29 Aralık 2014 Pazartesi

PEGİDA 2014

“Batı’nın İslâmlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar“

 „Dünya çok acı çekiyor. Ama kötü insanların şiddetinden değil, iyi insanların sessizliğinden.“ (Napolyon)

Üç dönem üst üste başbakanlığa seçilen Margaret Thatcher'ın, 1987'deki son seçim zaferinin ardından Avrupa Topluluğu ve vergilerle ilgili görüşleri partisi içinde destek bulmadı. Thatcher, bunun üzerine Kasım 1990'da başbakanlıktan ve Muhafazakâr Parti liderliğinden istifa etti. İki yıl daha partisinin arka sıralarında görev yapan Thatcher, 1992 genel seçiminde 66 yaşındayken parlamentodan ayrıldı.

Margaret Thatcher, 1990 yılında, İskoçya’daki NATO toplantısında şunları söylemiştir; "Sovyetler Birliği yıkılmıştır, karşımızda düşman kalmamıştır. Ama düşmansız bir ideoloji yaşayamaz. Yeni bir düşman bulmamız lazım. Düşman aramaya ise gerek yok; yeni düşmanımız İslam'dır." (AA / Hürseda Haber. 09.04.2013/09:22)

Bu tarihten sonra Müslümanların başına gelmedik kalmadı. Afganistan,  Irak, İkiz Kuleler, Mısır, Libya, Suriye… Her taraf kan gölü. Getirilmek istenen ama bir türlü gelmeyen demokrasi. Öldürenler demokrasi adına halkı öldürüyor. Diktatörler tarafından zulmedilenler de halk.
Halkı Müslüman olan ülkelerde bunlar olurken, halkı Hristiyan olan ülkelerdeki Müslümanlar da benzer durumları yaşıyorlar. Müslümanların bazen evleri yakılıyor, bazen camileri yakılıyor, bazen infaz ediliyorlar, bazen kendi dillerinde konuşmaları yasaklanıyor, bazen de „Yabancılar dışarı!“ sloganının muhatabı oluyorlar.

Ekim 2014 yılında işin rengi değişti. Göçmen oranının %2,2, Müslüman ülkelerden gelen göçmen sayısının da %0,1’in altında kaldığı, 530 bin nüfuslu Dresden’de „Patriotische Europäer gegen die Islamisierung des Abendlandes(PEGİDA)„ , .“Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar“, sloganıyla yeni bir bayrak açıldı. Pegida’nın başını çeken Lutz Bachmann ve arkadaşları tarafından açıldı bun bayrak zahirde.

Görünen o ki, Margaret Thatcher’in 1990 yılında masaya koyduğu “yeni düşman İslâm” açıkça hedefe koyuluyor gibi.

Avrupa halklarıdır vatansever olarak nitelenenler, sadece Almanya halkı değil. Ancak bu çağrı,  Avrupa Birliği’nin lokomotifi olarak bilinen Almanya’dan yapılıyor. Hedefe konan düşman Müslümanlardır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin çöküşünden sonra ki düşmandır Müslümanlar. Ne demişti Thatcher: "Sovyetler Birliği yıkılmıştır, karşımızda düşman kalmamıştır. Ama düşmansız bir ideoloji yaşayamaz. Yeni bir düşman bulmamız lazım. Düşman aramaya ise gerek yok; yeni düşmanımız İslam'dır."

Oğul Bush da 2001 yılında; ''Terörizme karşı bu Haçlı Seferi, bu savaş zaman alacaktır. Amerikalılar sabırlı olmalıdır.'' demişti. ( 17 Eylül 2001/Hürriyet Gazetesi)

Avrupalılar ve Amerikalılar gösterilen hedeflerine ağır ağır ilerliyorlar, durmuyorlar, sabırla ve ısrarla yollarına devam ediyorlar galiba.

Bu olup bitenlerden ders çıkarmayanlar ise Müslümanlar. Kış uykusuna yatmışlar. Kulaklarının dibinde top patlıyor yine uyanmıyorlar.

Dresden’de 300 kişi ile başlayan ve 4 hafta sonra 17.500 kişiye ulaşan harekete karşı Müslümanlardan bir tepki yok. Yaklaşık 4 milyon Müslümanın yaşadığı Almanya’da ne yazık ki karşı tepki verilemiyor. Bir miting, bir yürüyüş yapılmıyor, ortak bildiri bile yayınlanamıyor. Yazık hem de çok yazık.

Sözü burada, „Tarih tekerrürden ibarettir derler, hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi,“  cümlesiyle Müslümanların dikkatini geleceğe çekmeye çalışan İstiklal Marşı’mızın şairi Mehmet Akif Ersoy’a bırakıyorum:

 MÜSLÜMANLIK NEREDE!

Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile...
Alem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nâfile!
Kaç hakiki müslüman gördümse:Hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, gâlibâ göklerdedir;
İstemem, dursun o pâyansız mefâhir bir yana...
Gösterin ecdâda az çok benziyen kan bana!
İsterim sizlerde görmek ırkınızdan yâdigâr,
Çok değil, ancak necîb evlâda layık tek şiâr.
Varsa şâyet, söyleyin, bir parçacık insâfınız:
Böyle kansız mıydı -hâşâ- kahraman eslâfınız?
Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdâsına?
Benzeyip şîrâzesiz bir mushafın eczâsına,
Hiç görülmüş müydü olsun kayd-ı vahdet târumâr?
Böyle olmuş muydu millet canevinden rahnedâr?
Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi?
Böyle âdet miydi bî-pervâ, yemek insan leşi?

Irzımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan...
Hey sıkılmaz, ağlamazsan, bâri gülmekten utan!...
"His" denen devletliden olsaydı halkın behresi:
Pâyitahtından bugün taşmazdı sarhoş na’resi!

Kurd uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi.
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.
Lâkin, aşk olsun ki, aldırmaz otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen, yâhut kılıksız köstebek!
Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı...
Hasmı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı!...

Bir hakîkattir bu, şaşmaz, bildiğin üslûba sok:
Hâlimiz merkeble kurdun aynı, aslâ farkı yok.
Burnumuzdan tuttu düşman; biz boğaz kaydındayız;
Bir bakın: Hâlâ mı hâlâ ihtiras ardındayız!

Saygısızlık elverir... Bir parça olsun arlanın:
Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın!
Davranın haykırmadan nâkûkûs-i izmihâliniz...
Öyle bir buhrâna sapmıştır ki, zîra, hâliniz:
Zevke dalmak söyle dursun, vaktiniz yok mâteme!
Davranın zîraâ gülünç olduk bütün bir âleme,
Bekleşirken gökte yüz binlerce ervâh, intikâm;
Yerde kalmış, na'şa benzer kavm için durmak haram!...
Kahraman ecdâdınızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa: İstikbâlinizden korkulur, pek korkulur.
(26 Haziran 1913)
Safahat/Ertuğrul Düzdağ/İz yayıncılık

Rüştü Kam

28 Aralık 2014 Pazar

SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VE BAŞAR ŞEN 2014 BERLİN



Rüştü Kam

Ha-ber.com

STK (Sivil Toplum Kuruluşları)

Sivil toplum Kuruluşları (STK) ne kadar fazla olursa, organize olan insan sayısı da o kadar fazla

olur. STK lerin fazlalığından şikayetçi olanlar vardır, birliğe mani olarak görünür. Bu düşünce

yanlıştır. Sıkıntı sivil toplum kuruluşlarının fazlalığında değil, bu kuruluşların zaman zaman bir

araya gelerek problemlerini konuşamamalarında, bir araya geldikleri zaman da içi boş konuşmalarla

zamanı boşa harcamalarındadır.

