"Dînî
düşüncenin yeniden inşası, Müslümanların bir davalarının
olduğunu hatırladıkların-da mümkün olacaktır. Bugün
Müslümanlar, masa, kasa ve nisa'yla uğraşıyorlar. Artık dava
unutuldu, zira mücahitler müteahhit, tasavvuf ehli tasarruf
(holding, şirket, banka v.s) ehli oldu, dünyevileşti."
Metin
tenkidi
Sünnet'i,
daha doğrusu asırlarca Müslümanların İslâm tasavvurlarını
belirleyen pek çok rivayeti 20. yy mentalitesine sunabilmek giderek
zorlaşmış ve son iki yüzyılda çeşitli alanlardaki gelişmeler
ışığında bunların değerini belirleyebilmek amacıyla bir
yöntem olarak metin tenkidi gündeme gelmiştir. Aslında metin
tenkidi, zannedilenin aksine kronolojik olarak isnad tenkidinden
öncedir, zira isnad kavramının ve sisteminin olmadığı Sahabe
döneminde genellikle metin tenkidi uygulaması yapılmıştır. Hz.
Aişe ve Hz. Ali bu alandaki en gözde ve önemli metin
tenkitçileridir. Son iki yüzyılda yaşamış olan hemen bütün
çağdaş İslâm düşünürlerinin de gözde yönteminin metin
tenkidi olduğu söylenebilir. Bu meyanda Muhammed Abduh, Reşid
Rıza, Mehmet Akif Ersoy, İsmail Hakkı İzmirli, Ahmet Hamdi
Akseki, Maurice Bucaille, Mevdûdi, Fazlurrahman v.b. pek çok isim
zikredilebilir.
Müslümanların
en önemli ihtiyaçları içtihat konusundadır. İçtihat aklı
çalıştırmakla alâkalıdır. Rivayete sarılıp da aklı bir
kenara bırakanlar İslâm'ı 20. yy.‘ da sorunlara cevap veremez
hale getirmişlerdir. Oysa Peygamberimiz, Yemen'e vali tayin ettiği
Muaz ibn Cebel'in, Kur'an'da ve Hadis'te muhatap olduğu bütün
soruların cevabını bulamayacağını açıkça kabul etmiş ve
Muaz'ı kendi içtihadına yönlendirmiştir. Bu, bugün İslâm
Dünyası'nın şiddetle ve acilen muhtaç olduğu çok önemli bir
yöntemsel bilinçlendirmedir.
En
fazla hadis uydurulan alanlar
Uydurma
hadis rivayetlerin kapsadığı alanlar, akaitten ahlaka, siyerden
fıkha, siyasetten tıbba kadar hemen hemen insan hayatının bütün
alanlarını kapsayacak kadar geniştir. Ama pek çok ulemanın salih
amellere teşvik ve günahlardan sakındırma alanında rivayetlerin
çok sıkı elenmesi gerekmediği, bu alandaki rivayetler konusunda
daha gevşek davranılabileceği şeklindeki tutumları uydurma hadis
rivayetlerinin bu alanın da dışına taşarak, sahih ve güvenilir
rivayetleri gölgede bırakmasına yol açmıştır. Nitekim bugün
İslâm dünyasındaki egemen İslâm tasavvurları büyük ölçüde
bu gibi son derece çürük ve hatta asılsız ve uydurma rivayetlere
dayanmaktadır. Dolayısıyla bugün uydurma, asılsız ve çürük
rivayetler üzerinde durmak, sahih ve güvenilir rivayetler üzerinde
durmak kadar, hatta -" Def-i mefasid celb-i menfaattan evladır."
ilkesi uyarınca - ondan da önemlidir.
Bu
problemli rivayetler içerisinde günümüzde de önemli bir tartışma
konusu olan kadın hakları ve kadının statüsü konusunda oldukça
fazla uydurma veya son derece problemli rivayet malzemesi söz
konusudur. "Kadınları başlarına idareci seçenler helak
olmuştur" hadis rivayetine dayanarak kadınlar asırlarca
siyaset ve yönetimden dışlanmıştır. Kadının siyasette yer
alamaması tek bir hadise bağlı olarak açıklanmıştır. Kadın
bu tek hadis rivayeti yüzünden toplumda devre dışı kalmıştır.
