İstanbul Aydın Üniversitesi, UNESCO
Kültürel Diplomasi Kürsüsü ve Humboldt Üniversitesi iş birliği ile
gerçekleşen “Avrupa’nın Türkiye Algısı“ konulu konferansa katıldım.
Konuşmacılar, Almanya’daki Türklerin uyum sorununu konuşmaktan bir türlü
Türkiye algısına gelemediler. Soru cevap bölümünde sorulan; “2002 yılı
öncesi Türkiye ile 2002 yılı sonrası Türkiye Almanya’dan nasıl
algılanıyor?” şeklindeki soru üzerine verilen cevaplar salonun
gerilmesine yetti.
Anlaşılan o ki, konu siyasallaşmış.
Düşünen beyinlerle, sakin sakin konuşma zamanı gelmemiş daha. Kafalar
karışık. İnsan haklarına, demokrasi denilen aygıtla yaklaşmak mümkün
değil. Demokrasi güçlüler için. Güçsüz ama haklı olanlar için demokrasi
daha işlemiyor. Bu tartışmada bir kez daha buna şahit oldum. Almanya’da
yaşayan 3 milyon Türkiyeli için demokrasi ne kadar gerekiyorsa resmi
otorite tarafından belirlenmiş. Türkiyeliler/Müslümanlar neye
inanacaklar, nasıl inanacaklar, nasıl giyinecekler, hangi dili
konuşacaklar hepsi belirlenmiş. O çizgiyi aşmamak gerekiyor.
Konuşmacılar çizginin aşılmaması için aba altından sopa gösteriyorlar.
Konuşmaların satır aralarında sopayı görebiliyorsunuz.
Organizasyon
Organizasyon hakkında iyi şeyler
söylemem mümkün değil. İki dilde tercüme için önlem alınmamış. İstanbul
Türkçesi diye bir tabir vardır Türkçe’de. Türkçe’yi zarif konuşanlar
için kullanılır bu tabir. İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyeti
Başkanı Dr. Mustafa Aydın için bu tabiri kullanmak oldukça zor.
Humboldt Üniversitesi’nin
Jacob-und-Wilhelm-. Grimm-Zentrum adlı merkezinde düzenlenen bu
konferansın açılış konuşmasını Berlin Başkonsolosu Ahmet Başar Şen,
İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Mustafa Aydın
yaptı.
Açış konuşmaları
Berlin Başkonsolosu Ahmet Başar Şen,
Almanya’da uyum konusunda büyük başarılara imza atan, Türk toplumu
hakkındaki ön yargılarla daha etkin mücadele edilmesi gerektiğinin
altını çizdi.
İstanbul Aydın Üniversitesi
Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Mustafa Aydın ise, Türklerin tarihte
Avrupa’da Viyana kapılarına kadar dayandıklarını ve uzun yıllar
hâkimiyet kurduklarından söz etti. Ve ‘‘ Hiçbir milleti asimile etmeye
kalkmadık, biz Haçlı Seferleri’ni unuttuk, Avrupa Viyana’yı unutmadı‘‘
dedi.
Türkiye algısı
Bu konferansta “Türkiye algısı”nı
sadece Başkonsolos Ahmet Başar Şen dile getirdi desem diğer
konuşmacılara haksızlık etmiş olmam. Konuşmanın metni şöyle:
“Toplumsal ve siyasal gelişmeler
şekillenirken hem karar vericiler, hem de kamuoyları düşünce, karar ve
davranışlarını sadece reel ve gerçek verilerden yola çıkarak
şekillendirmemektedir. Aksine, bu verilerin karar vericiler ve
kamuoyları tarafından nasıl algılandıkları da, özellikle kitlesel karar
ve davranış kalıplarının yorumlanmasında büyük önem taşımaktadır.
Tarihsel bakış açısıyla değerlendirdiğimizde, olumsuz algılar toplumsal
kaynaşmalara hatta devrimlere yol açabilmekte, olumlu algı ise,
halkların sabır sürelerini uzatabilmekte, başarısız yöneticilere dahi
daha uzun süreler görevde kalma imkânı sağlayabilmektedir. Hepimiz
biliyoruz ki, örneğin olumlu bir marka algısı, aynı marka vasat bir ürün
çıkarmışsa bile onu en iyi satan düzeyine ulaştırabilmekte, olumsuz
imaja sahip bir üreticiden gelen çok iyi kaliteli ürünler dahi bazen
alıcı bulamayabilmektedir.
Aynı şekilde, bir ülkenin başka
ülkelerde nasıl algılandığı da o ülkenin diğer ülkelerle ilişkileri
bakımından günümüzde önemli roller oynayabilmektedir. Siyasetin,
özellikle dış politika ve uluslararası ilişkilerin çoğulcu nitelik
taşımaya başladığı, bilişim sistemlerinin gelişmeleri kamuoyuna anlık
olarak aktardığı 21. Yüzyılın içinde yaşadığımız kesitinde algı ve
özellikle yeni bir uzmanlık bilim dalı haline gelmeye başlayan “algı
yönetimi” toplumsal ve siyasal hayat bakımından büyük önem taşır hale
gelmiştir. Çünkü çoğulcu ve çok yönlü hale gelen haberleşme ve iletişim
araçları hem sosyal mutluluğa, hem de sosyal çalkantılara kolaylıkla yol
açabilmeye imkan sağlar durumdadır. Günümüzde kamu diplomasisi modern
devletler ve onların dışişleri kadroları için algı yönetiminin yumuşak
ve açık, yani gizli yapılmayan bir yöntemi olarak vazgeçilmez bir
faaliyet alanı olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Algı ve Algı Yönetimi konularını
değerli konuşmacılarımız birazdan daha detaylı bir şekilde ele
alacaklar. Ben buradan Türkiye’nin Avrupa’da nasıl algılandığına dair
bir-iki düşüncemi dile getirmek istiyorum. Yani Avrupa’nın Türkiye
Algısını bizim nasıl algıladığımıza dair düşüncelerimi sizlerle
paylaşacağım.
Bence, birçok ülkede görev yapmış
bir gözlemci olarak değerlendirmeme müsaade ederseniz, Avrupa’nın
Türkiye ve Avrupa’daki Türklerle ilgili algısı birçok bakımdan
sorunludur. Bu sorunluluk halinin doğal bir biçimde yanlış ya da
yetersiz algıya mı yoksa güdümlü bir algı yönetimine mi dayandığını ise
bizlere ancak bu işin uzmanları söyleyebilecektir.
Sizlere bir-iki örnek vermek
isterim. Dünyanın GSMH bakımından 16. Büyük ekonomisine sahip, 1
Aralık’tan itibaren G-20’nin başkanlığını bir yıllığına üstlenecek olan
Türkiye, Batı kamuoylarında hala gelişmekte olan bir üçüncü dünya
ülkesiymiş gibi değerlendirilmektedir. Sürekli olarak kırılganlığına
vurgu yapılmak istenen Türk ekonomisi, bugün Avro bölgesinde
çalkantılara neden olan banka sorunlarını 2001 yılında ve izleyen
yıllarda alınan ıslah önlemleriyle çözmüş, bugün Avrupa’nın en sağlam
bankacılık sistemlerinden birine sahip hale gelmiştir.
Uluslararası platformlarda ortalama
şablonlarla yapılan insani gelişme endekslerinde geri kalmış gibi
gösterilen Türkiye’de bugün irili ufaklı 180’den fazla üniversite
faaliyet göstermektedir. Kadınların durumunun da aşırı sorunlu
gösterildiği ülkemizdeki bu üniversitelerde kayıtlı olan 5 milyona yakın
lisans ve lisansüstü öğrencimizin % 45’i, yani 2.2 milyondan fazlası
kız öğrencidir. Üniversitelerdeki toplam öğretim elemanı sayısı
120.000’i aşmıştır ve bunların da 49.000’i, yani % 40’tan fazlası
kadındır. Türkiye’deki 8.000 civarındaki hakimlerin üçte birinden
fazlasının kadın olduğunu, barolarda kayıtlı 78 bin avukatın 31 bininin,
yani % 40’a yakınının kadın olduğunu da vurgulamak isterim. Sanırım ve
maalesef, bu oranlar “Türk Kadını” dediğinizde aklınıza gelen tabloyla
örtüşmeyecektir.
Türkiye, artık, henüz tamamlanmamış
da olsa, sanayileşmiş bir ülkedir. Avrupa'nın en büyük ikinci çelik
üreticisidir. Yıllık toplam otomotiv üretimi 1.1 milyondan fazladır.
Beyaz eşya sektörü yıllık yaklaşık 25 milyon adet üretim kapasitesi ile
Avrupa’nın en büyük üretim üssüdür. Beyaz eşya sektörünün başlıca
ihracat pazarı ise Avrupa’dır. THY boyutları ve kalitesiyle dünyanın
sayılı havayolu şirketleri arasındadır.
Bunları söylerken elbette
Türkiye’nin ekonomik, sosyal, kadın hakları vb. bakımlardan en gelişmiş
ülke olduğu algısı yaratmaya çalışmıyorum. Elbette tüm bu alanlarda
dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de hala çözülmesi gereken
sorunlar, alınması gereken mesafeler vardır. Ama Türkiye hakkında
yaratılan algının düzeltilmesi gereken yanlarının olduğuna işaret etmek
istiyorum.
Aynı şekilde, detaylarına girmek
istememekle birlikte, Almanya’da artık Alman toplumunun bir parçası
haline gelen, buradaki hayata her alanda uyum sağlama bakımından çok
büyük yol katetmiş bulunan, Almanya’da siyasal, ekonomik, kültürel,
sosyal her alanda önemli başarılara imza atan Almanya Türkleri
hakkındaki olumsuz algılarla hep birlikte mücadele etmemiz gerektiğine
de bir kez daha dikkat çekmek istiyorum.”
Rüştü Kam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder