Hz. Muhammed’in Getirdiği Şeriattır. Bir sonraki ayet de[17] bu tezimizi destekler mahiyettedir. „Biz onların O na bir insan öğretiyor dediklerini biliyoruz. Haktan saparak kendisine yöneldikleri adamın dili, arapça değilidir. Bu ise apaçık arapça bir dildir.”[18]
Netice olarak ister yer değişikliği ister zaman değişikliği yönünde olsun, bu ayet’le Kur’an bünyesinde bir nesh ten söz etmek mümkün görünmemektedir.

2. Kur’an da neshin olduğunu ileri sürenlerin ikinci delilleri: „Biz daha iyisini veya benzerini getirmedikçe bir âyeti neshetmez veya onu unutturmayız“.
Bu ayette Kur’an Bünyesinde neshin olacağı değil, olamayacağına delildir. Bu ayetin Kur’an da neshin varlığına delil olacağı kabul edilse bile. Mevcudiyetine kesin delil olamaz. Mealden anlaşıldığı üzre nesh bir şarta bağlanmıştır. Nesh sözkonusu olacak olursa „daha iyisi veya benzeri getirilecektir“. Kur’an da bu usluba ifade edilen nice şart vardırki vuku bulmamıştır. Meselâ: Peygembere hitaben;1- „Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyucak olursan, seni Allahın yolundan saptırırlar“[19]
2- „Andolsun eğer Allah’a ortak koşacak olursan, amelin boşa çıkacak ve ziyana uğrayanlardan olacaksın“.[20]
a- Peygamberin Allah’a sırt çevirip yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyması mümkün değildir.
b- Bu ayet hicretten kısa bir süre sonra inmiştir ki; nesh taraflarının kabul ettiğineshe konu olan ahkâm ayetleri henüz inmiş değildir.
c- Bu ayet Yahudilerin durumunu anlatan bir bölüme geçiyor.[21] Bu ayetten hemen önceki ayette şöyle buyrulmaktadır. „Kitap ehlinden ve Allah’a eş koşanlardan inkar edenler, Rabbinizden size iyilik gelmesinden hoşlanmazlar... Allah rahmetine dilediğne tahis eder, Allah büyük nimet sahibidir“.[22]
d- Yahudilerin karşı çıktıkları iyilikten maksat, Peygamberlik ve İslâmdır.[23]               
e- Tevrat Allah tarafından indirlmiştir hiçbir hükmü değiştirilemez,“Allah yaptığını bozarmı söylediğini geri alırmı?“ diyorlardı.[24]
f- Ayette söz edilen iyilikten maksat Vahiydir. „Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar“ ayeti bunun delilidir.[25] O halde bu ayette hemen sonra gelen ve nesihten bahseden ayetteki neshten maksat Tevratın ve diğer Kitapların neshi olmak gerekir.
g- Birde Yahudilerin neshedilen kıblesi var: Kudüs. Birçok peygamberin kıblesi olmuştur. Artık müslümanlar bundan böyle Kudüse değil, Mekkeye yönelerek namazlarını kılacaklardır.Tabiki bu durum Yahudileri zora sokmuştur. Ve intikamlarını „Muhammed her gün Ashabına başka bir şey emrediyor, yapın dediği şeye bir müddet sonra yapmayın diyor.“ Şeklinde yaygara yaparak almaya çalışmışlardır. Ayetin nüzul sebebi bu yaygaradır.[26] İşte bunun üzerine „Biz daha iysini veya benzerini getirmedikçe bir âyeti Neshetmez veya onu unutturmayız“ ayeti inmiştir. Nitekim neshle ilgili  Ayetten sonraki ayetlerde bunu teyid etmektedir „Doğrusu biz seni, gerçekle müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Cehennem halkından sen sorumlu değilsin. Yahudiler ve Hristiyanlar birbirleri hakkında bir esas üzerinde değiller dediler. Oysa hepsi de Kitabı okuyorlar.
Cahiller de tıpkı onların dedikleri gibi demişlerdi. Artık kıyamet günü aralarında ayrılığadüştükleri şeyde Allah hüküm verecektir. Allahın Mescidlerinde Allahın anılmasına mani olan ve onlartın harap olmalarına çalışanlardan daha zalim kim vardır. Doğu ve Batı da Allahındır. Nereye dönerseniz Allahın rızası oradadır.[27] Bu ayetlerde, geçmiş şeriatların neshedilme gerçekleri anlatılmaktadır sanki.
h- Bu ayette söz edilen husus ta görüldüğü gibi kıble meselesidir. Ve dolayısıyla nesh Kur’an ın bünyesinde değildir. Kur’an da Kudüsün kıble olduğuna dair herhangi bir ayet yoktur. Kur'an müslümanları kıbleye (Kâbe’ye) döndürdükten Tevratta var olan kıbleyi ( Kudüs’ü) neshetmiştir.
j- Kur'an nın hiçbir yerinde „âyet“[28] kelimesi müfret olarak kullanıldığında Kur'an âyeti kastedilmemiştir.Kur'an âyetleri hep „âyât“[29] şeklinde kullanılmıştır. Oysa müffesirler âyetten maksadın Kur'an âyetleri olduğunu ileri sürmüşlerdir. Halbuki bu âyetlerde Kur'an ayetleri kastedilmemektedir.
3- Üçüncü delillerine gelince: „Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır; Ummu’l Kitab O’nun katındadır“. Âyetine gelince, bu âyetin de neshe delil olması sanırım mümkün değildir. Ayetin geçtiği Rad Sûresi‘nin medeni olduğunu söyleyenler olduğu gibi, Mekki olduğunu söyleyenler de vardır.[30] Uslûb ve Muhteva yönünden “Mekkî„ olduğunu söyleyenlerin görüşü daha kuvvetlidir.[31]

Sûre:   a-  Tamamen Müşrikleri hedef almakta
            b- Tevhit, Peygamberlik ve Kıyamet günü gibi itikadi konulardan bahsetmektedir. Dolayısıyla Mekkede neshe hedef olacak ahkam ayetleri inmiş değil-di. Ayetin siyat ve sibakından da, Kur’an bünyeside bir neshle ilgili olmadığı açık bir şekilde anlaşılmak-tadır. „Andolsun ki senden önce de Peygamberler gönderdik Onlara da eşler Çocuklar verdik. Allahın izni olmadan hiç bir Peygamber bir âyet getiremezdi. Her ecelin Kitabı vardır.“[32]

Ayette: a- Peygamberimizden öncede Peygamberlerin gelip geçtiği
             b- Onların da dönemlerinin bittiği haber verilmektedir.
             c- „Her ecelin bir kitabın vardır“ sözlerinde taktim te‘ hirin söz konusu olduğunu söyleyen müfessirlerde vardır. Bu görüşe göre âyetin anlamı şöyle oluyor „Her kitabın bir eceli vardır“[33]
             d- Dolayısıyla bu ayette de Kur'an ın geçmiş Kitaplar neshattiği belirtilmektedir.[34]
         e- Nesh taraftarlarının nesh  konusunda icma bulunduğu iddialarına gelince: Bu iddia da doğru olmasa gerektir.

l- Alimlerin nesh idiaları birbirinden farklıdır:
Meselâ ed- Dahhak’a göre nesh, unutturma; Ibn. Ebî Hatim’e göre indirilmeyen manasıdır.[35]Bazılarına göre âyetlerin Levh’i mahfuzdan indirilmelerine nesh denirken,[36] bazıları muhkemin karşıtı olan müteşabibe bu ismi vermektedirler[37]. Bu görüşlerde olanlar Kur'anın bünyesinde neshi kabul etmiyorlar demektir.
İmam Eş’âri bu konuda imamlarındört görüşe ayrıdıklarını belirtir:
1- Mensuh, tilâveti kaldırılandır.
2- İndirilmiş okunmuş ve peygamber tarafından açıklanmıoş uygulanmış hususlarda nesh yoktur . Nesh Allah’ın önceki ümmetlerin mihnetlerini bu ümmetten kaldırması anlamınadır.
3- Nesh K.Kerîmin Ümmü’l-Kitab olan Levh’i mahfuz’dan indirilmesidir.
4- Kur'an âyetlerininbirbirinin neshetmesidir.[38]
Daha neshin ne olduğu konusunda ittifak yokken, Kur'an ayetlerinin birbirini enshetmesi konusunda icma olduğunu söylemek fazla tutarlı olmasa gerektir.

II- Neshe taraftar olanların, neshinde ittifak ettikleri hiçbir ayet yoktur:
Mensuh âyetlerin sayısı müfessirden müfessire değişmektedir. Bu bile icma iddiasının delil olmaktan uzak olduğunu göstermeye kâfidir.
1- Meseleye çağımız açısından bakacak olursak, Böyle bir iddia elimizdeki kaynaklara ters düşmektedir. Ancak, İslâm ilim mirasının tamamının da elimizde olmadığı bir gerçektir.
2- Hepsinden önemlisi, neshin mevcudiyeti, Kur' an da çelişkinin bulunmadığını bildiren âyete ters düşer.

E- Nesh Taraftarlarının dayandıkları  Haberlerden Birkaçı şöyledir:
1- İbn. Abbas’tan nakledilen bir habere göre Hz. Ömer şöyle demiştir: „Bizim en düzgün Kur'an okuyanımız Übeydir. En isabetli hüküm verenimiz Alidir. Biz Übey’in usul, kıraat ve edasından çoğunu unutuyoruz. O ise Rasülüllah’tan işittiği hiçbirşeyi unutmadığı iddiasındadır. Halbuki Allah „Biz bir ayetten nesheder veya te’hir edersek...“ buyurmuştur.[39] Bu haber Kur'an bünyesindeneshin bulunduğuna değil, bulunmadığına delildir. Burada Hz. Ömer neshi unutturma anlamına almaktadır. Ve Übeyyin unutturulmuş ayetleri[40] hatırlamasının mümkün olmadığını ifade etmektir.
1- Nesh taraftarlarının ileri sürdükleri bir rivayette, Hz. Ali ile ilgilidir. Rivayete göre, şikayet üzerine; Hz. Ali Kûfede Vaaz veren bir kıssacıyı hesaba çeker ve nasih, mensuhu bilip bilmediğini sorar. O da bilmediğini söyleyince vaaz vermesini yasaklar.[41]
Bu haber de Kur’an bünyesinde neshin olduğuna delil olmasa gerektir. Biz biliyoruz ki o dönemlerde (hâlâ öyledir) Kıssacılar israliyyatan anlatırlardı. Büyük ihtimalla bu kıssacı da, tarif edilmiş Tevrat kıssalarını halka anlatıyordu ki Hz. Ali, o na çıkıştı. Ve böylece Kur'an ın geçmiş kitapları neshettiğini o kıssacıya anlatmak istedi.

Not: Ote yandan bir Peygamber buyruğundan da Kua’an bünyesinde nesh olamıyacaçını çıkarmak mümkün. Rasülüllah bir ayet hususunda tartışmaya giren cemaatın yanına gelerek „Size ne oluyor! Sizden önce ki cemaatlar böyle davranmakla, Peygamberine muhalefet etmekle ve kitabına bir kısmını bir kısmıyla çarpışmakla helâk oldu. Muhakkak Kur'an bir kısmı bir kısmını yalanlar olarak inmedi. Aksine birbirini doğrular olarak indi. Ondan anladığınızla amel edin, bilmediğinizi bilenine havale edin. „buyurmuştur.[42] Her ne kadar, nesh taraftarı olan müfessirler, neshin, Kur'an ın birbirini yalanlaması anlamına gelmediğini söyleselerde; bir şer’i nas diğer bir Şer’i nas ile uzlaşamıyor ve biri diğerinin hükmünün kaldırıyorsa araarında bir çelişki var demektir.

F- Nesh Taraftarlarının ileri sürdüğü Akli Deliller:

1- Şeriattan maksat insanların maslahatlarının gözetilmesidir. Maslahatlar da, zaman ve mekana göre değişiklik arzeder. O halde hükümlerinde zamanla değişmesi normaldir, hatta gereklidir.[43]
2- Ayrıca emredici makamda olan Allah istediğini emretmekte serbesttir önce emrettiğini daha sonra iptal eder, ve onun yerine istediği başka birşeyi emreder. Böylece kulların ne itaatkar olduğu da ölçülmüş olur.[44] Söylenenler doğrudur. Ancak nasih, mensuhun hükmünü edebiyyen kaldırır demek Kur'an ın bir kısmını rafa kaldırmak olmaz mı? Bugün ihtiyaç duyulmayan veya, anlaşılamayan bazı ayetlere yarın da ihtiyaç duyulmayacakmıdır. Veya yarın da o ayet gerçekten anlaşılmayacak mıdır. Veya şartlar o ayetlere ihtiyaç duyulmayacak şekilde mi gelişecektir. Böyle bir garantimiz var mıdır? Mesela zaman ve zemin meselesidir her ayet kendi şartları içerisinde kıyamet sabahına kadar geçerlidir demek sanırım daha doğru olacaktır. Tekrar şunu hatırlatmakta fayda vardır. Neshin Kur’an bünyesinde varlığına inananlar ve savunanların, mensuh olduklarında ittifak ettikleri ayetleri yoktur. Kimilerinin Mensuh dediğine, kimileri muhkem demektedir. Meselâ Dr. Mustafa Zeyd; „en Nesh fi’l-Kur'an-ı’l Kerîm“ adlı eserinde mensuh olduğunu söylenen 280 ayet üzerinde yaptığı incelemeden sonra 5 ayette neshin olabileceğine kanaat getirmiştir. Bunlar da:
1- Müezzemmil Suresinde (1-4 ün- 20) Teheccüd namazının önce emredilip sonra neshedilmesi
2- Mücadele Suresinde (12-13) Necva âyetinin neshedilmesi
3- Enfal Suresi 65. Âyetin 66. Âyetle nesh edilmesi
4- Nur Suresi 15‘in Nisa 2. Ayetle neshedilmesi
5- Nisa 43-  Nahl 67, Bakara 129‘un, maide 90-  91. Ayetle neshedilmesi

Örnekler:
Örnek 1) „Haram aylar çıkınca Müşrikleri nerede bulursanız öldürün; onları yakalayın,...“   „... ortak koşanlar nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekün savaşın... „[45] gibi ayetlerin, Müşriklerle barış iğerisinde olmayı, onları affetmeyi, onların eziyetlerine katlanmayı emreden ayetlerin hepsini neshettiğini söylerler. Bunların da sayısı 114 kadardır.[46]

Açıklama:
Rasülullahın hayatına Kur’anın nüzul sırasına göre şöyle bir göz atarsak, müşriklere karşı takınılan tavrı dört safhada incelemek mümkündür.
a-  Davet ve Tebliğ safhası.
b-  Savaş safhası.
c-  Antlaşma safhası.
d-  Müşriklerin antlaşmaları bozduklarında, ultimatom ve topyekün savaş safhası.

Bu dört safhada ayetler inmiş ve müşriklere karşı nasıl bir tavır takınılacağı belirtilmiştir. Inen bu ayetlerin hepsi de kendi şartları içerisinde geçerli olmuştur. Kur’anı Kerîm kıyamete kadar geçrli olduğuna gre bu gün anlaşılamaz gibi görünen ayetler yarın kendisiyle ilgili şartlar oluşunca anlaşılacaktır. Mesele zaman ve zemin meselesidir.Öyleyse bu ayetlerde nesh söz konusu değildir.

Örnek 2) „Sizden sabreden 20 kişi olsa 200, 100 kişi olsa 100 kişiyi yenerler „ayeti„ Şimdi Allah sizden hafifletti. Sizde zaaf bulunduğunu bilidi. Sizden sabreden 100 kişi Kişiyi yenerler“ ayetiyle neshedilmiştir.[47]/[48]

Açıklama:
1- Bu ayetler aynı sureden geçen „Ey iman edenler bir toplulukla krşılaştığınız zaman sabredin“[49]ayetini takyid etmektedir.
2- Birinci ayette oran bire on iken ikinci ayette oran yarı yarıyadır. Oranın düşürülmesi arzi bir sebepten ötürüdür.
3- Müslümanlar çoğalmıştır ama keyfiyet azal-mıştır. Nitekim Huneyn Gazvesinde bu durum açıkca görülmüştür. Mekke’nin fethinden sonra İslam’a girenler bu savaşta kaçmışlardır.
Öyleyse söz konusu ayetler neshe konu değildir. Kendi şartlarında geçerlidir[50] Arızi bir durum olan Teyemmüm abdesti nasıl neshetmişse, ikinci ayette birinci ayeti neshetmiştir.

Örnek 3) Kur'an ın peyderpey, tedrici olarak inmesi nesh taraftarları nesh olarak anlamışlardır. Meselâ İçki ayeti böyle anlaşılmıştır. Içki ile ilgili ayetlerin nüzul sırası şöyledir:
a- „Hurma ağaçlarının meyvalarından ve üzümlerden de içki ve güzel rızık elde edersiniz“ [51]
b- „Sana içkiden ve Kumardan soruyorlar. De ki: O ikiside büyük günah vardır. Insanlara bazı faydaları varsada günahları faydalarından büyüktür.“[52]
c- „Ey iman edenler sarhoşken namaza yaklaşmayın ki ne dediğinizi bilesiniz“[53]
d- „Ey inananlar, içki, kumar, dikili taşlar, şans okları, şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz...artık bunlardan vazgeçtiniz değilmi?“[54]


Açıklama:
1- Nesh taraftarlarından bir kısmı, ilk ayette içkinin helal kılındığını sanarak, son ayetle onu neshetmişlerdir.[55] Ne birinci ayet ne de ondan sonra gelen ayetler içkiyi helal kılmaktadır. Aksine ilk ayet le içkinin haram kılınması için ilk adım atılmaktadır. Şöyle ki; ilk ayette güzel rızkın yanın da içkinin de yapıldığına dikkat çekilmektedir. Ancak içki güzel rızık olarak değerlendirilmemektedir. Içkinin terkedilmesi hususunda takib edilen bu yol, ilahi bir yoldur ve her zaman için geçerlidir.
2- Kur'an içki içenlere şimdilik için şeklinde bir emir vermemiş, içenlere içkiyi nasıl terkedeceklerinin yolunu göstermiştir.
3- Sarhoşken namaza yaklaşmayın ayeti mensuh olursa, sarhoşken namaz kılan kimse için yasaklayıcı bir hüküm söz konusu olmayacağından, bu da sarhoşken namaz kılınabilir hükmünü beraberinde getirecektir.

Örnek 4) İçinizden ölüp geriye eşler bırakanlar eşlerinin, evlerinden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Şayet kendileri çıkarlarsa, kendi haklarında uygun olanı yapmalarında sizin için bir günah yoktur“[56] ayetini: “Içinizden ölenlerin, geriye bıraktırları eşleri, dört ay on gün bekleyip kendilerini gözetler. Sürelerini bitirince artık kendileri için uygun olanı yapmalarında size bir günah yoktur.“[57] ayetinin neshettiği söylenir.
Gerekçe; iki ayette zikredilen sûrelerin birbirinden farklı olmalarıdır.Birinci ayette ki bir yıllık sürenin ikinci ayette dört ay on güne indirilmiş olmasıdır.[58]

Açıklama:
Ayetlerin dikkatlice incelemesinde ortaya çıkacak olan sonuç şudur.
      1- Birinci ayette, istediği kadının kocasının evinde bir yıla kadar kalabileceği anlatılmaktadır.          2- Ikinci ayette ise, kalmak mecrubiyetinde olduğu süre belirtilmektir. Yani kocası ölen kadın kocasının evinde dört ay on gün kalmak zorundadır. Bu sûresi bir yıla kadar uzatmakta ise muhayerdir.

Örnek 5) Nesh taraftarlarının büyük çoğunluğu, Nisa suresinin onbeşinci ayetinin, Nur suresi ikinci ayetiyle neshedildiğini söylerler.
Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin; eğer onlar şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye, yada Allah onlara bir yol gös-terince kadar evlerde tutun.“[59] ayetinin: “Zina eden kadın ve zina eden erkeğin herbirine yüz değnek vurun“ ayetiyle nesholduğunu söylerler.
Açıklama:
Neshedilen ayette, fuhuş yapan kadınlar denilmektedir.Itidal sınırını aşan her türlü kötülüğe fahişe denir. Dolayısıyla bu kelime zina ile birlikte diğer kötülükleri de içerisine almaktadır.
1- Dolayısıyla dar anlamlı bir zina olayının, geniş anlamlı fahişe kavramının içeriğini neshetmesi mümkün değildir.
2- Bir ayetin manasını tebitte en önemli husulardan biri sıyak sıbaktır. Bu sebeple bize ışık tutacak sonraki ayete bakalım. Bu ayette: „... içinizden iki kişi fuhuş yaparsa...„buyuruluyor. Ayetin orijinalinde „ellezêni“ ismi mevsulü kullanılmaktadır. Mensuh olduğu söylenen yukardin ayette ise „ellêti“ ismi mevsulü kullanılmaktadır. Yani, mensuh olduğu söylenen ayette „fuhuş işleyen kadınlar“ buyurulurken, sonraki ayette „fuhuş işleyen iki erkek“ deniyor. Kelimelerin bu şekilde kullanılmaları, mensuh olduğu söylenen ayette homoseksüelliğin, kadın kadına; sonra ki ayet-te ise, erkek erkeğe yapılışının kastedildiği kuvvetle muhtemeldir.
3- Cahiliye toplumunda zinanın çok yaygın oldu-ğunu biliyoruz. Zinanın yaygın olduğu toplumlarda da, hem kadınlar hem de erkekler arasında eşcinselliğin yaygın olduğunu da biliyoruz ve görüyoruz. Böylece mensuh olduğu söylenen ayetin hükmünün eşcinsellerle ilgili olduğunu söylemek mümkündür.
4- Kaldıki, öyle bir zaman gelirki, zina ile ilgili ayetin hükmünü uygulamanız zorlaşır, bu durumda mensuh olduğu söylenen bu ayetin hükmü belki uygulanabilir. Çünkü Dünyanın her tarafında müslümanlar vardır ve bu insanlar imkanları ölçüsünde Islßmı yaşamakla mükellftir. Ayetin mensuh kılınmasıyla insanlık bir şey kazanıyor demek değildir.
5- Öte yandan randevu evlerine gidip gelen ancak, zina suçu tesbit edilemeyen, kadınlara da bu cezanın uygulanabileceğini söyleyenler de vardır.[60]

Örnek 6) „Ey inananlar Peygamberle mahrem konuşacağınız zaman, önce sadaka verin...“ayetinin; hemen sora gelen „Mahrem konuşmanızdam önce sadaka vermenizden korktunuz mu? Çünkü yapmadınız. Allah da sizi bundan muaf tuttu...“[61] ayetiyle nesholunduğunu söylerler.[62]

Açıklama:
Mücadele suresindeki bu iki ayet, başta peygamberimizin, daha sonralarda da meslek sahiplerinin ve idarecilerin, meşguliyetin çok fazla olan kamu yöneticilerinin işlerini kolaylaştırıcı hükümler içermektedir.
1- Sizi çok fazlamı meşgul ediyorlar, buna bir baraj koyun.
2- Bu durum ortadan kalktıktan sonra da barajı kaldırın.                         
a- İdareci misiniz, sizi lüzumsuz yere meşgul edecekleri bekleme salonunda biraz bekletin.
b- Gelen kişi zengin birimi, bir hayır kurumuna yardım isteyin ondan.
c- Eğitici misiniz, sizi meşgul eden öğrenciye, cevaplaması zor olan birkaç soru sorun, soruların cevabını hazırladığı zaman onunla biraz konuşacağınızı söyleyin. Ya da, okuması için sorduğu soruları içeren bir kitab tavsiye edin. V.s.
d- Bu tür eğilimler ortadan kalktığı zaman ise barajı kaldırın.
e- Sonuç olarak, mensuh olduğu söylenen bu ayet müslümanların pratik hayatlarında işlerini kolaylaştırıcı bir ölçü ortaya koymaktır. Hz. Muhammed s.a.s için de bu böyle olmuştur.

Örnek 7) „Birinize ölüm geldiği zaman eğer bir hayır bırakacaksa, anaya,babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek, Allahtan bir borçtur.“ ayetini kimilerine göre nisa 7 neshetmiştir, kimilerine göre „ mirascı olana vasiyet yoktur“ hadisi neshetmiştir[63]
Nİsa 7 şöyledir:“ Ana-  baba ve akrabanın geriye bıraktığından erkeklere bir pay vardır. Ana-  baba ve akrabanın geriye bıraktığından onun azındanda çoğundanda farz kılmış bir nasip olarak kadınlara da bir pay vardır“.
Ayrıca ayetin tamamının mı yoksa bir bölümünün mü mensuh olduğu konusunda da ihtilaf vardır.[64]

Açıklama:
1- Miras ayetinin vasiyeti neshedemiyeceği açıktır. Çünkü mirasın varlığı vasiyete engel değildir.[65]
2- Kişi malının üçte birini aşmayacak şekilde vasiyet edebilir ve geri kalanını da mirascılar arasında paylaştırabilir.
3- Âyet ana-babaya ve akrabaya vasiyeti emretmektedir. Herşeyden önce akrabaların tamamı mirasçı değildir.
4- O halde mirasçı olmayan akrabaya vasiyet devam etmektedir.
5- Ana-baba da bazı durumlarda mirasçı değildir. Meselâ farklı bir dine mensup iseler. Bu durumda da onlara vasiyet devam etmektedir.[66] O halde vasiyet iddiası ile ilgili nesh iddiasıda batıldır.

Örnek 8) Bazıları: “Doğuda batıda Allah‘ındır. Nerye dönerseniz Allah’ın yüzü orasıdır...“ayetini„ Nereden yola çıkarsan yüzünü mescidi harama doğru çevir. Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yana çeviriniz“[67] ayetiyle neshedildiğini söylerler.[68]

Açıklama:
Mensuh olduğu ileri sürülen ayetin iniş sebebi ve kendisinden ne kastedildiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Kurtubî bu konuda ön görüş zikre-derken[69], ibnü’l Cevzi sekiz görüş zikretmektedir.[70] Bu görüşlerden sadece birine göre ayet mensuhtur. Ileri sürülen belli başlı görüşler şöyledir:
a- Ayet kıblenin hangi tarafta olduğunu bilmeyenler hakkında inmiştir.
b- Ayet nafile namaz hakkında inmiştir.
c- Ayet kıbleye yönelerek namaz kılmayı anlatmaktadır.
d- Ayet namazla ilgili değil, dua ile ilgilidir.
e- Ayet Allah’ın ilminin her yeri kuşattığını bunun dışına çıkamayacağımızı anlatmaktadır.
f- Ayet kıblenin Kudüs değilde, mescidi Haram olmasına itiraz eden yahudilere cevap olarak inmiştir.
g- Peygamber s. Yahudilerin gönlünü almak için Kudüse yönelerek namaz kılıyordu. Mensuh olduğu ileri sürülen ayet buna müsaitti. Kıbleye yönelmeyi emreden ayet inince o ayet neshedildi.

Açıklama:
1- Müslümanlar daha önce sadece Kudüse yönelerek namaz kılıyorlardı, dört bir yana yönelerek değil.
2- Rasülullahı yahudilerin gönlünü almak için Kudüse yönelerek namaz kıldığı tutarlı değildir. Çünkü Peygamberimizin Kâbeye doğru namaz kılma arzusunda olduğu Kur'an da belirtiliyor.[71] Dilediği yöne dönerek namaz kılması söz konusu olsaydı herhalde gönlündeki kabeye yönelerek namaz kılardı.
3- Mensuh olduğu söylenen ayet, Kâbey’e yönelmeyi emreden ayetten sonra inmiştir.
4- Öte yandan kıblenin Kudüs olduğuna dair bir ayet Kur'an da zaten mevcut değildir.

Sonuç:
1- Kur'anın kendi bünyesinde nesh söz konusu değildir. Ancak Kur'an kendisinden önceki şeriatları ya tastik etmiş yada neshetmiştir.
2- İslâm son dindir. KUR’AN DA SON KİTAP. Herhangi bir coğrafyada ve çağda anlamsız gibi görünen ayetler öbür çağlarda ve coğrafyalarda anlam kazanabilir.
3- Nesh olayı Kur'an araştırmacısının önünü tıkamaktadır.
4- Hz. Muhammed s. den „şu ayet şu ayeti neshetmiştir“ diye bir haber bize ulaşmamıştır.
5- Mensuh olduğu söylenen ayetler üzerinde ittifak yoktur.
6- Nasih ve mensuhtan anlaşılan mana, vahye dayanan eski bir mukaddes kitabın, yani eski peygamberlere vahyedilmiş kitapların yerini Kur'an ın bizzat almasıdır; Yoksa Kur'an ın içindeki bir kısmın, yine bir Kur’an ýetiyle değiştirilmesi değildir.[72]
                                                                                                    


[1] Hacc: 52 / Casiye: 29/ Araf: 154 Bu anlamlarda kullanılmıştır. Kuran ilimleri M.Said Şimşek Hibas yay. Konya sahife 15-  18
[2] el-  Kasimi, Muhammed Cemaluddin Mehasinu’t Te’vit Mısır-  1957, 1v. 753.
[3] Ibnü Hazm, el- Ihkam fi Usülil- Ahkâm, Beyrut- 1983, IV. 66
[4] ez- Zerkesi, el- Burhan, II. 30
[5] a.g.e II 30
[6] el- Cürcani, Seyyid şerif, Tarifat. S. 110
[7] es- Suyûti, el-  Itkan, Mısır-  1978, II. 28.
[8] ez- Zerkesi a.g.e, el- Burhan, II 22; ez- Zerkâni, Menahilu’l-  Irfan, II 89; Mustafa Zeyd, a.g.e; I. 223
[9] ez- Zerkasi a.g.e., II. 22; Ibnü’l- Cevzi, Ebu’l Ferac Nevasihu’l Kur’an, Beyrut- Beyrut- 1985, s. 17; Mustafa Zeyd, a.g.e; I. 224
[10] Ibnü’l- Cevzi, Ebu’l Ferac Nevasihu’l Kur’an, Beyrut- 1985, s. 17; Mustafa Zeyd, a.g.e; I. 223
[11] ez-  Zerkâni, Menahilu’l- Irfan, II. 89
[12] Ibnü’l- Cevzi, Nevasihu’l Kur’an s. 23- 24
[13] es- Serahsi, Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed, Usûlu Serahsi Istanbul- 1984, II. 60. Es- Süyuti, el-  Itkan, II. 27.
[14] Ismail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Ankara 1979, s. 123.
[15] Es- Suyutî, el- Itkan, II. 32/ İbn. Kesir, I. 227
[16] Furka, 32
[17] Nahl Suresi 103
[18] Nahl Suresi 102
[19] Enam, 116
[20] Zümer. 65
[21] Bakara 87-  92-  96
[22] Bakara 105
[23] el- Maturidi, Ebu Mansur, Te‘ vilatü Ehli’s- Sünne, Kahire 1971, I. 243; el- Kurtubî, el- Cami’li Ahkami’l Kur’an II 61.
[24] E.H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili Istanbul 1979, I. Bakara 87-  92- 96- 105
 el- Maturidi, Ebu Mansur, Te‘vilatü Ehli’s-  Sünne, Kahire 1971,I. 243; el-Kurtubî, el-Cami’li Ahkami’l  
    Kur’an II 61.
 E.H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili Istanbul 476
[25] Razi III. 225-  Zuhruf 32.
[26] Vahidi, Ebu’l Hasan Ali b. Ahmed, Esbabâbu’n- Nuzul, Mısır, 1968, s. 19, Ebu Hayyan, Elbahru’l Muhit, I. 341
[27] Bakara 113-115
[28] sebe 15-17. Meryem 7-10-16-21. Furkan 37. Araf 73.75-78- 104-108-146.Rad 38-39.İsra 12. Mü’min  78-81. Bakara 164- 61            
[29] Lokman 1-  5. Ahzab 33-  34. Meryem 58-  59. Hacc 16. Nur 1. Nemi 1-  3. Kasas 86-  88 Ankebut 47-  51
[30] Kurtubî V.278; Elmalili, IV. 2940
[31] Seyyid Kutub, Fi Zilali’l Kur’an, Beyrut- 1971, V.63
[32] Rad, 38
[33] el- Ferra, Maani’l Kur'an, Beyrut- 1980, II.65- 66
[34] İbn. Kesir, IV. 389
[35] İbn. Kesîr, I. 215- 216
[36] ez- Zerkeaî, el-Burhan, II. 30
[37] İbnu’l Cevzî a.g.e.s 19:bnu Teymiyye, Mecmûatür’r Resaili’l-  Kübra, Beyrut ( tarihsiz ) II. 6
[38] Esârî Makalâtü’l- İslâmiyyin, s. 607- 608
[39] ez- Zeîdî, Zeynuddîn, Tecrîd- i Sarih Tercemesi, Ankara-  1974, II. 43- 44
[40] Nesh taraftarları mensuhları tahsim ederken bir kısmının da „ hem tilaveti hem de hükmü mensuh olanlar“ olduklarını söylenler. Bu haber buna delil olabilir. Bu konuda başka rivayetler de vardır. Bu rivayetler kabul edilse bile , elimizde mevcut Kur'an da mensuhun bulunduğuna delil olamaz. Bununla birlikte bu tür haberleri ihtiyatla karşılamakta fayda vardır.
[41] Ez-  Zerkesi, el-  Burhan, II 29, Ib, Cevzi a.g.e. s. 29
[42] Ahmed b. Hambel, Müsned,II. 181.
[43] Ebu’s- Suud, Muhammed b. Ahmed el-  Imadi, Irsadü’l-  Akli’s- Selim, Mısır ( Tarihsiz ), I. 143
[44] İbnu’l Cevzi, el- Musaffa, s. 12
[45] Tevbe 5-36
[46] Ibn. Cezeyy, Muhammad b. Ahmed, Kitabü’t Teshill li Ulumi’t Tenzil, Kahire ( tarihsiz ), I. 18. Ibn. Barizi, Nasihu’l Kur'an i’l-  Aziz ve Mensû hu, Beyrut 1985, s. 22
[47] Enfal 65-  66
[48] Ibn, Kessir, IV. 21; Ebu’s Suud, Irsadü’l Aklü’s-  Selîm ilâ Mezayâ’l-Kur'an-ıl Kerîm Kahire (tarihsiz) IV. 35
[49] Enfal 45
[50] El-  Amidî, Seyfuddin Ebu’l Hasen, el-İhkâm fi Usulü’l Ahkam Mısır 1967 I. 174
[51] Nahl 67
[52] Bakara 129
[53] Nısa 43
[54] Maide 90- 91
[55] Katade Kıtabü’n-Nesıh ve’l Mensuh, Beyrut 1985 s. 33-36 Ibnu’l Cevzi, a.g.e s. 186-187
[56] Bakara 240
[57] Bakara 234
[58] Katade a.g.e s. 36 Ebu’s- Suud, Irşadü’l- Akli’s- Selîm, I. 236
[59] Nisa 15
[60] Muhammed Huâri, Usul’ün Fıkıh, Mısır- 1969, s. 253
[61] Mucadele 12-13
[62] Katade Kıtabü’n-Nasıh ve’l Mensuh, Beyrut 1985 s. 47-48. Ib. Barızı, Nasıhu’l Kur'an-ı’l- Azız ve Mensûhu; Beyrut 1985, s.52
[63] İbnu’l Cevzî, Nevasıhu’l Kur'an s. 58-62. İbn. Kesîr I. 302 vd.
[64] İbnu’l Cevzî, Nevasıhu’l-Kur'an s. 60-  61
[65] Cessas, Ahkâmü’l Kur'an I. 165
[66] Kurtubî II. 262; İbn. Kesîr I. 302
[67] Bakara 115-150
[68] Katade, Kıtabü’n-Nesıh ve’l Mensuh, Beyrut 1985 s. 32. Ibn. Kesır, I. 227
[69] Kurtubî II. 82- 83
[70] Nevasihu’l Kur'an, s. 47-48
[71] Bakara 114
[72] M. Mamıdullah. Kur'an i Kerim Tarihi 1993 Istanbul. S. 91

ZEKAT


ZEKATTA FAKİRİN HAKKI %25’TİR...

Rüştü Kam 11.08.2011

Davası olanın, destekçisi Allah'tır.
Duası olanın davası olur, davası olanın iddiası da olur.
Dava sahibi olanlar heva sahibi olamazlar
Allah uğruna verilen mücadelenin mağlubiyeti yoktur.
Bir davaya en büyük zararı ona saldıranlar değil, onu kötü savunanlar verir.
En etkilli davet temsildir.
Davası olmayanın daveti olmaz; davanız varsa davetiniz de vardır.

Ölüm haktır, dünya fanidir
İnsan geriye dönüp baktığında  keşke yapmasaydım diyeceği işleri yapmamalıdır. Dünya fanidir ve çok kısadır. Bu tespitime katılmak için sadece aynaya bakmanız yeterli olacaktır. Yol Allah’ın yoludur. Kur’an’da belirtildiği gibi yürümek gerekir bu yolda.
Aradan tam 50  yıl geçmiş. Bu kadar yılın birikimi bizleri olgunlastırmış olmalıdır.

Biz güzel olmak istemedik,  güzeli görmek istedik. Güzel olmaya çalışmak egoistliktir, güzeli görmeye çalışmak ise fedakarlık ister. Güzeli görmeye çalışan aynı zamanda güzel de olur. Yol O`nun yoludur. Gerisi angaryadır.

Maddeye tamahkar olmamak lazımdır.
Ramazan ayının içindeyiz. Bu ayda herkes üzerine düşen görevi yapmalıdır. Zekatlar, fidyeler, fitreler ve mali yardımlar mümkün olduğunca bulunduğunuz yerin (Berlin’in) dışına çıkmamalıdır. Kur’an’ın buyruğu bu yöndedir. Yardımlarınızı bulunduğunuz yerin dışına çıkarmak için kapınıza gelenlere sakın itibar etmeyiniz. Kim olursa olsun, hangi yardım kuruluşu olursa olsun itibar etmeyiniz.

Biz önce bulunduğumuz çevredeki insanlardan sorumluyuz: “Sana, neyi infak edip vereceklerini soruyorlar. De ki: İnfak ettiğiniz mal ve nimet; ana-baba, yakınlar, yetimler, yoksul ve çaresizlerle yolda kalan için olmalıdır. Hayır olarak yaptığınızı Allah en iyi biçimde bilmektedir.” (Bakara Suresi Ayet 2159)

Lutfen sorumluluk bilinciyle hareket edelim. Geleceğimizi düşünerek hareket edelim. Sorumluluk bilincidir insanı olgunlaştıran, sorumlu kılan. Hesabımızı, kitabımızı iyi yapalım. Herkes görev bilinciyle hareket ederse, görevimizi birisinin hatırlatmasına ihtiyaç kalmayacaktır.

Bugünlerde yardım kuruluşları, duygularımızla hareket etmemizi sağlayacak broşürler yayınlamaya başladılar yine. Televizyonlara reklamlar veriyorlar, el ilanları dağıtıyorlar, Afrika’lı çaresiz insanların fotograflarını broşürlere basarak duygularımızı tetikliyorlar. Hergün, yerden bıtrak (Kırlarda yetişen yabanî bir otun dışı dikenli tohumu) çıkar gibi yardım kuruluşları çıkıyor ortaya. 50 yıldır böyle yapıyorlar, hele son senelerde bu yoldan geçinenlerin sayısı daha da fazlalaştı.

Yardım kuruluşları, kira parası veriyorlar, personal çalıştırıyorlar ve onların parasını ödüyorlar, reklam parası ödüyorlar, bu paralar yardımlarımızdan karşılanıyor, bunu bilesiniz.

Yardım kuruluşlarının topladıkları paraların ortalama hesabını yaparak çıkalım yola, bakalım ne işe yaramış bu güne kadar verdiklerimiz: Bütün Almanya’yı hesaba dahil yapalım ve hesabı sadece Türkiye’liler üzerinden yapalım.  3 milyon insanımız yaşıyor Almanya ‘da. 2 milyon insanımızı bir kenara bırakalım ve bir milyon insanımızı esas alalım. 

Tahmini olarak yılda bir milyar Euro toplanıyor
Yardım kuruluşlarına verilen bağışları; zekat, fidye, fitre, bağış ve kurban olmak üzere şahıs başı 100 € olarak hesaplayalım. 1.000.000x100=100 milyon € yapar. Bu hesaptan yola çıkarsak son on yılda  1 milyar € toplanmış demektir. Bu bir milyar € genel olarak Afrika ülkelerine gönderildi, hâlâ da gönderiliyor.  

Şimdi sonuca  bakalım; kaç tane Afrika ülkesini açlıktan kurtarmışız yaptığımız bu yardımlarla, kaç tane Afrika ülkesi bizim yardılarımızla ayağa kalkmış, kaç tane Afrika ülkesi bu vesileyle sorunlarını çözmüş. Aksine, yardım yapılan ülkelerin problemleri çözülmediği gibi, her geçen gün kervana bir başka ülke katılıyor...

Unutmayalım bu yardımların birkaç mislini BM’de yapıyor.  Şimdi Somali çıktı sahneye. Yine keselerimizin ağzını açtırdılar bize. Hemen hatırlayalım;  Somali’ye Türkiye de yardım gönderiyor BM’de.

Somali gibi dünyanın  başka ülkelerine de yardım gönderiyor Türkiye. Ama aynı Türkiye Berlin’de yaşayan insanların çocukları için gerekli yardımı yapmıyor. Dahası Avrupa’daki insanlarımızın ellerindeki parayı nasıl alırımın hesabını yapıyor. BM’de yapmıyor bizlere yardım. Belki de bu şekildeki uygulama bilinçli olarak da yapılıyor olabilir.

Afrika ülkelerini müslümanlar fakirleştirmedi
Afrika ülkelerini, halkı müslüman olan ülkeler fakirleştirmedi, aç bırakmadı. Avrupa ülkeleri ve Amerika aldı o insanların elinden ekmeğini. Aslında bu ülkeler ekmeğini elinden aldığı insanların karınlarını da  müslümanlara  doyurtarak bir taşla iki kuş vuruyorlar. Sonuçta her iki durumda da kârlı çıkan bu sömürgeci devletler oluyor.

Müslümanlar da işin bu taraflarını hesaba katmadan dolmuşa binerek Cennetin(!) yolunu tutuyorlar ve kuruntularından yanlarına yaklaşılmıyor.

Bizim çocuklarımıza kim sahip çıkacak
Elbette bizler, anne ve baba olarak bizler, sorumluluk duygusu taşıyan bizler, “Yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem azabı”ndan korkan bizler. Durum bu kadar açıkken bu vurdumdumazlık niye. Müslümanlar yukarıda hesabını yaptığımız parayı Almanya’da bıraksalardı; bugün Sarrazin’ler kendilerine malzeme bulamayacaklardı. Sahibimiz buyurur ki: “Aklınızı çalıştırmazsanız sizi pislik içinde bırakırım” der.

Pislik;
-kaos demektir,
-anarşi demektir,
-aşağılanma demektir,
-tepelenme demektir,
-kölelik demektir,
-açlık demektir,
-sefalet demektir,
-göz yaşı demektir,
-kan demektir...

Bu paralarla neler yapılabilirdi
Bu paralarla vakıflar kurulurdu. Bu vakıflar aracılığıyla üniversite öğrenclerine burs verilirdi.  Yine üniversite öğrencileri için yurtlar açılırdı. Üninersiteyi bitirenlerin doktora yapmaları teşvik edilirdi, hastaneler yapılırdı, müslümanların hastaneleri, kilise hastaneleri gibi. Aşevleri kurulurdu; böylece köprü altındaki insanların midesine sıcak çorba inerdi. Ehl-i Kitab’a yönelik olarak İslâm’ı tanıtıcı çalışmalar yapılırdı. Araştırma merkezleri, enstitüler kurulurdu. Çocuk yuvaları açılırdı. Kamu yararına çalışan dernekler desteklenirdi.

Türkçe dil kursları açılırdı, neslimizin tarih bilincini geliştirmek için tarih kursları açılırdı. Uygun olan yerlere minareli camiler yapılırdı; böylelikle müslümanlar fabrika binalarından, arka hoflardan, bodrumlardan kurtulmuş olurlardı;  dinlerini “Bodrum”da hapsetmezlerdi. Ve tüm bu kuruluşlarda çalışacak olan personelin maaşını, yine bu fondan karşılarlardı.

Sonuç:

1-Allah bize öncelikle kendi neslimizden hesap soracaktır. Berlin’de, Almanya’da yaşayan neslimizden hesap soracaktır. Ehl-i Kitap’la olan ilişkilerimizden hesap soracaktır. Bir Kitap Ehli’nin; “Ya Rabbi bu müslüman kulun 40 sene bana komşuluk yaptı ve birgün olsun benim kapımı çalmadı, İslâm nedir anlatmadı. Kurbanını Afrika’da kesti, zekatını fitresini Afrika’ya gönderdi, ben kurbanda sadece kan gördüm, boğaların vahşice boğazlandığını gördüm. Bunlar yetmiyormuş gibi benim karımı-kızımı baştan çıkardı bu komşum, ben bu kulundan şikayetçiyim” derse kimse yakasını kurtaramaz Yüce Yaratıcı’nın elinden. Çünkü  Kur’an, yardımların en yakınından başlayarak yapılmasını ister. Ehl-i Kitap’a da çok önem verir.  

2-Somali halkı bugün olağan üstü bir durumla karşı karşıyadır ama, bu duruma durup dururken gelmediler. Kendi zenginliklerine sahip çıkmadılar. Devlet iyi yönetilmedi. Halk kötü yönetimlere zamanında müdahale etmedi. Kıtlığın altında yatan, kuraklık gibi doğal afetler değil. Bunlar tetikleyici sebepler. Asıl sebep, uluslararası kapitalizmin ülkenin tarım sektörünü çöküntüye uğratmış olmasıdır. Allah  elbette bu insanlara yardım etmemizi ister. Ancak onlardan kendi sorunlarını kendilerinin çözmelerini ister. Somali'nin başına gelen felaketin bir sebebi de-maalesef tıpkı Irak gibi- petroldür.

3-Allah zekatın sekiz yere verilmesi gerektiğini buyurur. 100:8=12,50 eder.
“1-Fakir   12,5+
2-Miskin 12,5= 25 yapar.  Yani fakirin zekattan alacağı pay %25 tir. Zekatımızın, maddi yardımlarımızın %25’ini Afrika ülklerine veya başka ülkelerdeki aç insanlara veya zulme uğramış insanlara gönderebiliriz, göndermeliyiz de.

Fakat kalan %75’de direkt olarak fakirin hakkı/payı yoktur.

3-Bu pay, Borçluların payıdır.

4-Bu pay, İslâm’ın güzelliğini anlatmamız greken insanların payıdır.(Müellefet-ül kulub)

5-Bu pay, Zekatı toplamak ve gerekli yerlere dağıtmakla ilgili kurumun payıdır.(Zekat memurları)

6-Bu pay, hürriyeti elinden alınmış insanların hakkıdır. Fikir suçlularının payıdır. İslâm’a hizmet yolunda mağdur olmuş insanların payıdır. (Kölelerin)

7-Bu pay, Allah yolunda yapılması gereken her türlü çalışmayı yapmak içindir.(Fi sebilillah)

8-Bu pay, yolda kalmış insanların payıdır.”(Tevbe 60)

Ve bu payların  Berlin’in dışına çıkmaması gerekir. Çünkü, bu paylarla Berlin’deki yaşayan müslümanların geleceğine yatırım yapılma zorunluğu vardır.

Oyuna gelmeyelim, dikkatli olalım, aklımızı çalıştıralım, duygusal davranmayalım. Heyacanımızla hareket etmeyelim. Çocuklarımızın içinde bulunduğu durumu göz ardı etmeyelim. Görmezlikten gelmeyelim. Deve kuşu gibi başımızı toprağa gçmmeyelim. Kendi evimizde yangın varken başkasının evindeki yangını söndürmeye gidemeyiz, gidersek evimiz yanar. En önemlisi, toprağın altındaki hesabın çetin olduğunu unutmayalım.

4-Son sözü Sözün Sahibi’ne bırkalım: “Aklınızı çalıştırmazsanız, sizi pislik içinde bırakırım.” (Yunus 100)

Bugün Somali halkı pislik içindedir. Aklımızı çalıştırmazsak yarın biz de pislik içinde kalabiliriz. O zaman artık herşey için çok geçtir. Borun pazarı geçmiştir. Eşeğin Niğde’ye sürülmesi gerekir.

WEIMAR VE GOETHE


SALVE WEIMAR! SALVE GOETHE!
SELAM WEIMER! SELAM GOETHE!
Rüştü Kam
21.05.09

Jedem das seine: Yani “Herkes ettiğini bulur” diye tercüme edilebilecek yazıyı kapı girişinde görünce, daha içeri girmeden, irkiliyorsunuz. Hangar olarak kullanılan binaların yerini simsiyah taşlarla belirlemişler. İnsanların kobay olarak kullanıldığı oda ve o iş için  kulanılan malzemeler ürküntü veriyor. İşe yaramayan insanları masrafa girmeden öldürmek için duvara çakılı demir askılar. Yakmak için bütün hararetiyle kurbanını bekleyen fırınlar, iskeletler, kafatasları, yıllar sonra bile içinize o havayı çekerken hissedilen çok ağır bir koku, aman Allah’ım ne korkunç manzara...

Kapanmasına beş dakika kala girdik Buhenwald toplama kampının kapkara kapısından içeri. Zamanın kısıtlı olması canımızı sıkıyordu. “Buchenwald iki saatte dolaşılmaz” diyordu Sebahattin Bozkurt ve geç kalışımıza hayıflanıyorduk. “Keşke Weimar’da yemek yemeseydik Buchenwald’a zamanında gelebilirdik.”

İçerdeyiz; yarım saat dolaştıktan sonra herkes kendisini dışarı zor attı. Suratlar asılmış. Kimseler konuşmuyor. Ortalığı velveleye vererek konuşan bizim Recai’nin bile sanki dili tutulmuş, tık  yok. Yahya’ya soruyorum, “Yok mu temelden burası ile ilgili bir fıkra?” Ağzını bıçak açmıyor. Sadece mırıldanıyor: “Ne yapsın böyle  bo...tan bir yerde Temel.”
Arada sırada kulağıma bazı sesler geliyor:”Olamaz böyle birşey, Bunlar insan değil yahu...!”

İnsanoğlu duygusal olduğu kadarda acımasız bir yaratık. Bazı insanlar ölümü yok oluş olarak görüyorlar ve bu kısa süreli hayat onların canını mı sıkıyor ki son derece gaddar ve acımasız olabiliyorlar, sanki hayattan intikam alırcasına saldırganlaşıyorlar.. Hatta olmadık işkenceler yaparak  isanları öldürmek onlara eğlenceli gelebiliyor.

Oysa ne kadar keyifliydik o ana kadar. Türk Eğitim Derneği’nin önünden demir aldığımızda yüzler gülüyordu, uğurlamaya gelenler el sallıyor ve bizleri yolcu ediyorlardı. Otobüs şoförünün Türk olduğunu öğrenince yolcular bundan bir başka mutluluk duymuşlardı.   Kahvaltı saati 9.30 olarak ilan edildi.  Weimar’a gidiyorduk. Orada Weimar Cumhuriyeti kurulmuştu. Goethe ve Schiller’le bütünleşen bir şehirdi Weimar. Almanya’da yaşayıp da Almanya’nın tarihe mal olmuş müstesna değerlerini tanımamak, bilmemek olmazdı. 

Bünyamin Özdemir Schiller’i, Hureyre Kam Weimar Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve Goethe’yi anlattı otobüste.  Kısa da olsa kilitlendiğimiz hedef hakkında bilgi sahibi olduk. Murat Yıldız bu gezimizin etkili olması için olacak herhalde, hazırlamış olduğu matbu kağıtları yolculara dağıtırken otobüsümüz kahvaltı yapmamız için parka girmişti bile.

Kırk kişi parkta kahvaltı yapıyorduk. Ne güzel bir manzara; zeytinler, peynirler, börekler, çaylar kahveler... Yüzler gülüyor, herkes ne kadar da mutlu.  

Fıkralar, hikayeler, şiirler derken Weimar’a gelmişiz bile.  İşte bir açık hava müzesi. Yapılar olduğu gibi bırakılmış. Tarih kokuyor sokaklar. Goethe’yi, Schiller’i düşünüyorsunuz müzelerini gezerken. Goethe’nin bahçe evi bir başka güzellikte. Güzel olan sadece ev değil, tabii ki evin etrafındaki  ortam. Ormanların içinde, kanalın kenarında sessiz ve sakin bir mekan. Hanım bana espri ile karışık dedi ki; “Böyle bir yerde ancak şiir yazılır” Bu gezinin benim için bir önemi daha var; 2003 yılından beri biz bütün bir aile olarak ilk defa bir arada yolculuk yapıyoruz, gezi yapıyoruz. Ve Goethe yapacağını yine yaptı ve bu aileyi davet etti, ağırladı Weimar’da. “Salve Goethe”.

Biz Faytonla gittik oraya. Yaya gidenlerin bizden karlı çıktığını geriye dönüşümüzde anladık. Gençler Tatari Osman Aziz Efendi ile karşılaşmışlar yolda. Selam kelamdan sonra, hatıralar yadedilmiş, birlikte fotoğraflar çektirilmiş. Weimar’da bir Tatar Türkü.  Ne zaman oraya geldiği ve ne zaman öldüğüyle ilgili henüz bir kayıta raslayamadık. Allah rahmet eylesin.

Buchenwald ne kadarda içimizi karartsa da cem ederek kıldığımız öğle ve ikindi namazının verdiği enerji, kısa süre sonra herkesin biraz olsun kendine gelmesine vesile oldu. Duamızı yaptık ve döndürdük yüzümüz Berlin’e.
Sırasıyla her arkadaş Weimar’ı anlattı. Algılamalar tabiatıyla değişikti. O kadar heyacanlıydı ki arkadaşlar sanki hâlâ Weimar’daydılar. Memnuniyetleri, teşekkürleri; mutluluklarının dışa yansımasıydı.