Çağın meydan okumalarına cevap verebilecek çözümler üretmek
yerine, kadının toplumun dışına bırakılması çok yanlıştır.
Hz.
Hatice, Hz. Aişe, Hz. Ümmü Seleme vb. birçok sahabi hanım aktif
olarak hayatın hemen her alanında yer aldığı halde, ilerleyen
asırlarda ataerkil/erkek egemen zihniyetin ürünü olan birtakım
uydurma rivayetlerle kadın toplumsal alandan adeta dışlanmıştır.
Bir
tek uydurma rivayetin yaptığı tahribat bu kadar büyüktür.
Mesela Türkiye dışındaki İslâm ülkelerinde kadınlar camilerde
namazlarını, Cuma namazlarını rahatça kılarlar. Ülkemizde
olduğu gibi engellenmezler.
Sözün
kısası uydurma, asılsız, çürük ve problemli hadis
rivayetlerinin yaptıkları tahribatlar çok büyük olmuştur.
En
fazla hadis uydurulan alanların başında, Kur'an okumanın
fazileti ve ibadetlerin faziletleri hakkındaki hadisler de gelir.
Peygamber kıssalarına dair rivayetlerin çoğu Yahudi ve Hristiyan
kültürünün mührünü taşır.
Esbâb-ı
Nüzûl (Nüzul sebepleri) alanındaki rivayetlerin de çoğu
problemlidir. Keza bazı hadis rivayetlerinde kader imanın
şartlarındandır, bazılarında değildir. İnsanın iman veya
küfrü, iyi veya kötüyü, sevap veya günahı seçmede özgür
iradesiyle hareket edip etmemesi bağlamında kader meselesinin
imanın şartlarından olmaması - açıkça zikretmesine engel
olmadığı ve diğer esasları açıkça zikrettiği için -
Kur'an'a daha uygundur. Şefaatle ilgili hadislerde de problem
vardır. Bu rivayetler hem isnat hem de metin açısından
problemlidir.
Mesela
tasavvuf ve tarikat çevreleri kadar ilahiyat ve diyanet çevrelerinde
bile yaygın olarak ciddiye alınan; "Sen olmasaydın (ya Muhammed)
ben bu alemleri yaratmazdım." rivayeti de bir başka örnektir. Bu
hadis rivayeti hiçbir hadis kitabında yoktur, uydurmadır. Ama siz
bu hadisin uydurma olduğunu tasavvuf erbabına tarikat erbabına
asla anlatamazsınız.
Salih
amellerin faziletlerine dair hadis rivayetlerinin de çoğu
uydurmadır. Kandil geceleriyle ilgili hadis rivayetlerinin neredeyse
tamamı uydurmadır, bu gecelerde yapılan ibadetlerle ilgili
hadisler uydurmadır. Tespih namazıyla ilgili rivayetler uydurmadır.
Miraç hadisiyle ilgili detaylar ya uydurmadır ya da fevkalade
çelişkili ve problemlidir. Mamafih bu rivayetlerden genel olarak
Mirac'ın bir vizyon ve manevi bir tecrübe olarak kabul
edilebileceği ifade edilebilir.
Recm
ile ilgili hadislerin bir büyük kısmı son derece problemli ve bir
kısmı açıkça uydurmadır. Mesela çok yaygın olan ve
yaygınlaştırmak için bazı çevrelerin özel gayret sarf ettiği
Cevşen duası uydurmadır.
Peygamberimiz zaten bu kadar uzun dua etmezdi. Cevşeni yanında
taşıyana kurşun isabet etmez derler, bunu önce bu iddiada
bulunanlar üzerinde denemek gerekir, kurşun işliyor mu işlemiyor
mu? emin olmak için.
Hadis
kitaplarının yok olduğunu farz etsek Müslümanlığımızdan bir
şey kaybeder miyiz?
