28 Mart 2018 Çarşamba

UZUN GÜNLERDE VEYA KUTUPLARDA ORUÇ (I) 2018


ALMANYA’DA UZUN GÜNLERDE RAMAZAN ORUCUNUN SÜRESİ 14 SAAT OLMALIDIR

BERLİN İLÂHİYATÇILAR DERNEĞİ (BİLAD)

BİLAD Kuruluş Amacı:
İslâmiyet’in doğuşundan Osmanlıların tarih sahnesinden çekilmesine kadar Müslümanlar yaşadıkları ülkelerde yöneten, hakim güç konumunda olmuştur. Günümüzde Müslümanların başvurdukları fetvalar büyük oranda bu dönemlerde verilmiştir. Müslümanlar, Hristiyan Avrupa ülkelerinde ve başka yeni coğrafyalarda azınlık olarak yaşamaya başlayınca, bu fetvalar Müslümanları sıkıntıya sokmaya başlamış, hatta bazı konularda yeni yeni fetvalara ihtiyaç duyulmuştur. İşte, Berlin İlâhiyatçılar Derneği Avrupa’da ihtiyaç duyulan dini konularda görüş belirterek, Müslümanların sıkıntılarını gidermek amacıyla kurulmuştur. (2008)

BİLAD Faaliyetler Alanları:
Berlin İlâhiyatçılar Derneği belirtilen amaca hizmet etmek üzere;
Avrupa’da ihtiyaç duyulan dini konularda görüş belirterek, Müslümanların sıkıntılarını gidermek için fetvalar hazırlar.
Ehl-i Kitap olarak bilinen diğer din mensuplarıyla toplantılar düzenleyerek barış içinde bir arada yaşamanın yollarını araştırır.
Kur’an kursu çalışmaları yapar.
Avrupa’nın şartlarını göz önünde bulundurarak Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanlar için ilmihal çalışmaları yapar.
Türkçe ve Arapça dilinde seçtiği eserleri, Almanca’ya tercüme ederek Müslümanların istifadesine sunar.
Konferanslar ve sempozyumlar düzenleyerek, Müslüman ve Ehl-i Kitap olan insanları bir araya getirmeye çalışır.
Farklı din ve inançlara ait kutsal mekanların tanıtılması için maddi-manevi çaba sarfeder.
İhtiyaç duyulan yerlerde ibadethanelerin açılmasına gayret gösterir.
Kiliseler ve sinagoglar ile camiler arasında yakınlaşma sağlamak için çalışmalar yapar.
Kiliselerle biraraya gelerek bilgi alışverişinde bulunur.
Ayrıca ‘Geleneksel Berlin Kurban Şenliği’ni düzenler. Bu şenlikte trafiğe kapatılan sokakta kurban eti kavurma yapılarak pilav üstü salata ve ayranla birlikte bayram hediyesi olarak halka ikram edilir. 
6 ayda bir iki dilde broşür çıkararak farklı konularda Müslümanları bilgilendirir. Türkçe ve Almanca olarak basılan broşürler bütün Almanya’ya dağıtılır.

UZUN GÜNLERDE ORUÇ SORUNU

Güneş dünyanın bazı coğrafyalarında, Medine’de olduğu gibi her gün düzenli olarak doğmamakta ve batmamaktadır. Gündüzleri uzun geceleri kısa olan coğrafi bölgelerde oruç tutmak ağır işlerde çalışan Müslümanlar için sıkıntı doğurmaktadır. Sıkıntı orucun nasıl tutulacağı ile ilgili değil, başlama ve bitiş zamanının nasıl tespit edileceği ve oruç süresinin ne kadar olacağı ile ilgilidir. Oruca günün hangi saatinde başlanacak ve hangi saatinde iftar edilecektir? Söz konusu bölgelerde açıklığa kavuşturulması gereken konu budur.
Ramazan ayının bereketinden istifade etmek önemlidir. Orucun kazaya bırakılması veya fidye verilerek telafi edilmesi prensip olarak Müslümanlara tavsiye edilemez. “... oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır.” buyruğu böyle bir tavsiyeye manidir. Orucun tutulabilir-makul bir süreyle sınırlandırılması gerekir. Bu sınırlandırma nasıl yapılmalıdır? İlahiyatçılar Derneği nasıl sorusunun cevabını araştırdı ve bir sonuca vardı. Öncelikle durum tespiti yaptı. İlgili ayetler üzerinde çalışarak, sonuçlar çıkardı. Konu ile ilgili çalışma yapan ilim adamlarının görüşlerini gözden geçirdi ve bu görüşler üzerinde bölgeye uyum çalışması yaptı. Bu çalışma 2 sene sürdü, sonunda  görüşünü netleştirdi ve kararını verdi.  

BERLİN İLAHİYATÇILAR DERNEĞİ’NİN GÖRÜŞÜ

Almanya günleri uzun olan bir coğrafyadadır. Bu coğrafyada yaşayan Müslümanlar oruçlarını Medine’deki oruç süresini esas alarak tutabilirler. İmsak ve iftar saatleri de, Almanya’da câri olan işe başlama saati esas alınarak takdir edilmelidir. (Takdir: itibari, faraza, saymaca anlamlarına gelmektedir. Büyük Türkçe Sözlük, Yaşar Çağbayır, Ötüken Yayınları, s.5537)  2018 yılında Medine’de oruç tutma süresi yaklaşık 14 saattir. Bu takdire göre Berlin’de imsak saati 04:46, iftar saati ise 18:34 olmalıdır. (BİLAD)



BU SONUCA NASIL VARILMIŞTIR

Oruç ne demektir
Oruç: Allah’a ibadet etmek amacıyla bir süre, yeme, içme, cinsel ilişki gibi birtakım ihtiyaç ve haz verici şeylerden kendini alıkoyma” demektir. Oruç Hicret’ten birbuçuk yıl sonra, Şaban ayının onunda, Bakara Sûresinin 183 ve 184’üncü âyet-i kerîmeleri ile  Müslümanlara farz kılınmıştır.
Müslüman olan herkese farz kılınmıştır. Kur’an, oruca başlama ve iftar yapma zamanlarını vahyedildiği bölgede yaşayan insanların/Arapların kolayca anlayabilecekleri şekilde ifadeye koymuştur. Müslüman Arap, güneş doğuncaya kadar yiyecek, içecek ve eşiyle cinsel ilişkide bulunabilecektir ve güneşin doğmasından gece karanlığına kadar kendisine helâlleri haram kılacaktır. İftardan imsağa kadar da yasakları kaldıracak ve normal hayata dönecektir. Muhatap bu açıklamayı anladığı için, kolayca uygulamaya koymuş ve içine de sindirmiştir. Bu süre sağlık ve çalışma hayatı açısından oruçluya sorun çıkarmayacak, sıkıntı doğurmayacak bir süredir. Peygamberimiz orucun farz kılınmasından sonra vefat edinceye kadar Medine’de bu şekilde 9 yıl oruç tutmuştur.

Orucun amacı
İbadetler kul ile Allah arasındaki samimiyet esasına göre Allah’ın terazisinde değer kazanır. Allah namazı rekât sayısına göre değerlendirmeyeceği gibi orucu da aç kalınan, susuz kalınan sürenin uzunluğuna ve kısalığına göre değerlendirmeyecektir. Allah, ibadetlerin Müslümanları hangi ölçüde ne kadar kötülüklerden uzaklaştırdığına bakacaktır. Allah’ın kulundan istediği samimiyettir, ihlâstır. Buyruk böyledir. Amaç, aç kalmak, susuz kalmak, cinsellikten uzak durmak değildir.
Amaç; kötülüklerden uzaklaşmaktır, hayatı disipline etmektir ve bu ölçüde Allah’a yaklaşmaktır.
Amaç; kulların, Kur’an’da süresi belirtilen zaman içinde yemekten, içmekten ve cinsellikten uzak durarak arzularının frenlenmesi ve bu sayede empati kurabilme kabiliyetinin geliştirilmesidir. Oruç ahlâki boyutu olan bir ibadettir.
Amaç; ahlâki yücelişi, ruhi arınmayı, nimetlerin kadir kıymetini bilmeyi, şükredebilme şuurunun oluşmasını sağlamaktır, paylaşımcılık şuuruna varabilmenin önünü açmaktır. Bireyi eğitecek olan toplumsal dayanışmayı üst seviyeye taşımaktır. İnsanı Allah’ın yapılmasını istemediği eylemlerden korumak ve temizlemektir. Böylece Müslüman ruhen arınacaktır. Aynı zamanda bir sene boyunca çalışan organlarını oruç tutarak bir ay dinlendirecek ve böylece daha sağlıklı hale gelecektir. Günlük yaşamına çeki düzen verecektir ve kendisini yeniden inşa edecektir. Oruç süresince aç ve susuz kalmanın anlamı bu olmalıdır.

Oruçla ilgili ayetler ve değerlendirilmesi
Oruç, Bakara Suresi’nin 183, 184, 185 ve 187. ayetlerinde ele alınmıştır. Bu ayetleri iki bölümde değerlendirmek gerekir. 183 ve 184. ayetler dünya genelindeki bütün Müslümanları kapsar. 185 ve 187. ayetler bölge halkına hitap eder.

Bakara Suresi 183. ayet:
“Siz ey imana ermiş olanlar! Oruç, sizden öncekilere yazıldığı gibi size de yazıldı (farz kılındı), ki Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincine varasınız.”

Değerlendirme:
Bu ayet, dünyanın hangi coğrafi bölgesinde yaşarsa yaşasın Müslüman olan herkesin oruç tutması gerektiğini ifade eder. Ayetin ifadesi geneldir. Oruç, günün vakitlerinin tam olarak teşekkül ettiği yerlerdeki Müslümanlara farz kılındığı gibi; gündüzleri uzun olan veya güneşin doğuş ve batışı tam gerçekleşmeyen ya da 6 ay gecesi 6 ay gündüzü olan farklı coğrafyalarda yaşayan Müslümanlara da farz kılınmıştır.

Bakara Suresi 184. ayet:
“Oruç, sayılı günlerdir. Sizden kim hasta olur veya yolculuk halinde bulunursa tutamadığı gün sayısınca başka günlerde tutar. Oruca zorlukla dayananlar üzerine düşen, fidye olarak bir yoksulu doyurmaktır. Kim bir mecburiyeti olmaksızın içinden gelerek iyilik yaparsa bu onun için daha hayırlı olur. Ve oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır.“

Değerlendirme:
Bu ayetin içerisindeki “Sayılı günlerde farz kılındı” ifadesi, günün vakitlerinin tam teşekkül etmediği yerlerde yaşayan Müslümanların, oruçlu olacakları günleri sayarak tamamlamalarını belirtmek için kullanılmış olsa gerektir. Bu durumda Müslümanlar günlük olarak imsak ve iftar vakitlerini takdir usulüyle kendileri belirleyeceklerdir. 
Hastalar ve seyahette olanlar orucu erteleyebileceklerdir. Hastalar iyileşince ve yolcular seyahatten dönünce oruçlarını tamamlayacaklardır. Oruç tutmaya güç yetiremeyenler ise fidye vereceklerdir.
Güç yetirememek ifadesi; sağlığı yerinde ve çalışabilecek güçte olduğu halde iş ortamındaki olumsuz şartlardan veya yaşam şartlarının verdiği sıkıntılardan dolayı oruç tutamayanları kapsar. Bu gruba bedensel olarak ağır şartlarda çalışanlar girebileceği gibi, beyin gücüyle çalışanlar da girer.
Anlaşılan odur ki; orucu sağlıklı insanlar tutacaktır. Yani oruç, sağlıklı insanların sağlıklarının bozulmasına sebep olsun diye değil, bilâkis onların sağlıklarının kalitesini artırmak için farz kılınmıştır.
Çalışma ortamı, coğrafi şartlar, yolculuk, psikolojik rahatsızlıklar gibi kişiyi sıkıntıya sokacak şartlar insanoğlunun sağlığının bozulmasına vesile olabilir. Oruç tutmak için bu gibi şartlar zorlanmamalıdır. “Çünkü Allah kullarına kolaylıklar diler, zorluklar dilemez.” (2 Bakara/286)

Bakara Suresi 185. ayet:
“Kur'an, insanoğluna bir rehber olarak gönderilmiştir. O doğruyu yanlıştan ayıran bir rehberdir. Ramazan ayında indirilmiştir. Sizden kim bu aya erişirse onu baştan başa oruç tutarak geçirsin. Ancak hasta veya seyahatte olan, başka günlerde, tutamadığı günler kadar oruç tutsun. Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez. Sizden istediği; belirlenen günlerin sayısı kadar oruç tutmanızdır. Bir de sizden, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı O’nu yüceltmenizi ve O'na şükretmenizi ister.”

Değerlendirme:
Bu ayet bölge halkına, vahyin ilk muhataplarına hitap eder. Muhataplarına orucun Ramazan ayında tutulacağı ifade edilmektedir. Ramazan ayı bölge halkının İslâm’dan önce de kullandığı takvime ait bir aydır. Bu ayın hangi aydan sonra geleceğini ve kaç gün olduğunu halk bilmektedir. 184. ayetteki istisnalar bu ayette de aynen tekrar edilmektedir. Bu ayette Ramazan ayından özel olarak bahsedilmesi ve istisnaların tekrarı, yerel halkın muhatap alındığını göstermektedir. İfadeler genele hitap etmemektedir. Kur’an öncelikle konuyu muhatabının anlamasını istemiştir.

Bakara Suresi 187. ayet:
“Gündüz tutulan oruçtan sonraki gece boyunca kadınlarınıza yaklaşmanız helâldir, onlar sizin için bir elbise gibidirler ve siz de onlar için bir elbise gibisiniz. Allah bu konuda kendinizi sıkıntıya sokacağınızı bilir; bu yüzden O size mağfiret ile yönelmiş ve bu zorluğu üzerinizden kaldırmıştır. Şimdi öyleyse onlara yaklaşabilir ve Allah'ın sizin için uygun gördüğünden yararlanabilirsiniz ve gecenin karanlığından tan yerinin aydınlığı fark edilinceye kadar yiyip içebilirsiniz. Sonra gece çökünceye kadar oruca devam edersiniz. Ama mescitlerde itikâfta iken kadınlara yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır: O halde bu sınırları ihlal etmeyin. İşte böylece Allah mesajlarını insanlara açıklıyor ki, O'na karşı sorumluluklarının bilincinde olabilsinler.“

Değerlendirme:
Bu ayet ilk muhatapları için anlaşılabilir durumdadır. Ancak Hicaz Bölgesi dışındaki coğrafyada yaşayan Müslümanlar için ayetlerin yoruma ihtiyacı vardır. Bu bölgelerde, ayette tarif edildiği şekilde orucun başlama ve bitiş şartları oluşmamaktadır. Bu durumda orada yaşayan Müslümanlar ne yapacaklardır? Cevaplanması gereken soru budur. İşte tam burada insan aklı devreye girecektir. Böylece orucun, başlangıcını (imsak), süresini ve bitişini (iftar) akıllarını kullanarak takdir edeceklerdir. Müslümanlar bu konuda Allah tarafından yetkili kılınmıştır. O kadar ki, Allah, aklını kullanmayanlar için, “Sizi pislik içinde bırakırım.” buyurmuştur. (10 Yunus/100)
Pislik demek; sıkıntı demektir, anarşi demektir, huzursuzluk demektir, sağlığın bozulması demektir, alt-üst olmak demektir.
Ayrıca bu ayetten biz, Arapların İslâm’dan önce de oruç tuttuğunu anlıyoruz. Ancak o zaman  oruç ayı süresince cinsel ilişkiden uzak duruyorlarmış ki; onların bu yanlışını Allah düzeltiyor, “... gece boyunca kadınlarınıza yaklaşmanız helâldir...” Bu da ayetin bölge halkına hitap ettiğinin delilidir.  Orucun başlama ve bitiş zamanıyla ilgili ifade de yerel halkın muhatap alındığını gösterir. Araplar sabahın erken saatinde işe gider, öğle sıcağında eve döner ve istirahata çekilir (siesta), güneşin tesiri azalınca da tekrar işe dönüp gece karanlığına kadar çalışırlar. “Gecenin karanlığından tan yerinin aydınlığı fark edilinceye kadar yiyip içebilirsiniz. Sonra gece çökünceye kadar oruca devam edersiniz.” ifadesinden bu anlaşılmaktadır; Orucun başlangıcı (imsak) işe gidilen zaman, bitişi (iftar) işten dönülen zamandır. Yöre halkının fiili durumu göz önünde bulundurularak bu ifade böyle kullanılmış olmalıdır.
Bölge, Hicaz (Mekke ve Medine) Bölgesi’dir ve gecesi ile gündüzü arasında zaman farkı fazla olmayan bir coğrafyadır. Üzerinde durulması gereken, dünyanın diğer coğrafyalarında günün vakitlerinin (12 saat gündüz, 12 saat gece) tam teşekkül etmediği, gündüzleri uzun olan ya da 6 ay gece 6 ay gündüz olan yerlerde oruç tutmak zorunda olan insanların orucun süresini güneşin doğuşuna göre değil yukarıda belirtilen fiili duruma göre belirlemelidirler. Bu durumda söz konusu yerlerde Medine’deki süre esas alınmalı, çalışma zamanlarına göre takdir edilerek orucun başlangıç ve bitiş zamanı belirlenmelidir. Kur’an’ın ve son din olarak inen İslâm’ın ekvatora yakın bir bölgeye inmesi tesadüfi olmasagerektir.
Orucun farz kılınma gayesi göz önünde bulundurularak, Hicaz Bölgesi dışında yaşayan  Müslümanlar oruca ne zaman başlayacaklarını ve ne zaman iftar yapacaklarını; ya takdir edecekler ya da şartlar oluşmadığı için bizlere oruç farz kılınmamıştır, diyeceklerdir. Ayetin genel ifadesi göz önünde bulundurulursa ikinci seçenek mümkün görünmemektedir.
Bu durumda Müslümanlar, yaşadıkları bölgenin şartlarını göz önünde bulundurarak “Allah zorluk çekmenizi istemez, o sizin için kolaylıklar diler.” uyarısını da dikkate alarak kendi sorunlarını kendileri çözmekle yükümlüdürler.

Değerlendirmelerin Sonucu
Yunus Suresi 100. ayeti ve benzer ayetleri dikkate alarak akıllarını çalıştıranlar, yaşadıkları bölgedeki Müslümanların sorunlarını çözmek için bir çalışma içine girmişlerdir. Kimileri Medine ya da Mekke’yi (Hicaz bölgesi) esas alarak imsâkiye hazırlamışlardır. Kimileri de günün vakitlerinin tam teşekkül ettiği en yakın yere göre kıyaslar yaparak çözüm arayışına gitmişlerdir. Bazı alimler de şartlar oluşmadığı için kutuplarda yaşayan Müslümanlara orucun farz olmadığını söylemişlerdir.
Berlin İlahiyatçılar Derneği Medine’yi esas alarak oruç tutulması gerektiğini söyleyenlerdendir. Kur’an’ı Kerim’de orucun ayını tayin eden ve tayin etmeyen iki farklı ayet inmesinin iki hikmeti vardır. Birincisi muhatabının durumunu, anlayışını, şartlarını dikkate alma hikmetidir. Diğeri ise, Ramazan orucunu eda etmenin imkânsız olduğu durumlarda yeryüzünün her tarafını ve mevsimlerin bütün ihtimallerini hitabın genel ifadesine katma hikmetidir. Bu durumda orucun zamanı ve süresi takdir edilecektir. Bu takdiri de o bölgelerde yaşayan Müslümanlar yapacaktır.
Yeryüzünde, gündüzleri haftalar ve aylar kadar uzun, geceleri ise aydınlık olan yerler veya tahammül edilemeyecek kadar soğuk-sıcak ve uzun günler elbette vardır. Oralardaki insanların da oruç tutmaları farzdır. Allah bu gibi yerleri ve böyle zamanları tamamen görmezlikten gelmiş olamaz. Eğer görmezlikten gelmiştir denilirse (hâşâ):
1- Bu durumda Allah yarattıklarına karşı eşit mesafede durmamış olur. O bölgelerdeki Müslümanlara kaldıramayacakları ağır bir yük yüklemiş demektir. Oysa, “Allah kullarına kaldıramayacakları yükü yüklemez.” (2 Bakara/286)
2- Veya yarattığı o bölgelerin coğrafi özelliklerini unutmuş olur, ki; “Âlemlerin Rabb’i olan Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir.” (27 Neml/8)
3- Veya o bölgelerde oruç tutmak için gerekli şartlar oluşmadığından orada yaşayan Müslümanlara orucun farz olmaması gerekir ki; bu durumda da Kur’an’ın kapsayıcılığı ortadan kalkar. Oysa Kur’an kapsayıcılığı olan bir kitaptır.
Bu durumda söz konusu yerlerdeki Müslümanlara da Ramazan orucu farzdır. Ancak orucun zamanını ve süresini kendileri belirleyeceklerdir.
Mekke ve Medine’de en uzun gün 12 saat civarındadır. Oysa Ekvator’un kuzeyindeki ülkelerde gün 20-22 saate kadar uzamaktadır. Bu ülkelerde yaşayan Müslümanlar oruçlarının süresini Mekke ya da Medine’ye göre takdir ederek ayarlayabilirler. Bu uygulamayla Ramazan ayının bereketinden istifade etmiş olurlar. 

ALMANYA’DA ORUÇ

Almanya takdir usülü ile oruç tutulması gereken bir coğrafyadadır.
Almanya’da yaz aylarında gündüzler uzundur, bazı aylarda 20 saate kadar yaklaşır. Burada yaşayan Müslümanlar Medine’deki süreyi esas alarak orucun başlama ve bitiş saatini kendileri takdir etmekle yükümlüdürler. Aksi halde oruç insan sağlığına zarar verir duruma gelir ki; insanların takatleri kesilir, ibadet işkenceye dönüşür. Allah böyle bir zulme müsaade etmez. Allah kendisine ibadet yapılsın diye, Müslümanların sağlıklarını riske atmalarını istemez. “Başınıza gelen herhangi bir musibet, ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür.” (42 Şura/30)
Ramazan ayında iş durumu oruç tutmasını zorlaştıran Müslümanlar, 20 saat oruç tutmak zorundayım düşüncesiyle, sırf evde yatarak oruç tutmak için doktordan, hastaymış gibi rapor alamazlar. Yalan ile oruç aynı çizgide buluşmaz. Sahtekârlık yaparak Allah’a kulluk yapılamaz. Allah‘ın gözüne girmek için, kulların hakkını çiğnemek olmaz.

Almanya’daki İmsâkiyeler
Berlin’de değişik cemaatler tarafından her Ramazan ayında en az 10 çeşit imsâkiye dağıtılır. Her bir cemaate ait ayrı ayrı zamanları gösteren imsâkiyelerdir bunlar. Cemaatler, kendilerini farklı kılmak için düzenlerler bu imsâkiyeleri. Kimisi imsâkı 01:05’te başlatır, iftarı 21:40’ta yapar. Kimisi imsâkı 03:30’da başlatır iftarı 21:30’da yapar, kimileri de 10 dakika, 20 dakika, 40 dakika, 1 saat, 2 saat ara ile imsâk ve iftar zamanını belirlemişlerdir. Hepsinde keyfilik vardır bu tespitlerin, tutarlı değildirler. Bir kişi kendi imsâkiyesine göre dakikayı bile hesap ederken kendisinden önce iftar eden kişinin orucu neden bozulmuş olmuyor? Aslında önce iftar edenin orucu, kendisinden sonra iftar edene göre bozulmuş sayılır. Her ikisinin de orucu kendi cemaatlerinin imsakiyesine göre bozulmamıştır. Oysa birinin orucu bozulmuş olmalıydı. Kuralsızlık kural olmuştur. Öyleyse farklı imsâkiyeler niçin bastırılır? 
Bu imsâkiyeler orucu tutacak olan Müslümanın yaşadığı bölge açısından sorunludur. Ayetin ruhuna uygun olarak hazırlanmamışlardır. Hicaz Bölgesi Müslümanları Medine’de 14 saat civarında oruç tutarken, Almanya’daki Müslümanın 17 saat, 19 saat, 20 saat, başka bazı ülkede 22 saat oruç tutması Allah’ın adaletiyle bağdaşmaz. Allah zalim değildir. Bilgisiz de değildir. Yarattığı dünyayı tanır, unutkan da değildir. Adaleti emreder. Yani O Medine’deki Müslümana torpil yapmaz. Almanya’daki ya da kutuplardaki Müslümana da düşman değildir, zulüm yapmaz.
Sorun, Allah’ın değil insanların ahlâkîliği sorunudur. Sorun, ibadet yaparken şartlar ne kadar zor olursa o kadar çok sevap kazanılacaktır gibi bir anlayışa sahip “şizofren kafaların” sorunudur. Bu kafaları sorgulamayan, sürü olmayı tercih eden kiralık kafaların sorunudur. Allah‘ı ta’n etmenin anlamı yoktur. “Aklınızı çalıştırmazsanız sizi pislik içinde bırakırım.“ diyen bir yaratıcı yapılması gerekeni yapmıştır. Aklın çalıştırılmasıyla ilgili emrini vermiştir.

UZUN GÜNLERDE VE KUTUPLARDA ORUÇ/GÖRÜŞLER

Musa Carullah Bigiyev
“Tefsirciler, ‘Birinci hitapta Allah mücmel (kapalı) bir ifade kullanmış ikinci hitapta da bu ifadeyi detaylandırmıştır’ derler ve ‘Bu şekilde bir ifadenin kullanılması Kur’an’ın mucize olmasındandır.’ açıklamasını yaparlar. Bütün zamanları, mekânları, insanları, durumları ilmiyle kuşatan Allah’ın kitabı hakkında böyle bir ifade yeterli olmaz. O halde basit yorumları seslendirmektense sükût etmek daha iyidir. Ya Allah’ın hikmetine ve kuşatmasına uygun bir yorum ya da edep dairesinde sükût gibi iki şeyden biri yapılmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: ‘Allah, konuştuğunda hayır söyleyip mükâfat kazanan ya da sükût edip selamette kalan kişiye merhamet etmiştir.’ (Buhari, Edeb 31,85)
Kur’an’ı Kerim’de orucun ayını tayin eden ve tayin etmeyen iki farklı ayet inmesinin iki hikmeti vardır. Birincisi müstakil maslahatı dikkate alma hikmetidir. Diğeri ise, Ramazan orucunu eda etmenin imkânsız olduğu durumlarda orucun hükümlerini açıklayıp yeryüzünün her tarafını ve mevsimlerin bütün ihtimallerini hitabın genel ifadesine katma hikmetidir. Bunu gerekli kılan mazeretler, mesela; gündüzleri haftalar ve aylar kadar uzun ve de geceleri aydınlık olan yerlerde, bölgenin özelliği dolayısıyla veya tahammül edilemeyecek kadar soğuk ya da sıcak olan zamanlarda zamanın özelliği sebebiyle Ramazan orucu eda edilemez ise, o takdirde “sayılı günler” hitabı muhkem nas olmak üzere hükmünü icra eder. Ancak iki tam hitabın gelmesini, Şâri Hakim’in kuşatıcılığı ve gaflet etmemiş olması noktasında görmek çok daha uygun olabilir. Herhalde bu yorum tefsircilerin yorumlarından daha iyi olsa gerektir.
Yeryüzünde, gündüzleri haftalar ve aylar kadar uzun, geceleri ise aydınlık olan yerler veya tahammül edilemeyecek kadar soğuk ve sıcak zamanlar elbette vardır. Tefsircilerin açıklamalarına göre Allah’ın bu gibi yerleri ve böyle zamanları tamamen görmezlikten gelmiş olması gerekir; Fakat bizim yorumumuza göre bu gibi yerler böyle zamanlar birinci hitabın açık ifadesi altına girer. O zaman Allah bu gibi yerleri görmezden gelmiş ve oralarda yaşayan/ yaşayabilecek insanları ihmal etmiş olmaz.
Tefsircilerin görüşlerine katılacak olursak, Kur’an’ı Kerim’in ‘Şafağın beyaz ipliği siyah iplikten sizce ayırt edilinceye kadar yiyiniz, içiniz sonra da orucu geceye kadar tamamlayınız’ ayetinde İslâm şeriatı için gerekli olan genellik, kapsayıcılık düşünülemez. Zira yaz günlerine tesadüf eden Ramazan’da geceleri aydınlık yahut gündüzleri, haftalar ve aylar kadar uzun yörelerde bu ayet-i kerime tamamıyla hükümsüz kalır:
Çünkü böyle yerlerde ‘beyaz iplik, siyah iplik’ ‘fecir ve gece’ gibi şeyler bulunmamaktadır. Buna ilâveten her Ramazan ayı yeryüzünün bazı yerlerine göre devamlı aydınlık, bazı yerlerinde ise devamlı olarak karanlık olur. Bu durumda İslâmiyet’in büyük rükünlerinden biri olan orucun farziyeti yeryüzünün çoğu bölgelerinde kalkar. Tamamen hükümsüz olur. Dolayısıyla, ilmiyle bütün yerleri, bütün zamanları, bütün insanları ve halleri ihâta eden/kuşatan Allah’ın indirdiği Kitap kusurlu olur. Oysa Kur’ân-ı Kerim'de kusur bulunmaz.
Allah, gündüzleri, geceleri ve ayları muntazam olmayan yerlerde yaşayan insanlara belli bir Ramazanı farz kılar mı? Yolculuktaki ufak meşakkatler dolayısıyla kullarından Ramazan günlerini tehir eden Allah, gündüzleri haftalar ve aylar kadar devam eden yerlerde elbette Ramazanı farz kılmaz. Küçük özürleri dikkate aldıktan sonra, en büyük özrü ihmal etmek, “kolaylık” ilkesi üzerine kurulmuş olan İslâmiyetin şanına hiçbir zaman uygun olmaz. Kısmî bir rahatsızlık verebilecek yolculuk orucu hakkında “Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez.” demiş olan Kur’an-ı Kerim, genel zararları kesin olan orucu elbette farz kılmaz. Ümmetini arada iftar etmeden peş peşe oruç tutmaktan, yani iki gün arasında kalan bir gecede iftar etmemekten şiddetle nehyeden Rasûl-i Kerim, sürekli gündüz olan ve ufuklarından aydınlığın eksik olmadığı yerlerde tayin etmek yoluyla Ramazan orucu tutmayı elbette teklif etmez. Buna göre olsa gerektir ki Kur’ân-ı Kerim, ‘Ramazan ayıdır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hidâyeti ve doğruyla eğriyi birbirinden ayırıp açıklayan bir rehber olmak üzere Kur’an işte bu ayda inmiştir.’ ayetinin sonunda ‘Onu oruçla geçiriniz’ gibi genellik ve belirlilik ifade den bir kelime kullanmamıştır. Bunun yerine Kur’an, ‘Sizden kim bu ayı idrak ederse o ayda oruç tutsun’ gibi günleri ve ayları normal olan yerlerde yaşayan insanlara mahsus bir hitabı tercih etmiştir. ”Gece ve gündüzü sıkıntılı olan yerlerde ayı idrak etmek mümkün olmaz. Bu idrak baş gözüyle görmekten ibaret bir idrak değildir. Bizzat o bölgelerde ikamet etmektir. Ve ayın tümünde o yerde ikamet etmeye devam etmektir. Kur’an-ı Kerîm’in açık ifadesine göre kutuplarda ve kutupların civarında hiçbir zaman oruç farz değildir. Zira oruç sadece sayılı günlerde farz kılınmıştır. Senesi bir gündüz ve geceden ibaret olan kutuplarda ya da gündüzleri ve geceleri haftalar ve aylar kadar devam eden soğuk bölgelerde “sayılı günler” bulunmadığı için oralarda ikamet eden insanlar yaşadıkları yerin taşıdığı bir özelliği gereği orucun farz oluş hitabından elbette istisna edilmiş olur. (Musa Carullah Bigiyev, Uzun Günlerde Oruç, Doç. Dr. Abdullah Kahraman İz Yayıncılık, İslâm Klasikleri Dizisi:35, İstanbul, 2009, ISBN 9789753557351, s.109-115, 126)

Prof. Dr. Mehmet Said Hatipoğlu
“Gündüzleri uzun olan günlerde, Mekke ile Medine’nin oruç süresinin ortalaması alınarak Ramazan orucu tutulmalıdır. Bu uygulama Kur’an’ın ruhuna daha uygundur. ‘Allah kimseye gücünün üzerinde bir teklifte bulunmaz.’”(Berlin Türk Eğitim Derneği Berlin Konferansı/ MOCCA Dergisi, Sayı 15, s.68)

Prof. Dr. Süleyman Ateş
“Kur'ân-ı Kerîm'de oruç tutulması emredilen gün, normal namaz vakitlerinin olduğu bölgelere mahsustur. Yüce Allah, normal bölgelere göre hükmünü bildirmiş, normal şartların dışında kalan konuları, Müslümanların içtihatlarına bırakmıştır. Böyle uzun yerlerde ve özellikle kutup bölgelerinde oruç, ya Kur'ân'ın indiği kent olan Mekke saatine veya o bölgeye en yakın olan normal vakitlerin cereyan ettiği ülkeye kıyasen tutulur. Kutup bölgelerinde namazlar da belirlenecek saatlerde kılınır.” (Süleyman Ateş, Yeni İslâm İlmihâli, Yeni Ufuklar Neşriyat, 2008, ISBN 9759843397)

Molla Hüsrev (Fatih Sultan Mehmet dönemi şeyhülislâmı)
“Vakitleri normal teşekkül etmeyen yerlerde oruca saat ile başlanır ve oruç saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan, vakitleri normal teşekkül eden şehirdeki Müslümanların zamanına uyularak oruç tutulur.“ (Dürer-ül-Hükkâm fî Şerh-i Gurer-il-Ahkâm, Mollah Hüsrev Mehmed bin Feramürz, (1478 (Hicri 883) senesinde eserini tamamlayıp Fatih Sultan Mehmet’e sunmuştur.) Matbaa-i Amire, İstanbul)

Prof. Dr. Muhammed Hamidullah
“45 derece ile 90 derece arasındaki bölgelerde güneşe değil, saate göre hareket edilir. Namaz için böyle olduğu gibi, oruç vs. için de böyledir. (Muhammed Hamidullah, İslâm’a Giriş, Beyan Yayınları, 2003, İstanbul, ISBN 9754731489)

T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı
“Normal vakitlerin oluşmadığı dönemlerde namaz ve oruç vakitleri hususunda takdir yöntemine başvurulması kaçınılmazdır. Bazı hadislerde de ifade edildiği gibi vakitlerin oluşmadığı yerlerde ‘takdir yöntemi’ ile ibadet edilmesinde dinen bir sakınca yoktur.“ (Din İşleri Yüksek Kurulu Kararı, Tarih: 10-11.06.2009, http://www2.diyanet.gov.tr/dinisleriyuksekkurulu/Sayfalar/45Enlem.aspx)

Rusya Müftüler Konseyi
“Geniş coğrafi alana sahip Rusya'da güneşin batmadığı bölgelerde oruç tutan Müslüman toplumu Mekke'ye uygun şekilde iftarlarını yapabilirler. Gündüz vakti ortalaması olan 12 saatin çok üzerinde, yaklaşık 19 ve üzeri saat gündüz vaktinin yaşandığı bölgelerde oruç, Mekke saat dilimi ve iftar vakti esas alınarak tutabilir.“ (http://ramazan.haber7.com/oruc/haber/1050512-gunesin-batmadigi-ulkelerde-oruc-nasil-tutulur, 17.07.2013)

Prof. Dr. Hayrettin Karaman
“Güneşin aylarca doğmadığı veya batmadığı yerlerde yaşayan müminlerin de dinî eğitime ve sevaba ihtiyaçları vardır. Bu sebeple ibadetlerini de –tıpkı genel olarak hayatları gibi– aya ve güneşe göre değil, farazî ve itibarî olarak ayarladıkları günlerine göre yapacaklardır. Bu şartlarda yaşayan müminlerin uygulayacakları vakit cetveli bakımından âlimlerce iki yol gösterilmiştir:
1.   Mekke takvimini uygulamak.
2.   Kendilerine en yakın normal (gecesi ve gündüzü tam teşekkül eden) bölgenin takvimini uygulamak.
Kıyamet yaklaştığında ve Deccâl çıktığında günün çok uzun olacağını bildirmesi üzerine Hz. Peygamber'e, bu bir yıl kadar uzun günde namazları nasıl kılacaklarını soran sahâbîler, ‘Daha önceki normal günlere göre kılarsınız.’ cevabını almışlardı. Bu hadis de yukarıdaki çözüme ışık tutmaktadır.“ (Müslim, "Fiten", 110; geniş bilgi için bk. Hayrettin Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, İz Yayıncılık , ISBN 9753554961).

Soru, gecelerin kısa gündüzlerin uzun olduğu yerlerde orucun kaç saat tutulacağı ile ilgili. Örneğin, İzlanda gibi gecenin sadece 3 saat olduğu bir yerde orucun 23 saat tutulması mı gerekir yoksa oruç tutanlar en yakın yere mi uyacaklar? ‘Gündüzün uzun gecenin kısa olduğu yerler, kendilerine en yakın olan yere tabi olurlar’ ilkesini benimsediğimizde, bu durumda İzlanda’dakilerin Norveç’e tabi olması gerekir, diyelim. Bu durumda aynı soru Norveç için de sorulacak zira orada da oruç 20 saati buluyor. Onu da en yakın olarak Rusya takip ediyor.
Avrupa’da en uzun orucun tutulduğu İzlanda ile Türkiye arasında 5 saatlik bir fark var. Bu farkı korumak mı gerekir yoksa başka bir yol mu bulunmalı?
Kanaatim şudur: “Güneş batımının geç saatlere kadar gerçekleşmediği yerlerde itibari bir güneş batımı tespit edilerek, imsâk ve iftar vakti belirlenir. Unutmamak gerekir ki yerel saatleri belirlemek için yararlandığımız meridyenler itibaridir. Bu itibarî oluştan hareket ederek, orucun kaç saat tutulacağı konusunda aynen itibari bir zaman tayini yapılır. Güneş batımı, bir zaman tayinidir, orucu açmanın gerekçesi değildir. Bu tayini ilgili bölgedeki insanlar yapabilirler. En yakın yere de uyabilirler. Ama yine aynı uzun saatlerle karşılaşacakları için daha merkezi bir tayinde bulunabilirler. Bu Mekke de olabilir Medine’de. (Berlin İlâhiyatçılar Derneği’ne özel açıklama, 25.01.2018)

Prof. Dr. İlhami Güler
“Bilindiği gibi Arabistan’da en uzun gün 12 saati geçmemektedir. Oysa Ekvator’un kuzeyindeki ülkelerde gün 20 saate kadar uzanmaktadır. Günlerin uzun ve en sıcak olduğu yaz aylarına denk gelen Ramazanlarda, tarım, inşaat, madencilik, endüstri, fırıncılık, lokanta vb. işkollarında, güneş sıcağının altında veya ateş ısısının karşısında, beden enerjisi ile çalışmak zorunda olanların Ramazan ayı içinde oruçlarını tutmamaları, bunun yerine ayette verilen ruhsatlardan ya fidye vermeleri veya başka günlerde oruçlarını tutabilecekleri kanaatindeyim.
Gerekçesine gelince; bu işlerde çalışanlar, terleme yolu ile yoğun su ve mineral kaybetmektedirler. Bedenden yoğun su kaybı ise vücutta kanın pıhtılaşmasına, dolaşımın yavaşlamasına sebep olduğu için, kalp krizi tehlikesi doğurduğu gibi; susuzluk, böbreklerde kalıcı hasarlara sebebiyet verebilmektedir. Orucun her otuzüç yılda bir yaz aylarına denk gelmesi, bilindiği gibi Arapların kullandıkları ‘Kameri’ takvimden kaynaklanmaktadır. Bu takvimi Arapların kendileri İslâm’dan önce tercih etmişlerdir. Yoksa Kameri takvim Allah’ın dinî anlamda vaz’ ettiği bir şey değildir. Eğer Araplar ‘Güneş’ takvimi kullanıyor olsalardı, Ramazan ayı bütün yılı dolaşmayacak, hangi mevsimde farz kılındı ise, o mevsimde kalacaktı. Nitekim kaynaklarda Hz. Muhammed’in (s) sağlığında, orucun farz kılınmasından sonraki dokuz yıl boyunca Ramazan ayının bahar mevsimine denk geldiği bildirilmektedir. Dolayısıyla orucun sıcak mevsimlere denk gelmesi, Allah’ın insanları böyle anormal bir ‘meşakkat’ durumu ile denediği anlamına gelmez. Çünkü ayette ‘Allah, kolaylaştırmayı murad eder, zorlaştırmayı değil’ denmektedir. Böyle bir ruhsatı klimalı serin odalarında oturan din bürokratlarının (Diyanet İşleri bürokrat-memurlarının) ve ilâhiyatçıların vermesi kolay değildir. Nasreddin Hoca’nın dediği gibi, damdan düşenin hâlini ancak damdan düşen anlar. İkincisi de, teologlar, insanların mağduriyet durumlarını düşünmekten ziyade Tanrı’nın gözüne girmeye çalışırlar. Buna örnek olarak ulemanın, kasten oruç bozan birisi için ceza olarak 61 günlük “kefaret orucu” icat etmelerini verebiliriz. Kur’an’da böyle bir ceza hükmü olmadığı halde, bir hadisi gerekçe göstererek, Hanefiler ve Malikiler Ramazanda kasten yiyip içen ve cinsi münasebette bulunanın; Şafiler ve Hanbeliler ise sadece cinsi münasebette bulunanın, 61 gün kefaret orucu tutmasına hükmetmişlerdir.” (https://onedio.com/haber/agir-is-yapan-oruc-tutmasin-16495)



Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı
“Oruç zamanının ve süresinin tespiti, Güneş takvimine göre yapılmalıdır. Ramazan ayına ulaşan kimse o ayı oruç tutsun" diye geçen Bakara 185'te Ramazan’ın bir ay olduğu ortaya çıkıyor. Böylece Kuran'ın farz kıldığı oruç bir aydır. Ramazan, Arap aylarına göre belirlendiği için her sene 10 gün önceye geliyor. Bana göre Ramazan ayı sabitlenebilir.” (http://www.haberturk.com/yazarlar/prof-dr-bayraktar-bayrakli/653669-oruc-butun-dinlerde-vardir, 01.08.2011)

Prof. Dr. İsrafil Balcı
Dinin geldiği coğrafyadaki hükümler yerel ve normal şartlardaki hayat nizamına göre düzenlenmiştir. Bu hükümleri şartlara göre yenilemede bir sakınca olmaz. Üstelik vahyin dinamik yapısı bunu gerekli görür. Mamafih Allah zorluğu değil, kolaylığı murad eder. Unutmamalıyız ki, kameri (ay) takvime göre oruç zamanını belirleme Allah’ın emri değildir, o dönemde Araplar’ın tercih ettiği takvimle alakalıdır. Allah oruç tutmayı emretmiştir. Bu durumda güneş takvimi esas alınarak oruç ayı düzenlenebilir ve böylece oruç ayının yeri de sabitlenebilir. Dikkat edilirse bugün, izafi olarak belirlenen paralel ve meridyenlere göre zaman dilimi takdir ederek ayarlanmıştır. Bu bağlamda sorun teşkil eden bölgeler için izafi zaman dilimi belirlemede bir sakınca olmadığını düşünüyorum. Ayette geçen “Size göre” (2 Bakara/187) ifadesi, buna referans gösterilebilir. Üstelik inancımız azami değil asgari koşulları yerine getirmemizi ister. Resulüllah cemaatine bunu öğütlemiştir. “Allah sizi gücünüzün üzerinde bir sorumlulukla mecbur tutmaz” ilahi ilkesi de buna referanstır. Dikkat edilirse gücü yetmeyenler için fidye imkânı getirilmiştir. Bu bağlamda zor ve ağır işlerde çalışanlar bile farklı zamanlarda oruç tutabilirler. Kaldı ki, zaten kameri takvime göre oruç günleri yıl içinde değişmekte, her 33 yılda ise bir yıllık bir zaman farkı ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla normal şartlar dışında kalan konular/bölgeler için yeni yorumlar/içtihatlar geliştirilebilir. Bu bağlamda Mekke ve Medine’nin veya en yakın yerin normal zaman dilimleri veya saati esas alınarak bir zaman düzenlemesi yapılmasında bir beis yoktur. En azından bir tercih ve çözüm yoludur. Aynı husus namaz vakitleri için de geçerlidir. (Berlin İlâhiyatçılar Derneği’ne özel açıklama, 31.12.2017)

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Daha önceleri “Uzun günler olan yerlerde en yakın yere uyabilirler” şeklinde bir fetva verildiği olmuştur. Böyle çözüm olmaz. Kimine göre en yakın yer Almanya’dır, kimine göre Avusturya’dır, kimine göre Türkiye’dir. Onun için bunu bir ilkeye bağlamak ve sabitlemek gerekir. Sabitleme işini de Mekke’yi esas alarak yapmak doğru olur. Uzun gündüzleri olan ülkelerde yaşayan Müslümanlar Mekke’deki oruç vakitlerine göre oruç tutabilirler. Gün batmış-doğmuş, oruç şu kadar saniye önce tutulmuş-açılmış vs. bunlar sorun olmamalıdır. Çünkü oruç, Kur’an’ı Kerim’in indiği ortamda farz kılınmıştır. Allah orucun zamanını ve süresini o bölgenin insanına göre ayarlamıştır. Ama İslâmiyet genişledikçe, evrensel olarak bütün dünyaya yayıldıkça bu tür sorunlar doğmuştur. Bu sorunlar sorunlu bölgelerde yaşayan Müslümanlar tarafından çözülmelidir. (Berlin İlâhiyatçılar Derneği’ne özel açıklama, 01.01.2018)

Prof. Dr. Mustafa Öztürk
Vakitlerin tam oluşmadığı bölgelerde Kur’an-ı Kerim’in indiği coğrafyanın takvimi esas alınmalıdır. Örneğin, namazın farzlarından biri de vakittir. Namazın namaz olması için vaktin girmesi gerekir. Vakit oluşmamışsa kılmayalım, demek doğru olmaz. İzafi şeyler ibadetin yükümlülüğünü düşürmez. Ama yaşanılan coğrafyayla Kur’an’ın indiği coğrafya örtüşmüyorsa ne yapılmalıdır. 20 saat ya da 22 saat oruç tutulmaz. Cenabı Allah’ın kullarına zorluk yerine kolaylık istediğine dair bir çok ayeti kerimesi vardır. Öyleyse herkes için bağlayıcı veya örnek alınması gereken yer olan Mekke oruç süresi esas alınarak oruç tutulmalıdır. (Sözden Öte, 24 TV, https://www.youtube.com/watch?v=-oxh9z85fG4, 15.01.2016)

SONUÇ

1.      Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın (24 saatlik günün vakitlerinin -12 saat gündüz, 12 saat gece- tam teşekkül etmediği, gündüzleri uzun olan ya da 6 ay gece 6 ay gündüz olan yerlerde) “Ben Müslümanım.” diyen herkese oruç farz kılınmıştır. Kutuplardaki ve uzun gündüzleri olan yerlerde yaşayan Müslümanlara oruç farz değildir, demek doğru olmasa gerektir. Oruç ayetinin sonunda, “Oruç tutmak sizin için daha hayırlıdır.” vurgusu vardır. Bu vurgu ile oruç tutmamanın değil, tutmanın daha hayırlı olduğunun altı çizilir.

2.      Oruç aç ve susuz kalmaktan ibaret değildir. Oruç bir disiplindir. Belirlenen o süre içinde nefsin disipline edilmesidir. Helâllere ulaşma yasaklanmıştır bu sürede. Oruç ayetinin sonunda "Umulur ki korunursunuz" uyarısı vardır. Korunulacak olan şeyler bellidir. Yalandan iftiraya ve kalp kırmaya, cimrilikten ihtikâra ve israfa kadar ne kadar toplum menfaatine aykırı davranış varsa onların hepsinden korunulacaktır. İşte oruç tutmak böyle bir şeydir.

3.      Aslında oruç kendi başına ibadet değildir. İnsanlar aç kaldıkları için sevap almazlar, aç kaldıkları için ceza da almazlar. Oruç, yukarıda zikrettiğimiz ibadetlerin ön şartıdır.

4.      Oruç Medine'de farz kılınmıştır. Peygamberimiz de ömrü boyunca orucunu Medine’de tutmuştur. Kur'an'ı, indiği yerdeki muhatabı nasıl anladıysa önce öyle anlamalıyız. Sonra da bulunduğumuz bölge şartlarında o yöre insanının ihtiyacına cevap verebilecek yorumlarımızla İslâm'ı yaşanabilir bir din haline getirmeliyiz. Din bizim elimizde insanlara sıkıntı verecek bir araç haline değil, insanların sıkıntılarını giderecek İlahi mesaj haline gelmelidir. Dolayısıyla “Medine’deki oruç süresi esas alınarak” orucun başlangıç ve bitiş zamanı belirlenmeli ve dünyanın ihtiyaç duyulan bütün bölgelerinde o bölgede yaşayan insanların çalışma saatlerine uygun olarak aynen monte edilmelidir. Müslümanlardan istenen budur.

5.      İbadetler, bazı coğrafi bölgelerde yaşayan Müslümanlara avantaj sağlarken, diğer bölgelerde yaşayanlar için dezavantaj olmamalıdır. Allah her bölgedeki Müslümana eşit mesafede durur. En doğrusunu Sahibimiz bilir.

Berlin İlahiyatçılar Derneği, 25.01.2018

13 Mart 2018 Salı

Cumhurun Başkanı, Anadolu feraseti anladı sizi...


"İslam'ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. Siz İslam'ı 14 asır öncesi hükümleri ile bugün uygulayamazsınız. Beni birçok hocaefendi tefe koyacak o ayrı mesele. Rabbim bizi tefe koymasın"

T.C.Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaptı bu tespitleri:
Önce söylenilen ortama bakalım: Ortam toz duman. Bir taraftan çocuk istismarlarıyla ilgili haberler almış başını gidiyor, Türkiye çalkalanıyor. Bu konudan nemalananlar yapılan çirkinliği iktidar yapıyormuş gibi asmışlar boyunlarına davulu sokak sokak tellal çığırtıyorlar. Diğer taraftan göbeklerine kadar sakallarıyla, başlarında sarık sanal ortamda fetva veren sahtekarlar basbas bağırıyorlar; “Kız çocukları küçük yaşta evlenebilirler.” Bir başka kanalda meczubun birisi çıkmış; “Kadın ile erkek aynı asansörde bulunamazlar” diyor. Bir diğeri; “Yorgan bile erkeği tahrik eder” diyor, öbür tartafta birisi daha var, o da;”Namazda o iş aklınıza gelirse namazı bırakın ve hemen hanımınıza koşun ve aklınıza gelen o işi yapın, sonra namazınıza devam edin, yoksa namazınız kabul olmaz” diyor. Öbür tarafta birisi daha var; ” Deve sidiği şifadır içilebilir” diyor ve ipin ucunu getiriyor Peygamber’e bağlıyor. Beyler burası Türkiye. Halkının %90’ nının Müslüman olduğu bir ülke. Konuşanlar İslâm adına konuşuyor. Cumhurun Başkanı’nın bu durumda sessiz kalması elbette doğru olmazdı. O da çıktı söyledi söylenmesi gerekeni: “İslam'ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. Siz İslam'ı 14 asır öncesi hükümleri ile bugün uygulayamazsınız. Beni birçok hocaefendi tefe koyacak o ayrı mesele. Rabbim bizi tefe koymasın."

Devletin en tepesinde oturan, devletin kurumlarından ve halkından birinci derecede sorumlu olan kişinin Cumhurun Başkanı’nın, böyle bir ortamda sessiz kalması düşünülemezdi. Yapılması gereken yapılmıştır, sorumlu makamların ve kişilerin dikkatleri sorunlu bölgelere çekilmiştir. Bundan sonrası o makamların işidir. Cumhurun Başı’nın ilgili kurumları vazifeye davet etmesi ve bu daveti cumhurun gözünün önünde yapması onun sorumluluğunun gereğidir. Yanlış birşey yapılmamıştır

“Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu/ Gelir de adl-i İlahi sorar Ömer’den onu” anlayışına sahip olan devlet adamları için yetkili kurumları göreve davet etmek asli görevdir.

İslâm’ın güncellemesi
Güncellemek ne demektir, bir de ona bakalım: Bir konuyu güncellemek, o konuyu, güncel duruma, kullanılabilir duruma, ihtiyacı karşılayabilecek duruma getirmek demektir, o konunun insanların işine yarayacak, onların işlerini kolaylaştıracak anlaşılabilir şekle getirilmesi demektir, konunun yaşanılan çağın şartlarına uygun hale getirilmesi demektir.
İslâm’ın güncellenmesi de tecdid ile olur, içtihat ile olur. İçtihat, çağın getirdiği yenilikleri göz önünde bulundurarak, insanların yaşamlarını kolaylaştıracak, günlük ihihtiyaçlarını gidermede onları sıkıntıya sokacak konular üzerinde çalışma yapmak demektir. İslâmî literatürde bu çalışmanın adına içtihad denir. Bu çalışmayı yapan kişiye de müçtehid denir. Peygamberimiz bilhassa Müslümanların sorunlarıyla ilgili makamlarda oturan kişilere yetki de vermiştir. Muaz ibn. Cebel içtihat etmek konusunda yetkilendirilen ilk müçtehiddir.
Muaz, Medine'den ayrılacağı sırada Peygamber Efendimiz ona; "Sana hâlli için herhangi bir dava getirildiği zaman nasıl ve neye göre hüküm verirsin?" diye sordu.
Muaz, "Allah'ın kitabındaki hükümlerle hüküm veririm."

"Eğer Allah'ın kitabında onunla ilgili bir hüküm bulamazsan neye göre hüküm verirsin?"
Muaz, "Resûlullah’ın sünnetine göre hüküm veririm."
"Resûlullah’ın sünnetinde de onunla ilgili bir hüküm bulamazsan, ne yaparsın?"
Muaz, "O zaman, kendi görüşüme göre içtihad eder, hüküm veririm." dedi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz bundan son derece memnun oldu. Bu memnuniyetini şöyle ifade etti:
"Allah'a hamdolsun ki, Resûlullah’ın elçisini, Resûlullah’ın razı olduğu şeye muvaffak kıldı.”

Bilgisayar lisanıyla güncelleme
Bilgisayar lisanıyla güncellemek update etmek/güncellemek demektir. Program aynı kalır, ama zaman zaman yazılımlar güncellenir, gelişen teknolojiye uygun hale getirilir. Gelişen teknolojiye göre programınızı güncellemezseniz iş yapamaz hale gelirsiniz. Bilgisayarlarda yazılan çizilen bilgileri, harici hafıza kaydını ilk önceleri disketlere yapıyorduk, sonraları harici bellekler kullanılmaya başlandı. Sonra da flaş belleklerde bilgiler saklanmaya başlandı, şimdilerde bulutta(cloud) saklanıyor.

Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediği güncelleme işte tam da budur. Özellikle dini hizmetler için tahsis edilmiş koltuklarda oturanlara, sonra da bu konularda söz söyleme ehliyetine sahip olan akademisyenlere, yazar ve çizerlere, “Yazılımlarınızı güncelleyin, update edin.” diyor. Bu uyarı yerinde bir uyarıdır, hatta geç kalmış bir uyarıdır.

Güncellemeye karşı çıkanları iki gruba ayırmak lazımdır:
1-Mevcut din anlayışını doğru kabul edip üzerinden menfaat devşiren dindarlar, yani dinciler. Bu menfaat grupları her dönemde vardır. Gerçek din mensuplarının sayısal ve makamsal üstünlüğü bu çıkar çevrelerini rahatsız eder. Mesela; gerçek din anlayışına mensup olan Müslümanların çok olduğu yerde; helal et üzerinden prim yapılmasına müsade edilmez, deniz ürünlerine yasak getirilemez, dini nikah saçmalığına yol verilmeyeceği için muhafazakar zamparalar sekreterleriyle birlikte olamazlar, kimse üç talakla kadın boşayamaz böylece kadın onuru korunmuş olur hukukun kararı esas alınır, sosyal dengenin sağlanması için sadakalar kırkta bir yerine daha yüksek miktarda verilir, kimse zekat parasıyla, kurban parasıyla Müslümanların duygularını sömüremez. İnsan haklarına saygı gösterilir, kimse mevki ve makamından dolayı bir başkasını aşağlayamaz, ezemez. vb. Ve budurumdan menfaat devşiricileri rahatsız olurlar.

2- Yanlış din anlayışının devam etmesinden menfaat elde eden bir diğer grup vardır, bunlar dindar değildir hatta dine karşı tavırlıdırlar, düşmandırlar. Din anlayışındaki yanlışlıklar devam ettikçe bunlar semirirler, varlıklarının devamı için Müslümanların gerçek dinden uzak yaşamaları gerekir, dinin buyruklarına göre yaşamak yerine yaşadıklarını dinleştiren Müslüman kimlikli müslümanlara ihtiyaçları vardır. İslâm dinini tefe koyup çalmak isteyen Kur’an düşmanlarıdır bunlar. Dini karikatürize ederek menfaat devşirirler.
Bu gruplar da dinin güncellenmesini istemezler. Bunun için, insanları provoke ederek kargaşa ortamı yaratmak isterler. Müslümanların kutsallarına saldırmaktan çekinmezler. Hele müslüman kimlikli şizofren kafalar ekmeklerine yağ sürerken, yobazlar tarafından görevlerini yerine getirmeleri kolaylaştırılmışken vur abalıya anlayışıyla haraket ederler. Bazen imamın kıydığı nikahı dillerine dolarlar, bazen bir yurtta çıkan yangını bahane ederek saldırırlar, bazen çocuk istismarı diyerek saldırırlar, bazen de, “Dini güncellemek de nereden çıktı, din elden gidiyor, hey dindarlar, yani dinciler neredesiniz”, diye saaldırırlar İslâm’a/ Müslümanları provoke ederler. Ve Cumhur’un Başkanı’nın haklı tespine karşı tavır alırlar. 

Cumhurun Başkanı derki: "İslam'ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. Siz İslam'ı 14 asır öncesi hükümleri ile bugün uygulayamazsınız. Beni birçok hocaefendi tefe koyacak o ayrı mesele. Rabb’im bizi tefe koymasın."
Sayın Cumhurbaşkanım siz müsterih olunuz, Anadolu feraseti anladı sizi...

10 Mart 2018 Cumartesi

KAYIP TÜRKLER/ DR.LATİF ÇELİK 2018


Dr.Latif Çelik II.Dünya Savaşı Döneminde Nazi Almanyası tarafından kurulan Türkistan Lejyon Ordusu’nun nasıl yok edildiğinin acıklı hikayesini anlattı.



Dr. Latif Çelik, Türk Eğitim Derneği'nde "KAYIP TÜRKLER" konulu bir konferans verdi. Çelik özetle şunları söyledi. "Hitler ile Stalin arasında başlayan kanlı düello, Sovretler Birliği sınırları içinde yaşayan Türk toplumuna ümit ışığı olmuştu. Almanların bu konudaki vaadlerine kanan Türk toplumu, Alman ordusuna kendi üniformalarıyla katılarak Ruslara karşı savaşmaya başladılar. Komunist rejim altında inim inim inleyen Türk Toplumu bu düellonun kendilerine hürrriyet getireceğine inanmaya başlamışlardı. Bağımsız Türkistan hayali onların paralı asker olmasına mani olamadım.
Savaş Almanların aleyhine sonunçlanınca Hürriyet Savaşçısı 4 Milyon Türk kaybolup


gittiler. Kimileri savaşta öldürüldü, kimileri savaş sonrasında kurşuna dizildi, kimileri de Rusya'ya dönmektense intihar etmeyi tercih ettiler. Sağ omuzlarında Allah bizimledir yazan, sol omuzlarında SS işareti ve şapkalarında da bozkurt resmi olan bu Hürriyet savaşçıları maalesef unutturuldu. Bunlar 'İkinci Dünya Savaşı'nın Kayıp Türkleri' dir..." Allah rahmet eylesin.


Böylesine önemli konuları, ayağınıza kadar gelen uzmanlarından dinlemek varken, gündelik işleri bahane ederek bu tür oturumları atlayanların, pişmanlıklarına ekleyecekleri çok keşkeleri olacaktır. "Türkistan Lejyonları" nın acılarla dolu hatıraları birgün gelecek, sorumluluk duygusundan uzak yaşayan paranın esir aldığı, gündelik işlerin esir aldığı kendilerini akıllı sanan o zavallı kişilerin de kaderi olacaktır.
Nort:
1-Konferansın geniş özetini ilerleyen günlerde sizlerle paylaşacağım.
2-Daha da geniş bilgiye ulaşmak isteyenlerin, Dr.Latif Çelik’in KAYIP TÜRKLER kitabından edinmeleri gerekmektedir.