14 Ekim 2016 Cuma

İSLÂMDA MESİH VE MEHDİ İNANCI YOKTUR (lll)




- Müslümanların geleceğine inandıkları mehdi inancı beklenen kurtarıcıya olan inançtır. Kötü gidişe dur diyecek olan bir kurtarıcıdır bu. İnsanların zulüm ve işkence altında inlediği dönemlerde, ezilen ve baskı altında tutulan zavallı kitlelerin ürettiği hayali bir kahraman…-



Rüştü Kam

Ezilen kitlelerin ortak psikolojisi olan “beklenen kurtarıcı” düşüncesi, iktidarlara muhalif ve baskı gören Müslüman gruplar arasında “Mehdî” terimiyle ifade edilmiştir. İslâm tarihinde mehdilik iddialarının gündeme gelmeye başlaması, hicrî birinci asrın sonlarından itibaren, ilk olarak Muhammed b. el-Hanefiyye’nin mehdiliğini ileri süren Keysaniyye ile birlikte olmuştur. Daha sonra pek çok kişi hakkında gündeme gelen bu iddialar, zamanla daha da çoğalarak hicrî üçüncü asırdan itibaren toplum hafızasında yer etmeye başlamıştır. Mehdilikle ilgili üretilen pek çok rivayet, Sünnîler arasında kabul görmesine rağmen konuyu asıl gündemlerinde tutanlar, Şiî gruplar olmuştur. İktidar muhalifi pek çok Şiî fırka, ölen liderlerini Mehdî olarak beklemişlerdir. Ancak İmamiyye Şiasının on birinci
imam olarak kabul ettiği Hasan el-Askerî’nin vefatıyla (ö.260/873) durum yeni bir boyut kazanmıştır. Onun, ardında bir halef bırakmadan vefat etmesi, onun gizli bir oğlu olup gaybete gittiği iddialarını gündeme getirmiştir. Söz konusu fikri ileri süren İmamiyye Şiası, daha sonra da, gaybete giden on ikinci imamlarının Mehdî olarak geri döneceğini söylemiştir. Bu iddiaları zamanla bir inanç esası haline getirilerek İmamiyye Şiasının itikadî konularından biri olan imamet inancının değişmez bir
parçası olmuştur.

İslam toplumunun içine sokulan bu nifak tohumu, öyle yeşermiş dal budak sarmış ki, artık ondan kurtulmakta neredeyse imkânsız olmuş. Birçok konuda yaptığımız yanlışlar gibi, günümüzde İslam toplumu içine sokulan hurafe ve dinde olmayan Mehdi konusu da, Rabb’in Kur’an’da hüküm vermediği bir konudur.

Bizler Kur’an’ı, din ve iman adına yeterli görmediğimiz sürece de, yanlış itikatların peşi sıra gitmekten asla kurtulamayacağız. Allah istediği kadar, sizleri Kur’an’dan sorumlu tutuyorum, Kur’an’ın ipine sarılın desin; Rabb’in sesini işiten, duyan mı var? Kur’an ile aramıza soktuğumuz veliler, şeyhler Kur’an gerçekleri ile buluşmamızı, yüzlerce yıldır engellemiştir. Hâlâ engellemeye devam etmektedir.

Kur’an anlaşılması zor bir kitap ilan edilip, onu herkes anlayamaz, veli insanlar ancak anlar fikrine inandırıldığımızdan beridir ki; Müslümanlar Rabbin orta yolundan saptırılmış ve meçhule doğru hızla yol almaktadırlar. (Geniş bilgi için bkz. Avni İlhan, Mehdilik, ss. 50-52; Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004/1, 142)

Mehdi’nin geleceğine inananlar, kıyametin kopmasından önce dünyaya geleceğini ve İslam toplumlarının içinde bulunduğu zor durumdan kurtarıp, dünyada adaleti saylayacağından bahsederler. Onun geleceğini Allah’ın buyruğu gibi gösterirler. Kıyametten önce gelecek olan Mehdi bizim ne işimize yarayacaktır? Bu soruyu kimse sormaz. Kıyametin ne zaman kopacağı belli değildir. İnsanların ömrü ise bellidir. 70 yıl 80 yıl. Bunu kimse düşünmez.

Yüzlerce yıl, birilerini beklemekle boşa geçirdik vaktimizi. Doğru yolu bulmak huzura, mutluluğa erişmek için, Kur’an’dan başka ne arıyoruz, neyi bekliyoruz? Allah Kur’an’ın ipine sarılın, sizi mutluluğa, huzura ulaştıracak Kur’an’dır diyor. Bizler bu uyarıyı duymayarak veya duymazdan gelerek, hâlâ kurtarıcı bekliyoruz.

Dini kullananların, kendi çıkarlarına alet edenlerin, toplumu Allah ile aldatanların dine verdikleri zarar, affedilemez, bağışlanamaz sonuçlar doğurmaktadır. Allah onları asla affetmeyecektir.

Müslümanları huzura kavuşturacak olan rehber elimizdedir. Kur’an. Ama bizler farkında bile değiliz. Kur’an’ı devre dışı bırakan bizlere, Allah’ın yardım edeceğini düşünüyorsak, hatta Allah’ın, Müslüman toplumların içinde bulundukları yokluk, kin, nefret, düşmanlık ve acı gerçeklerden kurtaracak birisini göndereceğini düşünüyorsak, şunu üzülerek söylemeliyim ki, daha çok bekleriz. Böyle birisi gelmeyecektir.

Müslümanların geleceğine inandıkları mehdi inancı beklenen kurtarıcıya olan inançtır. Kötü gidişe dur diyecek olan bir kurtarıcıdır bu. İnsanların zulüm ve işkence altında inlediği dönemlerde, ezilen ve baskı altında tutulan zavallı kitlelerin ürettiği hayali bir kahramandır.

Kur’an’da bahsi geçmeyen bu kahramana, ne İmam-ı Azam, İmam-ı Maturidî, İmam-ı Eş’arî gibi bilginlerin eserlerinde, ne de hadis kitaplarının en sağlamları olarak kabul edilen Sahih-i Buharî ve Müslim’deki rivayetlerde yer verilmiştir.

Bu kahramana olan inancın temelini “rüya” ve “keşif” oluşturur. Bundan dolayı tasavvuf ve tarikat çevreleri ile Şii mezhebinde revaç bulmuştur. İslâm’da zanna dayalı inanç oluşturulmaz. “Onların çoğu zandan başka bir şeyin ardından gitmiyor. Doğrusu şu ki, zan haktan hiçbir şey ifade etmez. Allah onların yaptıklarını iyice bilmektedir.” (Yunus 36)

Rabbim cümlemizi, Kur’an ı rehber alıp, onun ardı sıra giden kullarından eylesin. Yoksa işimiz çok zor.

Sonuç olarak,

1-“Mehdilik, İslâm dünyasında oldukça geniş akisler uyandırmıştır. Cemiyetin huzursuz ve karışık günlerinde, hep hadislerin gölgesine sığınarak ya kendilerine teveccüh sağlayıp siyasi çıkar yahut da bilhassa son devirlerdeki Mehdi iddiacılarında görüldüğü gibi, sömürgeci Hristiyan devletlerin İslâm memleketleri üzerindeki artan nüfuzlarını kırmak için ortaya çıkmışlar, veya tam tersine onlara yaranmak maksadıyla yeni tip mehdilikler icat etmişlerdir.
Netice itibariyle Mehdi konusundaki haberlerin kaynağı ihtida etmiş Yahudi ve Hıristiyan ravilerdir dense de, hadislerden bir kısmına bağlı kalınıp "Mehdi" ümmete, insanların ayrılığa düştüğü, din ve ahlak cihetinden zaafa uğradığı devirlerde yol gösterip onları aydınlatan herkese verilen bir isimdir, görüşüne ağırlık verilse de, kıyametten önce gelecek bir mehdi fikri bütün canlılığıyla ayakta durmaktadır.
Ancak Şiiler için bir inanç konusu olan "Mehdi", Sünni-İslâm dünyasında usul-i din'e dâhil bir akide olarak yerleşememiş olmasına rağmen, renkli ve canlı süsleriyle birtakım maceracıların, dünyevi ve siyasi emel" sahiplerinin ve' çaresiz kitlelerin alaka merkezi olmuş ve olmaktadır (Prof. Dr. Ruhi Fığlalı)
Prof. Dr. Hasan Onat ise mehdilikle ilgili görüşünü şu şekilde ortaya koyar:

2- “Sorunlara kalıcı çözüm üretebilmek için akla ve doğru bilgiye güvenmek gerekir. Kendi varlığının farkında olmayan, aklına güvenemeyen insanlar, her zaman sığınacakları bir liman ararlar; bu süreçte çoğu zaman mağaraların karanlıklarında kaybolup gitmeye mahkûm olurlar. Mevcut haliyle cemaatler, ciddi anlamda bir sığınak işlevi görmektedirler. Ancak, cemaatin varlığı ve sürekliliği birey bilincinin yok edilmesiyle, insanların itaat kültürünü dinin gereği olarak algılamasıyla ve yaratıcı yetilerin törpülenmesiyle sağlandığı için, bu sığınaklar insanları köleleştiren, toplumun geleceğini karartan tuzaklara dönüşmektedir.
Sadece Türkiye’nin değil, bir buçuk milyara yaklaşan tüm Müslümanların geleceği, eleştirel düşüncede ve İslâm’ın özgürleştirici boyutunun etkin kılınmasında yatmaktadır. Kölelerle ve köle ruhlu insanlarla ne bilimin gücü yakalanabilir, ne de medeniyet iddiası sürdürülebilir. İslâm dini iman, sorumluluk ve kurtuluş bakımından bireyi esas alır. Sağlıklı birey bilinci hem sağlıklı bir toplumsal yapılanmanın, hem de sağlıklı bir demokrasi kültürünün en temel koşuludur. Kur’an, “bir topluluk kendisini değiştirmedikçe, Allah onların durumu değiştirmez” (Ra’d, 11) buyurarak çok önemli bir toplumsal yasayı insanlara hatırlatmaktadır.”(

3- Mehdi inancının, İslâm dini ile hiçbir alakası yoktur. Mesela Mehdi ne zaman gelecektir sorusuna verilen cevaplara bakalım, İslâm inancı ile hiçbir alakasının olmadığı görülecektir: Memleket zulüm ve fesada boğulduğu zaman, hiç kimsenin zahmet edip bir çabaya girmesine gerek kalmadan Allah insanlara Mesih ya da Mehdi’yi yollayacak, o da memleketi zulümden, baskıdan, fesattan kurtaracaktır. İnsanların Mesih ya da Mehdi’nin dünyayı düzeltmesine yardım etmelerine de gerek kalmayacak, çünkü Mesih ya da Mehdi’ye yardımcı olarak Allah mağaradan Ashab-ı Kehf’i çıkaracak ve gökten İsa’yı indirecektir. Böylece insanlar tekkelerde, tarikatlarda, ellerinde doksan dokuzluk tespihlerle duaya devam edeceklerdir. Memleket böylece zulümden fesattan Mesih ya da Mehdi tarafından kurtarılacaktır.

Bu senaryoya göre, zulüm ve fesatla ölümüne mücadele etmiş peygamberler ve arkadaşları boşuna mücadele etmişlerdir. Oysa Allah’ın insanlardan ve de Müslümanlardan beklediği şeyler vardır. Kur’an bu senaryonun tam tersini söyler:

„Ey örtüye bürünen! Kalk, hemen uyar“( Müddessir 1, 2 )

„İçinizden hayra çağıran, doğruyu-güzeli emreden, kötü-çirkinden alıkoyan bir topluluk olsun. Kurtuluş ve zafere eren işte onlardır.“ (Âl-i İmran 104)

„Allah’a çağıran ve düzeltici işler yapan ve “ben Müslümanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır.“ (Fussılet 33)

„Fitne kalmayıncaya ve din tümüyle Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaş. Vazgeçerlerse kuşkusuz ki Allah, ne yaptıklarını iyice görendir.“( Enfal 39)

„Her biri için onu önünden ve arkasından izleyen gözcüler vardır ki, kendisini Allah’ın emrine bağlı olarak koruyup denetlerler. Gerçek şu ki Allah, bir toplumun maruz kaldığı şeyleri onlar iç dünyalarındakini değiştirmedikçe değiştirmez. Allah bir topluma bir perişanlık dileyince de artık onu geri çevirecek bir güç yoktur. Ve onlar için Allah dışında koruyucu bir dost da olmaz.“( Rad 11)

“Bu durum, Allah'ın bir kavme verdiği nimeti, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmemesinden dolayıdır. Gerçekten de Allah hakkiyle işiten, her şeyi bilendir.” (Enfal 53)

Görüldüğü gibi İslâm dinine göre Müslüman, her kötülük karşısında şartlara göre tavır almak, kötülüklerle mücadele etmek zorundadır. Çünkü insanlar hak etmedikçe, Allah onların içine düştükleri perişanlığı değiştirmeyecektir.

3- Öte yandan tarihte mehdîlik iddiasıyla ortaya çıkanların dünyevî menfaatleri ön plana aldıkları, fitne fesada yol açtıkları, Müslümanlar arasında kan dökülmesine sebebiyet verdikleri ve başarısızlıklarından sonra kendilerine tabi olanları hüsrana uğratıp, inanç boşluğuna ittikleri bilinmektedir. Ancak bütün bunlara rağmen, yeterli dinî eğitim alamayan, iman ve İslam’ın hakikatine vakıf olamayan kimselerin basit mülahazalarla bu nevi kişilerin peşinden gittikleri bilinmektedir.

4- Mehdi ve Mesih’i karşılaştırdığımızda, Mehdi denilen kişinin Yahudi ve Hıristiyanlık inancındaki Mesih olduğunu, diğer bir ifadeyle Mehdi’nin, Mesih’in İslamileştirilmişi olduğunu görmekteyiz.

BİTTİ

11 Ekim 2016 Salı

KURAMER NEDİR? TANIYALIM


Müslümanların son birkaç yüzyılda sadece bilim ve teknoloji alanında değil onun da gerisinde yatan temel konularda üretkenliğini ve dinamizmini yitirmesi sadece maddi gerileme, uluslararası güç ve itibar kaybı, toplumsal barış ve huzurun bozulması gibi sonuçlar doğurmadı; -belki bundan da önemlisi- özgüven kaybı, tarihi mirasa tereddütle bakma, zihin karışıklığı gibi sorunlara ve derin sarsıntılara da yol açtı. Batı’yla karşılaşmada ve genel olarak dış dünya ile ilişkilerde sergiledikleri varoluş ve kimlik mücadelesi, tabii olarak bu yüzyılda Müslümanların İslâm’la sağlıklı ilişki kurmalarını zorlaştırdı ve hatta İslâm algısını derinden etkiledi. Sonuçta ya içe kapanma ve tarihe dönüş özlemi ya da dinle aramıza mesafe koyma şeklinde savrulmalar yaşadık. İslâm’ın bir tarafta arkaik din ve inançlar gibi hayatın dışına itilerek bir tarih malzemesine dönüştürülürken öbür tarafta her türlü ideolojik ve dünyevî kavganın etkin bir aracı haline getirilmesi, içine sürüklendiğimiz çıkmazlardır.

Bu süreçte esasen Müslüman zihninin ve pratiğinin en temel kaynağı olması gereken Kur’ân-ı Kerîm’in Müslümanların İslâm anlayışı üzerindeki belirleyici konumunu belli ölçüde kaybettiğine ve ona karşı olan sorumlulukların şeklî bağlarla sınırlı kaldığına da şahit olmaktayız.
Ancak -Moğol istilalarının ve Haçlı seferlerinin İslâm dünyasında yaptığı yıkımın belli bir uyanışa sebep olması gibi- son iki yüzyılda yaşananların bugün Müslüman zihnin kendisiyle yüzleşmesine, dinî düşüncede yeni anlayışların ve arayışların ortaya çıkmasına ve aydınlar arasında tarihin yeniden okunması çabalarının artmasına yol açtığını da göz ardı etmemek gerekir. Kaybedilen değerlere ilişkin farkındalık ve bilinç güçlenmeye ve dinin eskimez temelleri üzerinde yeni bir gelecek inşasının imkânları konusunda umutlar yeşermeye başlamıştır. Müslümanlar bu süreçte Kitaplarını yeniden ve daha güçlü bir iradeyle okumaya, ona yönelmeye başlamışlardır. Kur’an’ın bütün çağlara yönelik mesajını anlamayı hedefleyen çalışmalar önemli ölçüde artmıştır. Aslında Kur’an-ı Kerîm’in insanlığa getirdiği mesajı anlamayı, anlatmayı ve onu hayat tarzı haline getirmeyi Müslümanların asli sorumluluğu olarak gören anlayış İslâm dünyasında her dönemde var olmuştur; bu doğrudur. Ancak bugün bu anlayış, Müslümanların Kur’an-ı Kerîm ile daha içten bir bağ kurarak onun üzerine bir tefekkür platformu inşa etme ihtiyacı ile birlikte daha güçlü biçimde seslendirilmektedir.

Karamsar olmak şöyle dursun, bugünün İslâm dünyasındaki büyük sorunlara rağmen özgüven tazeleyerek geleceğe umutla bakmanın birçok haklı sebebi vardır. Çünkü İslâm tarihinde belli inkıtalar yaşansa da Kur’an’ı anlamaya matuf telif, eğitim ve araştırma faaliyetleri on dört asır boyunca devam etmiş ve bugüne zengin bir miras bırakmıştır. Özellikle ilk dönemlerde Müslüman âlimlerin Kur’an, Mushaf tarihi, Kur’an ilimleri, Hadis, Siyer ve Tarih gibi alanlarda bize aktardığı zengin malzeme ve telif ettikleri özgüveni yüksek eserler, bugün araştırmacılarımızdan hak ettiği ilgiyi ve istifadeyi beklemektedir. Öte yandan bu eserler bizden önce Batılı araştırmacıların dikkatini çekmiş, bunlardan yararlanan ve kendi kutsal metinleriyle mukayeseler içeren çalışmalara ağırlık verilmiş, -farklı saiklerle de olsa- Kur’an alanında araştırma merkezleri ve çalışma ekipleri oluşturularak çeşitli yayınlar yapılmıştır ve yapılmaktadır. Batı dillerinde Kur’an araştırmaları alanında, günümüz araştırmacısının bigâne kalamayacağı devasa bir literatür ortaya çıkmıştır. İslâm dünyasının didaktik, tepkisel ve savunmacı üslubu terkederek artık bu yayınların farkında olmasının, onlarla yüzleşmesinin, bu alanda yerli fakat uluslararası düzeyde projeler geliştirip hayata geçirmesinin zamanı gelmiştir.

Kur’an’ın anlam dünyasına dair çalışmaların zamanla yoksullaşmasının sebeplerini araştırmak ve mesajının doğru anlaşılmasının önündeki fikrî, kültürel, tarihî ve modern engelleri derinliğine tahlil etmek, Kur’an’ı, günümüz insanının zihin ve ruh dünyasına seslenen yeni bir anlayışın temeli haline getirmek ve onun mesajını çağımızın insanı için referans kaynağı kılmak Müslümanların omuzunda ağır bir sorumluluk olarak hep durmaktadır. Bu sorumluluğu derinden hisseden kimselerin bir araya gelmesiyle başlayan bir arayış, yapılan ilmî çalışmaların üzerine yenilerini koyabilmek ve bu çalışmaları ilmî disipline uygun bir şekilde planlayıp gerçekleştirebilmek için İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi bünyesinde, kuruluş yönetmeliği 22 Aralık 2012 tarih ve 28505 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, “İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Kur’an-ı Kerim Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi”nin, kısa adıyla “Kur’an Araştırmaları Merkezi”nin (KURAMER) kurulmasıyla sonuçlanmıştır.

Kuramer, Batı’da örnekleri çokça görülen, hayırsever kişilerin özel bir amaca tahsis edilmiş malî desteğiyle üniversite bünyesi içinde kurulan bir araştırma merkezi olması yönüyle ülkemiz açısından öncü bir adım olma özelliği de taşımaktadır.

4 Ekim 2016 Salı

İSLÂMDA MESİH VE MEHDİ İNANCI YOKTUR (ll)


- Sayın Görmez ‘in yaptığı bu açıklamalar siyasi bir demeçten öteye geçmeyecek...-

Mehdî meselesi, halkın dilinde çok dolaşan ve münakaşa edilen bir konudur. Kimlikleri her dinin kurucusunun özelliğini taşıyan mehdiler, kurucunun soyundan gelir. Saoşyant Zerdüşt’ün, Mesîh Davud’un, Mehdî Muhammed’in soyundan olacaktır. Bunlar ya Sünnî Müslümanlarda olduğu gibi müstakbel bir şahsiyettir veya Şiî Müslümanların inandığı gibi daha önce yaşamış, vaad edilen dönemin zamanı gelmediği için bekleme süresini insanlardan gizlenerek tamamlamaya çalışan, zamanın olgunlaşmasını bekleyen tarihî şahsiyetlerdir. Nitekim İsa bu süreyi gökte Tanrı’nın sağında oturarak beklemektedir. İnanışa göre Ahir zamanda gelecek ve İslam'ın dünya hâkimiyetini gerçekleştirecektir. 
Mehdi, "Hidayete erdirilen ya da hidayete vesile olan" anlamlarına gelir. "Kendisine rehberlik edilen", Allah tarafından yol gösterilen, hususi ve şahsi bir tarzda Allah'ın hidayetine nail olan kişi manasındadır. (İslam Ansiklopedisi, 7/474) Mehdi, “doğru yolu bulmak; yol göstermek, rehberlik etmek” anlamındaki hüdâ (hedy, hidâyet) kökünden türemiş bir sıfat olup “hidayete erdirilmiş, kendisine doğru yol gösterilmiş kişi” demektir. İleride gelecek bir kurtarıcı (mesîh, mehdî) inancı büyük dinlerde olduğu gibi ilkel dinlerde de görülmektedir. Bu inanç bir bakıma tarihte ve günümüzde bazı dinî-siyasî hareketlerin güç kaynağını oluşturmaktadır. Kavramın içeriğindeki âhir zaman, hükümdarlık, dini yenileme, kurtarıcılık gibi ana özellikleri değişmemekle birlikte içinde bulunduğu dinin karakterine göre ayrıntılarda farklılıklar görülmekte, bu kavramı ifade eden kelimeler de dinlere ve kültürlere göre değişmektedir. Bazı âlimler, İslam'daki Mehdî inancının kökenlerini Mecusîlik gibi Fars inançlarında ararken bazıları bunu Yahudi-Hristiyan geleneğindeki “Mesih” öğretisine alternatif oluşturma amacına bağlarlar. Ancak tarihsel olarak Mecusi inancı daha eskiye dayandığı için, Mesih inancını geliştiren Yahudile-rin de, bu düşüncelerini Babil sürgünü zamanında dönemin etkin dini Mazdeizm’den almış olması muhtemeldir. 
Mehdi inancı Kur’an'da yer almamaktadır. Hadislere ve dini önderlerin sözlerine dayanmaktadır. Şiiliğin inanç esaslarından sayılan Mehdi inancı, tarih boyunca olduğu gibi akademik çevrede pek fazla itibar edilmese de tasavvuf ve tarikat merkezli, kendi liderlerini Mehdi, cemaatlerini de Mehdinin cemaati olarak görmek isteyen Sünni toplumlarında da yaygın bir şekilde kabul ve etki gücüne sahiptir. Kur'ân-ı Kerîm'de bahsedilmeyen "Mehdilik konusu", daha sonraki kaynaklarda Deccal, Süfyan, Melhame, Ahir zaman ve kıyamet gibi eskatolojik korku mitleri ile birlikte işlenmiştir. İmam Suyutiye göre Ashâb-ı Kehf, Mehdi’nin yardımcıları olacak, İsa O'nun zamanında gökten inecek ve Deccal ile harb ederken beraber olacaklardır. 
Mehdi, inanca göre Deccal’in olduğu bir zamanda gelecek ve Deccal’e karşı savaşacaktır. İsa Mesih gökten yeryüzüne inince onun yanında olup Deccal’i yenmesine yardım edecektir. Meselâ Avrupalı araştırmacılar, Yeni Gine ve çevresindeki halklarda görülen mehdilik hareketleri için Kargo kültü, Kuzey Amerika yerlileri için Ghost-dance tabirini kullanmışlardır. Eski Amerika yerlilerinden Aztekler mehdilerine Guetzalcoatl, Eski Mısırlılar Ameni demişlerdir. Kavram için Hinduizm kalki, Budizm maytreya (maitreya, mettaya), Mecusîlik saoşyant, Yahudi ve Hristiyanlar mesîh kelimesini kullanırlar. 
 Mehdî kavramının kökleri ve gelişmesi konusunda Batılı araştırmacılar iki görüş ortaya koyarlar. Bunlardan birincisi Mehdî inancının Sümerlerde doğduğu, Bâbillilerde ve Mısırlılarda geliştiği ve bu iki kanaldan dünyaya yayıldığı düşüncesidir ki ilk örnekleri Kral I. Sargon’da (m.ö. 2350 yılları) ve Hammurabi’de (m.ö. 1728-1686) görülmektedir. İkinci görüş Mehdî inancının her dinin kendi içinde, kendi tarihî, psikolojik ve sosyolojik şartlarına göre doğup geliştiğidir. Meselâ Hinduizm’de mehdiliğin menşei Tanrı Vişnu’nun Kalki ismiyle müstakbel avatarasına ve Hint zaman tasavvuruna dayanırken İslâmiyet’te Hulefâ-yi Râşidîn dev-rinin arkasından başlayan iç savaşların tarihî, siyasî ve psikolojik tezahürleri buna sebep olmuştur.
Mehdi gelecek, insanlığın maddî ve manevî sıkıntılarını sona erdirecek, içtimaî ve dinî hayatı ideal olgunluğa ulaştıracaktır. Geleceği beklenen ideal zamanın vakti ve süresi her dinde merak konusu olmuştur. Genelde bu süreç dünya hayatının sonlarına doğru öngörülmüştür. Mevcut durumda ideal mutluluğu bulamadıklarına inanan insanlar kendi dönemlerini güz mevsiminin son zamanlarıyla karşılaştırırlar ve hayatın daha da kötüye gideceğinden endişe ederler. Ancak mev-simlerin birbirini takibi, gece ve gündüzün periyodik akışı gibi sosyal bozulmaların da kışı sayılan karanlık devri bir aydınlık baharın ve yazın yahut karanlık bir geceyi aydınlık gündüzün takip edeceği düşünülmüştür. Karanlık süreç tabii, içtimaî ve dinî hayattaki bozulmalar olarak tasvir edilir. Meselâ Eski Mısırlılara göre Nil nehri ve göller kuruyacak, içindeki banklar ve etrafındaki kuşlarla beraber kaybolacaktır. Güneş kendini insanlardan uzaklaştıracak, günde yalnız bir saat görünecek ve öğle vaktinin olduğunu kimse fark etmeyecektir. Sosyal felâketler de yoğunlaşacak, ülkeyi bedevîler ve yabancılar istilâ edecek, ülkeye karmaşa hâkim olacaktır. İşte tam bu sırada Ameni(Mehdi) gelecek ve insanları bu kaostan kurtaracaktır. Sünni İslam'da Mehdi kıyamet öncesinde gelecek ve ümmeti birleştirerek Deccal veya yalancı Mesih'e karşı savaşacak ve İsa Mesih ile dayanışma içerisinde İslam’ın kısa süreli dünya hâkimi-yetini gerçekleştirecektir. Hz. Muhammed'in soyundan gelecektir.
Sünni ekol tarikat ve cemaat mensupları arasında Mehdi yerine daha çok eşdeğer anlamlar ifade eden kelimeler kullanılmaktadır. Bunlar Kutup’tur, Hatem-ül evliyadır. Ancak kullanılan terimler bununla sınırlı değildir. Ahir zaman ile birlikte kullanılan Halife, İmam, Devrin imamı, Kâinat ima-mı, Sahib’üz-Zaman vb. deyimler de anlamsal içerik olarak Mehdi kavramı ile ilişkilendirilirler. Mehdi’nin kendisini bilmeyeceği, kendi mehdiliğinin farkında olmayacağı ve çevresindeki kişilerin bunun farkına varacakları ve kendisine zorla biat edileceği rivayetleri dolayısıyla, önde gelen pek çok siyasi ve dini önderin, bunu dile getirmeseler, hatta şiddetle reddetmiş olsalar bile beklenen mehdi olduklarına ve zamanı geldiğinde Mehdi’den beklenen fonksiyonları eda edeceklerine inanılır. Tarikat ve cemaat merkezli birçok Sünni topluluğun Mehdi inancı böyledir. Şiilik'ten farklı olarak, Mehdi beklentisi ölmüş veya kaybolmuş bir kişinin dönmesi şeklinde değil, kıyamete yakın gelecek bir kişinin Allah tarafından seçilmesi veya görevlendirilmesi şeklindedir. Dünyayı küfür kaplamadıkça Mehdi gelmez. Mehdi devri bir "altın çağ" olarak resmedilir. (İslam Ansiklopedisi, Mehdi. Mektubat-ı Rabbani 2/68) 
 Kimileri Mehdî gelmiştir, kimilerine göre daha gelmemiştir, fakat gelecektir der. İnanç böyledir. Bu konuda hadisler uydurulmuştur. Mâlik b. Enes, Buhârî ve Müslim gibi titiz davranan hadis âlimleri mehdî kelimesinin geçtiği riva-yetlere yer vermezken Ahmed b. Hanbel, İbn Mâce, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Hâkim ve Taberânî gibi muhaddisler eserlerinde bu tür rivayetleri nakletmişlerdir. Hz. Peygamber’e atfedilen ve râvileri güvenilmez bulunan bazı metinlerde, “dünyanın ömründen bir gün bile kalsa Allah bu günü uza-tıp mutlaka bir mehdî gönderecektir ifadeleri yer alır. “(İbn Haldun, II, 787-789) 
Kimileri de Mehdî inancının olmadığını söyler. İmanla ilgili bu kadar önemli bir konu niçin Kur’an’da yoktur der. Bu sorgulamalarından dolayı tekfir edilirler. Dünyanın son zamanlarında adı, soyu, nitelikleri ve icraatı belli bir kurtarıcının geleceğine dair açık bir nas bulunmadığı, aklın da bunun mevcudiyetine hükmetmediği düşüncesinden hareketle mehdînin zuhurunu kabul etmeyenler arasında Kâdî Abdülcebbâr, İbn Haldun, M. Reşîd Rızâ, Ah-med Emîn, Ferîd Vecdî, Abdullah es-Semmân ve Abdullah b. Zeyd gibi eski ve yeni âlimler yer almaktadır. Bunların değerlendirmesine göre mehdî hakkında rivayet edilen hadisler ya zayıf ya da uydurmadır. (Kâdî Abdülcebbâr, eZ-Muğnî, XX/2, s. 183; Ali Sâmî en-Neşşâr, II, 227; M. Bakır el-İlâhî, XIV/53-54 (14191, s. 53-54)… 
Diyanet İşleri başkanlığı bu konuda sessizdir. Sessiz kalışıyla Mehdi’yi onaylar sanki. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı camilerde Mehdi inancı hakikatmiş gibi işlenir. Vaazlarda işlenir hutbelerde işlenir. 15 Temmuz kalkışmasından sonra Diyanet işleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez konu ile ilgili bir açıklama yapmıştır. Ancak bu açıklama yeterli değildir. Zevahiri kurtarmak için yapılmış bir açıklama gibi durmaktadır: 
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ’in konu ile ilgili açıklaması şöyledir:  
"Mesih hareketleri dinimizde hep sorun olmuştur. İslâm'dan önce de bütün dinlerde kurtarıcı beklentisi olmuştur. İslâm'da da bu vardır. 14 asır geçti, İslâm Peygamberi’nin üzerinden, yüzlerce mehdi geldi hepsinin sahte olduğu ortaya çıktı. İslâm bireysel olarak sorumluluğu her insana vermiştir. İnsanın iyiliği de kötülüğü de kendisinedir. İslâm peygamberi kızına 'Babam peygamberdir diye bana güvenme' der. Hiç kimse başka bir kimsenin üzerindeki vebali alma gücüne sahip değildir. İslâm’ın bu noktada insanın sorumluluğuyla ilgili bu temel hususu ortaya koyduğunu bilmeliyiz. Mehdilik konusu Kur'an-ı Kerim'de hiçbir ayette yer almaz. En temel hadis kitaplarımızda da bu kavram yoktur. Mehdi vardır ya da yoktur gibi bir tartışma başlatmak istemem. Ama hadis rivayetleri içerisinde mehdilik rivayetleri vardır, bazıları sahih bazıları uydurma olarak kabul edilir. Tarih boyunca birçok insan mehdiliğini ilan etmiş ama bunun sahte olduğu ortaya çıkmıştır. Bundan sonra kimsenin bunu istismar etmemesi için uyanık olmamız lazım.
" Sayın Görmez devam ediyor, “FETÖ elebaşı "Mehdi" kavramını kullanmıştır. Bu zamana kadar Diyanet neredeydi diye sormak bu topraklarda yaşayan herkesin hakkıdır. Daha önce de darbeler gördük, acı hatıralarımız var. Bu darbe daha önceki darbelere benzemiyor. Kendisini dini bir cemaat olarak adlandıran bir cemaat önderliğinde gerçekleştiriliyor. Bu dini yapı bizim zekâtlarımızı toplayarak, sadakalarımızı çalarak, evlatlarımızın beynini yıkayarak bu noktaya geldi. Dini kullanarak bu noktaya geldi. Vatandaş şunu elbette sormalı; Diyanet bizi bu tehlikeye karşı-sında neden bilgilendirmedi? Biz özeleştiri yapıyoruz. Bu yapı şiddetten söz etmemişti. Savaşı yererek, kardeşlik diyerek daha çok bir yapıyı ayağa kaldırdı. Bu tabloda bütün müesseseler özeleştiri yapmalı. Yapının elebaşı Diyanet'te görev yaptı. Diyanet'in de özeleştiri yapması gerekiyor. Son 3 yılda yalnız kaldığımızı söyleyebilirim. Son 3 yıldır Diyanet itibar suikastına uğradı. Bütün bunlar bizi mazur olmaktan çıkarmaz. Nifak hareketleriyle mücadele etmek zordur.” 
Açık yüreklilikle yapılan bu açıklamalar bizleri halkımızı elbette mutlu etmiştir. Ancak bu açıklama yeterli değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı ne zaman ilmihal kitaplarından ve hadis kitaplarından, tefsirlerden mehdi ve benzeri sapık inançların çıkarılması için irade beyan eder ve çalışma başlatır, işte o zaman söylenenlere itibar ederiz. Sayın Görmez ’in de samimi olduğuna inanır ve alkışlarız. 
Ne zaman ki, din hizmetleri personeli, imamlar, vaizler, müftüler tüm cami kürsülerinden ve minberlerinden İslâm’da Mehdi inancı yoktur, Hz. İsa ölmüştür tekrar yeryüzüne gelmeyecektir açıklamalarını yaparak, Kur’an dışı sapık inançları cemaatlerine anlatmaya başlarlar, işte o zaman Sayın Görmez ‘in samimiyetine inanır ve alkışlarız. Yoksa Sayın Görmez ‘in yaptığı bu açıklamalar siyasi bir demeçten öteye geçmeyecektir.  
Devam edecek…

26 Eylül 2016 Pazartesi

AKSAÇLILAR III. TOPLANTILARINI YAPTILAR AĞUSTOS 2016



70’li yıllarda Denizli Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) çatısı altında organize olan, 2016 yılının “Aksaçlıları” Öğretmenevinde lll. kez bir araya geldiler. İlk toplantıyı 42 yıl sonra gerçekleştiren MTTB’liler duygusal anlar yaşamışlardı. 43 yıl sonra yapılan ll. Toplantıda neler yapabiliriz konusunda yoğunlaşılmıştı. 44 yılsonra lll. toplantıda nelerin yapılabileceğinin bir denemesi yapıldı. Önceden hazırlanmış gündem çerçevesinde yapılan lll. toplantı oldukça verimli geçti. Saat 1o da başlayan toplantı 15.00 te sona erdi. Oturum Başkanlığını Mehmet Çiftçi’nin yaptığı toplantı iki bölümde gerçekleştirildi. 42 kişinin iştirak ettiği toplantının ilk bölümünde tanışma yapıldı. Hatıralar anlatıldı. kısa da olsa yine eski günler yadedildi.






Tanışma ve kahvaltı faslından sonra, Mustafa Örki’nin “Hayatı Verimli Yaşamak” konulu 20 dakikalık sunumu dikkatle dinlenildi. Örki yaptığı sununda 3 alt başlığın altını çizdi:


1-Müslümanlar arasında üretken bir bilgi akışından bahsetmek mümkün değildir. İleriyi gören ve hesabını geleceği inşa etmek için yapan Müslümandan bahsetmek çok zordur.


2-Salih amel eksiğimiz var. İkinci ve üçüncü kişilerin istifade edebileceği amellerimiz çok az. Müslümanlar dünyevileşmeye başladı desek abartılı olmaz.


3-Mehdi inancı sıkıntı doğuruyor. Son Fetö terör örgütünün yaptıkları inançlarından kaynaklanıyor. Mehdinin geleceğine inanan bu cemaat, Mehdi olarak da Fethullah Güleni biliyorlardı. Bu inanç Ehl-i Sünnetin inancıdır. Şia’da da vardır bu inanç. Başımıza gelen belalar durduk yere gelmiyor. Önce dinimizin içinde bulunan yabancı unsurlardan kurtulmamız gerekiyor.






İkinci bölümde, Fethullah terör örgütü üzerine katılımcılar beşer dakika konuşma yaptılar. Konuşmacılar:


Bu konu da konuşurken itidali elden bırakmamak gerektiği konusunda birleştiler. Suçlu olanlar cezalarını çekmelidir. Ancak diğer insanları zan altında, töhmet altında bırakacak küfürlü, aşağılayıcı ve maksadını aşan konuşmaların yapılmaması gerekir dediler.


İfrat ve tefritten uzak durmanın Allah’ın rızasına daha uygun olacağı da tenbih edildi. Ayrıca herkesin sorumluk taşıdığı dile getirildi.


Düşmanların düşmanlıklarının acımasız olduğundan bahsetmenin suçu başkasına atarak rahatlamaktan başka bir işe yaramadığından bahisle herkesin yapması gerekeni mutlaka yapması istendi. Müslümanlar başkalarının ne yaptığından değil kendilerinin neyi yapmadıklarından hesaba çekileceğinin altı çizildi.


Malından, canından ve zamanından Allah için ayırması gerekeni ayıramayan Müslümanların gelecek inşa etmek konusunda söz söyleme hakları yoktur denildi.




Dilek ve temenniler bölümünde ise;


1- MTTB nin tekrar açılması gerektiği dile getirildi. MTTB olmaz ise mutlaka başka bir isim altında kurumlaşmaya gidilmesinin önemi vurgulandı.


2-Tertip heyetine yeniden Mehmet Çiftçi, Mehmet Özkan, Ömer Özden, Abdullah Başgün ve Selehattin Acar seçildi.


3- 4. toplantının, tespit edilen konular içinden seçim yapılarak 2017 yılının 5 şubat günü bir panel çerçevesinde yapılmasına karar verildi.


Not: Konuşmaların özeti hazırlandığında MTTB sayfasında ve Facebook da yayınlanacaktır.

İSLAMDA MESİH VE MEHDİ İNANCI YOKTUR (l)

-Herkes kendi ekibinin şefini mehdî yapmak için bir veya birkaç hadis uydurmuştur-
15 Temmuz kalkışmasından sonra sıkça tartışılan bir konu var. MEHDİLİK. Mehdi kimdir, ne zaman gelecektir, gelip de ne yapacaktır?
Fethullah Gülen bu mehdilerden biridir. Kendisinin mehdi olduğuna inananlar onun emriyle bu kalkışmayı yapmışlar guya. Bu konuda yazı kaleme alan ilim adamları var. Ben bazılarının açıklamalarını konunun anlaşılması için yeterli buldum ve sırasıyla sizlerle paylaşacağım. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet görmez, Prof. Dr. Ethem Fığlalı ve Selim Çoraklı. Okuyalım. Önce, Selim Çoraklı.
“Mehdi kelimesi Kur'an'da geçmez. Anlam olarak hidayete eren, hidayete erdiren demektir. Hidayet, doğruya ve güzele kılavuzlamak demektir. Kur'an'a göre hidayet Allah'ın elindedir. Allah bu yetkisini peygamberleri ve peygamberlerine gönderdiği kitapları aracılığıyla kullanır. Peygamberin getirdiği kitaplardaki ilkelerle hidayete çağıranlara; mübelliğ (tebliğci), dâî (çağrı yapan), nezîr (uyarıcı ) denir. Bu hidayet yolcularının hiçbirinde tebliğ dışında bir amaç yoktur. Mehdî ise, siyasal liderlik, devlet başkanlığı, maddesel önderlik talepleri olan bir "kurtarıcı” portresine sahiptir. Nitekim tarih boyunca tüm mehdi adayları, yönetimi bir şekilde ele geçirmeyi esas alan kişilerdir. Bunu bazen açık, bazen da örtülü biçimde ifade ederler. Ama hepsinde kitleyi kurtarma iddiası vardır. Bu iddialarını bir önder sıfatıyla, siyasal ve askerî güçleri de kullanarak sürdürürler. Bunun içindir ki, İslam literatüründe mehdî kavramı, hemen daima imamet (devlet başkanlığı) kavramı ile yan yana veya bağlantılı olarak ele alınmıştır. Hatta, adaletli, güven verici bir devlet başkanı görüldüğünde ona mehdî denilmiş, en azından o devlet başkanının mehdî beklemeye gerek bırakmadığı dile getirilmiştir.
Örneğin, Abbasî halifesi Nâsır Lidinillah (ölm. 575/1180), devrin ünlü şairi Sıbt'b. Te'âvîzî (ölm. 582/1186) tarafından mehdî diye anılıyordu. Sibt, Nasır geldikten sonra artık mehdî beklemeye gerek kalmadığını şiirlerinde ifade ediyordu.
Bu anlayış, zulüm ve despotizm altında inleyen kitlelerde şu veya bu adla insanlık tarihi boyunca hep var olagelmiştir. Bugünkü İslam dünyasında yaşayan şekli ise Yahudilik ve Hristiyanlıktaki Mesih (kurtarıcı) inancının Müslüman kitlelere aktarılmışıdır. Yahudiler, İlyas Peygamberin göğe çıkarıldığına ve âhir zamanda dünyayı kurtarmak üzere geri geleceğine inanmışlardır. Hıristiyan dünya aynı inancı Hz. İsa'yı göğe çıkararak yaşatmıştır. Bu inanç, İslam akidesi içine de, ne yazık ki, İsa'nın geri geleceğini tekrar eden bir söylem olarak girmiştir. Emevîler döneminde Süfyânî adıyla bir kurtarıcı beklendi. Daha sonra bu, Sünnîliğe Hz. İsa'nın gökten ineceği ve Şiîliğe de, beklenen mehdinin geleceği söylemi halinde girdi. Kısacası, aklını ve eylemini vaktinde kullanmadığı için ezilen kitleler, iyice bunaldıklarında ütopik bir kurtarıcı beklerler. İslam dünyasında en ateşli mehdî beklentisi, tarih boyunca en çok ezilen Şiî-Alevî kitlelerde görülür.
Bu beklenti giderek, "Mehdî-i Muntazar (beklenen mehdî) deyimiyle imanın bir şartı haline getirilmiştir. Şiî inancında, ilk zamanlar, mehdî olarak Hz. Ali'nin geri gelmesi beklenmiş ve mehdî inancı Ali'nin adı çevresinde oluşturulan mitolojiye bağlanmıştır. 165/782'de ölen ve tarihin en tehlikeli uydurmacalarından biri olan Câbir b. Yezîd el-Ca'fî el-Kûfî (İmam Âzam onun için "en büyük yalancı" diyor) Hz. Ali'nin bir kurtarıcı-mehdî olarak geri geleceğini iddia ediyor ve kanıt olarak da Kur'an'ın Neml Suresi 82. ayetini gösteriyordu Hz. Ali'den sonra "geri gelecek mehdî" olarak onun oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye (ölm. 81/700) öne çıkarıldı. Şiîlerde hemen her imam için öne sürülen bu geri gelme (ric'at) nihayet 12. imam Mehdi-i Muntazar veya "Gâib İmam" (Gizlenen İmam) la noktalandı. Şimdilerde tüm Şiî ekoller onun geri gelip insanlığı kurtaracağını ileri sürmektedir. Şiî ekollerin bazıları, bir mehdinin geleceğine inanır, ama onu adını vermezler.
Mehdi inancı gerekeni yapamayan veya yapmayanların avunmasını sağlayan bir ütopyadır. Bu inançda bekleme esastır. Eskiden ezildiğinin farkında olamadığı veya ezilmeye karşı çıkacak imkân bulamadığı için hır çeken kitle, mehdî inancıyla, kahır çekmeyi, aldatılmayı bizzat kendi eliyle imanlaştırmış olmaktadır.
Bunun içindir ki mehdî inancından, daha doğrusu mehdi hayal ve aldanışından kurtulamayan kitlelerin kalkınması, ilerlemesi mümkün değildir. Mehdî inancı atılım, üretim, gelişim ruhunu felce uğratan hurafedir. Bu hurafeye destek olarak ortada dolaştırılan "hadis patentli" sözlerin tümü uydurmadır.
Mehdiden maksat, tanrısal ışık ve aydınlığın önderi ise o, bugün için Kur'an'dır. Artı kişilerden hidayet bekleme devri bitmiştir:
Çünkü; peygamberlik devri Kur'an'la kapatılmıştır. Mehdiden maksat, kitlesel-siyasal kurtuluş ve bağımsızlık ise bunun yolu basiretli aktif siyasettir. Bu değerlerde başarılı olamayanlar, hayal ve afsunun derin ve uyutucu sularında ömür tüketmeye devam ederler. Mehdî ve mehdîlikle ilgili hadis patentli sözlerin, hadis kritiği açısından hiçbirine güvenilemez.
Çünkü; bunların bazıları Hz. İsa dışında mehdî olamayacağını söylerken, bazıları daha birçok başka mehdî tipinden söz etmektedir. Kısacası, herkes kendi ekibinin şefini mehdî yapmak için bir veya birkaç hadis uydurmuştur. Özellikle tasavvuf-tarîkat çevrelerinde her ekip kendi şeyhini "zamanın efendisi" veya "mehdî" olarak kabul ettirmek için elinden geleni ardına koymamıştır. Akıl almaz keramet isnatları, kurtuluş vaatleri, korku ve tehdit salmalar, birbirini izler gider.
Hülasa etmek gerekirse Kur’an ve gerçek sünnette Mesih ve Mehdinin gelmesi diye bir inanç yoktur. “
Devam edecek…

28 Ağustos 2016 Pazar

SILA YOLU 2016 (lV) - Bu da benim yorumum-


Demokrasi Nöbetleri 27’nci gününde sona erdi. (11 Ağustos 2016) O sıcak yaz akşamları festivale dönüştü. Demokrasi festivali. Ben Denizli’deydim. Çınar Meydanı’nda. Her akşam canlı müzik vardı. Halk ozanları, ilahi grupları, mehter takımları konserler verdiler. Halk konseri. Dualar yapıldı. Ezanlar okundu, selâlar okundu. Çay, su, tulumba tatlısı, bağından kesilmiş salkım salkım üzümler, dondurma, irmik helvası, çorba, ızgaralar ücretsiz ikram edildi. Sadece kuyrukta beklemek lazım ikramlardan almak için. Kuyruk sohbetlerinin de tadı başka oluyor anlaşılan. İnsanlar kuyrukta durmaktan sıkılmıyorlar.
Zaman zaman da heyecanlı konuşmalar yapıldı. Maksadını aşan konuşmalar da yapıldı.


“İtler, köpekler” gibi ifadeler rahatsız ediciydi. Bu ifadeleri bir de bakan kullanırsa daha da rahatsız ediyordu. Müslüman olduğunu söyleyen kişinin, hem de ‘Ben sizden daha da iyi Müslümanım.’ diyen kişinin kullandığı ifadelere dikkat etmesi gerekir. Yoksa fark, fark edilmez. Başka türlü örnek olmak da mümkün olmaz. Küfretmek bir bakana, devleti temsil eden bir adama hiç yakışmadı. Bir heyecandır gitti. Ağzı olan konuştu. Akl-ı selim yoktu konuşmalarda. “Dostluğunuzda da düşmanlığınızda da aşırı gitmeyin” peygamber buyruğunu takan yoktu.” Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin”(Maide 8) Allah buyruğunu da takan yoktu. Bu insanların koca koca makamları işgal ediyor olmaları da ayrıca önemliydi. Konuşanların kullandığı kelimeler ve kurdukları cümlelerden anlaşılan odur. Seviye çok düşüktü. Terörist başı ne halt işlemişse onlar anlatıldı anlatılmasına da, işte öyle anlatıldı. Halkın darbe girişimi esnasında gösterdiği kahramanlıktan bahsedildi. Kendi kahramanlıkları var mıydı işte onu kimse bilemiyor. Sloganlar atıldı. Tekbir! “Allah-ü ekber“. Ya Allah Bismillah Allah-ü ekber… Meydan dolup dolup taştı. Bütün şehir sanki oradaydı. Fotoğraf çekenler, selfi çekenler, horozu hiç yalnız bırakmadılar.
Ağaçların altında, kahvelerde sohbet edenler de vardı. Herkesin kendi arkadaş grupları


çoktan oluşmuş, kim kiminle nerede buluşuyor o biliniyor. Devlet memurları müdürlerine, müdürler de çalışanlarına görünmek zorunda hissediyor kendilerini. Çekilen selfilerin çoğu da ‘Ben buradaydım, Fetöcü değilim.’ demek için galiba. Derken benim de zamanım geldi çattı. Gündüzleri annemi ve babamı muayene ettirmek için hastanede, akşamları demokrasi nöbeti derken zaman geçivermiş. Bir iki gün içinde dönüş için gerekli hazırlıkları yapmam gerekiyor. Daha da önemlisi arabanın yol için hazırlanması gerekiyor. Arabasız alışveriş yapılamaz, çarşıya-pazara gitmek lazım o da başka bir sıkıntı.



Bu izin süresi boyunca benim içinde bulunduğum zor durumu anlayanlar var mı acaba diye baktım etrafıma, kimseyi bulamadım. Herkes kendi âleminde. Gelmişiz ve işte gidiyoruz. ‘Onların zamanı kısıtlı bazı işlerin ucundan da biz tutalım.’ diyen yok. ‘Şu işi de yapsaydın da öyle gitseydin.’ diyenler ise çoğunlukta. Hâlâ bizden beklentilerinden bahsedenler var. ‘Geldiniz hastaneye, gidiyorsunuz hastaneden birkaç gün kendinize zaman ayırsaydınız ya…’ diye düşünen hiç yok. Tabi ki bir sene boyunca oradakiler ilgileniyor yaşlılarla. Çektikleri sıkıntıları anlıyorum. Ancak ‘Hazır geldiniz, haydi bakalım bir ay boyunca da siz bakın yaşlılara biz istirahate çekilelim.’ demek ne kadar doğrudur bilemiyorum. Türkiye’ye tekrar gitme şansını bir sene sonra yakalayacak olan bizleri de en az bir hafta serbest bırakmak gerekmez miydi? Kardeşlik, arkadaşlık, akrabalık, büyük-küçük, sevgi-saygı gibi kavramlar anlamını yitirmiş. Öğretmek, akıl vermek isteyenler çok, öğrenmek ve akıl almak isteyenler yok. İnsanlar dünyevileşmiş. Bu kadarı da fazla.
Akşamdan arabayı yükledik cümbür cemaat. Sabah yola çıkacağız. Son gecemiz. Babamı h


astaneden çıkardık, evde. Devamlı yatıyor. Annem katarakt ameliyatı oldu, ‘Görmüyorum…’ diye dertlenip duruyor. Ama damlalar daha sona ermedi, doktoru ise göreceğini söylüyor. Ve ben sabah babamla vedalaşıyorum, „Tekrar gelecek misin“ diye soruyor. Ayağa kalkamıyor. Yattığı yerden vedalaşıyoruz. Annem balkonda oturduğu sandalyede ağlıyor. „Oğlum hakkınızı helal ediniz belki bir daha görüşemeyiz“ diyor. Çaresiz o size hayat veren insanları o halde bırakıp çıkıyorsunuz yola. Yapacağımız bir şey yok. Zaman gelmiş. Yaban ellerde yaşıyoruz. İşimiz aşımız orada. Çocuklar orada yaşıyorlar. Ayrılmamız gerekiyor. Bu tür ayrılıkların verdiği ıstırabı ancak yaşayanlar bilir. Ne acıklı bir hayat değil mi? Taş olsa çatlar ortasından. Allah insanoğluna dayanma gücü vermiş de dayanıyoruz işte.
Önce Gümülcine’de kalmayı düşündük daha sonra Kavala’da, ancak plan tutmadı. Selanik‘te bir otelde kaldık o gece. Makedonya sınırına yakın bir yerde. Selanik’e kadar birbirimizle konuşmadık desek yeridir. Gurbet türküleriyle ağlamayı yeğledik. Sabah çıktık yola hayırlısıyla otelden. Üsküp’te Prizrenli Ali’ye uğradık, karşıdan selamladı bizi. „Oş geldiniz be ya.“ , Oş bulduk be ya…” Kuru fasulyesinden yemeden geçmek olmazdı Ali‘nin. Hoş-beşten ve yemekten sonra „Bit Pazarı’na girdik. Şeftali domates, biber ve incir aldık. Ve öğleye doğru vedalaştık Üsküp’le. İkinci konaklama yerimiz Macaristan. İstirahatimizi yaptık ve sabah kahvaltıdan sonra tekrar yollara düştük. Üşütmüşüm, oldukça rahatsızım Denizli’den beri. Hastalıkla hüzün Berlin’e kadar ayrılmadı bizden. Üçüncü günü saat 21.00’ de eve ulaşabildik Allah’ın yardımıyla. Budapeşte’yi ve Kosova’yı gezmek oradaki Türk ve Müslüman izlerini sürmek vardı planımızda ama olmadı. İnşallah başka bir sefere nasip olur.
Ne olmuştu Türkiye’de?
15 Temmuz’da bir facia yaşandı. Müslüman kimlikli insanlar Müslümanlara kurşun yağdırdı. Kadın ihtiyar, çoluk-çocuk demeden tankları insanların üzerine sürdüler. Saat 22.00 de başlayan kaos 04:00 sularında sona erdi. Kalkışmayı yapanlar ve yaptıranlar amaçlarına ulaşamadılar. Halkın sağduyusu büyük bir faciaya mani oldu. Türk Devleti büyük bir devlet.


Bugün geldiğimiz yerden baktığımızda Devletin büyüklüğünü görmemiz mümkün olabiliyor. Sosyal medyada ve diğer kitle iletişim araçlarında yapılan yorumlardan ve yazılan yazılardan yola çıkarak olayları tahlil etmek o kadar da zor değil. Şöyle bir yorum yapılsa yanlış olmasa gerektir. Bu yorum Türk Devletinin büyüklüğünü, 3.000 yıllık Devlet geleneğinin ulaştığı tecrübe seviyesini gösteriyor bence:
Fetö Terör Örgütü din soslu bir örgüt. Üyelerinden camiye gidenler var, namaz kılanlar var, Kur’an okuyanlar var, kurban kesenler, oruç tutanlar var. Hanımlarından başlarını örtenler de var. Bu insanların terör örgütü üyesi olduklarını halka anlatmak ve kabul ettirmek o kadar da kolay olmasa gerek. 2009 yılından beri „inlerine gireceğiz“ gibi ifadeler halk nezdinde antipati doğuruyordu. Bu örgütle topyekûn bir savaş büyük kırılmalara sebep olabilirdi. Devlet aklını kullandı, geçmiş tecrübelerini gözden geçirdi. Ve Fetö Terör Örgütü ile ilgili yeterli delilleri topladı. Onların darbe yapacaklarının istihbaratını da alınca önlerini açtı ve darbe yapmalarına göz yumar gibi yaptı. “Buyurun yapın darbenizi” dedi. Bu arada gerekli tedbirlerini de aldı. Önceden darbeyi de deşifre edince terör örgütü panikledi ve her şeyi eline yüzüne bulaştırdı. Devlet ‘Şah-mat’ dedi. Yoksa darbe girişiminin elinde bulunan bütün imkanlara rağmen başarısız olmasını ve o kadar kısa sürede sona ermesini başka türlü nasıl açıklayabiliriz. Devletin bu olan bitenlerden haberi yoktu, aniden gelişen olaylarla karşı karşıya kaldı ve ne yapacağını şaşırdı demek, devletin büyüklüğüne gölge düşürür. 3.000 yıllık devlet geleneği aksi durumda lafta kalır. Devlet şimdi de kazanımlarını devşiriyor.



Bir tarafta pijamasıyla tankın arkasından koşan, öbür tarafta üzerine kurşun yağdıran helikoptere “in ulan aşağıya” diye bağıran, diğer tarafta tankı durdurmak için altına atlayan halk, ve halkıyla bütünleşen o öngörülü büyük devlet…işte benim halkım ve işte benim devletim…Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Ve hep birlikte 93 sene sonra yeniden yakalanan Çanakkale ruhu…
Bu da benim yorumum…
BİTTİ
Rüştü Kam

4 Ağustos 2016 Perşembe

SILA YOLU 2016 (lll) -Haklı olmak küfretmeyi meşrulaştırmaz -

Bir ülkede silahlı kuvvetler mensuplarının silah zoru ile ülke yönetimine el koymasına askerî darbe denir. Hedefi iktidarı ele geçirmektir. Bunun için atılması gereken ilk adım lideri devirmektir. Radyo, TV gibi iletişim kanallarının bir yerden idare edilmesidir. Hükûmet daireleri üzerinde otorite kurulmasıdır. Elektrik santralleri gibi temel altyapı tesislerinin kontrol altına alınmasıdır. Darbe sonrasında cunta ile birlikte çalışacak bir meclisin oluşturulmasıdır. 15 temmuz darbe girişiminde bunlar olmadı. Veya başarılamadı.
Türkiye 1950 yılında çok partili hayata geçiş yapmıştır. Bu tarihten sonra neredeyse her on yılda bir askeri müdahalelere maruz kalmıştır. İlki 27 Mayıs 1960'ta olmak üzere; 12 Mart 1971'de (muhtıra), 12 Eylül 1980'de askeri darbe, 28 Şubat 1997'de (postmodern darbe) arka arkaya gelmiştir. 15 temmuz 2016’da rutinin dışına çıkan yeni bir kalkışma yaşandı. Ne idüğü belirsiz bir kalkışma bu. Darbe desek darbe değil, işgal desek işgal değil. Ancak bu kalkışmanın rengi başka. Yeşil, Fetö soslu. Humeyni’nin Fransa’dan uçakla İran’a getirilmesi ve hemen sonrasında rejim değişikliğine gidilmesi taklid edilmek istenmiş gibi. Darbecilerin profillerinden anladığımız bu. Darbenin Pensilvanya merkezli olması yapılan işin işgal girişimi olduğu iddialarını güçlendiriyor. Darbecilerin profilinin Müslüman olması onların hain olmamalarını gerektirmiyor. Başka devletlerle iş tutanlar, onlar namına çalışanşlar başka bir sıfatı haketmezler.
40 seneden beri kadro elemanı yetiştirilmiş. Devletin en önemli kurumlarında bilerek veya bilmeyerek bu kadrolar istihdam edilmiş. Zeki ve ehliyetli insanlardan kurulmuş bu kadro. 40 yıl boyunca kendilerini gizlemeyi bilmişler. Hanımlar başlarını açmış, namazlar ima ile kılınmış, gerekirse içkili sofralarda yer alınmış ve gerektiğinde içki de içilmiş. Sızıntı-Leak(!) yapılmış. Devlet bu sürede boş durmamış. Onları adım adım takip etmiş. Kendisine yük olmaya başlayan ağırlıklarından kurtulmak isteyen devlet önce, Fethullah Gülen’in 40 yıl emek verdiği bu kadro elemanlarıyla Ergenekon adını verdiği Kemalist örgütten kurtulmuş. Fethullahçı kadro bu operasyonları yaparken kendilerine alan açıldığını sanmış olmalılar ki, canla başla çalışmışlar. Başarılı da olmuşlar. Sıranın kendilerine geleceğini tahmin edince de; darbe girişimiyle hedeflerine ulaşmak için düğmeye basmışlar.
Devletin onların düğmeye basmasına müsade etmiş olması ihtimal dışı değil. Yani devlet onlara darbe yapmaları için müsade etmiş, tedbirini de almış ve pusuya çekilmiş. Sonunda da gerekeni yapmış. Ellerini ayaklarını bağlamış onların. Açıklamalardan anladığımıza göre, darbe planlanan saatte ve günde yapılamamış. Deşifre olmuşlar. Alacakaranlıkta düğmeye basınca kendi aralarında koordinasyon sağlanamamış. Bu arada Cumhurbaşkanı halkı sokağa davet etmiş. Halk sokağa dökülmüş ve tankların altına atmışlar kendilerini, vatan savunmasında canlarını hiçe saymışlar. Çanakkale’de, Trablus’ta, Kurtuluş Savaşı’nda ve Balkanlar’da olduğu gibi. 3.000 yıllık devlet geleneği olan devletten beklenen de budur. Ahmet Âmiş Efendi’nin dediği gibi: “Olan olmuştur; olacak olan da olmuştur.”
Darbe girişiminden önce devlet ilk adımını attı ve İsrail ile arayı düzeltti. İkinci adımı 9 Ağustos’ta Rusya ile masaya oturarak atacak. Büyük ihtimalle üçüncü adım Esed ile masaya oturularak atılacak. Arzumuz dördüncü adımın Ayasofya’nın ibadete açılması olmalıdır. Belli mi olur beşinci adım Topkapı Sarayı’nın sembolik olarak payitaht olması için atılabilir. Taş düştüğü yerden kalkarmış...
Ancak bu arada, itidali elden bırakmamak gerekir. İnsanlar aşağılanmamalı, insanları aşağılayan resimler, karikatürler yapılmamalı, makaleler yazılmamalıdır. Küfürlü sözler söylenmemeli, “it, köpek” gibi basit laflarla kahramanlık yapılmamalıdır. Makama ve mevkiye güvenerek yapılan bu şekildeki basit kahramanlıklar halkı ayrıştırır. Birbirine düşürür. Birliğe en çok ihtiyacımızın olduğu bu zamanda, yönetim sorumluluğunu omuzlarında taşıyanların daha hassas olmaları gerekir. Suçlular cezasını çekmelidir, ancak diğer insanlar zan altında yaşamaya mahkum edilmemelidir.
Devam edecek...