Hadis
kitaplarının yok olduğunu farz etsek şu an için
Müslümanlığımızdan çok fazla bir şey kaybetmeyiz. Zira gerek
Kur'an, gerek Allah resulünün hayatı, gerekse onun Sünnet'i
tevatüren nesilden nesile aktarılmaya devam etmektedir. Ancak
bununla da yetinmeyip Müslümanlar Peygamberleriyle aralarında
ondan rivayet edilen sözlerle de bir bağ kurmak isterler. Bu bağın
uydurma rivayetlerle kurulması, telafisi zor olan bazen de mümkün
olmayan sonuçlar doğuracaktır. Dolayısıyla en muteber addedilen
hadis kaynaklarında bile şu veya bu ölçüde birtakım zayıf,
çürük, asılsız veya uydurma rivayetlere rastlanması söz
konusudur. Bu sebeple hangi kaynakta yer alırsa alsın rivayetler
konusunda körü körüne teslimiyetçi davranmamak gerekir. Tam
aksine İbn Teymiye'nin "Kur'an
dışında hatasız kitap yoktur" sözü
bize rehberlik etmelidir.
Geleceğin
İslâm'ı
Geleceğin
İslâm'ını inşa
edebilirsek,
Müslümanların ve İslâm Ümmetinin geleceği konusunda ümitvar
olmamız mümkün demektir. İslâm dininin entelektüelleri fildişi
kulelerden çıkıp, İslâm dünyasını adım adım
dolaşmalıdırlar. Kur'an ve Sünnet'e dönüş anlamında
muhafazakâr Selefilik değil, radikal selefilik değil, entelektüel
selefilik gereklidir. Geleceğin İslâm'ını inşa etme sürecinde
bam teli hadis rivayetleridir, bu rivayetler karşısında
takınılacak tavırdır.
Şii
ve Sünni dünyada tamamen rivayete dayalı bir İslâm anlayışı
hakimdir ki bu problemli bir anlayıştır. İmam Şafii din alanında
sadece nakli bilgiyi ve rivayeti esas almış ve aklı devre dışı
bırakmıştır. Hâlbuki günümüzde daha ziyade Rey'e
dayalı/düşünceye dayalı bir sünnet/hadis anlayışına ihtiyaç
vardır.
Meselâ,
tek başına bir mezhep İslâm'ı temsil edemez. Zeydi, İbadi,
Şii, Sünni, Mu'tezililerin toplamı İslâm'ı ve ümmeti
oluşturur. Ehli
Sünnet sadece dört amelî, iki de itikadî mezhepten oluşur.
Sufileri, Selefileri ve İslâm filozoflarını da Sünniler içinde
sayabiliriz. Buna rağmen Ehl-i Sünnet kendilerini sadece
Sünniliğin değil de İslâm'ın temsilcisi olarak görürler.
Mu'tezili
imamların hemen hepsi Hanefidir.
Öte yandan Zeydilik Sünniliğe çok yakındır. Bundan dolayıdır
ki, sünneti sadece Sünnilerin sünnet anlayışıyla izah etmek
doğru değildir. Bugün çektiğimiz sıkıntıların temelinde
yatan yanlışlıklardan biri Ehli Hadis'in bu konudaki dışlayıcı
tutumudur.
Bizim
yapmamız gereken, tarumar olmuş bu binayı yıkıp yerine yeni bir
bina yapmak olmamalıdır, sağlam kalan malzemeleri bir araya
getirip binayı yenilemek olmalıdır.
Dînî
düşüncenin yeniden inşası, Müslümanların bir davalarının
olduğunu hatırladıklarında mümkün olacaktır. Bugün
Müslümanlar, masa, kasa ve nisa'yla uğraşıyorlar.
Artık
dava unutuldu, zira mücahitler müteahhit, tasavvuf ehli tasarruf
(holding, şirket, banka vs.) ehli oldu, dünyevileşti.
Buna
rağmen hadis alanında oldukça ciddi denebilecek çalışmalar yeni
yeni ve cılız da olsa canlanmaya başladı, bu çalışmaların
benzerini Siyer alanında da yapmak lazımdır. Maalesef Siyer alanı
henüz bakir olup yapılacak yeni araştırmaları ve denenecek yeni
yaklaşımları beklemektedir.
Devam
edecek
Rüştü Kam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder