3 Mart 2014 Pazartesi

İSLÂM’IN GELECEĞİ , GELECEĞİN İSLÂMI’NA BAĞLIDIR (I)




Lâ yeslemu kitâbun mine’l-ğalatı illa’l-Kur’ân
-Kur’an dışında hatasız kitap yoktur-

Rüştü Kam
Ha-ber.com 2014 Berlin

“Geleceğin İslâmı'nı inşa edebilirsek, İslâm Dünyası'nın geleceği var demektir. Geleceğin İslâm’ının inşası da özellikle hadis rivayetlerinden kaynaklanan problemleri çözmek, Kur’an-Sünnet bütünlüğüne ters düşmeyen güvenilir hadis rivayetlerini doğru anlamak ve yorumlamakla mümkündür.”

Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Hayri Kırbaşoğlu, İslâm’ın ilk dönemlerinde bilgiye ve ilme büyük önem verildiğini, yabancı medeniyet ve kültürlerden tercüme yapılması için başta Süryaniler olmak üzere diğer din ve kültürlere mensup  mütercimlere bugünün parası ile yaklaşık 20 bin dolar maaş ödendiğini belirtti.

Berlin-Türk Eğitim Derneği’nde (TED) özel bir seminer veren Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis  Ana Bilimdalı öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Hayri Kırbaşoğlu, Kur’an ve Sünnet’in ve keza sağlam ve güvenilir hadis rivayetlerinin  Müslümanların bugünkü problemlerine çözüm arayışında bizlere ışık tutması gerekir, ancak bugünün meselelerine tikel çözümleri üretmek Müslümanların görevidir, bunun da yöntemi yeni meselelere yeni yorum ve çözüm üretme aracı olarak “içtihat” tır.”  dedi. “ Nitekim Peygamberimiz daha hayatında içtihadın yapılması gerektiğini Muaz hadisi rivayetiyle bize işaret etmişken bizim içtihattan uzak durmamız düşünülemez.” diyen Kırbaşoğlu, İslâm’ın ilk zamanlarındaki ilmî gelişmelerde gayr-i müslimlerin İslâm medeniyetinin inşası yolunda yaptıkları çalışmalara ve katkılara işaret etti. Kırbaşoğlu bunun yanı sıra o dönemde ilmî çalışmalara büyük destek veren devlet adamlarının yanı sıra ilim ve bilgi dostu servet sahiplerinin varlığını da vurguladı.

Aylık 20 bin Dolar Maaş
Kırbaşoğlu, “Mesela Süryaniler, Süryaniler ve diğer yabancı dil bilen gayr-ı müslimler olmasaydı, İbn Sina olmazdı, İbn Rüşd olmazdı. Yunan filozoflarının eserlerini Arapça'ya Süryaniler başta olmak üzere pek çok gayr-ı Müslim uzman çevirdi. Hem de o zamanın şartlarında Müslüman yöneticiler ve servet sahipleri Süryani mütercimlere bugünün parasıyla, yaklaşık 20.000 Dolar aylık maaş veriyorlardı. İlme verilen önemdir bu... Ama bugün ülkemizde İslâmi ilimler alanında çalışan akademisyenler arasında fakirlik sınırında maaş alan yardımcı doçent ve doçentler olduğunu kaç kişi biliyor?" şeklinde konuştu.  3 gün süren seminerde “Hadis tarihi yeniden yazılmayı bekliyor.” diyen Kırbaşoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Geleceğin İslâmı'nı inşa edebilirsek, İslâm Dünyası'nın geleceği var demektir. Geleceğin İslâm’ının inşası da sağlam ve güvenilir hadisleri iyi tespit ederek, bunları doğru anlamaya ve yorumlamaya bağlıdır. Aslında İslâm dünyası peygamberini gereği gibi tanımıyor. O’na ait olan sözlerin ona ait olmayanlardan tam olarak ayrılamadığı mevcut durumda, onun  sünnetlerini doğru bir şekilde nasıl tanısın ?.”

Her mezhebin, meşrebin ayrı peygamberi var
Hz. Peygamber'in hayatını sadece Sünni anlayışa göre yazarsak,  o Sünnilerin peygamberi olur. Sufi anlayışa göre yazarsak o sufilerin peygamberi olur.Selefi anlayışa göre yazarsak selefilerin peygamberi olur.Halbuki Sünniler gibi İslâm ümmetinin asli birer parçası olan Şiiler, Zahiriler, Zeydiler, İbadiler, Mutezililer v.d.ve onların kaynaklarını dışarıda bırakmak ilmi araştırma ilkeleri bakımından  kesinlikle doğru bir davranış değildir.

Batı dünyası Hz. Peygamber’in hayatını yazma konusunda da İslâm dünyasından ileridedir bugün. Nitekim bu amaçla öncelikle siyerin çeşitli mezhep ve fırkalara ait kaynakları üzerinde gerçekleştirilen bir sempozyumun ardından, bugüne kadar yazılmış en iddialı siyeri yazmak için kolları sıvamış ve sona yaklaşmış durumdadırlar. Onların Peygamberimiz’in hayatını yazma konusunda bile bizi geçmelerinin sebebi , bizim uzun yüzyıllar terk ettiğimiz ilmi araştırma ruhunu, bilgiye olan merak ve iştiyakı onların hararetle ve benimsemeleri, bizlerin ise  geçmişten devraldıklarımızla yetinme ve bunları papağan gibi tekrarlamakla yetinme tembelliğinden bir türlü kurtulamayışımızdır.
İkbâl ile başlayan çağdaş İslâm anlayışı niçin İslâm dünyasında etkili olamadı ve kesintiye uğradı diye bir anket yapılacak olsa, muhtemelen sonuç şöyle olurdu : “Çünkü Müslümanlar İslâm'a sahip çıkmadılar, tam aksine dünyevileştiler, bu süreçte maalesef Müslümanlar davalarını kaybettiler.”
Bu tespit bizce de doğru bir tespittir. Zira genel olarak Müslümanlar özel olarak da İslâmi hareketler büyük ölçüde dünyevileşerek,  iktidarın bozucu etkilerine aldırmaksızın iktidar tutkusuyla yanıp tutuşarak davalarını unuttular, kaybettiler.

Tefsirler yetersiz kalınca…
Geçmiş çağlarda olduğu gibi 20. yy.’da da,  daha önceleri yazılan tefsirlerin  yetersiz kaldığını gören İslâm uleması ve çağdaş  müfessirler bu eksikliğin farkına vardılar ve pek çok çağdaş tefsir yazdılar, hâlâ da bu tür tefsirler yazılmaya devam etmektedir, dolayısıyla  bu tefsir yazma sürecinin devam etmesinden  gururla söz edilebilir. Günümüzün şartlarını göz önünde bulundurarak yazılan tefsir çalışmaları devam ediyor. Ayrıca Malik b. Nebi, Abdullah Draz, Fazlurrahman ve Ali Şeriati gibi ilim ve fikir adamları da de Kur'an'ın nasıl algılanması ve anlaşılması gerektiği konusunda önemli çalışmalar yaptılar.

Hadis kaynakları yetersi kalınca…
Kur’an ve Tefsir alanındaki bu olumlu gelişmelere mukabil, Sünnet-hadis alanında , daha doğrusu rivayet malzemeleri konusunda yapılan çalışmalar fazla değildir. (Burada  hadis kelimesini kullanmadım, çünkü Müslümanlar birtakım hadis rivayetlerinin neticede birer rivayet olduğunu unutup, sanki onları kendi kulaklarıyla Hz. Peygamber’den duymuşçasına birebir O’nun(sav) sözü olarak kabul ediyorlar, öyle olunca da bu rivayet malzemesi konusundaki birtakım ilmi değerlendirme ve eleştirilerin ne anlama geldiğini anlamıyorlar ve kızıyorlar).

Sünnet ’in de Siyer’in de  birinci kaynağı Kur’an’dır.
İmam-ı Azam’ın da “el-Âlim ve’l-Muteallim” kitabında dediği gibi Hz. Peygamber Kur’an’a aykırı bir söz söylemez, söylerse zaten peygamber olamaz” Dolayısıyla Hz.Peygamber’e izafe edilse de Kur'an'a rağmen söylenen söze hadis denmez.
Peki mevcut Hadis rivayetlerinin hepsi de gerçekten Hz. Peygamber’e ait olduğu kesin olan sözler midir? 20. yy’ da bu hadis rivayetleri İslâm Dünyasının problemlerinin çözümünde Müslümanlara ne gibi imkânlar ve açılımlar sunuyor? Hadis rivayetleri ışığında  20.yy'a , 20. yy gelişmeleri ışığında hadis rivayet malzemesine nasıl bakılıyor,ya da bakılmalıdır? Bu soruların cevabı henüz verilememiştir. Çağdaş anlamda bir hadis kitabı da henüz yazılamamıştır. Çağdaşlık iddiasıyla yazılmış olanlar ise adı çağdaş olmak dışında, eskilerin kötü birer tekrarı olmaktan öte geçememektedirler. Kur'an konusunda yüzlerce tefsir yazan Müslümanlar, hadis rivayet malzemesi söz konusu  olunca anlaşılmaz bir şekilde hemen muhafazakârlaşıyorlar ve hadis alanında yenilikten ve yeni denemelerden uzak duruyorlar.

Sünnetin ikinci kaynağı mütevatir sünnetlerdir.
Bunlar canlıdır, diridir,her gün dünyanın her yerinde sürekli olarak tekrarlanan uygulamalardır,  yüz binlerce milyonlarca Müslüman tarafından yüzyıllarca fiilen yaşanarak nesillerden nesile aktarılmış ve aktarılmakta olan uygulamalardır. Klasik literatürde sünen-i ameliye, sünen-i mütevarise, sünen-i mütevatire de denilen hadis rivayetlerinden daha güvenilir zengin bir bilgi kaynağıdır. Mesela herkes İslâm’da ezan uygulaması olduğunu ya da bayram namazları kılındığını bilir, daha küçük yaşlarda ve okuma yazma bilmez iken,- dolayısıyla ilgili Kur’an ayetlerinden ve hadis rivayetlerinden bihaber olduğu bir yaşta -  İslâm’da ezan ve bayram namazları diye bir uygulama olduğunu ana-babasından ,mahallesinden ,çevresinden görür,duyar ve öğrenir, büyüyünce namaz kılmadan önce namaz vakitlerini ilan etmek ve namaza Müslümanları davet etmek için ezan okumanın gereğine inanır, tıpkı bunun gibi.

Üçüncü sırada hadis kaynakları adı verilen kitaplar vardır.
Bu kitaplar genellikle kendilerinden önce yazılan derlemelere dayanılarak yazılmıştır. Buhari, Müslim, Tirmizi birebir ravilerden ve şahıslardan sözlü olarak, sözlü rivayet usulüyle toplanıp yazılmış değildir. Önceki yazılan kitaplardan kendi metotlarına uygun olan rivayetlerden derlemedir bu kitaplar büyük ölçüde.

Sünnet'in dördüncü kaynağı kaya yazıtları ve arkeolojik kazılardır.
Hicaz yarımadası ve civarında ,çoğu Müslüman olmayan ilim adamları tarafından gerçekleştirilen, pek azı Müslüman bilim adamları tarafından yapılan  bu tür arkeolojik çalışmalar henüz tamamlanmış değildir. Tamamlanınca elimizdeki rivayet malzemelerinin ihtiva ettiği bazı bilgilerin ne kadar sağlam olduğu daha net olarak  ortaya çıkacaktır, tablo netleşecektir. Ama dediğim gibi bu çalışmalar pek çok ilahiyatçı ve İslâm araştırmacısı için meçhul, az sayıda bilenler için ise hayli yeni bir gelişmedir.

Beşinci sıradaki kaynak Müslüman olmayan devletlerin elindeki o döneme ait tarihi malzemelerdir.
Hz. Peygamber dönemini kapsayan Sasani, Bizans ve  Habeşistan tarih kaynakları da Hz. Peygamber dönemi hakkında bize bilgi veren kaynaklar arasında yer alması gerektiği halde, henüz bunlara da gereken ilginin gösterildiği ve bunlara ulaşıldığı söylenemez.  Bu kaynaklar incelenip taranınca hadis rivayetleriyle ilgili birçok husus daha da netleşecektir.

Devam edecek

İSLÂM'IN GELECEĞİ, GELECEĞİN İSLÂMI'NA BAĞLIDIR (II)


"Dînî düşüncenin yeniden inşası, Müslümanların bir davalarının olduğunu hatırladıkların-da mümkün olacaktır. Bugün Müslümanlar, masa, kasa ve nisa'yla uğraşıyorlar. Artık dava unutuldu, zira mücahitler müteahhit, tasavvuf ehli tasarruf (holding, şirket, banka v.s) ehli oldu, dünyevileşti."

Metin tenkidi

Sünnet'i, daha doğrusu asırlarca Müslümanların İslâm tasavvurlarını belirleyen pek çok rivayeti 20. yy mentalitesine sunabilmek giderek zorlaşmış ve son iki yüzyılda çeşitli alanlardaki gelişmeler ışığında bunların değerini belirleyebilmek amacıyla bir yöntem olarak metin tenkidi gündeme gelmiştir. Aslında metin tenkidi, zannedilenin aksine kronolojik olarak isnad tenkidinden öncedir, zira isnad kavramının ve sisteminin olmadığı Sahabe döneminde genellikle metin tenkidi uygulaması yapılmıştır. Hz. Aişe ve Hz. Ali bu alandaki en gözde ve önemli metin tenkitçileridir. Son iki yüzyılda yaşamış olan hemen bütün çağdaş İslâm düşünürlerinin de gözde yönteminin metin tenkidi olduğu söylenebilir. Bu meyanda Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Mehmet Akif Ersoy, İsmail Hakkı İzmirli, Ahmet Hamdi Akseki, Maurice Bucaille, Mevdûdi, Fazlurrahman v.b. pek çok isim zikredilebilir.
Müslümanların en önemli ihtiyaçları içtihat konusundadır. İçtihat aklı çalıştırmakla alâkalıdır. Rivayete sarılıp da aklı bir kenara bırakanlar İslâm'ı 20. yy.‘ da sorunlara cevap veremez hale getirmişlerdir. Oysa Peygamberimiz, Yemen'e vali tayin ettiği Muaz ibn Cebel'in, Kur'an'da ve Hadis'te muhatap olduğu bütün soruların cevabını bulamayacağını açıkça kabul etmiş ve Muaz'ı kendi içtihadına yönlendirmiştir. Bu, bugün İslâm Dünyası'nın şiddetle ve acilen muhtaç olduğu çok önemli bir yöntemsel bilinçlendirmedir.

En fazla hadis uydurulan alanlar

Uydurma hadis rivayetlerin kapsadığı alanlar, akaitten ahlaka, siyerden fıkha, siyasetten tıbba kadar hemen hemen insan hayatının bütün alanlarını kapsayacak kadar geniştir. Ama pek çok ulemanın salih amellere teşvik ve günahlardan sakındırma alanında rivayetlerin çok sıkı elenmesi gerekmediği, bu alandaki rivayetler konusunda daha gevşek davranılabileceği şeklindeki tutumları uydurma hadis rivayetlerinin bu alanın da dışına taşarak, sahih ve güvenilir rivayetleri gölgede bırakmasına yol açmıştır. Nitekim bugün İslâm dünyasındaki egemen İslâm tasavvurları büyük ölçüde bu gibi son derece çürük ve hatta asılsız ve uydurma rivayetlere dayanmaktadır. Dolayısıyla bugün uydurma, asılsız ve çürük rivayetler üzerinde durmak, sahih ve güvenilir rivayetler üzerinde durmak kadar, hatta -" Def-i mefasid celb-i menfaattan evladır." ilkesi uyarınca - ondan da önemlidir.
Bu problemli rivayetler içerisinde günümüzde de önemli bir tartışma konusu olan kadın hakları ve kadının statüsü konusunda oldukça fazla uydurma veya son derece problemli rivayet malzemesi söz konusudur. "Kadınları başlarına idareci seçenler helak olmuştur" hadis rivayetine dayanarak kadınlar asırlarca siyaset ve yönetimden dışlanmıştır. Kadının siyasette yer alamaması tek bir hadise bağlı olarak açıklanmıştır. Kadın bu tek hadis rivayeti yüzünden toplumda devre dışı kalmıştır. Çağın meydan okumalarına cevap verebilecek çözümler üretmek yerine, kadının toplumun dışına bırakılması çok yanlıştır.

Hz. Hatice, Hz. Aişe, Hz. Ümmü Seleme vb. birçok sahabi hanım aktif olarak hayatın hemen her alanında yer aldığı halde, ilerleyen asırlarda ataerkil/erkek egemen zihniyetin ürünü olan birtakım uydurma rivayetlerle kadın toplumsal alandan adeta dışlanmıştır. Bir tek uydurma rivayetin yaptığı tahribat bu kadar büyüktür. Mesela Türkiye dışındaki İslâm ülkelerinde kadınlar camilerde namazlarını, Cuma namazlarını rahatça kılarlar. Ülkemizde olduğu gibi engellenmezler.
Sözün kısası uydurma, asılsız, çürük ve problemli hadis rivayetlerinin yaptıkları tahribatlar çok büyük olmuştur.

En fazla hadis uydurulan alanların başında, Kur'an okumanın fazileti ve ibadetlerin faziletleri hakkındaki hadisler de gelir. Peygamber kıssalarına dair rivayetlerin çoğu Yahudi ve Hristiyan kültürünün mührünü taşır.

Esbâb-ı Nüzûl (Nüzul sebepleri) alanındaki rivayetlerin de çoğu problemlidir. Keza bazı hadis rivayetlerinde kader imanın şartlarındandır, bazılarında değildir. İnsanın iman veya küfrü, iyi veya kötüyü, sevap veya günahı seçmede özgür iradesiyle hareket edip etmemesi bağlamında kader meselesinin imanın şartlarından olmaması - açıkça zikretmesine engel olmadığı ve diğer esasları açıkça zikrettiği için - Kur'an'a daha uygundur. Şefaatle ilgili hadislerde de problem vardır. Bu rivayetler hem isnat hem de metin açısından problemlidir.

Mesela tasavvuf ve tarikat çevreleri kadar ilahiyat ve diyanet çevrelerinde bile yaygın olarak ciddiye alınan; "Sen olmasaydın (ya Muhammed) ben bu alemleri yaratmazdım." rivayeti de bir başka örnektir. Bu hadis rivayeti hiçbir hadis kitabında yoktur, uydurmadır. Ama siz bu hadisin uydurma olduğunu tasavvuf erbabına tarikat erbabına asla anlatamazsınız.

Salih amellerin faziletlerine dair hadis rivayetlerinin de çoğu uydurmadır. Kandil geceleriyle ilgili hadis rivayetlerinin neredeyse tamamı uydurmadır, bu gecelerde yapılan ibadetlerle ilgili hadisler uydurmadır. Tespih namazıyla ilgili rivayetler uydurmadır. Miraç hadisiyle ilgili detaylar ya uydurmadır ya da fevkalade çelişkili ve problemlidir. Mamafih bu rivayetlerden genel olarak Mirac'ın bir vizyon ve manevi bir tecrübe olarak kabul edilebileceği ifade edilebilir.

Recm ile ilgili hadislerin bir büyük kısmı son derece problemli ve bir kısmı açıkça uydurmadır. Mesela çok yaygın olan ve yaygınlaştırmak için bazı çevrelerin özel gayret sarf ettiği Cevşen duası uydurmadır. Peygamberimiz zaten bu kadar uzun dua etmezdi. Cevşeni yanında taşıyana kurşun isabet etmez derler, bunu önce bu iddiada bulunanlar üzerinde denemek gerekir, kurşun işliyor mu işlemiyor mu? emin olmak için.

Hadis kitaplarının yok olduğunu farz etsek Müslümanlığımızdan bir şey kaybeder miyiz?

Hadis kitaplarının yok olduğunu farz etsek şu an için Müslümanlığımızdan çok fazla bir şey kaybetmeyiz. Zira gerek Kur'an, gerek Allah resulünün hayatı, gerekse onun Sünnet'i tevatüren nesilden nesile aktarılmaya devam etmektedir. Ancak bununla da yetinmeyip Müslümanlar Peygamberleriyle aralarında ondan rivayet edilen sözlerle de bir bağ kurmak isterler. Bu bağın uydurma rivayetlerle kurulması, telafisi zor olan bazen de mümkün olmayan sonuçlar doğuracaktır. Dolayısıyla en muteber addedilen hadis kaynaklarında bile şu veya bu ölçüde birtakım zayıf, çürük, asılsız veya uydurma rivayetlere rastlanması söz konusudur. Bu sebeple hangi kaynakta yer alırsa alsın rivayetler konusunda körü körüne teslimiyetçi davranmamak gerekir. Tam aksine İbn Teymiye'nin "Kur'an dışında hatasız kitap yoktur" sözü bize rehberlik etmelidir.

Geleceğin İslâm'ı

Geleceğin İslâm'ını inşa edebilirsek, Müslümanların ve İslâm Ümmetinin geleceği konusunda ümitvar olmamız mümkün demektir. İslâm dininin entelektüelleri fildişi kulelerden çıkıp, İslâm dünyasını adım adım dolaşmalıdırlar. Kur'an ve Sünnet'e dönüş anlamında muhafazakâr Selefilik değil, radikal selefilik değil, entelektüel selefilik gereklidir. Geleceğin İslâm'ını inşa etme sürecinde bam teli hadis rivayetleridir, bu rivayetler karşısında takınılacak tavırdır.

Şii ve Sünni dünyada tamamen rivayete dayalı bir İslâm anlayışı hakimdir ki bu problemli bir anlayıştır. İmam Şafii din alanında sadece nakli bilgiyi ve rivayeti esas almış ve aklı devre dışı bırakmıştır. Hâlbuki günümüzde daha ziyade Rey'e dayalı/düşünceye dayalı bir sünnet/hadis anlayışına ihtiyaç vardır.

Meselâ, tek başına bir mezhep İslâm'ı temsil edemez. Zeydi, İbadi, Şii, Sünni, Mu'tezililerin toplamı İslâm'ı ve ümmeti oluşturur. Ehli Sünnet sadece dört amelî, iki de itikadî mezhepten oluşur. Sufileri, Selefileri ve İslâm filozoflarını da Sünniler içinde sayabiliriz. Buna rağmen Ehl-i Sünnet kendilerini sadece Sünniliğin değil de İslâm'ın temsilcisi olarak görürler.
Mu'tezili imamların hemen hepsi Hanefidir. Öte yandan Zeydilik Sünniliğe çok yakındır. Bundan dolayıdır ki, sünneti sadece Sünnilerin sünnet anlayışıyla izah etmek doğru değildir. Bugün çektiğimiz sıkıntıların temelinde yatan yanlışlıklardan biri Ehli Hadis'in bu konudaki dışlayıcı tutumudur.

Bizim yapmamız gereken, tarumar olmuş bu binayı yıkıp yerine yeni bir bina yapmak olmamalıdır, sağlam kalan malzemeleri bir araya getirip binayı yenilemek olmalıdır.

Dînî düşüncenin yeniden inşası, Müslümanların bir davalarının olduğunu hatırladıklarında mümkün olacaktır. Bugün Müslümanlar, masa, kasa ve nisa'yla uğraşıyorlar. Artık dava unutuldu, zira mücahitler müteahhit, tasavvuf ehli tasarruf (holding, şirket, banka vs.) ehli oldu, dünyevileşti.

Buna rağmen hadis alanında oldukça ciddi denebilecek çalışmalar yeni yeni ve cılız da olsa canlanmaya başladı, bu çalışmaların benzerini Siyer alanında da yapmak lazımdır. Maalesef Siyer alanı henüz bakir olup yapılacak yeni araştırmaları ve denenecek yeni yaklaşımları beklemektedir.

Devam edecek

  
Rüştü Kam

17 Şubat 2014 Pazartesi

ETİ HELAL KILAN NEDİR? (III)




Etin helal olması için hayvanın besmele ile kesilme şartı getirilmemiştir. İnsanların istifadesine sunulan her şey zaten helaldir. Bu ilahî bir kuraldır. Et de bu helallerdendir. Hayvanı besmele ile keserek eti helalleştirmeye çalışmanın mantığı yoktur. Ancak bazı şeyler Yaratıcı tarafından özellikle haram kılınmıştır. Bu konuda sıkıntı çekilmesin diye Yüce Yaratıcı yine kullarını düşünerek En'am suresinin 145'inci ve maide suresinin 3'üncü ayetlerinde haramları tekrarlamış ve bu tekrarlanan haramların dışında herhangi bir şeyin haram olarak bildirilmediğini Peygamber'ini muhatap alarak yüksek sesle ilan etmiştir:

Delil 1:

"De ki: Bana vahyolunanlar içinde, bu haram dediklerinizin, yemek isteyen kimseye haram kılındığını görmüyorum. Ancak leş, yahut akıtılmış kan, yahut pis olduğunda hiç şüphe olmayan domuz eti, veya Allah yolundan çıkarak Allah'tan başkası adına kesilen hayvan olursa başka (bunlar haramdır). Fakat kim çaresiz kalırsa başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere bunlardan yiyebilir. Çünkü Rabb'in gafûrdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur)."



"Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kurban edilenler, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp ölmüş, süsülmüş, yırtıcı hayvanlar tarafından yenilmiş olanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz hariç- ve dikili taşlar adına kesilen hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılınmıştır. Bunlar fâsıklıktır. Bugün kâfirler, sizin dininizden ümitlerini kesmişlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'dan razı oldum. Kim, açlık dolayısıyla zorda kalırsa, günaha düşmeye meyilli olmadan (bu hayvanlardan yiyebilir.) Allah, bağışlayandır, merhametlidir."



Açıklama 1:

Bu ayetlerde besmele çekmeden kesilen hayvanın eti yenmez diye bir hüküm konulmamıştır. Allah'tan başkası adına kesilenlerin eti yenmez diye bir hüküm konmuştur. Yani konu itikadîdir. İnançla ilgilidir. İnançsızlığından dolayı, Allah'ı tanımamadan dolayı, sırf Allah'a muhalefet etmek için yapılan kesimdir konu. Haram olan et bu ettir.



Şoklanarak kesilen hayvanların İslâmî usullere göre kesilen hayvan olduğunu Maide 3'üncü ayetten anlıyoruz. "-ölmeden yetişip kestikleriniz hariç-"deniyor bu ayette. Ben bizzat bu işle uğraşan meslek erbabına sordum ve onlardan şu cevabı aldım; "Şoklanan hayvanları bırakırsanız üç dakika sonra ayağa kalkarlar." Yani hayvanlar ölmüyorlar, sadece bayılıyorlar. Bu durumda şoklanan hayvan leş değildir. Dolayısıyla haram değildir. Haram kılınan leştir.



Bazı Müslümanlar Yahudilerin kestiği İslâmî kesimdir diyorlar. Onların kesimine İslâmîdir demek yanlıştır. İslâm'ı bilmemektir. Onların kesimi Müslümanlara emsal olamaz. İslâm en son inen dindir, kesim konusundaki hükmü bellidir ve çok açıktır. Haramlar konusundaki hükümleri de tartışmaya açık değildir, hüküm koyucu Allah'tır.(Nahl 116)



Delil 2:

Yine sıkıntı çekilmesin, çıkar çevreleri tarafından istismar edilmesin diye Maide suresinde bir hatırlatma daha yapılmıştır: " Bugün size temiz ve iyi şeyler helal kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin (Yahudi, Hristiyan vb.nin) yiyeceği size helaldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir..." (Maide 5)



Açıklama 2:

Eğer, hayvan kesilmeden önce besmele çekme şartı olsaydı, Ehl-i Kitap'ın kestiği hayvanın etinin helal olmaması gerekirdi, yenilmemesi gerekirdi. Çünkü ayette, besmele çekmeleri şartıyla diye bir açıklama konulmamıştır. Onlar da zaten besmele çekerek kesmeyeceklerdir.



Bu ayette Ehl-i Kitap müşriklerden istisna edilmiştir. Allah Müslümanların Ehl-i Kitap'la kavgalı olmalarını istemiyor. Onlarla uzlaşma sağlanmasını istiyor. Bilhassa Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanlar Ehl-i Kitap'la olan münasebetlerini bu ve benzer ayetlerden istifade ederek konumlarını yeniden gözden geçirmelidirler.



İslâm, kestiğinin yenilmesi konusunda Ehl-i kitap'ı yani Hristiyan ve Yahudileri müşrik ve münkirlerden ayrı tutmuştur, onları istisna etmiştir. Çünkü Ehl-i Kitap temelde vahye, peygamberliğe ve genel anlamda dinin aslına inandıkları için mü'minlere daha yakındır. "Ehl-i Kitap'ın yemeği" ifadesi, onların her türlü yemeğini kapsamına alır. Kestikleri hayvanlar da buna dahildir. Ancak leş, akan kan ve domuz eti gibi bizzat haram olanlar bundan müstesnadır. Bunlar haramkılınmıştır. Diğer yandan kestikleri hayvan üzerine Mesîh, Üzeyir, haç ve benzeri, Allah'tan başkasının ismini zikretmemeleri de gereklidir. (el-Kâsânî, Bedâyîu's-Sanayî, V, 45; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, cz.1, 365 vd; el-Cezîrî, Kitabü'l-Fıkh alel-Mezâhibi'l-Erbaa, 11, 22 vd.; el-Kardâvî, İslâm'da Helal ve Haram, terc. Ramazan Nazlı, İstanbul 1967, s. 64 vd.)



İbni Kesir Maide suresi 5'inci ayetin tefsirini yaparken şunları zikreder: "... Ehl-i Kitap'ın kestikleri Müslümanlara helaldir. Çünkü onlar, Allah'tan başkası adına kesmenin haram olduğunu kabul ederler. Ve kestikleri hayvanların üzerine Allah'ın adını anarlar. Her ne kadar onlar Allah'u Teâla hakkında - ki Allah'u Teâla onların söylediklerinden yüce ve münezzehtir - yanlış inançlara sahip iseler de, kestikleri hayvanlar üzerine Allah'tan başkasının adını anmazlar. " (İbni Kesir: 5.c.2135.s)



İmam Taberi hayvanı besmele ile kesme konusunda şöyle der: "Kitap ehlinin kestiğinin helal olabilmesi için Allah'ın ismini zikretmeleri şart değildir. Çünkü onlar Allah'ın ismini söyleseler bile, gerçek mâbud olan Allah'ı kastetmezler. Mesih'in babası veya Üzeyr'in babası olduğuna inandıkları Allah'ı kastederler. Gerçek mâbudun ismini kastederek söyleseler bile, ehli kitap kafirlerin besmele çekmesi şart değildir." (Kurtubi Ahkamu'l-Kur'an c: 6 s: 52)



Delil 3:

Besmele çekmenin zorunlu olmadığı, Peygamber uygulamasıyla da Müslümanlara fiilen açıklanmıştır. Hz. Ayşe'den gelen şöyle bir rivayet vardır: "Rasulullah (s)'a bir grup Müslüman geldi ve dediler ki: "Yeni Müslüman olmuş bir kavim bize et getiriyor. Keserken Allah'ın ismini zikredip zikretmediklerini bilmiyoruz. Ne yapalım?"

Bunun üzerine Rasulullah (s), "Siz Allah'ın adını zikrederek yiyin" buyurdu. (Buhari, Ebu Davud, Nesei, İbni Mace, Malik)



Açıklama 3:

Şayet Allah'ın adını zikretmek şart olsaydı, kesim sırasında üzerine Allah'ın adı zikredilip zikredilmediği şüpheli olan etlerin yenmesine izin verilmez, araştırılması emredilirdi. Bu rivayetlerden de anlaşılacağı gibi kesim işleminde kasıt aranmaktadır. Allah'ı devre dışı bırakmak, inkar etmek veya şirk koşmak anlamında bir kasıttır aranan. Böyle bir kasıt yoksa o hayvanın eti helaldir. İster Müslüman kessin, isterse Ehl-i Kitap kessin.



Delil 4:

Benzer bir uygulama Hayber'in fethinden sonra gerçekleşmiştir: Hayber fethedilmiş, Peygamberimiz ashabıyla birlikte istirahate çekilmişti. Savaşla Rasûl-i Ekrem'i mağlup edemeyen Yahudiler, bu sefer haince bir tertibin içine girdiler: Onu zehirlemeye karar verdiler! Bu vazifeyi, meşhur Yahudi Sellam b. Mişkem'in karısı Zeyneb üzerine aldı. Plân gereği, Zeyneb, bir dişi keçi kızarttı ve her tarafını tesirli bir zehirle zehirledi; ayrıca, Peygamber Efendimizin, davarın kol ve kürek etini daha çok sevdiğini de sorup öğrendiği için, keçinin oralarına daha da çok zehir serpti.



Yahudi kadını Zeynep, kızartılmış, kebap edilmiş zehirli keçiyi alıp getirdi ve, "Ey Ebû'l-Kasım!.. Bunu sana hediye ediyorum!" diyerek Peygamber Efendimizin önüne koydu.

Kadın uzaklaşırken, Peygamber Efendimiz ve orada bulunan sahabîler de ortaya konulan etten yemeye başladılar. Rasûl-i Ekrem, etin sevdiği kürek kısmından bir lokma aldı; fakat yutmadan, sahabîlere, "Ellerinizi çekiniz! Şu kürek, etin zehirlenmiş olduğunu bana haber veriyor!" ( İbn-i Hişam, c. 3, s. 352; Ebû Davud, Sünen, c. 4, s. 175.) diye buyurdu.



Herkes elini çekti. Sâdece Bişr b. Bera Hazretleri, ağzına aldığı lokmayı yutmuştu. Et öylesine kuvvetli zehirliydi ki Hz. Bişr, oturduğu yerde birden morardı ve ânında şehid oldu. (Halebî, İnsanû'l-Uyûn, c. 2, s. 767.)



Açıklama 4:

Eğer besmele çekilmeden kesilen hayvanın eti haram olsaydı peygamberimiz'in Hayber'li kadına "Bu et besmele çekilerek mi kesildi yoksa çekilmeden mi?" diye sorması gerekiyordu.



Delil 5:

Peygamberimiz, sadece fiili olarak değil, sözlü olarak da besmele çekilmeden kesilen hayvanın eti helaldir demiştir: "Kesim sırasında Allah'ın adını zikretse de zikretmese de Müslümanın kestiği helaldir." (Ebu Davud, Mürsel hadis)



Açıklama 5: Hayvan keserken besmele çekmek farz olsaydı, bizzat Müslümana farz olması gerekirdi. Oysa "Müslüman besmele çekmese de kestiği yenir", demiştir Peygamberimiz. Hanefi mezhebinin görüşü de bu yöndedir. (Prof. Dr. Seyyit kutup, Fi Zılâl-il Kur'an c.4, s. 161)

Delil 6:

Şâfiî alimlere göre, hayvan kesilirken üzerine besmele çekmek sünnettir: Çünkü, Allah âyette (En'âm, 145, Maide 3), haram kılınan şeyleri saymıştır. Ancak, kesilirken üzerine besmele çekilmeyen hayvanın eti haramlar arasında zikredilmemiştir.

Kesilen bir hayvanın haram olması, üzerine Allah'tan başkasının adını anma yüzündendir (el-Kâsanî, Bedâyîu's-Sanayî, V, 46, )



İmam Ata: "Üzerine Allah'ın ismi zikredilmeyenleri yemeyin! "(En'am 121) ayetinin manası hakkında şöyle dedi, "Allah bu ayette, Kureyş'in putları için kestiği ve Mecusilerin kestikleri hayvanların etlerinden yemeyi yasaklamaktadır." (Taberi, İbni Kesir)



Açıklama 6: Eğer Allah hayvan keserken besmeleyi farz kılsaydı. Bu kesin emir olurdu. Kesin emirler mezheplere göre değişmez. Dört hak mezhep vardır deniliyorsa ve 4 mezhepten birisi hayvan keserken besmele çekmek "sünnet" diyorsa, bu besmelenin farz olmadığının delilidir. Kaldı ki, Hanefi mezhebi de Müslümanlar için besmele çekmenin şart olmadığı görüşündedir. .



Delil 7:

Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin. Bu, fasıklıktır. Şeytanlar, dostlarına sizinle mücadele etmeleri için fısıldarlar. Onlara uyarsanız, siz de müşriklerden olursunuz.(Enam 121)



Açıklama 7:

Allah bu ayette şöyle buyuruyor: Ey mü'minler! Allah'ın adı dışında, putların, nebilerin, salih kimselerin veya başka varlıkların ismi zikredilerek kesilen hayvanlardan sakın yemeyin! Çünkü bu şekilde kesilmiş hayvanların etlerinden yemek bir fısktır. Yani Allah'ın dosdoğru yolundan, emirlerinden ayrılmak, şerre sapmaktır. Her kim, Allah'ın ismi dışında herhangi bir varlığın ismini zikrederek hayvan keser veya böyle bir kesime rıza gösterir ya da bu yolla kesilmiş hayvanın etinden yemeği kendisine helal görürse dinden çıkar, müşrik ve kâfir olur.



Bu kadar açıklamadan sonra, Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır'a sözü bırakarak yazımızı sonlandıralım. Sayın Bayındır konuya iki soru sorarak başlıyor:



Soru 1:

Peki bazı mezhepler bu ayete dayanarak(Enam 121) "Besmelesiz kesilen hayvanın eti haramdır" hükmüne nasıl varıyorlar?



Cevap 1:

Ayetin şeklini bozarak varıyorlar. Bunu Arapça bilenler için kısaca anlatalım: Ayetin "ve innehu fıskun" bölümüne "liennehu fıskun" manası veriyorlar. Vav harfini kaldırıp bir illet lam'ı ekliyorlar ve "çünkü o fısktır" anlamı veriyorlar. Vav harfi kaldırılınca cümle-i ibtidaiye yapılmış oluyor. Halbuki o cümle Arapçada ancak hal cümlesi olabilir. Çünkü birincisi inşa cümlesidir. İkincisi ihbar cümlesidir. Birbirleri üzerine atfedilemezler. Dolayısıyla cümle ancak hal cümlesi olur. İmam Şafi bunu esas alarak demiş ki: "Hayvanı keserken besmele çekmek farz değildir. İster unutarak ister kasten besmele çekmese o hayvanın eti yenir. Ama besmele çekmek sünnettir."



Şimdi de Arapça bilmeyenler için anlatayım. Arapça bilmeyen kişi de meseleyi çok net bir şekilde anlayabilir. Ayeti bir kez daha okuyalım:



"Fısk olduğu kesin olduğu halde üzerine Allah'ın adının anılmadığı şeylerden yemeyin. Şeytanlar dostlarına sizinle mücadele etsinler diye fısıldarlar. Eğer onlara itaat ederseniz siz de müşrik olursunuz." (6. En'am 121)



Burada ayetin başıyla sonunu koparmamak çok önemli. Ayetin başında "fısk olarak hayvan kesmekten" bahsediyor, sonunda da şirkten bahsediyor. Demek ki bu fısk olarak kesmenin şirkle bir bağlantısı var. Şimdi aynı surenin 145. ayetine bakalım:

"De ki: Bana vahyolunanlar içinde yiyen bir kimsenin yemesinin haram olduğu bir şey bulamıyorum. Ancak ölü hayvan (leş), akan kan, domuz eti -çünkü domuz eti pisliktir- ya da fısk olarak Allah'tan başkası adına kesilen hayvan hariçtir."



Demek ki Allah'tan başkası adına hayvan kesmek fıskmış. Zaten bu da şirktir. Şimdi En'am Suresi 121. ayeti tekrar dikkatle okuyalım:



"Fısk olduğu kesin olduğu halde üzerine Allah'ın adının anılmadığı şeylerden yemeyin. Şeytanlar dostlarına sizinle mücadele etsinler diye fısıldarlar. Eğer onlara itaat ederseniz siz de müşrik olursunuz." (6. En'am 121)



Yani buradaki husus besmele çekilip çekilmemesi değil Allah'tan başkasının adının anılıp anılmaması konusudur. Allah'tan başkası adına hayvan kesmeyi kabul edenler müşrik olur. Yani bir müşrik fısk olduğu kesin olduğu halde putuna hayvan kesecek ve sen bunu normal karşılayıp itaat edeceksin. İşte o zaman sen de müşrik olursun, Allah'ın kesin olarak yasakladığın bir şeyi hoş karşılayan, normal gören kişi müşrik olur. İşte şeytanlar, fısk olan bu işi inananlara da hoş göstersinler diye müşriklere telkinlerde bulunurlar. Zaten bu tür uygulamalar müşriklerin ibadet olarak yaptıkları uygulamalardır. Onların ibadetine iştirak inançlarına da iştiraki beraberinde getirir. Ayette anlatılan ve yasaklanan budur.



Soru 2:

Peki besmelesiz kesilen hayvanın etini yiyen müşrik olur mu?



Cevap 2:

Asla olmaz. Hatta zorda kalan bir kişi, ölmeyecek kadar put adına kesilen etten yese gene müşrik olmaz. Bilmeden yese gene müşrik olmaz. Ayet "fısk olduğu kesinse yemeyin" diyor. Yani Allah'tan başkası adına kesildiği kesinse yemeyin diyor. Sahabeler, Medine çevresinden gelen ve hangi amaçla kesildiği belli olmayan etler hakkında Peygamberimiz'e soru soruyorlar. Peygamberimiz de "Siz Bismillah deyin ve yiyin" buyuruyor.

 

Yani besmelesiz kesilen hayvanın eti yenmez hükmü aynen müşriğin kestiği hayvanın eti yenmez hükmü gibi hiçbir bilgiye ve delile dayanmayan bir görüştür. Bu görüş sahipleri ayetler arası ilişkiyi kurmadıkları gibi ayetin kendi içindeki bütünlüğünü bile koruyamamışlar, ayeti bölmüşlerdir. Dil kurallarına aykırı anlam vermeleri de yanlışın ayrı bir boyutudur.



Fakat imam Şafii çok isabetli bir şekilde; "Bu ayetten, ‘besmele çekmeden kesilen hayvanın eti yenmez' şeklinde bir hüküm çıkarılamaz." demiştir. Çünkü ayette kesenle ilgili hiçbir şey yoktur. Fakat bu doğru hükmü veren imam Şafii nedense "müşriklerin kestiği yenmez" demektedir. Tamam müşriklerin putu adına kestikleri yenmez ama, onlar her hayvanı keserken putları adına kesmiyorlar ki? Yani müşriğin putu adına kestiği yenmez demek doğrudur, ama bunu genelleyerek "müşriklerin her kestiği yenmez" demek doğru değildir.



Sonuç:



    1. Hayvanı besmele ile kesmek farz değildir. Eti helaldir. Çünkü, hayvan keserken besmele çekmek farz değil, sünnettir. Yani ister unutarak ister bilerek besmele çekmeyen kişinin kestiği hayvan yenir.



    2. Hayvanı Allah'tan başkası adına kesmemek farzdır. Allah'tan başkası adına kesilen hayvanın eti haramdır.(En'am 121, 145. Maide 3)



    3. Ehl-i Kitap olan bir ülkede kesilen hayvanların eti helaldir. O ülkede kesilen hayvanlar Allah'tan başkası adına kesiliyorsa, böyle bir adet varsa haramdır. Allah Ehl-i Kitap'ı müşriklerden istisna etmiştir.(Maide 5) Oysa, Müşriklerin Allah'tan başkası adına kestikleri, taptıkları varlıklar için kestikleri yenmez. Müşriklerin normal olarak kestikleri hayvanların eti yenir.



    4. Şoklanarak kesilen hayvan İslâmi usullere göre kesilen hayvandır. İslâmî kesimde, hayvanın acı çekmeden kesilmesi esastır. Peygamberimiz hayvanların acı çekmeden kesilmesini buyurur.(Hadis) Ama vurarak sersemleyen hayvan ölmeden kesilirse yenir (Maide 3). Zaten batıda ve dünyanın her yerinde ölü hayvan etini satmak kanunlarca yasaktır. Onun için hayvanı öldürmeyecek şekilde vuruyorlar veya şoke ediyorlar sonra hemen kesiyorlar.



    5. Eti yenen hayvanlar ile ilgili hükümler kesindir.(En'am 145) Ayrıca, Maide Suresi'nin 5'inci ayeti Ehl-i Kitap'ı müşriklerden istisna etmiştir. Kestikleri yenir.



    6. Sultanı, hakimi, siyasi lideri, şeyhi, efendiyi, abiyi veya hacdan dönen kişiyi karşılamak için Allah'ın ismi zikredilerek kesilen hayvanın eti Şafiilere ve bütün Hanefilere göre, haramdır.



    7. Kâfir: Bir şeyin üstünü örten, gizleyen demektir. Yahudilere ve Hristiyanlara bu anlamda kâfir denir. Aynı şekilde İslâm'ın hükümlerini karartan, üzerini örten, gizleyen Müslümanlara da İslâm literatüründe kâfir denir. Bunlar Müslüman kâfirlerdir. Dikkatli olmak lazımdır.
 



    8. Bilhassa Avrupa ülkelerinde Müslümanlara hizmet yaptıklarını söyleyen cemaatler, kendilerine yakın kasapların etlerini helal, diğer cemaatlerin etlerini haram ilan etmemelidirler. Hele hele Ehl-i Kitap'ın kestiği etleri zinhar haram etmemelidirler. Bunlar Ehl-i Kitap değildir diyerek Allah'ın "istisna" ettiği bu insanları müşrik olarak nitelemek hüküm koyuculuk olur. Yanlıştır, Allah'a rağmen hüküm koymak olur. Fevkalade tehlikeli bir yaklaşımdır.



    9. Fabrikada sırayla kesilen tavuklara gelince: Onların etleri yenir. Bazıları ‘onu insan kesmiyor alet kesiyor' diyorlar. Zaten hiçbir hayvanı insan, eliyle öldürmez, dünyada her kesilen hayvanı insan bir aletle keser. Bunun bıçak olmasıyla makine olması arasında fark yoktur. Bazıları İslâmî usul diye makinenin başına bir kişi koyup her geçen tavuk için Bismillah, bismillah dedirtiyorlar. Dakikada 1000 tavuk kesildiği için adam besmele de çekemiyor. İnsanlara bu ıstırabı çektirmenin anlamı yoktur. Sünnete uyulsun deniliyorsa, besmeleyle olsun deniliyorsa makineyi çalıştırırken "Bismillah" demek yeterlidir.
    10. Yalnız bir tek yerde hayvanı keserken besmele şartı vardır. O da kurbandadır. Onu da Allah Teâlâ çok açık olarak bildirmiştir. "Her ümmet için, Allah'ın onlara rızık olarak verdiği koyun, keçi, sığır, deve cinsinden hayvanlar üzerine Allah'ın adını ansınlar diye kurban ibadeti koyduk..."(Hac 34)



    11. Kurban bir ibadet olduğu için onu keserken de Allah'ın adını anmak farzdır. Bu da kurban bayramı günlerinde olur. Aynı surede Allah Teâlâ biz ümmet-i Muhammed için de şöyle buyuruyor: " İri gövdeli hayvanları da (koyun, keçi, sığır ve develeri) sizin için Allah'a ibadetin simgelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Sıra sıra dizildikleri zaman (kurban bayramında) üzerlerine Allah'ın adını anın." (Hac 36)



En doğrusunu Allah bilir.



Bitti




  
Rüştü Kam