TC Berlin Başkonsolosu Ahmet Başar Şen 15 Aralık 2014 tarihinde STK leri Türk Evi’nde bir

araya getirdi. Burada yaptığı konuşmada bütün olumsuzluklara rağmen, "Mümkün olduğunca

toplumumuzun örgütlenmesini, vatandaşlarımızın en az bir sivil toplum kuruluşunda aktif şekilde

faaliyette bulunmasını istiyorum" dedi. Organize olmamış insanımızın kalmaması gerektiğinin altını

çizdi.

Sayın Şen, iki sene önce geldiğinde de STK’leri toplamış ve “Ben sizden biriyim, hepinizi tek tek

ziyaret edeceğim’ demişti, dediğini de yaptı. Sayın Şen’den bu açıdan şikâyetçi olan kimsenin

olmaması gerekir.

Şen ezber bozan bir diplomat, bir şeyler yapma peşinde, koşuyor, terliyor, halkla birlikte olmanın

gayreti içinde.

Eksik olan çalışma bizlerde. İki sene sonra yapılan bu toplantıda konuşulanlarla, iki sene önce

yapılan konuşmaları karşılaştırma imkânı olsa şaşırtıcı sonuçlar elde edilecektir. Konuşan insanlarla

konuşulanlar arasında fazla fark olmadığı görülecektir.

Her toplantıda başa sarıyoruz. Toplumun sorunları dile getirilmiyor. Konuşanlar kendilerine

oynuyorlar. Mesela bu son toplantıyı ele alacak olursak: Sayın Şen, toplantının seyriyle ilgili bir

kural koydu, önce sorunlar dile getirilecek, arkasından da dernekler kendilerini tanıtacaklardı. Söz

STK temsilcilerine geçince kural bozuldu. Bazı temsilciler, 2015 seçimleri hakkında konuşurken bazı

temsilciler kendi reklamlarını yapmayı tercih ettiler. Bazıları da birbirlerine dışarıda yapamadıkları

teşekkürü burada yaparak körlerle sağırları oynadılar. Dışarda birbirlerine teşekkür edecek fırsatı

bulamamış olmalılar ki, bu toplantıda teşekkürleşmeyi yeğlediler. “Ay canııım, falan...”

Bazıları yeni başkan olmuş onu anlattı, bazıları Mevlâna’dan girdi yola, Berlin’den Türk Evi’nden

çıkıverdi sahneye. Uluslararası Alevi Dernekleri Federasyonu’nun açıldığı haberini bile bu toplantıda

aldık. Konser reklamı yapanlar bile vardı.

Dresden’de her Pazartesi yapılan Müslüman karşıtı yürüyüşler, IŞİD ve Selefi propagandaları ve

bunlara bağlı olarak meydana getirilen İslamofobi gündeme gelmedi.

Yani Şimdi ne yapsın Sayın Şen. Yapılacak bir şey yoktu. O da onu yaptı. “Karnınız acıkmıştır sizin

haydi yemeğe” diyerek kibarca toplantıyı kapatıverdi.

Dini cemaatlerin dışındaki sivil toplum kuruluşları islâmofobi bizi ilgilendirmez diyebilir. Onlar biz

ilgilendirmez deseler de bir gün gelecek, kendilerini ilgilendirdiğini göreceklerdir.

Kıssadan hisse

İkinci Dünya Savaşı sırasında bir kilisede rahip olarak görev yapan Pastör Nie Moeller de beni

ilgilendirmez diye düşünmüştü. Sonun da kendini ilgilendirdiğini gördü ve şunları yazdı bir gece

bütün olanlardan sonra:

Önce Yahudiler için geldiler

Sesimi çıkarmadım –

Çünkü ben Yahudi değildim

Sonra komünistler için geldiler

Sesimi çıkarmadım –

Çünkü ben komünist değildim

Sonra sendikacılar için geldiler

Sesimi çıkarmadım –

Çünkü ben sendikacı değildim

Sonra benim için geldiler

Ve artık sesimi duyacak kimse kalmamıştı...

RBB(Rundfunk, Berlin Brandenburg)

Bir gün sonra da RBB’nin yabancılar temsilcisi seçimleri vardı. Salon dolu. Belki ilk defa doluyor

RBB seçimlerinde salon. Dört tane aday var. İkisi Türkiyeli. Biri Afrikalı ve biri de Uzak Doğu’dan.

Adaylara söz verildi, 10 dakika içinde kendilerini tanıtacaklar ve neler yapmak istediklerini ve niçin

seçilmek istediklerini anlatacaklar.

Afrika’lı bayan Balle Moudoumbou 4 lisan biliyor. Üniversite mezunu ve hâlihazırda RBB

yönetiminde bulunuyor. Seçilirse yeniden görevine devam edecek, seçilemezse o koltuktan

ayrılacak. Geçen dönemde yaptıkları çalışmaları anlattı, daha neler yapılması gerekiyor onları da

sıraladı. Kendisini seçersek memnun olacağını söyledi. Duvara yansıtılan hayat hikâyesinde de bile

bir ciddiyet var.

Suat Bakır 12 sene RBB yönetiminde bulunmuş. Deneyimli bir aday. Hırslı görünüyor. O da

Üniversite mezunu. 3 lisan biliyor. Şu anda IHK’da çalışıyor. Seçilmeyi ümit ettiğini söyledi.

Dr. Kien Nghi Ha, Üniversite mezunu, üç lisan biliyor. Politika okumuş. İddialı bir genç. Seçilmesi

durumunda bilhassa yabancı düşmanlığı konusunda mücadele edeceğine vurgu yaptı.

Hasan Akyol, kendisine verilen sürenin yaklaşık 3 dakikasını kullandı. Almanya Türk Televizyonu

(TFD) ndaki deneyiminden bahsetti. Meslek yapmış. Bir markette yöneticilik yapıyor.

“Seni kimler destekliyor” sorusuna, cevaben, “TGB, İGMG, BAREX, İSLÂM KÜLTÜR MERKEZLERİ ve

DİTİB” cevabını verdi. Böbürlendi. Ve ben seçileceğim diyerek şımarık bir kabadayı profili çizdi. Bu

tavrı hiç de hoş değildi.

Seçim oldu, bitti. Sandık açıldı: Hasan Akyol 49, Suat Bakır 10, Balle Moudoumbou 8, Dr. Kien Nghi

Ha 2 oy aldılar.

Ben seçim sonucuna şahsen sevinemedim. Hatta üzüldüm desem yalan olmaz. Üzüntüm, Hasan

Akyol’un seçilmesinden dolayı değildir. Hasan Akyol iyi bir insandır, benim de sevdiğim bir insandır.

Sözlerimin muhatabı o değildir. Onun iyi niyetini istismar ederek, her fırsatta onu kullanmaya

çalışanlardır.

İslâm Federasyonu’na başkan seçilecek, Hasan Akyol. Milli Görüş Berlin Bölgesi’ne başkan seçilecek

Hasan Akyol, İslâm Vakfı’na başkan seçilecek Hasan Akyol, RBB ye üye seçilecek Hasan Akyol.

Allah selamet versin. Sadakat önemlidir elbet, ancak ehliyet daha önemli değil midir? “Allah size,

mutlaka emanetleri [işleri] ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz

zaman adaletle davranmanızı emreder.” [Nisa 58] Buyruğu Allah’ın buyruğu değil midir?

Hasan Akyol’u aday gösterenler ve destekleyenler dini cemaatler değil midir? Allah ne diyor onlar

neler yapıyor? Benim tanıdığım Hasan da bu açıklamalarımdan dolayı bana hak verecektir.

Türkiyelileri temsil eden çatı kuruluşları aşağı yukarı oradaydılar. Bir araya gelmeleri, birlikte

hareket etmeleri sevindiricidir. Türkiyeliler bir araya geliyorlar ve birbirlerini destekliyorlar diye

sevinmemek mümkün mü? Birlik ve beraberlik çağrısını yazılarımda her fırsatta dile getiren

birisiyim ben. Ancak hatır için yazı yazmak ve konuşmak bana yakışmaz. Bir yerde yanlış varsa onu

söylemek benim görevimdir. Bu görevi bana Allah vermiştir.

Sevgili Hasan kardeşim hariç, oradaki 3 aday işin ehli olan adaylardı. Toplantıda hazır bulunan dini

cemaatlerin çatı kuruluşları, o üç aday ayarında bir aday bulamadılar mı gerçekten. RBB gibi bir

kurumun denetleme kuruluna aday gösterilen kişi, ehil olduğu için seçilseydi güzel olmaz mıydı? O

zaman hak ettiği için seçildi desek ve övgümüzle onun yanında olsak olmaz mıydı? Ehil olmadığı

halde çoğunluğun desteğiyle seçileceğine.

Madem bir araya geldiniz, dört sene boyunca orada Türkiyelileri, Müslümanları, yabancıları temsil

edecek olan kişi, üniversite mezunu, kültürlü, giyimiyle kuşamıyla temsil kabiliyeti olan birisi

olsaydı daha güzel olmaz mıydı?

4 senede yapılan yıkımlar 14 senede tamir edilemiyor. Bunların örnekleri önümüzde duruyor. Her

gün geçmişte yapılan yanlışlıkları düzeltmek için uğraşıyoruz. Biz öyle değiliz böyleyiz demekten

yorulduk, dizlerimizde derman kalmadı. Hep konuşuyoruz. İşimizle, kişiliğimizle, kimliğimizle, aile

yaşantımızla, dinimizle örnek olamıyoruz. Çok uzağa gitmeye gerek yoktur: “İşte RBB seçimleri.”

Hocalarımız kürsülerde, “işi ehline verin” ayetini devamlı okuyorlar. Kürsüde başka, seçim

sandığında başka olmak, ne kadar da inandırıcıdır dersiniz? Alman’ı bir kenara bırakın, Müslümanlar

ne kadar güvenir bize? Yanlış şartlanmalara vesile olmaktansa, o çalışmaları hiç yapmamak daha

hayırlıdır.

Yazımı bir hikaye ile sonlandırayım

1593 yılında Kadırga'nın Cinci Meydanı ile Küçük Ayasofya Camii arasındaki bir evde bir çocuk

dünyaya gelir. Adını Mustafa koyar babası. Çocukluğu refah içinde geçmiştir. Beş yaşında iken

Küçük Ayasofya Camii yanındaki mahalle mektebinde hafızlık eğitimine başlamıştır. Sonra da

Beyazıt Medresesi'ne devam etmiştir.

Daha sonraları, Kumkapı'daki Agop'un Meyhanesi'nin başlıca müdavimleri arasına karışır. Bundan

sonra da Bekri Mustafa adıyla anılmaya başlar.

Bir gün Ayasofya Camii’nin önünden geçmektedir. O sırada musallada bir tabut vardır, fakat namazı

kıldıracak imam ortalarda yoktur. Cemaatin beklemekten canı sıkılır ve başında kavuğu sırtında

cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa'ya namazı kıldırmasını söylerler. ‘Yok ben hoca değilim.’

dese de dinlemezler ve zorla öne geçirirler. Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun

örtüsünü açar ve cenazenin kulağına bir şeyler fısıldar. Cemaat cenazeye ne söylediğini merak

eder. Israrla söylemesini isterler.

Bekri Mustafa cevap verir: “Dedim ki ona, sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun ya. Sana

orada soracaklar, yukarda ne var yok diye. De ki onlara; Bekri Mustafa Ayasofya Camii’ne imam

oldu. Onlar yukarının ne halde olduğunu anlarlar.”

Bizim STK lere bakanlar bizim ne halde olduğumuzu anlıyorlar zaten. Sonra da bize “manav” dedi

diye kızıyoruz...

20 Aralık 2014 Cumartesi

“AVRUPA`NIN TÜRKİYE ALGISI“ 2014 BERLİN

İstanbul Aydın Üniversitesi, UNESCO Kültürel Diplomasi Kürsüsü ve Humboldt Üniversitesi iş birliği ile gerçekleşen “Avrupa’nın Türkiye Algısı“ konulu konferansa katıldım. Konuşmacılar, Almanya’daki Türklerin uyum sorununu konuşmaktan bir türlü Türkiye algısına gelemediler. Soru cevap bölümünde sorulan; “2002 yılı öncesi Türkiye ile 2002 yılı sonrası Türkiye Almanya’dan nasıl algılanıyor?” şeklindeki soru üzerine verilen cevaplar salonun gerilmesine yetti.
Anlaşılan o ki, konu siyasallaşmış. Düşünen beyinlerle, sakin sakin konuşma zamanı gelmemiş daha. Kafalar karışık. İnsan haklarına, demokrasi denilen aygıtla yaklaşmak mümkün değil. Demokrasi güçlüler için. Güçsüz ama haklı olanlar için demokrasi daha işlemiyor. Bu tartışmada bir kez daha buna şahit oldum. Almanya’da yaşayan 3 milyon Türkiyeli için demokrasi ne kadar gerekiyorsa resmi otorite tarafından belirlenmiş. Türkiyeliler/Müslümanlar neye inanacaklar, nasıl inanacaklar, nasıl giyinecekler, hangi dili konuşacaklar hepsi belirlenmiş. O çizgiyi aşmamak gerekiyor. Konuşmacılar çizginin aşılmaması için aba altından sopa gösteriyorlar. Konuşmaların satır aralarında sopayı görebiliyorsunuz. 

Organizasyon 
Organizasyon hakkında iyi şeyler söylemem mümkün değil. İki dilde tercüme için önlem alınmamış. İstanbul Türkçesi diye bir tabir vardır Türkçe’de. Türkçe’yi zarif konuşanlar için kullanılır bu tabir.  İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Mustafa Aydın için bu tabiri kullanmak oldukça zor. 
Humboldt Üniversitesi’nin Jacob-und-Wilhelm-. Grimm-Zentrum adlı merkezinde düzenlenen bu konferansın açılış konuşmasını Berlin Başkonsolosu Ahmet Başar Şen, İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Mustafa Aydın yaptı.

Açış konuşmaları
Berlin Başkonsolosu Ahmet Başar Şen, Almanya’da uyum konusunda büyük başarılara imza atan, Türk toplumu hakkındaki ön yargılarla daha etkin mücadele edilmesi gerektiğinin altını çizdi.
İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Mustafa Aydın ise,  Türklerin tarihte Avrupa’da Viyana kapılarına kadar dayandıklarını ve uzun yıllar hâkimiyet kurduklarından söz etti. Ve ‘‘ Hiçbir milleti asimile etmeye kalkmadık, biz Haçlı Seferleri’ni unuttuk, Avrupa Viyana’yı unutmadı‘‘ dedi.

Türkiye algısı
Bu konferansta “Türkiye algısı”nı sadece Başkonsolos Ahmet Başar Şen dile getirdi desem diğer konuşmacılara haksızlık etmiş olmam. Konuşmanın metni şöyle:
“Toplumsal ve siyasal gelişmeler şekillenirken hem karar vericiler, hem de kamuoyları düşünce, karar ve davranışlarını sadece reel ve gerçek verilerden yola çıkarak şekillendirmemektedir. Aksine, bu verilerin karar vericiler ve kamuoyları tarafından nasıl algılandıkları da, özellikle kitlesel karar ve davranış kalıplarının yorumlanmasında büyük önem taşımaktadır. Tarihsel bakış açısıyla değerlendirdiğimizde, olumsuz algılar toplumsal kaynaşmalara hatta devrimlere yol açabilmekte, olumlu algı ise, halkların sabır sürelerini uzatabilmekte, başarısız yöneticilere dahi daha uzun süreler görevde kalma imkânı sağlayabilmektedir. Hepimiz biliyoruz ki, örneğin olumlu bir marka algısı, aynı marka vasat bir ürün çıkarmışsa bile onu en iyi satan düzeyine ulaştırabilmekte, olumsuz imaja sahip bir üreticiden gelen çok iyi kaliteli ürünler dahi bazen alıcı bulamayabilmektedir. 

Aynı şekilde, bir ülkenin başka ülkelerde nasıl algılandığı da o ülkenin diğer ülkelerle ilişkileri bakımından günümüzde önemli roller oynayabilmektedir. Siyasetin, özellikle dış politika ve uluslararası ilişkilerin çoğulcu nitelik taşımaya başladığı, bilişim sistemlerinin gelişmeleri kamuoyuna anlık olarak aktardığı 21. Yüzyılın içinde yaşadığımız kesitinde algı ve özellikle yeni bir uzmanlık bilim dalı haline gelmeye başlayan “algı yönetimi”  toplumsal ve siyasal hayat bakımından büyük önem taşır hale gelmiştir. Çünkü çoğulcu ve çok yönlü hale gelen haberleşme ve iletişim araçları hem sosyal mutluluğa, hem de sosyal çalkantılara kolaylıkla yol açabilmeye imkan sağlar durumdadır. Günümüzde kamu diplomasisi modern devletler ve onların dışişleri kadroları için algı yönetiminin yumuşak ve açık, yani gizli yapılmayan bir yöntemi olarak vazgeçilmez bir faaliyet alanı olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. 

Algı ve Algı Yönetimi konularını değerli konuşmacılarımız birazdan daha detaylı bir şekilde ele alacaklar. Ben buradan Türkiye’nin Avrupa’da nasıl algılandığına dair bir-iki düşüncemi dile getirmek istiyorum. Yani Avrupa’nın Türkiye Algısını bizim nasıl algıladığımıza dair düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım. 

Bence, birçok ülkede görev yapmış bir gözlemci olarak değerlendirmeme müsaade ederseniz, Avrupa’nın Türkiye ve Avrupa’daki Türklerle ilgili algısı birçok bakımdan sorunludur. Bu sorunluluk halinin doğal bir biçimde yanlış ya da yetersiz algıya mı yoksa güdümlü bir algı yönetimine mi dayandığını ise bizlere ancak bu işin uzmanları söyleyebilecektir. 

Sizlere bir-iki örnek vermek isterim. Dünyanın GSMH bakımından 16. Büyük ekonomisine sahip, 1 Aralık’tan itibaren G-20’nin başkanlığını bir yıllığına üstlenecek olan Türkiye, Batı kamuoylarında hala gelişmekte olan bir üçüncü dünya ülkesiymiş gibi değerlendirilmektedir. Sürekli olarak kırılganlığına vurgu yapılmak istenen Türk ekonomisi, bugün Avro bölgesinde çalkantılara neden olan banka sorunlarını 2001 yılında ve izleyen yıllarda alınan ıslah önlemleriyle çözmüş, bugün Avrupa’nın en sağlam bankacılık sistemlerinden birine sahip hale gelmiştir. 

Uluslararası platformlarda ortalama şablonlarla yapılan insani gelişme endekslerinde geri kalmış gibi gösterilen Türkiye’de bugün irili ufaklı 180’den fazla üniversite faaliyet göstermektedir. Kadınların durumunun da aşırı sorunlu gösterildiği ülkemizdeki bu üniversitelerde kayıtlı olan 5 milyona yakın lisans ve lisansüstü öğrencimizin % 45’i, yani 2.2 milyondan fazlası kız öğrencidir. Üniversitelerdeki toplam öğretim elemanı sayısı 120.000’i aşmıştır ve bunların da 49.000’i, yani % 40’tan fazlası kadındır. Türkiye’deki 8.000 civarındaki hakimlerin üçte birinden fazlasının kadın olduğunu, barolarda kayıtlı 78 bin avukatın 31 bininin, yani % 40’a yakınının kadın olduğunu da vurgulamak isterim. Sanırım ve maalesef, bu oranlar “Türk Kadını” dediğinizde aklınıza gelen tabloyla örtüşmeyecektir. 

Türkiye, artık, henüz tamamlanmamış da olsa, sanayileşmiş bir ülkedir. Avrupa'nın en büyük ikinci çelik üreticisidir. Yıllık toplam otomotiv üretimi 1.1 milyondan fazladır. Beyaz eşya sektörü yıllık yaklaşık 25 milyon adet üretim kapasitesi ile Avrupa’nın en büyük üretim üssüdür. Beyaz eşya sektörünün başlıca ihracat pazarı ise Avrupa’dır. THY boyutları ve kalitesiyle dünyanın sayılı havayolu şirketleri arasındadır. 

Bunları söylerken elbette Türkiye’nin ekonomik, sosyal, kadın hakları vb. bakımlardan en gelişmiş ülke olduğu algısı yaratmaya çalışmıyorum. Elbette tüm bu alanlarda dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de hala çözülmesi gereken sorunlar, alınması gereken mesafeler vardır. Ama Türkiye hakkında yaratılan algının düzeltilmesi gereken yanlarının olduğuna işaret etmek istiyorum. 

Aynı şekilde, detaylarına girmek istememekle birlikte, Almanya’da artık Alman toplumunun bir parçası haline gelen, buradaki hayata her alanda uyum sağlama bakımından çok büyük yol katetmiş bulunan, Almanya’da siyasal, ekonomik, kültürel, sosyal her alanda önemli başarılara imza atan Almanya Türkleri hakkındaki olumsuz algılarla hep birlikte mücadele etmemiz gerektiğine de bir kez daha dikkat çekmek istiyorum.”


Rüştü Kam

NİHAYET BİR BİDAT SONA ERDİRİLDİ 2014 BERLİN




Rüştü Kam
Ha-ber.com

“Din görevlisinin görev ve sorumlulukları “ başlıklı bir yazı yazmıştım 10.02.2014 tarihinde ha-ber.com sitesinde. T.C. Berlin Başkonsolosluğu Din Hizmetleri Ataşesi Bilal Öztürk’e bir teklif yapmıştım o yazımda; “Sayın Ataşem, namaz kılmanın ve kıldırmanın ötesinde, ciddi hizmetler sizleri bekliyor. İşe, zuhr-i âhir denen uydurma namazdan başlayabilirsiniz, arkasından Cuma günü caminin içinde iki kez okunan ezanı bire düşürmek ve din görevlilerinin zamanında namaza başlamalarının sağlanması gibi konular gelecektir.”

Sayın Öztürk cevap vermişti: “Zuhr-i Ahir namazı ile ilgili olarak özellikle Şehitlik Camii eksenindeki değerlendirmeleriniz planımızda ve değerlendirilecektir. En kısa zamanda zuhr-i ahir namazının kılınmasına gerek olmadığını halkımıza anlatacağız” Selam ve dua ile..” (Berlin Din Hizmetleri Ataşesi Bilal Öztürk)

Ben Berlinlilere müjdeyi veriyorum. Berlin Din Hizmetleri Ataşesi Sayın Bilal Öztürk sözünü tuttu. İki hafta önce, Şehitlik Camii’nde bizzat kendisi kürsüye çıkarak konuyu cemaate anlattı. Aldığım duyumlar böyle. Herkes memnun. Kıyamet falan kopmadı. “Allah razı olsun diyorlar, madem böyle bir şey vardı niçin daha önce anlatılmadı” diyorlar. 

Sayın Öztürk’e teşekkür ediyorum. O bir bidat’ın kalkmasına vesile olmuştur. Cemaatin sıkıntısını gidermiştir. Diyanet işleri Başkanlığı fetvayı 2002 yılında vermiş. Vermiş ama o fetvayı kürsüye taşıyacak cesur bir ataşe bugüne kadar Berlin’e gelmemiş. Ataşeler dernek seçimlerinde divan başkanlığı yapmaktan bu tür işleri yapmaya zaman bulamamışlar.

Sayın Öztürk, şimdi bu fetvayı siz kürsüye taşıdınız ya, göreceksiniz, diğer cemaatler de birer birer konuyu kürsüye taşıyacaklardır. T.C. Devleti ile resmi bir bağları olmayan bu cemaatler siz açıklamasaydınız, bu tür konuları açıklayamazlardı. Çünkü, dini cemaatler üye aidatları, zekat ve sadakalarıyla ayakta duruyorlar. Bir üye dahi kaybetmeye tahammülleri yok onların. Oysa bağımsız bir dini cemaat olarak bu konularda ilk fetvayı vermesi gereken onlardır. Maalesef, kendilerine üye yetiştirmekten Allah’a kul yetiştirmeye vakit bulamıyorlar olmalılar.

Sayın Öztürk, önünüzde halledilmesi gereken sorunlar oldukça fazla. Madem besmeleyi çektiniz, lütfen yolunuza devam ediniz. Bu sorunlardan en önemlilerinden birkaçı:

1-    Birden fazla eşle evliliğe Allah’ın izin vermediğini,( özel durumlar hariç).
2-    Erkeğin hanımını kendi başına boşama hakkı olmadığını, boşanmalarda mutlaka hakim huzuna çıkılması gerektiğini, “3 ten dokuza şart olsun demekle kadının boşanamayacağını”, Allah’ın böyle bir boşamaya izin vermediğini,
3-    İmam nikâhı ile yapılan evliliklerin dinen geçersiz olduğunu,
4-    Gece ile gündüzün eşit olmadığı ülkelerde orucun Hicaz (Mekke-Medine) bölgesindeki zaman birimi esas alınarak tutulabileceğini,
5-    Teravih namazının 4 veya 8 rekât olarak kılınabileceğini,
6-    Ehlikitabın kestiğinin yenilebileceğini, Ehlikitap’la olan münasebetlerin Kur’an’ın çizdiği çerçeveye mutlaka oturtulması gerektiğini, …

Sayın Öztürk, bu konulardaki atacağınız her adım, isminizin Berlin’de dünya durdukça anılmasına vesile olacaktır.  Bizler insanlardan başka ne isteriz ki, hayırla yad edilmenin dışında.



24 Kasım 2014 Pazartesi

EDİP YÜKSEL BERLİN’DEYDİ 2014

Hukuk Doktoru, felsefeci ve yazar. Ünlü bir sünni alim olan Sadrettin Yüksel’in oğlu olarak 1957 yılında Bitlis’te dünyaya gelmiştir. Gençlik yılları boyunca açık sözlü bir İslamcı olmuş ve siyasi görüşleri yüzünden yıllarca hapis yatmıştır. Popüler bir İslamcı yazar ve gençlik lideriyken, Rashad Khalifa ile yazıştıktan ve onun Kuran, Hadis ve İslam kitabını okuduktan sonra Kuran'a başka kitapları ve öğretileri ortak koşmaktan vazgeçmiştir.

Bu olay 1 Temmuz 1986’da Sünni mezhebiyle bağlarını koparmasına sebep oldu. 1989 yılında Rashad Khalifa’nin sponsorluğuyla ABD’ye göç etti. Pima College adlı yüksek öğrenim kurumunda 1999 yılından beri Felsefe ve Mantık dersleri okutan Yüksel, din, siyaset, felsefe ve hukukla ilgili yirmiden fazla Türkçe kitap yazmıştır. İngilizce birkaç kitabı ve çok sayıda makalesi vardır.

Temel Görüşleri:

• Dinin tek kaynağı Kur'an'dır. Hadis ve Sünnet dinde esas alınmamalıdır.
• Kur'an'ı koruyan sistem 19 Mucizesidir.
• Kadınlar başlarını örtmek zorunda değillerdir.
• Domuzun sadece eti haramdır, yağı yenilebilir.
• Namaz günde 5 Vakit değil, 3 Vakittir.
• Hacc'ı birkaç günde yapmak şart değildir, haram aylar olarak bilinen 4 ay içinde yapılabilir.

Edip Yüksel hakkında çok şeyler söylenir. Söylenenlerden bazılarını yazdım. 21 Kasım 2014 tarihinde Edip Yüksel Berlin Türk Eğitim Derneği’nde bir konferans verdi. Yaklaşık 40 kişinin katıldığı konferans 4 saat sürdü. Yarım saatlik sunumun ardından katılımcılar kendisine sorular yönelttiler. Seviyeli ve hararetli tartışmalar oldu. Orada, kendisinden bizzat dinlediklerimi de aşağı da özetledim. Değerlendirme ve yorumu siz saygıdeğer okuyucularıma bırakıyorum.

Edip Yüksel’in sunumu ve sorulara verdiği cevaplar özet olarak şöyledir:

“Dünya hayatı neyin nesidir diye onu düşünmeye başladım:
Anamızı babamızı biz seçmedik, genetik yapımızı biz seçmedik, insan olmayı da biz seçmedik. Böyle bir ortamda kendimizi böyle bulduk. Çevremizde belli doğmalar var. İkili bir hayat yaşıyoruz. Çelişkiye düşmemek için belirli rasyonel düşünmek zorundayız. Hayat çok kısa. 13.8 milyar yıl önce evren oluşmuş. Biz maksimum 120 yıl yaşayacağız. Bu hayatın amacı nedir? diye  düşünmeye başladım. Sadece düşünmedim ve başka sorular da sorarak kendimi araştırmaya yönelttim.

Kâinatı kim yarattı sorusu önemli bir soru. Yaratıcının bizi kontrol ettiğini söyleyenler olduğu gibi, bizi buraya atıp kendi halimize bıraktığını söyleyenler de vardı. Okudum onları. Sonra sorgulamaya başladım.
Sorgulama önemlidir, ancak din adamları sorgulamayı istemezler. Gerçeği aramak lazımdır. Adaleti hakkı aramak lazımdır. Bilgi bizim yararımızadır. Daha konforlu yaşamak istiyorsak doğada olanları, olup bitenleri iyi anlamamız lazımdır. Sonra şöyle bir sonuca vardım. Allah’ı anlamak için mesajını da sorgulamak lazımdır. Kur’an’ı da sorgulamak lazımdır ve sorguladım:

1-Kur’an Allah’ın sözüdür
2-Allah vardır
3-Kur’an Allah’ın mesajıdır
4-Aynı zamanda korunmuştur.

Sorularla bu maddeleri açmak lazımdır, açtım. Çünkü, o zaman Kur’an’ın Allah’ın mesajı olduğu konusunda, korunduğu konusunda gerçek bilgiye ulaşabiliriz. Sorgulamazsak taklidi bir imana sahip oluruz. Bu durumda Kur’an’ın niçin indiği, anlamının ne olduğu, nasıl bir mesaj olduğu bizi ilgilendirmez. Ezberleriz ve merasimlerde okur geçeriz.
İnanmak en yakındaki kalabalığa takılmaktır. İnsanlar böyle yapıyorlar, böyle düşünüyorlar. Uygulama böyledir, menfaat ön planda tutulur. Çünkü insanlar bencildirler, insanların asıl derdi kendi menfaatlerini korumak kollamaktır.
Bizler çocukluktan beri yalanlarla büyütülüyoruz. Filmler, romanlar yalanlardan oluşuyor.
Hristiyanlarda üçleme inancı var. Bu inanç her şeyin altına dinamit koyan bir inançtır. Ama insanlar inanıyorlar buna.  Müslümanlar da aynen böyledir. Onlar da inanıyor önlerine konana. Sorgulamıyorlar, niçin, neden sorularını sormuyorlar. Böyle bir iman taklidi bir imandır. Sorgulamadan gerçek iman sahibi olunmaz. Allah böyle bir imanı istemiyor.

Ben 19 rakamıyla yola çıktım ve birçok ayeti ondan sonra anlamaya başladım. Kur’an’da ki şu ayetler dikkatimi çekti. ” Sakar nedir bilir misin? Ne bırakır, ne de yüklenir (tam ve mükemmel),  Üzerinde ondokuz vardır. Halklar için (evrensel) bir göstergedir/ekrandır.”(Müddessir 29-30).
Ancak bütün ayetleri anlamaya çalışmam da saçmalık olur. 1974 yılında ortaya çıkan sistemin getirdiği yenilik, benim ilgi alanım oldu. Bugün dünyanın gündeminde hadis konusu tartışılıyor, Sünnilik, Şiilik tartışılıyor; aslında Allah ders veriyor. Bunu anlamak lazım.

Ebcet hesabını iyi anlamak gerekiyor. Huruf-u mukataaları iyi anlamak gerekiyor. 19 formülüyle Kur’an’ın mucize olduğunu anlıyoruz. Bu formüle uymayan Kur’an’da iki ayet vardır. Tevbe Suresi’nin son iki ayetidir bunlar. 19 formülüne göre Bu ayetlerin Kur’an’da olmaması lazımdır. Huzeyfe b. Yemâme getirmiştir bu ayetleri. Şahitliğinin kabul edilmiş gibi gösterilmesi için de bir hadis uydurulmuştur. „Huzeyfe’nin şahitliği iki şahide bedeldir“ diye. Son iki ayet hariç, Tevbe Suresi’nin tamamı Mekke’de inmiştir. Son iki ayet Medine de inmiştir denilmiştir.  Bu bizim tezimizin doğruluğunu yeterince açıklamıyor mu?

Öte yandan, Rauf ve Rahim kavramlarını Allah, kendisi için kullanmıştır. Oysa bu ayetlerde bu sıfatlar Peygamber için de kullanılıyor. Mesela Rahim sıfatı Kur’an’da 114 defa kullanılmıştır. Hepsi de Allah için kullanılmıştır. 114, 19 rakamının 6 katıdır. Formüle uygundur. Bu durumda Tevbe suresindeki rahim kavramı fazlalıktır. Formüle uygun düşmüyor. Bu durum Kur’an’ın mucizeliğine de gölge düşüyor.

Allah’ın ismi 120 dir 99 değildir. Mudil (saptıran), Mudır (zarar veren) demektir. Bunlar Allah’ın isimleri olamazlar. Kur’an’da “bastate” kelimesi vardır. “Sat” ile yazılır. Yanlıştır, bu yanlıştan dönme yerine, bununla ilgili de üç tane hadis uydurmuşlardır. Oysa bu kelime “sin” harfiyle yazılmalıdır. 19 formülüne göre “sin” doğrudur. En eski nüshalarda da “sin” ile yazılmıştır bu kelime. Ben Kur’an’daki bütün harflerin 19 formülüne göre sağlamasını yaptım. Ceza evindeyken oradaki arkadaşlarla birlikte yaptık bu işi.

İslâm’ı doğru anlamak lazımdır. İslâm’ı doğru anlamak için de Kur’an’ı doğru anlamak lazımdır. Kur’an’ın dışında İslâm olmaz. Şu 5 maddeyle İslâm’ın ne olduğunu özetler Kur’an:
1- İslâm akletmektir
2- İslâm özgürlüktür.
3- Kendin için istediğini başkası için de istemek, kendin için istemediğini başkası için de istememektir.
4- İslâm barıştır
5- İslâm adaleti gerçekleştirmektir.”


Rüştü Kam
EDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDIEDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDI
EDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE kUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDIEDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE kUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDI
EDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE kUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDIEDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE kUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDI
EDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDIEDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDI
EDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDIEDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDI
EDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDIEDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDI
EDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDIEDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDI
EDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDIEDİP YÜKSEL TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ'NİN DAVETLİSİ OLARAK BERLİN'DEYDİ. 2014 KASIM 21/GÜNDEMİNDE KUR'AN VE 19 FORMÜLÜ VARDI

2 Kasım 2014 Pazar

TÜRKLER ALMANYA'DA LOBİ OLUŞTURABİLİRLER Mİ?

Lobi

Önce lobi ne demektir onu açıklayalım: Ortak çıkarları olan bazı grupların temsilcilerinden oluşan topluluğa lobi denir.
Amaç: Gündemdeki konuları, “adına çalıştıkları çıkar grubu” açısından değerlendirmektir. Araştırma yapmak, bilgi üretmek ve bunları sonuç belgelerine ve eyleme dönüştürmektir.

Lobicilik

Temsilciler gündemdeki konuları, siyasetçilerle veya bürokratlarla görüşürler, onlara yazılı bilgi sunarlar, toplantılarda söz alırlar ve oradakileri etkilemeye çalışırlar. Ayrıca dolaylı etki kanallarını da kullanabilirler. Mesela, medyayı kullanırlar, konferanslar düzenlerler, mektup kampanyaları yaparlar, diğer baskı grupları ile işbirliği yaparlar, böylece kamuoyunu etkileyerek yetkililer üzerinde baskı kurmaya çalışırlar. Bu çalışmalara da lobicilik denir.

Parlamenter demokrasilerde, örgütlü gruplar, siyasal ve sosyal çıkarlar için lobicilik faaliyetleri yaparlar ve adına çalıştıkları kurumlara çok önemli sonuçlar sağlarlar.

Günümüzde, hak elde etmek ve elde edilen hakları korumak için lobicilik yapmak zaruridir. Kimse hak sahiplerine haklarını durduğu yerde vermiyor. Demokrasilerde bu böyle. Bundan dolayı lobicilik demokratik bir hak olarak tanınmış. Nasıl yapılacağı da yasalarla belirlenmiş. Hak iddiasında bulunanlar böyle bir çalışmanın içine girmek zorundadırlar. Kural bu.

Türkler Almanya’da yarım asırı aşkın süredir yaşıyorlar. Yararlanamadıkları hakları var. Fakat o haklarını bir türlü elde edemiyorlar. Bu hakları elde etmek için organize olamamışlar: Çünkü Almanya’daki Türklerin amaç birliği yok, birlikte olma yerine birbirlerinden ayrı durmaları menfaatlerine daha uygun düşüyor. Bundan dolayı, değişik kimliklerle kendilerini tanımlamayı çıkarlarına daha uygun görmüşler ve her kimlik sahibi kendine başka bir amaç seçmiş.

Almanya’daki iş adamları dernekleri de aynı yöntemle çalışıyorlar. Onların da çoğu bir cemaatin kuruluşu. Cemaatler sermayenin değil, sermaye cemaatlerin elinde gibi. İş adamları dernekleri de, iş adamlığı mantığıyla değil de cemaat mantığıyla yönetiliyor. Ortanın sağındakiler de, solundakiler de aynı mantıkla çalışıyor. Almanya siyaseti, Almanya eğitimi ve Almanya ekonomisi onları fazla ilgilendirmiyor. Hepsi Türkiye siyasetini ve Türkiye ekonomisini, Türkiye eğitimini düzeltmek için çalışıyorlar. Ortanın solundakilere haksızlık yapmayalım, onlar biraz farklı.

Türkiye tarafından atılan adımlar

Türkiye, aslında Türklerin Almanya’daki bölünmüşlüğünü görmüş ve zaman zaman da birliğin sağlanması için adımlar atmış. Ne yazık ki bu adımlar Türkiye’nin çıkarlarından ziyade o adımı atan siyasi partilerin çıkarlarını esas almış.

İlk adımı Milli Selamet Partisi atmış, “Avrupa Milli Görüş Teşkilatları”nı kurmuş. Seri konferanslar düzenlenmiş Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde. İslâm’dan ve İslâm medeniyetinden bahsedilmiş bu konferanslarda. İslâm’ın resmen Almanya’da tanınması için çalışmalar yapılmış. Ancak istenilen başarı elde edilememiş: Çünkü merkeze Milli Görüş konulmuş.

Daha sonra Anavatan partisi, “Anavatan Derneği”ni kurmuş.  Doğruyol Partisi de “Avrupa Demokrasi Vakfı”nı kurmuş. Her iki partinin temsilcisi aynı kişi (Aydın Yardımcı).  Onlar da başarılı olamamışlar ve silinip gitmişler: Çünkü onlar da merkeze kendilerini koymuşlar. Aynı kişinin ayrı partilerin temsilcisi olmasından da amaç anlaşılıyor olmalı.

CHP de Almanya’da temsilcilik açtı. “CHP Birlikleri”ni kurdu. Her eyalette o eyaletin ismini kullanıyorlar. ‘CHP Berlin Birliği’, ‘CHP Hamburg Birliği’ gibi. O da diğerleri gibi merkeze kendisini koymuş. Türkiyelilere Avrupa’da oy kullanma imkânı verildikten sonra bu birliklerin kurulması tesadüfi değil.

Ak Parti’nin de temsilciliği var” Avrupa Türk Demokratlar Birliği (UETD). Adı güzel ve anlamlı ancak çalışmalarında demokratların birliğini görmek mümkün değil. Maalesef o da merkeze kendisini koymuş. Diğerleri gibi bunların amacı da oy avcılığı. 12 seneden beri daha MAVİ KART meselesini halledemediler. Durum böyle olunca yarım asırı aşan zamandan beri Almanya’da lobicilik çalışması yapılamadı.

Peki bu temsilciler nasıl çalışıyor, neler yapıyorlar?

Milli Görüş Teşkilatları sadece Erbakan Hoca’nın programlarını düzenlerdi. İl başkanlarına, belediye başkanlarına, milletvekillerine, bakanlara programlar yapardı. Cami cami, teşkilat teşkilat dolaştırırlardı resmi zevatı Avrupa’da.

CHP de, kendi düşüncesine yakın insanları çağırıyor ve onlara programlar düzenliyorlar. Anavatan ve Doğruyol partileri yok oldular.

UETD’ye gelince, AK Partili bakanlara, milletvekillerine, belediye başkanlarına hizmet ediyorlar. Onlara programlar düzenliyorlar. Ancak onlar misafirlerini Milli Görüşçüler gibi, cami cami dolaştırmıyorlar. Otel ayarlıyorlar, gezi programları düzenliyorlar, sivil toplum örgütlerini Türk Evi’nde toplayarak gelen misafirlerle buluşturuyorlar, iftar programları düzenliyorlar. Fotoğraflar çektiriyor, plaketler veriyorlar. Bazen de büyükelçiliğin düzenleyeceği programlara müdahale ederek kargaşa bile yaratabiliyorlar.

UETD’den bahsediyorum,  Almanya demokratlar Birliği’nden. Lobi çalışması yapacaklardı. Bunun için, Şaban Dişili ve Akif Gülle tarafından otel odalarında, salonlarda günlerce istişareler yapıldı, tavsiyeler alındı, isim listeleri alındı. Bu istişarelerden iki tane başkan çıktı. Sonraları, bu başkanların istişarelerde teklif edilen isimler arasından olmadığı söylendi. Bu isimleri, kimler tavsiye etmiştir, niçin tavsiye edilmiştir bilinmez.

Teşrifatçılık yapılacaksa bunun için dernek kurmaya gerek yoktur. Özel şirketler bu işi daha güzel yaparlar. Az parayla çok iş yaptırılacaksa, bu işi gönüllü olarak yapacak birçok insan bulunur.

Sonuç:
Almanya’da yaşayan Türkiyelileri temsil eden sivil toplum kuruluşları bir araya gelemiyorlar. Ortak sorunlarını tespit edemiyorlar, mesela; yabancı düşmanlığı, eğitimde fırsat eşitliği, İslâm dininin resmi din olarak tanınması gibi konularda. Her kuruluşun sorunu başka hedefi de başka. Kimisi laik, kimisi Kemalist, kimisi Müslüman, kimisi Milliyetçi.

Sorsan her birine sınıfsız bir toplum nasıl olacak diye, saatlerce nutuk çekerler… Kendi dışındaki sınıfların kendilerine katılmalarıdır herhalde kastettikleri sınıfsız toplum.

Bu açıklamalardan sonra sormam gerekiyor: Sizce, Almanya’da Türk lobisi oluşturulabilir mi?

15 Ekim 2014 Çarşamba

6.BERLİN KURBAN BAYRAMI ŞENLİĞİ/2014

Berlin'de Kurban Bayramı şenliği düzenlendi

Berlin'de 2009 yılında başlayan “Berlin Kurban Bayramı Şenliği” bu yıl altıncısı gerçekleştirildi.
Berlin'de Kurban Bayramı şenliği düzenlendi

Berlin'de Kurban Bayramı şenliği düzenlendi

Berlin'de 2009 yılında başlayan “Berlin Kurban Bayramı Şenliği”nin bu yıl altıncısı gerçekleştirildi.

Berlin İlahiyatçılar Derneği (İL-DE), Türk Alman Merkezi (TDZ), Berlin Veliler Topluluğu (BVT), Hikmet Kütüphanesi (HK), Türk Eğitim Derneği (TED) ortaklaşa düzenlediği şenliğin hamiliğini Neukölln Belediye Başkanı Heinz Buschkowsky üstlendi.

Türk Eğitim Derneği`nin öncülüğünde düzenlenen “6. Berlin Kurban Bayramı Şenliği’ne T.C. Berlin  Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri Rafet Okutan, T.C. Başkonsolosu Ahmet Başar Şen, Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD politikacılarından Raed Saleh, Cansel Kızıltepe, Fritz Felgentreu, çeşitli sivil topluk kurulu başkanları, dernek yöneticileri ve çok sayıda vatandaş katıldı.



Başkonsolosu Ahmet Başar Şen ve Neukölln Belediye Başkanı Heinz Buschkowsky yapmış oldukları konuşmalarda Kurban Bayramı’nın Sokak şenliğine dönüştürülmesinin olumlu bir etkinlik olduğuna dikkat çekip, emeği geçenleri tebrik ettiler.

Büyük ve yoğun ilgi gösterilen “Berlin Kurban Bayramı Şenliği” Reuterstrasse’de yapıldı, misafirlere pilav üstünde kurban eti ve ayran, ücretsiz olarak ikram edildi.

Berlin İlahiyatçılar Derneği başkanı Rüştü Kam ise yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Başkonsolosum Sayın Ahmet Başar Şen, Neukölln Belediye Başkanı ve bu şenliğin hamisi Sayın Heinz Buschkowsky, Kıymetli Milletvekilleri, Sivil toplum kuruluşlarının saygıdeğer başkanları, basınımızın kıymetli mensupları ve Berlin halkını temsilen burada bulunan kıymetli misafirler. Vl. Berlin Kurban Bayramı Şenliği tertip heyeti adına hepinize hoş geldiniz diyor, saygılarımı sunuyorum.



Kıymetli misafirler, bizler Berlin İlahiyatçılar derneği, Türk Eğitim derneği, Hikmet Kütüphanesi, Türk Alman Merkezi, Berlin veliler Topluluğu ve Mocca dergisi olarak 2009 yılından beri burada Kurban bayramı şenliği yapıyoruz.
Kurbanlarımızı Berlin‘de kestiriyoruz, etini de kavurma yaparak pilav üstünde ve ayran eşliğinde ücretsiz olarak dağıtıyoruz. Bu dağıtımda, ırk, din, dil ve mezhep ayırımı yapmıyoruz. Kim olursa olsun, ister dinli, isterse dinsiz olsun kapımız insan olan herkese açıktır. Katolik Papaz Kalle Lenz’e huzurunuzda özellikle teşekkür etmek istiyorum: Her sene olduğu gibi bu sene de yine evsiz ve yurtsuzları buraya davet ettiği ve bu şenlikte onlarla birlikte olma, birlikte kurban eti yeme şansını bizlere sunduğu için.

Sevgili misafirler, amacımız birlikte yaşamaktan mutluluk duyduğumuz Berlin halkıyla, güzelliklerimizi, değerlerimizi paylaşmaktır. Kucaklaşmaktır, kaynaşmaktır. İşte bugün burada gördüğümüz manzara amacımıza büyük ölçüde ulaştığımızın kanıtıdır. Allah’a yaklaşmanın yolu samimiyet ve aşktır. Vasıtalar insanlarla olan ilişkilerde bir değer olurlar. Vasıtaların yararları insanlaradır. Allah’a değildir.



Kurbanlarımızı Berlin’in dışında kesmek istemeyişimizin sebebi budur. Berlin’de yaşıyoruz, mali ibadetlerimizi de Berlinlilerle paylaşmak zorundayız. Buyruk böyledir. Yüce Allah’ın arzusu böyledir.

Buyruk doğrultusundaki amacımıza ulaşmak için, bu şenliğe Kurbanlarını vererek katkıda bulunanlara, yapılan masraflara katkı yapanlara, sadece bu şenlik devam etsin diye katkıda bulunan Alman sponsorlarımıza başta QM olmak üzere huzurunuzda hepsine şükranlarımı sunuyorum. Bu sene şenliğin altıncısını yapıyoruz. Artık bundan sonra „Geleneksel Berlin Kurban Bayramı Şenliği“ diye adlandırabiliriz bu şenliği. Bu şenliğin Almanya’da sadece Berlin’in Neukölln ilçesinde yapılıyor olması bir ayrıcalıktır. Başta, Neuköll belediyesinin başkanı Sayın Heinz Busckowsky olmak üzere tüm çalışanlarına huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Şenliğin asayişini sağlayan güvenlik güçlerine de teşekkür ediyorum.



Biz bu şenliği ibadet olduğu için yapıyoruz. Amaç İslâm’ın tanıtımıdır. İslâm hoşgörü dinidir, barış dinidir. Kim İslâm’ın barış mesajına gölge düşürmek isterse biliniz ki, o İslâm’dan değildir.
İslâm teröre müsaade etmez, İslâm öldürmek için değil yaşatmak gelmiştir. Huzuru bozmak için değil bilakis huzuru tesis etmek için gelmiştir. Bu şenlik vesilesiyle, huzurunuzda; adı ne olursa olsun, dini ne olursa olsun, şekli nasıl olursa olsun tüm terör örgütlerini ve o örgütlere yardım ve yataklık edenleri, en şiddetli şekilde lanetliyorum.
Sevgili konuklar, bizler bilhassa bu ve benzeri faaliyetlerle, Ehl-i Kitabı kucaklamak istiyoruz. Onlarla olan münasebetlerimizi geliştirmek istiyoruz. Bu isteğimiz Kur’an kaynaklıdır, Allah derki;

“Ehl-i kitap içinde, Allah'a iman ettikleri gibi, Hakkı tazim ederek hem size hem de kendilerine indirilen kitaba inananlar da vardır. Onlar Allah'ın ayetlerini, değersiz bir menfaat karşılığında satmazlar. İşte Rabbi nezdinde mükâfatları olanlar onlardır. Muhakkak ki Allah hesabı pek çabuk görür.” (Al-i İmran, 3/199)

“İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: "Bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuz." (Ankebut Suresi, 29/46)

Müminlere sevgi bakımından en çok yakın olanların "Biz Hristiyan’ız" diyenler olduğunu görürsün. Bu böyledir. Çünkü o Hıristiyanlar içinde derin araştırmalar yapan keşişler, kendini Allah'a adamış rahipler vardır. Ve onlar, kibre sapmazlar.“ (Maide, 5/82)

“Dininizden ötürü sizinle savaşmayan, sizi yerinizden, yurdunuzdan etmeyenlere gelince, Allah sizi, onlara iyilik etmeden, adalet ve insaf gözetmeden menetmez. Çünkü Allah âdil olanları sever.” (Mümtehine, 60/8)

Kitap Ehlinden öylesi vardır ki, bir kantar emanet bıraksan onu sana geri verir; öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, sen, onun tepesine dikilip durmadıkça onu sana ödemez. Bu onların "ümmiler (zayıf ve bilgisizler veya Ehl-i Kitap olmayanlar) konusunda üzerinizde bir yol (sorumluluk) yoktur" demiş olmalarındandır. Oysa kendileri (gerçeği) bildikleri halde Allah'a karşı yalan söylemektedirler. (Ali İmran Suresi, 75)

Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli'nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. (Ali İmran Suresi, 113)

Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. (Ali İmran Suresi, 114)

Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir. (Ali İmran Suresi, 115)
Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı. (Kendilerine) Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir.(Maide 5)

Gerçek şu ki, iman edenler, Yahudiler, Sabiiler ve Hristiyanlardan Allah'a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. (Maide Suresi, 69)

“Şüphesiz iman edenler; Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiîler, bunlardan kim ki, Allah’a ve ahiret gününe inanır, iyi bir iş yaparsa elbette onlara, Rab’leri katında mükafat vardır; onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara 2:62)

Kıymetli misafirler, bizler bayramlarımızı mekanlardan sokaklara taşıdık...!
Alman komşularmızla birlikte Kurban Bayramı’nın tadına varıyoruz...!
Kucaklaşıyoruz...!
Tebrikleşiyoruz...!
Geleneklerimizi çocuklarımıza aktarabilmenin haklı gururunu yaşıyoruz...!

Ne mutlu bizlere ki bugün burada birlikteyiz. Gelecek nesillere ve o nesillere merdiven olan sizlere selam olsun ve bayramınız mübarek olsun.

Seneye “7.Berlin Kurban Bayramında Şenliği’nde buluşmak üzere, hoşça kalın sağlıcakla kalın.”



ha-ber.com / M. Sefa Doğanay / Berlin