28 Aralık 2014 Pazar
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VE BAŞAR ŞEN 2014 BERLİN
Rüştü Kam
Ha-ber.com
STK (Sivil Toplum Kuruluşları)
Sivil toplum Kuruluşları (STK) ne kadar fazla olursa, organize olan insan sayısı da o kadar fazla
olur. STK lerin fazlalığından şikayetçi olanlar vardır, birliğe mani olarak görünür. Bu düşünce
yanlıştır. Sıkıntı sivil toplum kuruluşlarının fazlalığında değil, bu kuruluşların zaman zaman bir
araya gelerek problemlerini konuşamamalarında, bir araya geldikleri zaman da içi boş konuşmalarla
zamanı boşa harcamalarındadır.
TC Berlin Başkonsolosu Ahmet Başar Şen 15 Aralık 2014 tarihinde STK leri Türk Evi’nde bir
araya getirdi. Burada yaptığı konuşmada bütün olumsuzluklara rağmen, "Mümkün olduğunca
toplumumuzun örgütlenmesini, vatandaşlarımızın en az bir sivil toplum kuruluşunda aktif şekilde
faaliyette bulunmasını istiyorum" dedi. Organize olmamış insanımızın kalmaması gerektiğinin altını
çizdi.
Sayın Şen, iki sene önce geldiğinde de STK’leri toplamış ve “Ben sizden biriyim, hepinizi tek tek
ziyaret edeceğim’ demişti, dediğini de yaptı. Sayın Şen’den bu açıdan şikâyetçi olan kimsenin
olmaması gerekir.
Şen ezber bozan bir diplomat, bir şeyler yapma peşinde, koşuyor, terliyor, halkla birlikte olmanın
gayreti içinde.
Eksik olan çalışma bizlerde. İki sene sonra yapılan bu toplantıda konuşulanlarla, iki sene önce
yapılan konuşmaları karşılaştırma imkânı olsa şaşırtıcı sonuçlar elde edilecektir. Konuşan insanlarla
konuşulanlar arasında fazla fark olmadığı görülecektir.
Her toplantıda başa sarıyoruz. Toplumun sorunları dile getirilmiyor. Konuşanlar kendilerine
oynuyorlar. Mesela bu son toplantıyı ele alacak olursak: Sayın Şen, toplantının seyriyle ilgili bir
kural koydu, önce sorunlar dile getirilecek, arkasından da dernekler kendilerini tanıtacaklardı. Söz
STK temsilcilerine geçince kural bozuldu. Bazı temsilciler, 2015 seçimleri hakkında konuşurken bazı
temsilciler kendi reklamlarını yapmayı tercih ettiler. Bazıları da birbirlerine dışarıda yapamadıkları
teşekkürü burada yaparak körlerle sağırları oynadılar. Dışarda birbirlerine teşekkür edecek fırsatı
bulamamış olmalılar ki, bu toplantıda teşekkürleşmeyi yeğlediler. “Ay canııım, falan...”
Bazıları yeni başkan olmuş onu anlattı, bazıları Mevlâna’dan girdi yola, Berlin’den Türk Evi’nden
çıkıverdi sahneye. Uluslararası Alevi Dernekleri Federasyonu’nun açıldığı haberini bile bu toplantıda
aldık. Konser reklamı yapanlar bile vardı.
Dresden’de her Pazartesi yapılan Müslüman karşıtı yürüyüşler, IŞİD ve Selefi propagandaları ve
bunlara bağlı olarak meydana getirilen İslamofobi gündeme gelmedi.
Yani Şimdi ne yapsın Sayın Şen. Yapılacak bir şey yoktu. O da onu yaptı. “Karnınız acıkmıştır sizin
haydi yemeğe” diyerek kibarca toplantıyı kapatıverdi.
Dini cemaatlerin dışındaki sivil toplum kuruluşları islâmofobi bizi ilgilendirmez diyebilir. Onlar biz
ilgilendirmez deseler de bir gün gelecek, kendilerini ilgilendirdiğini göreceklerdir.
Kıssadan hisse
İkinci Dünya Savaşı sırasında bir kilisede rahip olarak görev yapan Pastör Nie Moeller de beni
ilgilendirmez diye düşünmüştü. Sonun da kendini ilgilendirdiğini gördü ve şunları yazdı bir gece
bütün olanlardan sonra:
Önce Yahudiler için geldiler
Sesimi çıkarmadım –
Çünkü ben Yahudi değildim
Sonra komünistler için geldiler
Sesimi çıkarmadım –
Çünkü ben komünist değildim
Sonra sendikacılar için geldiler
Sesimi çıkarmadım –
Çünkü ben sendikacı değildim
Sonra benim için geldiler
Ve artık sesimi duyacak kimse kalmamıştı...
RBB(Rundfunk, Berlin Brandenburg)
Bir gün sonra da RBB’nin yabancılar temsilcisi seçimleri vardı. Salon dolu. Belki ilk defa doluyor
RBB seçimlerinde salon. Dört tane aday var. İkisi Türkiyeli. Biri Afrikalı ve biri de Uzak Doğu’dan.
Adaylara söz verildi, 10 dakika içinde kendilerini tanıtacaklar ve neler yapmak istediklerini ve niçin
seçilmek istediklerini anlatacaklar.
Afrika’lı bayan Balle Moudoumbou 4 lisan biliyor. Üniversite mezunu ve hâlihazırda RBB
yönetiminde bulunuyor. Seçilirse yeniden görevine devam edecek, seçilemezse o koltuktan
ayrılacak. Geçen dönemde yaptıkları çalışmaları anlattı, daha neler yapılması gerekiyor onları da
sıraladı. Kendisini seçersek memnun olacağını söyledi. Duvara yansıtılan hayat hikâyesinde de bile
bir ciddiyet var.
Suat Bakır 12 sene RBB yönetiminde bulunmuş. Deneyimli bir aday. Hırslı görünüyor. O da
Üniversite mezunu. 3 lisan biliyor. Şu anda IHK’da çalışıyor. Seçilmeyi ümit ettiğini söyledi.
Dr. Kien Nghi Ha, Üniversite mezunu, üç lisan biliyor. Politika okumuş. İddialı bir genç. Seçilmesi
durumunda bilhassa yabancı düşmanlığı konusunda mücadele edeceğine vurgu yaptı.
Hasan Akyol, kendisine verilen sürenin yaklaşık 3 dakikasını kullandı. Almanya Türk Televizyonu
(TFD) ndaki deneyiminden bahsetti. Meslek yapmış. Bir markette yöneticilik yapıyor.
“Seni kimler destekliyor” sorusuna, cevaben, “TGB, İGMG, BAREX, İSLÂM KÜLTÜR MERKEZLERİ ve
DİTİB” cevabını verdi. Böbürlendi. Ve ben seçileceğim diyerek şımarık bir kabadayı profili çizdi. Bu
tavrı hiç de hoş değildi.
Seçim oldu, bitti. Sandık açıldı: Hasan Akyol 49, Suat Bakır 10, Balle Moudoumbou 8, Dr. Kien Nghi
Ha 2 oy aldılar.
Ben seçim sonucuna şahsen sevinemedim. Hatta üzüldüm desem yalan olmaz. Üzüntüm, Hasan
Akyol’un seçilmesinden dolayı değildir. Hasan Akyol iyi bir insandır, benim de sevdiğim bir insandır.
Sözlerimin muhatabı o değildir. Onun iyi niyetini istismar ederek, her fırsatta onu kullanmaya
çalışanlardır.
İslâm Federasyonu’na başkan seçilecek, Hasan Akyol. Milli Görüş Berlin Bölgesi’ne başkan seçilecek
Hasan Akyol, İslâm Vakfı’na başkan seçilecek Hasan Akyol, RBB ye üye seçilecek Hasan Akyol.
Allah selamet versin. Sadakat önemlidir elbet, ancak ehliyet daha önemli değil midir? “Allah size,
mutlaka emanetleri [işleri] ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz
zaman adaletle davranmanızı emreder.” [Nisa 58] Buyruğu Allah’ın buyruğu değil midir?
Hasan Akyol’u aday gösterenler ve destekleyenler dini cemaatler değil midir? Allah ne diyor onlar
neler yapıyor? Benim tanıdığım Hasan da bu açıklamalarımdan dolayı bana hak verecektir.
Türkiyelileri temsil eden çatı kuruluşları aşağı yukarı oradaydılar. Bir araya gelmeleri, birlikte
hareket etmeleri sevindiricidir. Türkiyeliler bir araya geliyorlar ve birbirlerini destekliyorlar diye
sevinmemek mümkün mü? Birlik ve beraberlik çağrısını yazılarımda her fırsatta dile getiren
birisiyim ben. Ancak hatır için yazı yazmak ve konuşmak bana yakışmaz. Bir yerde yanlış varsa onu
söylemek benim görevimdir. Bu görevi bana Allah vermiştir.
Sevgili Hasan kardeşim hariç, oradaki 3 aday işin ehli olan adaylardı. Toplantıda hazır bulunan dini
cemaatlerin çatı kuruluşları, o üç aday ayarında bir aday bulamadılar mı gerçekten. RBB gibi bir
kurumun denetleme kuruluna aday gösterilen kişi, ehil olduğu için seçilseydi güzel olmaz mıydı? O
zaman hak ettiği için seçildi desek ve övgümüzle onun yanında olsak olmaz mıydı? Ehil olmadığı
halde çoğunluğun desteğiyle seçileceğine.
Madem bir araya geldiniz, dört sene boyunca orada Türkiyelileri, Müslümanları, yabancıları temsil
edecek olan kişi, üniversite mezunu, kültürlü, giyimiyle kuşamıyla temsil kabiliyeti olan birisi
olsaydı daha güzel olmaz mıydı?
4 senede yapılan yıkımlar 14 senede tamir edilemiyor. Bunların örnekleri önümüzde duruyor. Her
gün geçmişte yapılan yanlışlıkları düzeltmek için uğraşıyoruz. Biz öyle değiliz böyleyiz demekten
yorulduk, dizlerimizde derman kalmadı. Hep konuşuyoruz. İşimizle, kişiliğimizle, kimliğimizle, aile
yaşantımızla, dinimizle örnek olamıyoruz. Çok uzağa gitmeye gerek yoktur: “İşte RBB seçimleri.”
Hocalarımız kürsülerde, “işi ehline verin” ayetini devamlı okuyorlar. Kürsüde başka, seçim
sandığında başka olmak, ne kadar da inandırıcıdır dersiniz? Alman’ı bir kenara bırakın, Müslümanlar
ne kadar güvenir bize? Yanlış şartlanmalara vesile olmaktansa, o çalışmaları hiç yapmamak daha
hayırlıdır.
Yazımı bir hikaye ile sonlandırayım
1593 yılında Kadırga'nın Cinci Meydanı ile Küçük Ayasofya Camii arasındaki bir evde bir çocuk
dünyaya gelir. Adını Mustafa koyar babası. Çocukluğu refah içinde geçmiştir. Beş yaşında iken
Küçük Ayasofya Camii yanındaki mahalle mektebinde hafızlık eğitimine başlamıştır. Sonra da
Beyazıt Medresesi'ne devam etmiştir.
Daha sonraları, Kumkapı'daki Agop'un Meyhanesi'nin başlıca müdavimleri arasına karışır. Bundan
sonra da Bekri Mustafa adıyla anılmaya başlar.
Bir gün Ayasofya Camii’nin önünden geçmektedir. O sırada musallada bir tabut vardır, fakat namazı
kıldıracak imam ortalarda yoktur. Cemaatin beklemekten canı sıkılır ve başında kavuğu sırtında
cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa'ya namazı kıldırmasını söylerler. ‘Yok ben hoca değilim.’
dese de dinlemezler ve zorla öne geçirirler. Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun
örtüsünü açar ve cenazenin kulağına bir şeyler fısıldar. Cemaat cenazeye ne söylediğini merak
eder. Israrla söylemesini isterler.
Bekri Mustafa cevap verir: “Dedim ki ona, sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun ya. Sana
orada soracaklar, yukarda ne var yok diye. De ki onlara; Bekri Mustafa Ayasofya Camii’ne imam
oldu. Onlar yukarının ne halde olduğunu anlarlar.”
Bizim STK lere bakanlar bizim ne halde olduğumuzu anlıyorlar zaten. Sonra da bize “manav” dedi
diye kızıyoruz...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder