7 Kasım 2011 Pazartesi

''WİR SİND ZUSAMMEN...''

07 Kasım 2011 Pazartesi, 12:34 tarihinde Rüştü Kam tarafından eklendi

TERÖR ÖRGÜTÜNE DESTEK SAĞLAYANLAR, ÖRGÜTÜN SIRTINI SIVAZLAYANLAR, ÖRGÜTE MADDİ, MANEVİ DESTEK SAĞLAYANLAR DA EN AZ TERÖR ÖRGÜTÜ KADAR SORUMLUDURLAR...

Göçün 50. Yılı münasebetiyle Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı tarafından düzenlenen "Almanya ve Göç: 50. Yılında Almanya'daki Türkler" konulu sempozyum çerçevesinde verilen Gala Yemeği'nde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan esti, gürledi geçti.

Erdoğan'ın konuşması ezber bozan bir konuşmaydı. Özgüven sahibiydi, vücut dilini de kullandı. Çok cesurdu. Hiç kimseden korkmuyordu. Tespitlerinde Avrupa'yı hedef aldığı besbelliydi. Önce göç münasebetiyle Almanya'ya gelmiş Türkiyelilere bir baba şafkatiyle yaklaştı. ''Arkanızdayız'' dedi. ''Çok acı çektiniz biliyorum... Biz Türkiye´de, siz Almanya´da, umudu çoğaltmaya, barışı yeşertmeye, kardeşliği yüceltmeye devam edeceğiz.'' dedi.

Ben burada sözü Erdoğan'a veriyor ve sizleri onunla başbaşa bırakıyorum.

''1961 yılında, Sirkeci Tren İstasyonu´ndan başlayan yolculuğunuz, bugün artık yarım asrı geride bıraktı. Çok acılar çektiğinizi biliyorum. Özlemin, hasretin, sıla ve gurbetin içinizde volkana dönüştüğünü biliyorum. Anneden, babadan, çocuklardan ayrı, vatanın, köyün, yuvanın kokusuna hasret, dile kolay, 50 yıl geçti. Gün artık, gurbet hikayeleri değil, başarı öykülerini paylaşma günü. Gün artık, geçmişe değil, geleceğe odaklanma günü. Umutla, heyecanla, coşkuyla, çocuklarımıza daha aydınlık bir gelecek bırakma mücadelesini hep birlikte sürdüreceğiz. Biz Türkiye´de, siz Almanya´da, umudu çoğaltmaya, barışı yeşertmeye, kardeşliği yüceltmeye devam edeceğiz. Özellikle Avrupa-Asya arasında dayanışmayı, birliği, beraberliği, sizler köprü olmak suretiyle başaracağız. Emeğiyle gurbette abideleşmiş tüm işçi, emekçi kardeşlerimi bir kez daha tebrik ediyorum...

Biz, 50 yıl sonra, sadece soyadlarıyla Türk olan, asimile olmuş bir toplum görmek değil; diliyle, kültürüyle, gelenekleriyle, inançlarıyla var olan ve ayakta duran ve yaşadığı ülkeye her yönden önemli katkılar yapan bir toplum görmek istiyoruz...

Biz, Almanya makamları nezdinde, her sorununuzun çözümü için girişimde bulunmaya devam edeceğiz. Sizlerin de hukuk, demokrasi, yasalar çerçevesinde Almanya´nın geleceğiyle birlikte kendi geleceğinizi de tasarlamanızı önemli buluyoruz. Bir kez daha söylüyorum; asla yalnız değilsiniz, asla kimsesiz, çaresiz değilsiniz.

Bir ay önce, Batman´da teröristler, sağa sola rastgele ateş açtılar. 4 yaşındaki Sultan, teröristlerin kurşunlarına hedef oldu ve gözlerini hayata yumdu. Annesi aynı şekilde terörün hedefi oldu ve umutlarını geride bırakarak Hakk´a yürüdü. Anne karnındaki 8 aylık bebek de daha gözlerini dünyaya açmadan, daha ismi bile konulmadan, daha ağlayamadan ve gülemeden terörle tanıştı.

Bu insanlık dışı saldırının tek sorumlusu terör örgütü değildir! O tetiği çeken ve çektiren kanlı maşalar kadar, terör örgütüne destek sağlayanlar, örgütün sırtını sıvazlayanlar, örgüte maddi, manevi destek sağlayanlar da o doğmamış bebeğin katledilmesinden en az terör örgütü kadar sorumludurlar.

Açık söylüyorum, terörle mücadele bir ülkenin veya bir milletin meselesi değildir; insani değerlere inanan herkesin sorumluluğudur. Terör örgütlerine göz yumanlar, terörün kanlı yüzüne ortak olurlar. Türkiye´ye terörle mücadelede gereken desteği vermeyen ama insan hakları nutku atanlara soruyorum; vahşice katledilen 4 yaşındaki Sultan´dan haberiniz var mı? Bize güya demokrasi dersi verenlere soruyorum; umutlarıyla vefat eden Anne Mizgin Doru´dan haberiniz var mı? Terör örgütünün faaliyetlerine, yayınlarına, derneklerine, para toplamasına göz yumanlara, suçluların elini kolunu sallayarak dolaşmasına göz yumanlara sesleniyorum; anne karnında öldürülen 8 aylık bebeden haberiniz var mı? Avrupa'lı dostlarımızın önüne dosyaları koyduğumuzda, tek tek isimleri, dernekleri, yayın kuruluşlarını, aktarılan para miktarlarını koyduğumuzda, bize bahaneler üretiyorlar. Siz o bahaneleri artık bize değil, artık Batman´da öldürülen masum yavrulara değil, eğer izah edebiliyorsanız, önce kendi vicdanınıza izah edin.

Nifak tohumları ekmeye, aziz milletimizin evlatlarını birbirine düşürmeye, aramıza ayrımcılık sokmaya çalışan şer odakları, Van depremiyle birlikte nasıl beyhûde bir çaba içinde olduklarını bir kez daha gördüler. Deprem sonrası ortaya koyduğumuz yardımlaşma ve dayanışma gösterdi ki milletimiz tek yürektir, tek nefestir. Terör saldırısı sonrasında ortaya çıkan toplumsal tepki gösterdi ki milletimiz birdir, bütündür, sıkı sıkıya birbirine kenetlenmiştir...

Çok açık söylüyorum; bu milletin birliğini, dirliğini, beraberliğini ve kardeşliğini hafife alanlar, bugüne kadar hep kaybettiler, bundan sonra da kaybetmeye mahkumlar. Hiçbir örgüt, hiçbir çaba, hiçbir saldırı bu milletin kardeşliğini sarsmayacak, sarsamayacaktır..."

Sempozyumdan özetler

600 senelik bir imparatorluk geleneği olan insanımız. İmparatorluğun çöküşünden sonra kendisini yeni bir sistemin içinde buldu. Dünya düzeni değişmişti. İmparatorluklar, krallıklar dönemi bitmiş cumhuriyetler devri başlamıştı.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlı'nın devamı olarak sahnede yerini almıştı. Birinci Dünya Savaşı'nı yaşamış İkinci Dünya Savaşı'nı görmüş ve üstüna üstlük bir de kurtuluş savaşı yaşamış olan Türk halkı oldukça yorgundu, bitkindi. Halk işssizdi. Kıt kanaat geçiniyordu.

Osmanlı İmparatorluğu'nun enkazı üstünde yeni bir devlet kurulmuştu:Türkiye Cumhuriyeti Devleti.

Dünya devletleri sanayisini kurarak kalkınırken, bu genç cumhuriyet sanayileşerek kalkınmayı tercih etmedi. Tarım ve hayvancılığı seçti. Türk halkının efendiliğinin devam etmesine bunlar yeterli olmadı.

31 Ekim 1961 tarihine gelindiğinde Türk halkı ''efendilerin'' hizmetine verildi. Bilinmeyen ülkelere doğru kara trenlerin kara vagonlarında ellerindeki tahta bavullarla yola çıkarıldılar. Bu insanlar kara talihlerinin farkına varmamaları için olacak herhalde, hem de davul ve zurna eşliğinde yola çıkarıldılar. Hüzün yaşlarıydı yolcu edenlerin ve yolcu olanların gözlerinden siğim siğim akan yaşlar. Karı kocadan, baba çocuklardan koparılıyordu. Bir lokma ekmek uğruna oluyordu bütün bunlar.

Anlaşmalar bir yıllıktı. Bir yılın sonunda ne Türkiye geri çağırdı bu insanları, ne de gittiği ülkeler geriye gönderdi. Devletler memnundu bu alışverişten. Ancak sevgililerinden ayrı düşen insanlar memnun değildi, onlar acı çekiyorlardı.

Zamanla bu kara talihli insanlar, talihlerine de küsmeye başladılar. Bir tarafta kendileriyle Alamancı diye alay edlirken öbür tarafta yabancı diye küçük görülmeye başlandılar. Ne İsa'ya yaranabildiler ne de Musa'ya... Kalakaldılar ortada tek başlarına.

Zaman geçtikçe sorunlar fazlalaşmaya başladı. Çifte vatandaşlık yolları kapandı, aile birleşiminde sıkıntı çekilir hale gelindi, seçme ve seçilme hakları ellerinden alındı, kendi gelecekleriyle ilgili kararları kendileri veremez hale geldiler. Derken belleri büküldü, gözleri görmez oldu. Yatırımları yetkililer tarafından yönlendirilmeden yapıldığı için boşa gitti. Çürüdü.

Bir de baktılar ki elli yıl geride kalmış

50 yıl önce davul zurna ile uğurlayanlar elli yıl sonra geldiler ve elli yılın muhasebesini yaptılar. Hem de efendilerin ülkesinde yaptılar. Bilanço ağırdı. Yapılanlarla yapılmayanlar yanyana gelince davul zurna ile uğurlananlar kaybedenler hanesinde yer alıyorlardı.

Kazanımlar; efendileri tarafından yetiştirilen sinema adamları, sporcular, siyasetçiler, sinema oyuncuları, avukat olan ve doktor olan ikinci kuşak insanımızdı.

Verilmesi gereken haklar; seçme ve seçilme hakkı, çifte vatandaşlık hakkı, mavi karttan doğan hakların genişletilmesi, vize almak konusunda yapılması gereken kolaylıklar olarak belirlendi v.b.

Bu hesaplaşmada, ben burada yaşamayı tercih eden insanları asimile edeceğim diye çırpınan Almanya'ya insan hakları hatırlatılırken, ben de insanımı asimile ettirmem diye çırpınan Türkiye'ye de nesajlar gitti... Karşılıklı restleşmeler oldu. Arada kalan halk yine çaresiz, boyun eğdi...

Almanya'dan beklentileri olan sivil toplum örgütleri de sahnedeydi

Sempozyumlarda onlar da konuştular. Tartışmalar Almanya'nın Türklere ve müslümanlara karşı önyargılı davarandığı konusu etrafında yoğunlaştı. Konuşmacılara göre, suçlu olan taraf genel olarak Almanya idi. İnsaf ölçüleri terkedilmiş gibiydi. Hırsıza suç yükleyen fazla olmadı. Bu sempozyumda yapılan konuşmaları birkaç cümleyle özetleyecek olursak şunları ön plana çıkarabiliriz:

''Almanya;

-integrasyonu değil asimilasyonu düşünüyor ama bu düşüncesini kendisi açık açık dillendiremiyor. Bazen sahneye Sarrazin'i çıkarıyor bazen, sağcıları,

-Eğitimde fırsat eşitliği tanınmıyor, yabancılar her zaman sahaya iki sıfır yenik çıkıyor,

-Ana dil düşmanlığı yapıyor, ana dilin öğrenilmesi konusunda adım atmıyor,

-İslâmofobi konusunda taraf oluyor, insanları provoke edenlere ses çıkarmıyor,

-İslâm konferanslarında samimi denecek bir adım atılmıyor, sanki İslâm güvenlik zirvesi gibi bir toplantı yapılıyor, bu toplantıya çağrılanların İslâm'la olan münasebetleri ne kadardır araştırılmıyor,

-İslâmofobi okul kitaplarına kadar girmiş durumda.

İslâmofobi: İslâm'dan ve müslümanlardan korkmak demektir. Müslümanlar bu korkuları besleyecek hiçbirşey yapmadılar. Müslümanlar ve Türkler konusunda bir kitap yazılıyor ve bu kitap da 2 milyon satıyorsa bu toplumda bir problem var demektir. İslâmofobi halkın merkezine kadar giriyorsa orada bir problem var demektir.

-Almanya yeni Alman olan çocuklarına karşı baba şefkatiyle yaklaşmıyor, üvey evlat muamelesi yapıyor,

-Buradaki Türkler için vize değil vize ötesi haklar vardır,

-Avrupa adalet Divanı'nın kararları tartışılamaz olduğu halde, nedense Türkler söz konusu olunca tartışılıyor,

-Berlin'de uluslararası bir üniversite niçin kurulmuyor?

-Avrupalı Türklere Avrupa vatandaşlarının hakları aynen verilmelidir,

-Devlet herhangi bir dini cemaata taraf olamaz,

-Vatan insanın kendini evinde gibi hissettiği yerdir, Almanya bizim için ne zaman vatan olacaktır,

-Geçmişe takılmak yerine geleceğe odaklanmak gerekiyor. Bundan sonrası için Almanya hangi konularda yabancıların önünü açacaktır, çocuklarımızın geleceğini Almanya'da göremiyoruz. Burada yetişen gençler neden Türkiye'yi çalışma yeri olarak seçiyorlar?

-Bu kadar çeşitli geleneklerden gelen yabancılara nasıl olur da tek bir integrasyon politikası uygulanır?

-Berlin'de okullarda ayırım yapılıyor, Alman öğretmenler bizim çocuklara, siz Alman öğrencilerinin şansını azaltıyorsunuz diyorlar,

-Türkler integre olmak için uğraşıyorlar, oluyorlar da. Ama Almanlar bu konuda bir adım bile atmıyorlar, integrasyon tek taraflı olmaz,

-Türk toplumu heterojendir, aynı integrasyon politikası uygulanamaz,

-Alman politikacıları İslâm'ı Almanya'nın bir parçası olarak kabul etmiyorlar, dahası Alman vatandaşı olmuş olan Türk bile Alman olarak kabul edilmiyor, büyük annesi ve büyük babası Türk olan çocuğa halen Türk kökenli Alman deniliyor,

-Başörtüsü bu toplumda tercih olarak görülmüyor hâlâ. Kimliklerin görünür olması Almanya için ne ifade ediyor?

-Müslümanlar terörist olarak gösteriliyor, oysa terörün dini yoktur,

-Almanya'nın imarına katkıda bulunan birinci kuşak Türkler, bugün neden işsizdir? Bu Almanya'nın ayıbıdır.''

Sivil toplum örgütleri neler yaptılar ?

Almanya'da hizmet veren sivil toplum örgütleri neler yapıyorlar, bilhassa şikayet edilen yukarıdaki konularda hangi çalışmalar yapıldı? Bu konularda siyasilerle münasebetler kuruldu mu? Kurulduysa hangi aşamaya gelindi? Hukuk bazında hangi çalışmalar yapıldı? İnsan haklarıyla ilgili konularda açılmış kaç tane dava vardır?

Konuşmak güzeldir ama meseleler sadece konuşulursa, konuşulduğu yerde kalır. 50 yıl sonra meselelerimizi hâlâ konuşuyorsak bir 50 yıl daha bekleyeceğiz demektir. Belki o zaman da yine konuşuyor olacağız....

Organizasyon

Organizasyon genel olarak iyiydi. Başta Kemal Yurttaç olmak üzere çalışma arkadaşlarını tebrik ediyorum. Yolunuz açık olsun. Ancak göze çarpan bazı eksiklikleri dile getirmeden de geçemeyeceğim.

1-Sempozyumlar gerçekten güzeldi. Konuşmacılar hazırlıklı olarak gelmişti (Bazıları hariç). Eş zamanlı oluşu tercih yapamamamıza sebep oldu. Oysa ben konuşmacıların hepsini dinlemek isterdim. Konu seçimleri güzeldi.

2-Katılımcılara soru sorma fısatı fazla tanınmadı, üç soru ile sınırlandırıldı. Konuya katkıda bulunmak istyenlere ise hiç fırsat verilmedi.

3-Birinci kuşaktan insanlar sempozyumlarda konuşturulmalıydı. Konu onların üzerinden işleniyordu. Birinci kuşaktan davet edilen insanlar çok azdı. Var olanlar da belirli dünya görüşüne sahip olan insanlardı. Yelpaze geniş tutulmalıydı.

4-Birinci kuşakla birlikte yaşayan Almanlardan temsilciler yoktu.

5-Alman basınından çok az temsilci vardı.

6-Gala yemeğine davet edilenler konu mankeni gibi sadece masalara oturtuldular, yemeklerini yediler, başbakanı dinlediler ve gittiler. En azından birinci kuşaktan bir Alman'ın ve bir de Türk'ün hatıraları dinlenmeliydi.

7-Gala yemeğine girerken alınan güvenlik tedbirleri fazla abartılıydı.

8-50 yıl sonra yine kendimiz çaldık kendimiz oynadık.

Önemli bir ayrıntı

Bazı şeyler vardır ki, insanları rencide eder. Tayyip Erdoğan Milli Görüş gömleğini çıkardıktan sonra, onun imanını yargılayanlar, ona ağza alınmayacak kadar galiz sözler sarfedenler, AK Parti'ye yakın duranları görevden alanlar, camilerin kantinlerindeki televizyonlardan haber dinlemeyi yasaklayanlar bu sempozyumda en öndelerdi.

Eğer bu insanlar geçmişte yaptıkları şeylerin yanlış olduğunu düşünerek oraya geldilerse, bir anlamda günah çıkarıyorlarsa, camilerine döndükten sonra yanlış yaptıklarını cemaatlarına da söyleyeceklerse ve görevlerine son verdikleri insanları davet ederek helalleşeceklerse, hepsinin alnından öpüyorum. Geç de olsa gerçeği anladıkları için alınlarından öpeceğim onları alınlarından ve hakkımı helal edeceğim onlara.

Yok eğer takiyye yapıyorlarsa, toplantılarda AK Partili olup da camilerde cemaata karşı SAADET Partisi'ni savunmaya devam edeceklerse, cemaatın huzurunda yine AK Parti'ye atıp tutmaya devam edeceklerse hepsini şiddetle kınıyorum.

İki yüzlü insanların müslümanların temsilcisi olmaya hakları yoktur. Bu şekilde davranan insanlara Allah münafık der.

Allah münafıkların şerrinden gerçek müslümanları korusun... Amin.

Rüştü Kam

3 Kasım 2011 Perşembe

Kurban (lll)



Rüştü Kam  Kasım 2011

Sevgili Berlinliler, Türk Eğitim Derneği ve Berlin İlahiyatçılar Derneği “lll. Kurban Bayramı Sokak Şenliği”ne sizleri davet ediyorlar.

“Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz
kalınca anlar insan...

Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir;
sevmeninkini yalnızlık...

Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.

Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni
kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp "Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...

Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.
Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır.

Zorluklara tek başına göğüs gerebilmek, gereğinde
haksızlığın üstüne yalın kılıç yürüyebilmek bayramdır...”       

Böyle anlatıyor bayramı Can Yücel, bu veciz dizeleriyle…

Evet sevgili Berlin’liler, gelin bu “Kurban Bayramı”nı Alman dostlarımızla birlikte kutlayalım. Evimiz, sokaklarımız mutlulukla neşeyle dolsun.

“Kurban Bayramı” müslümanlar için önemli bir bayramdır. Çünkü müslümanlar bugün insanların, tanrılar için kurban edilmesine Allah tarafından son verildiğine inanırlar. Bundan dolayı bu bayramın adı, aslında ölümden kurtuluşun bayramıdır. Kesilen kurbanlar Allah’a teşekkür anlamı taşır. 

Müslümanlar bugün yaşama sevinciyle coşarlar. Severler ve sevilirler, sevinçlerini kurban keserek ve kestikleri bu kurbanı da dostlarıyla, komşularıyla, sevdikleriyle birlikte  paylaşırlar.

Kısaca Kurban’ın tarihine bakacak olursak, Kurban’ın, hak olan dinlerde de beşerî olan dinlerde de var olduğunu görürürüz. Hz.Adem'in oğullarından Hâbil ile Kâbil birer kurban kesmişler, Allah haklı olan Hâbil'in kurbanını kabul ettiği halde Kâbil'in kurbanını kabul etmemiştir( Maide, 5/28).

Hz. İbrahim'e oğlunu kurban etmesi rüyasında emredilmiştir. Ama baba bıçağı oğlunun boğazına çalacağı zaman Allah  ona büyük bir koç göndererek oğlu yerine bu koçu kesmesini emretmiştir. Böylece baba-oğul ideal bir itaat, teslimiyet ve fedakârlık örneği vermişlerdir (Saffat, 37/107).

İlkel dinlerde krallar, kâhinler, ölüler ve putlar için kurban kesilirdi. İslâm öncesi Araplar da putlar adına kurban keserlerdi ( Maide, 5/3, Bakara, 2/173, En'am, 6/145, Nahl, 16/115).

Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalib oğlu Abdullah'ı kurban etmeye niyetlenmiş, fakat yaptığı istişareler sonunda onun yerine yüz deve kesmişti (İbn Hişam, es-Sire, I- 98).
Görüldüğü gibi İslâm tâ Hz. Adem'den beri süregelen kurban kesme geleneğini korumuş ve bu geleneği insancıl olmayan uygulamalardan arındırmıştır. Hayvanlara gösterilmesi gereken şefkat ve merhamet esasları dahilinde yeni bir düzenleme getirmiştir.

Kurban kesmek zorunlu değil, gönüllü bir ibadettir. Kurban kesmek için zengin olmak da şart değildir. İsteyen ve imkan bulan her müslüman kurban kesebilir.

Kurban kesmenin asıl amacı insanlarla bir araya gelerek kucaklaşmaktır. Karşılıklı fedakarlıktır. Sahip olunan malın birlikte paylaşılmasıdır. Bu paylaşımda ihtiyaç sahiplerinin de gözetilmesi gerekir. 

Hz. Peygamber kurban etlerinin kavrularak saklandığını ve ihtiyaç sahiplerine verilmediğini görmüş ve: "Hiç bir kimse kestiği kurbanın etini üç günden fazla evinde ve elinde tutmasın" buyurmuştur.
Hz. Peygamber’in koyduğu bu yasağın amacı, insanların bencil duygulardan uzaklaşmalarını ve paylaşımcı bir ruhla  geniş halk kitleleriyle kucaklaşmalarını sağlamaktır.

Türk Eğitim Derneği ve İlahiyatçılar Derneği Kurban’ın belirttiğimiz amacına uygun olarak kesilmesine önem verir. Bu amaçla Berlin’de bir ilke daha imza atmışlardır. Geçen sene ikincisini yaptığımız bu şenliğin bu sene üçüncüsünü yapıyoruz. Bu kurbanlar Türk Eğitim Derneği’nin çalışmalarını destekleyen duyarlı müslüman kardeşlerimizin kurbanlarıdır.

Amacımız, kurban geleneğini korumak ve burada yaşayan insanımızın Kurban Bayramı vesilesiyle kaynaşmasını sağlamaktır.
Ayrıca, Alman komşularımızla birlikte bu bayramı kutlayarak, fedakarlığımızı ve sevincimizi onlarla paylaşmaktır.

Yüce Allah sadaka vermeyi emreder. Ve der ki, “Sadakayı önce en yakınındakine vereceksin, sonra deniz dalgası gibi yayılacaksın”.

Bizler Berlin’de yaşıyoruz. Berlin’de yaşayan insanımıza, akrabamıza ve Alman komşularımıza  karşı  görevlerimiz var bizim, hayırlarımızı verirken, önceliği Berlin’e tanımalıyız.

„Kurban“ı sadece et yemek olarak görmeyelim. Sadece et  bayramı olarak da görmeyelim: Çünkü,  „Kurbanın ne eti, ne de kanı Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan sizin takvanızdır.“ (Hacc 37) buyuran Yüce Mevlâmız konunun önemini vurgulamıştır.

Yardıma muhtaç olan insanlara elbette el uzatmak gerekir. Böyle bir yardım farzdır. Ancak; kendi evimizde yangın varken komşunun evindeki yangını söndürmeye gidemeyiz. Oraya bir kova su gönderebiliriz, ama hortumu uzatamayız...Uzatırsak biz yanarız…

Yani, Allah bize öncelikli olarak Pakistan’daki, Afganistan’daki, Somali’deki ve başka yerlerdeki insanlara niçin yardım yapmadınız diye hesap sormayacaktır. Fakat Berlin’deki insanlara niçin yardım elinizi uzatmadınız, niçin onların geleceğine yatırım yapmadınız? Hatta, Alman komşunuz Thomas’la, Rose ile İslam’ın güzelliklerini niçin paylaşmadınız? diye soracaktır…

Değişik ülkelere  yapılan yardımlara karşı değiliz. O eli de tutalım, ancak kendi çocuğumuzun elini bırakarak o eli tutmayalım. Kendi çocuğumuzu kuyudan çıkardıktan sonra  tutalım o eli.  O ülkelerin insanlarına dünya devletleri  yardım ediyor, Birleşmiş Milletler de yardım ediyor… Oysa bize ve bizim geleceğimize kimse yardım etmiyor, yatırım yapmıyor…

Yıllardan beri Afrika’da ve Asya’da  kurbanlar kesiliyor, ama sonuç değişmiyor. İnsan yılda bir öğün et yese ne olur yemese ne olur. 364 gün açlıkla mücadele edilecekse bu bir gün et yemenin anlamı ne olabilir ki?

O insanlara bir lokma et yedireceğiz diye uğraş vereceğimize, bulunduğumuz ülkelerde  kurban paralarıyla özel okullar, üniversiteler, hastaneler açsaydık daha hayırlı bir hizmet yapmış olurduk.

Şimdi o ülkelerdeki gençleri getirip kurban paralarıyla bu okullarda  okutabilir veya hastanelerde tedavi ettirebilirdik. Bu şekildeki bir uygulama İlahi iradeye daha uygun olurdu.   

Ne dersiniz; isterseniz yardımlarımızı yaparken biraz da konuya bu tarafından bakalım….

İşte, Türk Eğitim Derneği, Berlin İlahiyatçılar Derneği, Hikmet Kütüphanesi ve Berlin Veliler Topluluğu  bu amaçlar doğrultusunda çalışmalarını temellendirdi ve bu “lll.Kurban Bayramı Sokak Şenliğini” düzenledi. Arzumuz bu şenliğin gelecek senelerde Berlin’in bütün ilçelerinde düzenlenmesidir.  

6 Kasım’da müslümanların Kurban Bayramı’dır. Kısa bir süre sonra da Hristiyan aleminin önemli günlerinden biri olan Weihnachten geliyor. Nasıl Alman komşularımız bizim davetlerimize katılıyorlar ve en önemli günümüzde bizlerle birlikte oluyorlarsa, bizler de onların davetlerine katılalım ve o önemli günlerinde onlarla beraber olalım. O zaman Sarrazin ve Sarrazin gibi insanlar kötü emelleri için bizleri malzeme olarak kullanamayacaklardır.

Cumhurbaşkanımız Sayın Christian Wulff’un tarihe not olarak düştüğü şu anlamlı sözüyle yazımı bitirmek istiyorum: “İslamiyet de  Almanya’nın bir parçasıdır”.

Devam edecek

Kurban (ll)


Rüştü Kam  Kasım 2011

"Bu kadar kurban kesmeye gerek yok!"

Kurban kesmek ibadet olmaktan çoktan çıkmış durumda. Kurban bayramı et bayramına dönüşmüş durumda. Kimisi kurban bayramında hayvanını kesiyor ve derin dondurucuya koyarak canı istedikçe oradan çıkarıp afiyetle yiyor. Kimisi değişik ülkelere et göndererek aynı gayeye hizmet ediyor. Bilhassa Türklerin sünneti haline gelen kurban kesme konusunda, Hande Köseoğlu’nun İhsan Eliaçık ile yaptığı bir röportajı önemine binaen  aynen iktibas ederek istifadelerinize sunmak istiyorum.

 “Türkiye’deki mezbahalarda bir vahşet yaşanıyor, hayvanlar birbirlerinin gözleri önünde kesiliyor, Avrupa Birliği’ndeki gibi acısız kesim yöntemine geçmeliyiz” tartışmasına nasıl bakıyorsunuz? Dinen uygun olup olmadığı endişesi taşıyanlara hak veriyor musunuz?

Acısız kesimde önerilen yöntem, elektroşok yöntemi.  Bu yöntemde hayvanın baygın mı yoksa ölü mü olduğunun kesin olarak bilinmesi lazım. Baygın hayvanı kesmekte dinen sakınca yoktur, kanı akıtılıyorsa. Ama elektroşok vereceğiz derken hayvanı bayıldı sanarak öldürürseniz bu olmaz. Bunun iyi bilinmesi lazım.
Kesimin çeşitli yöntemleri var, illa geçmişteki gibi atadan kalma, dededen kalma yöntemlerle hayvan keseceğiz diye bir şart yok. Önemli olan hayvanı kesmek ve kanını akıtmaktır. Kaldı ki mezbahaları bırakın, kurbanın bu kadar yaygın olmasına da gerek yoktur, bu da ayrı bir tartışma konusu.

Gereğinden fazla kurban kesiliyor diyorsunuz öyle mi?
Benim görüşüme göre bu kadar kurban kesmeye dinen gerek yok.  Her caddede, her
sokakta bir hayvan kesiliyor. Kuran-ı Kerim’e baktığımızda kurban ile ilgili konulara hac ayetlerinin geçtiği yerlerde değiniliyor. Hacılar Peygamberimiz’den öncesinden beri, Kâbe’ye gelince oraya hediye edilmek üzere kurban keserlerdi. Kuran-ı Kerim bu kültürden bahsediyor. Kuran’da kurban hac ile ilgilidir, hacca gitmeyenlerin kurban kesmesine gerek yok, zaten kurban bayramı da hac bayramıdır. Hacılar toplanıp Kâbe’nin etrafını tavaf edip, kurbanlar keserken biz de buradan, bulunduğumuz yerden onların bu büyük hac bayramına katılmış oluyoruz. Bu daha sonra bazı mezheplerce geliştirilmiş, “Hacca gitmeyenlerin de kurban kesmesi gerekir” denilmiş ve hacca gitmeyenler de kurban kesmeye başlamış. Ama İslam Dünyasına baktığımızda en çok Türkiye’de hacca gitmeyenlerin kurban kestiğini görüyoruz. Arap Dünyası’nda, İran Dünyası’nda kurban bu kadar yaygın değil.

"Türkiye’deki dini ritüeller İslam değil Şaman kültürüne aittir"
“Kurban, genel anlamda İslam kültürüne ait bir olgu değil” mi demek istiyorsunuz?

Ben kurbanın bu kadar yaygın olmasının İslam kültüründen ve Kuran’dan değil, Şaman kültüründen kaynaklandığını düşünüyorum. Şaman inanışta kurban kesmek dinin direğidir. Şaman anlayışında mescit yok, camii yok, hac yok bunun yerine kurban kesme geleneği var. Kurbanın doğada, açık alanlarda kesilmesi gerekir. Bizim vatandaşımız da tüm dayatmalara rağmen kurbanı dışarıda kesmekte ısrar ediyor, belediyeler buna engel olamıyor. Her bayram etrafta kaçışan danalar, koyunlar görürüz ve ben bu manzaranın çok eski bir kültüre dayandığını düşünüyorum. Şaman kültürü etkilerini taşıyan bir geleneğimiz de domuz eti yememedir.
Kuran-ı Kerim’de domuz etiyle ilgili beş ayrı sure var bildiğim kadarıyla…
Var ama eski Şaman Kültürü’nde olan bazı şeyler Kuran’da sınırlandırılmış derecede de olsa kendine bir uç bulmuş ve böylelikle eski ve yeni kültür bütünleşip birden bire yaygınlaşmış. Türkiye’deki en yaygın dini ritüellerin kurban kesmek, domuz eti yememek, türbe ziyaret etmenin Gök Tanrı İnancı, Atalar Kültürü, Şeyhlik Kurumu vb.nin kökeninin eski Şaman Kültürü’ne dayandığını düşünüyorum. İslam Kültürü’nde domuz eti yememe daha çok Doğu Kültürü ve Asya Kültürü’ne aittir. Kurbanda da böyle.
İslamiyet kurban geleneğini Hac ile sınırlandırıyor. Şöyle garip örnekler de var: Adam namaz kılmıyor, hacca gitmiyor, İslam’ın diğer gereklerini yerine getirmiyor, yetim hakkı yiyor, işçisine asgari ücret veriyor ama asla domuz eti yemiyor!
Dini, etik değerlerimiz esnemeye müsait ama konu domuz eti yemeye gelince asla, öyle mi?

Evet. Bir örnek vermek gerekirse: Almanya’da çalışan Türk işçilerine yapılan bir ankette sorulmuş: ‘Vazgeçmeyeceğiniz en son şey nedir?’ diye. Anketten çıkan sonuç; ‘Türk vatandaşlığından ayrılıp Alman olabiliriz, Müslümanlıktan çıkıp Hıristiyan olabiliriz, içki içebiliriz, bar ve pavyona gidebiliriz ama asla domuz eti yemeyiz’ olmuş.
İnancı algılayışımızdaki bu kopukluğun nedeni ne?
Ben Türkiye’deki inancı algılayışta Şaman-İslam sentezi olduğu görüşündeyim. Eski Şaman Kültürü ve temel ritüelleri genellikle ilkokul, ortaokul mezunu seviyesinde olan kadınlarca devam ettiriliyor, o kadınlar tüm bunları taşıyıp, nesilden nesile aktarıyorlar, çocuklarını ona göre yetiştiriyorlar. Örneğin: ‘Ocağı kirletme, eşikte oturma’ derler Anadolu’da. Biri size bu sözü söylerse ve siz “Bu söz nereden çıktı?” derseniz alacağınız yanıt ”Sus, tövbe tövbe, dinden çıktın” diyerek sana kızar. Bu deyiş aslında Şaman Kültürü’nde var olan Ocak Tanrısı ve Eşik Tanrısı’nı kızdırmamak için kullanılır ve kökü Şaman Kültürüne dayanır.
Türkler Müslümanlığı kabul ettikten sonra Şaman inancı ile İslam inancı birbirine karışmıştır ve dışarıdan İslam kökenli gibi görünen ama içine girdiğinizde dinin temel imgeleri ve esasları, dinin akıp geldiği anafor Şaman Kültürüdür ve iki bin yıldır değişmemiştir.
Yineliyorum, kurbanın Kuran’da bugün uygulandığı kadar yaygın bir yeri yok, herkesin kesmesi gerekmiyor. Kuran’da kurban, hacca gidenlerin, hacdan dönenlerin yapması gereken bir ibadet olarak yer bulur.  Bunu netleştirmek lazım.

DEVAM EDECEK


KURBAN ( l )



Rüştü Kam 2011

Kurban: Kurban Bayramı günleri, Allah’a yaklaşmak maksadıyla kesilen hayvanın adıdır. Kurban; hicretin ikinci senesinde meşru kılınmıştır. Kurban, hacca giden müslümanların yerine getirmeleri gereken bir ibadettir. Allah’a yakınlaşmak anlamına gelir.

Kur’an hacca gitmeyen müslümanlara kurban kesme zorunluluğu getirmez. Ancak Hanefi mezhebi Kevser suresini esas alarak zengin olan müslümanların kurban kesmelerinin vacip olduğu kanaatindedir. Diğer mezheplerin kanaati kurban kesmenin sünnet olduğu yönündedir.

Hatta Şafii mezhebi ömürde bir kez aile adına kesilen kurban, sünneti yerine getirme adına yeterlidir demiştir.

Konu ile ilgili ayetler, hadisler ve mezhep görüşleri aşağıda olduğu gibidir. Okuyun ve kendiniz hakkındaki kararı kendiniz veriniz.   

Konuyla ilgili Kur’an buyrukları


 “Biz o büyükbaş hayvanları da Allah’ın kutsallık nişanları arasına koyduk. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar ayakları üzerine sıralanmış du­rurken, üzerlerine Allah’ın ismini anın, yanları yere yaslandığı zaman da onlardan yiyin“. (Hacc Suresi 36)

Bakara Suresi

196.   “Allah için Hacc’ı ve Umre‘yi tamamlayın. Eğer alıkonursanız, kolayınıza gelen bir kurban gönderiniz. Kurban yerine ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyiniz. Sizden biri hasta olur veya başında bir rahatsızlık olursa, fidye olarak ya oruç tutar, ya sadaka verir veya kurban keser. Güvende olduğunuz zaman ise hacca kadar umreden faydalanmak isteyen kimse,  kolayına gelen bir kurban keser. Bulamayan, hacda üç gün, döndüğünde yedi gün -ki hepsi tam on gün eder- oruç tutar. Bu Mescid-i Haram’da oturmayan kimseleredir. Allah’a saygılı olun ve Allah’ın cezalandırmasının çetin olacağını bilin.”  

Hacc Suresi

27. “İnsanları Hacc’a çağır ki,  yürüyerek veya uzak yollardan gelen idmanlı binekler üstünde sana gelsinler.  

28- Kendileri için birtakım faydalar görsünler.   Allah’ın onlara rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O’nun adını ansınlar. Siz de bunlardan yiyin; çaresiz kalmış yoksulu da doyurun.“   

32- „İşte böyle; kişinin Allah’ın nişanelerine hürmet göstermesi, kalplerin Allah’a karşı saygılı olmasındandır.“  

33- „Bu hayvanlarda sizin için belle bir süreye kadar faydalar vardır. Sonra bunların varacakları yer Kâbe’dir.“   

34- „Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerlerine O’nun adını anarak kurban kesmeyi, her ümmet için bir ibadet biçimi kıldık. Sizin Allah’ ınız tek bir Allah’tır O’na tabi olunuz. Allah’a gönülden bağlanmış olanları müjdele.“  

36- „Sizin için büyükbaş hayvanları da sizin için Allah’ın nişaneleri kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Onlar ön ayaklarından biri bağlanmış haldeyken üzerine Allah’ın adını anın. Yanları üzere düşüp canları çıkınca yiyin,  isteyene de istemeyene de verin. Şükredersiniz diye böylece onları sizin buyruğunuza verdik.“  

37- „Bu hayvanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan sizin saygınızdır. Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah’ı yüceltmeniz için onları böylece sizin buyruğunuza vermiştir. Iyi davrananları müjdele.”    
           
Maide Suresi

27. “Onlara Âdem’in iki oğlunu doğru olarak anlat. İkisi birer kurban sunmuşlardı. Birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. “Seni mutlaka öldüreceğim demişti“. “Allah sadece kendisine saygılı olanlardan kabul eder „cevabını vermişti.“
97- “Allah saygın ev Kâbe’yi, saygın ayı, Kâbe’ye hediye edilen kurbanı ve boynu tasmalı kurbanlıkları insanlar için bir dayanak kıldı. Bu Allah’ın göklerde olanları ve yerde olanları bildiğini ve Allah’ın herşeyi bildiğinizi bilmeniz içindir.”  

Kevser Suresi

“...Rabbin için namaz kıl,  kurban kes...“


Konuyla ilgili Hadisler

- „Zilhiccenin hilâlini görüpte sizden herhangi biriniz kurban kesmek isterse; saçlarını ve tırnaklarını kesmesin“. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli , c. 4,  s. 394)
- “Ben Kurbanla emrolundum.   Bu sizin    için Sünnet’ tir.” (Neylü’l Evtar’dan,  s. 108. Vehbe Zuhayli,  İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, c. 4,  s. 394)
- „Sakatlığı,  hastalığı veyahut bir gözünün kör olduğu belli olan veyahut zayıflıklarından dolayı kemiklerinde ilik kalmayan hayvanlar kurban olarak kesilmezler.“ (Ebû Davûd- 2802‘tan-Ibn. Rüşd,  B. Müçtehid,  c. 2,  s. 324)
- „Teşrik günlerinin hepsi kurban kesme zamanıdır.“ (Müslimden, a. g. e.  404- Bi­dayetül Müctehid,  c. 2,  s. 333)
- „Sen hangisinden hoşlanmıyorsan onu kurban etme, fakat başkasına da haram etme“. (Nesa-i’den 7/214,  B. Müçtehid,   s. 326)
- „Kurban etmek için koç aldım fakat kurt kuyruğunu kopardı. “Peygamber­imiz“:   Birşey olmaz kurban et.“ (İbn. Mace’den 3146,  B. Müçtehid,  s. 327.)  
- „Yiyiniz, yediriniz, saklayınız“. (Neylü‘ l Evtar‘dan, 1367.  İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 422)

İlim Adamları  kurbanla ilgili olarak neler demişler

- İmam’azam Ebû Hanife’ye göre: Kurban kesmek vaciptir. İmam’ı Yusuf ve Muhammed’e göre Sünnet’i Müekkede‘dir.  Müslüman, hür, baliğ ve zengin olanlar keser. Kadın ve erkek olması arasın­da fark yoktur. Ehl-i Kitap olab birisi de kurban kesebilir. Ölen insanlar  adına kurban kesilebilir.   (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 303)

- İmam-ı Malik, İmam-ı Şafii, Imam-ı Hanbeli’ye göre: Sünnettir. Ödeyebileceğine inanan kimse borç alarak kurban kesebilir. Ayrıca; Şafii Mezhebinde,  bir kişinin ömründe bir kez kurban kesmesi Sünnet-i ayn, aile içerisinde bir kişinin kesmesi ise Sünnet-i Kifâyedir.  Ölen insanlar adına kurban kesmek  Malikilere göre mekruhtur. Şafiiler: Necm Sûresi 39‘u delil olarak ele almışlar vasiyet etmişse  kesilebilir. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 394)

Kurban kesmenin vakti  

1- Namaz ve hutbeden sonra:  
- üçüncü bayram günü akşamına kadar kurban kesilebilir. Hanefi,  Maliki, Hanbeli mezheplerinin görüşü böyledir.
- tan yerinin ağarmasıyla başlar, dördüncü bayram günü akşamına kadar kesilebilir. Bu görüş Şafii mezhebinindir.
Geceleyin yanlışlık yapılır ihtimalinden ötürü kurban kesmek mekruhtur denilmiştir. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 402)

Kurbanlıklarda yaş 

- Devede;  5 yaş esas alınır,  sığırda 3;  yaş esas alınır.  Koyun ve keçide; 2 ve daha yukarı yaş esas alınır. Gösterişli ise 6 aylık bir kuzu ve oğlak kurban olarak kesilebilir. Bu oranlama büyük baş hayvanlarda da yapılabilir. Hanefiler. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 408)

Kurbanlık hayvanları vasıfları   

- Etin kesilmesine mani olan her kusur, kurban olarak kesilmesine de manidir.   Etin değerini düşürmeyen her kusur; kurban olarak kesilmesine de mani değildir.  (Cumhur. B. M., c.   2, s. 325/İ İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 414)

Velhasıl; Boynuzu kopmuş, burulmuş ve uyuz olmuş hayvanlar kurban olarak kesilebilirler. Çünkü uyuz hastalığı deridedir,  ette değil. Ama en iyisi eksiksiz olan hayvanı kurban olarak kesmektir.( İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 412)

-  Etlerin taksimi
Eti üçe ayırmak lâzımdır:  
1- Yiyeceğimiz olan  bölüm,  
2- Saklayacağımız olan bölüm ,  
3- Yedireceğimiz olan bölüm olmak üzere. Yakın komşularımız arasında ayırım yapmadan; önce muhtaç olanlara, sonra Ehli Kitap olanlara daha sonra da diğerlerine etler pay olarak dağıtılmalıdır. Bizim dağıttığımız etin nasıl hangi şartlarda yenileceği bizi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren,  eti Allah’ın rızasına uygun olarak dağıtmaktır.  

- Bayram namazını hükmü
            1- Hanbelîler’e göre :              Farzı Kifâye
            2- Hanefîler’e göre   : Vacip
            3- Malikiler’e göre    :              Sünnet-i Müekked
            4- Şafiiler’e göre      :              Sünnet’tir. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi Vehbe Zuhayli s. 453)

-Kevser Suresinin anlamı şöyle olmalıdır
"Sen onların sözlerine aldırış etme de nübüvvet makamının şükrünü eda için Hakka yönel; gönlünü, sadrını, nahrını O'na aç, teslimiyetle O'nun huzurunda el-pençe divan dur! İnsanlar içinde de göğsünü gere gere dolaş. Nimetlerden mahrum olan sen değilsin ki! Hayırdan mahrum olanlar asıl seni mahrumiyetle suçlayan o zavallıların kendileridir!"
Kevser suresinin bildik meali ise şöyledir
“Biz sana kevseri verdik, o halde sen de Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Asıl zürriyetsiz olan, sana buğzedenin kendisidir.”

Sonuç:

Yukardaki ayetlerden ve hadislerden anlaşıldığına göre, kurban kesmek Hacc ibadetini yerine getirenler için bir vecibedir, gerekliliktir. Hacc’a gitmeyenlerin kurban kesmeleri gerekmez. Araplar arasında kurban kesmenin  bizdeki gibi yaygın olmayışının sebebi Kur’an’ı doğru anlamalarındandır.

Oysa Kurban Türkiye‘de zenginlerin yerine getirmesi gereken bir ibadet olarak algılanmaktadır. Ancak son zamanlarda zenginin de fakirin de kurban kesmesi moda haline gelmiştir.

Bununla birlikte, kurban etinin bir kısmının fakirlere dağıtılması şartıyla, kurban geleneğinin hayırlı bir gelenek olduğu söylenebilir.  

Kurban bir ibadettir. Ancak Hanefi mezhebinde olduğu gibi vacip bir ibadet değildir. Sünnet bir ibadettir. Bir ibadetin sünnet olması, o ibadetlerin önemsiz olduğu anlamına gelmez.  Kurban ibadeti, yaşanılan bölgedeki insanların kaynaşmasına vesile yapılmalı ve o şekilde değerlendirilmelidir. Şenlikler yapılmalıdır. Kurban etleri bu şenliğe gelenlere ikram edilmelidir.

Afrika ülkelerinde, Asya ülkelerinde kurban kesiyoruz, kurbanlarınızı bize verin diye kapıya gelenlere itibar edilmemelidir. Onlara kurban verilmemelidir.

Hacca gidecek olanlar da kurbanlarını Mekke’de değil bulundukları yöredeki hayır kurumlarına vererek değerlendirilmelidirler. Bugün mekke’de kurban kesmenin bir anlamı yoktur. Orada kesilen kurbanlar maalesef zebil ediliyor.

Devam edecek 

KURBAN IV

 -ha-ber.com sitesindeki yazıma yazılan bir yorum için-

03 Kasım 2011 Perşembe, 13:05 tarihinde Rüştü Kam tarafından eklendi
Şirvan Bey,
yazılarımı zevkle okuduğunuzu söylüyorsunuz, beni mutlu ettiniz. Bir yazarın en büyük arzusu okunmaktır. Ayrıca zevkle okunmak ifadesi  fevkalade önemlidir, teşekkür ediyorum. Bu arada benim sizlerle her Pazartesi buluşmama vesile olan sitenin sahibi Sefa Doğanay Beyefendi'ye de teşekkür etmeden geçemeyeceğim.
İsteğinizi yorum olarak yerine getirmeye çalışacağım, bundan dolayı da yorumun adına KURBAN (IV) başlığını koydum:
Kurban farz veya vacip olan bir ibadet değildir. Sünnet olan bir ibadettir. Her sene yerine getirilmesi gereken sünnet bir ibadet de değildir. Ömrünüzde bir kere bu ibadeti yerine getirmeniz yeterlidir. Hatta bu ibadeti ömrünüzde bir kez aileniz adına da yerine getirebilirsiniz.
Diğer İslâm ülkelerinde uygulama  böyledir. Hanefi mezhebine de vaciptir diye geçti. Bu vaciplik konusu diğer mezheplerde yoktur. Kevser suresi bu konuda delil gösterilir. Ancak bu delile diğer mezhepler itibar etmemişlerdir. Zamanımızın bazı alimleri de aynı şekilde itibar etmemektedirler.
Bu düşüncelerimden, benim kurbana karşı olduğum anlaşılmasın. Ben kurbanın istismarına karşıyım. Arzum kurbanın doğru anlaşılmasıdır. Allah bir şeye farz dediyse o farzdır. O farz demediyse biz bir şeyi farz kılamayız. Sonra bir ibadetin sünnet olması o ibadetin önemsiz olduğu anlamına gelmemelidir. Fazla kurban toplayacağız diye Allah'ın buyruklarını çarpıtmamak gerek. Kurban maalsef istismar edilen mali ibadetlerdendir. Bu istismara malzeme olmayalım istiyorum ben.
Biz Berlin'de, Türk Eğitim Derneği ve İlahiyatçılar Derneği birlikte Kurban Bayramı'nı sokak şenliği olarak kutluyoruz. Bu sene üçüncüsünü yapacağız bu şenliğin.  Ama kimseden teşvik ederek kurban almıyoruz. Üyelerimize soruyoruz, kurban kesecek misin? Keseceğim derse, burada kes Allah'ın rızasına daha uyugundur diyoruz. Kurban vesilesiyle İslâm'ın güzelliklerini Alman dostlarımızla birlikte paylaşalım diyoruz. Çocuklarımız Kurban Bayramı havasını teneffüs etsin diyoruz. Kabul edenlerin kurbanlarını kestirip kavurma yaptırarak sokak şenliği çerçevesinde halka taktim ediyoruz. Bu sene bin kişilik bir organize yaptık. Bu uygulamanın gelenek haline gelmesidir arzuladığımız.
Bayramlarımıza çocuklarımız gereken önemi vermiyorlar. Çünkü bizler tanıtımlarımızı Almanya dışında yapıyoruz.
Zekat dışarıya gidiyor, kurban dışarıya gidiyor, çocuğa ne kalıyor? Hiç birşey.
Camilerde salonlarda değil, bu bayramlar şenlik olarak sokaklarda kutlanmalıdır. Almanya sokak şenliği konusunda oldukça hoşgörülü bir ülkedir, gelenek oluşmuştur. Biz bu geleneğin bizim dînî bayramlarımız konusunda da oluşmasını  istiyoruz.
Kimseye, "Hali vakti yerinde olupta kurban kesmeyen mescidimize yaklaşmasın" da demiyoruz. Biz kimseye Peygamberimiz için kurban kesiyoruz da demiyoruz. Kurban keseceksen burada kes ve Alman komşularımızla birlikte yiyelim diyoruz. Biz yukardaki hadisin uydurma olduğuna inanıyoruz. Bu düşüncemizi de açıkça söylüyoruz.
İslam yerinden yönetimi esas alır. Kurban ve Zekatlar nerede yaşıyorsak orada toplanmalı ve orada halka arzedilmelidir. Kardeşlik görevi için yardımlarımızın kırkta biri kadarı başka yerlere gönderilebilir. Ancak otuz dokuzu kendi yaşadığımız yerde kalmalıdır. Çocuklarımızın hali bellidir. Dışarıya bağlı olarak yerine getirilen bir mali ibadeti savunupta çocuğundan şikayet etmek çelişkidir.
Sadakaların verileceği yerler arasında "Kalplerini İslâm'a ısındırmak istediğimiz insanlar vardır, İslâm'a olan zararlarını azaltmak istediğimiz insanlar vardır."
İşte bu insanlar Avrupa ülkelerindedir. Neden onlar için organize çalışmalar yapılmaz da sadakalar hep Afrika ülkelerine gider? Bu konularda duygusallığa yer yoktur. Aklımızla hareket etmek zorundayız. Emperyelizme destek vermek, hem de ibadet aşkıyla destek vermek çelişkidir.
Allah derki; "Aklınızı çalıştırmazsanız sizi pislik içinde bırakırım." Bizim içinde bulunduğumuz durum pislik değil de nedir? Kaç tane aile çocuğuna söz geçiriyor? Bu kadar çok olan bu boşanmaların sebebi nedir? Evlilikler neden kısa sürelidir? İnsanlar neden depresyon hastasıdır, bilhassa kadınlarımız neden depresyondadır? Bunlar pislik değil de nedir?
Kendi evinde yangın olan insan başkasının evindeki yangını söndürmeye gidemez. Giderse kendisi yanar. Kurban et yeme bayramı değildir. Et vesilesiyle kucaklaşma, sevinçleri paylaşma bayramıdır. Allah derki;" Kurbanın ne eti ne de kanı bana ulaşır, bana ulaşan sizin takvanızdır." Niyetinizdir, duruşuzdur, anlayışınızdır.
Allah'a emanet olunuz.