Rüştü
Kam
2012-11-06
ha-ber.com
“…Ben son devrin, İpekiş’in kelebek kanadı kadar ince,
zarif, dört metrelik kumaşıyla giyinmiş, başında küçücük beresiyle, bir rüzgar
gibi, kaldırımlar üzerinde seke seke yürüyen ve rüzgar mı onu götürüyor; o mu
rüzgarı sürüklüyor diye insanı şüpheye düşüren haliyle de Türkçeyi gördüm ve
sevdim…” Halit Ziya Uşaklıgil
Babil
Kulesi; Tevrat’a göre Nuh’ un soyundan gelenler tarafından Babil’de inşa edilen
yapıdır. Tufan’dan sonra Nuh’un soyundan gelenler batıya doğru yol aldılar ve
Sinar düzlüğüne yerleştiler. Orada bir ad altında toplanmak ve dünyanın dört
bir köşesine dağılmamak için sağlam duvarları ve yüksek kulesi olan bir kent
kurmaya başladılar. Tek dil konuşan bu insanları Tanrı ziyaret etti ve
birbirini anlamamaları için dillerini karmakarışık hale getirdiği gibi, onları
dünyanın dört bir yanına dağıttı.
Babil
Kulesi efsanesine göre: İnsanoğlu Tanrı’ya ulaşmak ve yeryüzünde dağılmamak
için bir kule yapmaktadır.Tanrı ise insanoğluna sinirlenir ve kulede çalışan
işçilerin her birine ayrı bir dil verir. Bundan sonra birbirinin dillerini
anlayamayan insanlar anlaşamazlar ve kulenin inşaatını durdurmak zorunda
kalırlar.Ve bu olaydan sonra dünyanın değişik yanlarına giden bu insanlar bir
daha hiçbir zaman bir araya gelemezler.
Efsaneye göre Tanrı insanoğlunun medeniyet inşa etmemesi için dillerini ayırdı.Yani dil birliklerini bozdu.Efsane bu ya; birileri Türk milletinin medeniyet inşasını durdurmak için dil birliğini bozmaya çalışıyor olabilir mi acaba?
“Medeniyetler
ve Kültür” konulu bir seminere davet
edildik. Davetin sahibi Berlin Müsiad.
Zerrin Konyalıoğlu ve İskender Pala konuşmacı olarak katılıyor. Davete
icabet ettik. Ben Berlin Müsiad yöneticilerine teşekkür ediyorum. Kültürümüze
sahip çıkmaları alkışlanacak bir davranış. Sadece para kazanmak suretiyle
yollarına devam etmek arzusunda olmadıklarının ilk adımını böylelikle atmış
oldular...
İlk söz Zerrin Konyalıoğlu’na verildi
Konu
“kültür ve medeniyet” olunca dil ister istemez konunun omurgasını oluşturdu.
Konuşmacılar dilin bu günkü haline Babil’den başlayarak geldiler. Babil
Kulesinden bahsettiler: Konunşmacılar,
pek çok efsanede ve kutsal kitaplarda adı geçen Babil Kulesi’nin, yeryüzündeki
ulusların ve onların konuşmakta olduğu binlerce dilin nasıl ortaya çıktığıyla
ilgili bir inanışın adresi olduğunu söylediler. Konuşmacılara göre, “İnsanlar,
Tanrıya ulaşmak ve ona daha yakın olabilmek için, uyum içerisinde ve büyük bir
istekle göğe yükselen bir kule inşa etmeye girişmişlerdir. Kule, çok geçmeden
yükselmeye başlamış ve bunu gören Tanrı, kuleyi inşa eden her bir insana ayrı
bir dil vermiş ve onları dünyanın dört bir tarafına savurmuştur.
Tevrat’ta
anlatıldığına göre; Rab insanlara kuleyi yaptıkları için sinirlendi ve
birbirlerini anlamamaları için diller
ortaya çıkarttı.
Zerrin hanımın tespitleri şöyle: " Kısacası Babil Kulesi, insanların tarihî dönemlerde dil olgusunun kökenine ve ulusların çeşitliliğine yönelik sorularına cevap veren bir inanıştır. Farazî temellere dayanan bu inanış, ulusların ve onların dillerinin çeşitliliğini izâh etmeye çalışır. İnanış, kutsal kitaplara da yansımış ve çeşitli efsane, destan gibi anlatılarda yerini almıştır.Babil Kulesi 90 m uzunluğundadır. Tanrı onların dilini ayrıştırdığı için Babil medeniyeti batmıştır.
Anadilin
yaşamasını savunmak ırkçılık değildir. Bizim kültürümüzde ırkçılık yoktur.
Irkçılık Avrupa kültürünün ürünüdür. Kültür dili taşır, dil de kültürü. M.Ö.
dünyada 20.000 ayrı dil konuşuluyordu. Bugün bu sayı 7.000 e geriledi.
Gelecekte daha da gerileyecek. Çünkü diller homojenleşti. Şehirleştikçe,
küreselleştikçe dillerin sayası azalıyor.
Çocuklar
anarahimlerinde 4 aylık olunca iki
kulağa sahip olurlar. Dil ana rahminde öğrenilir, doğduktan sonra da o dille
tanışılır. Bu tanışma kısa sürmemeli, nerede olursak olalım devam etmeli.
Anadilinizi konuşun hem de bol bol
konuşun. Çocuklarınızla evde ana dilinizi konuşmayı ihmal etmeyin. Bugün her 14
günde bir kültür kayboluyor. Kaybolan bu kültürler dillerin kaybolmalarıyla
doğru orantılıdır.
Türkiye
çocuklarımız için sadece tatil ülkesi haline gelmemeli. Orası bizim
kültürümüzün beşiğidir.
Almanya’da
uyum ödülleri veriliyor. Kendi dillerini ve kültürlerini muhafaza edenlere
verilmiyor bu ödüller, kaybedenlere, asimile olanlara veriliyor. Çocuk karnını
doyurmakla, altını değiştirmekle yetiştirlmez, kültürümüzü onlara aktarmamız
gerekiyor.”
İskender Pala
İskender
Pala, Zerrin hanımın bıraktığı yerden başladı konuşmasına ve devam ettirdi
konuyu: “Dil kimliktir, insanlar diliyle var olur ve diliyle yok olur.
Babillliler dilleri ayrıştırıldığı için yok oldular. Dünyanın en büyük
imparatorluğuydu Babil. 19. y.y. dan itibaren okumayı ve yazmayı unuttuk. Kendi
diilerinin bilmeyenler, ilaveten başka bir yabancı dili de bilmeyenler ikinci
sınıf insan olmaya hazırlansınlar. Dil öğrenmek demek bir dili sadece konuşmak
da değildir, o dilde yazılan edebi eserleri, felsefi eserleri okumak ve anlamak
demektir. Bulunduğu ülkenin dilini bilmeyen baba ve anaların çocukları 25 sene
sonra anneleri için”Benim babam ve annem bir yabancı dil bile bilmiyormuş.”
diyeceklerdir.
Bugün
bilgi çağında yaşıyoruz. Diğer çağlar nasıl yerini kendisinden sonraki çağa
bıraktıysa, bilgi çağı da yerini başka bir çağa bırakacaktır. Twitter ve
benzeri iletişim araçları bilgiyi kirletiyor.
Kitap
okuyan insanların sayısında azalma var, hem de ciddi bir azalma var. İlim
kitaplardan öğrenilir. Dünyada açlıktan ölenlerin sayısı 100 ise, tokluktan
obeziteden ölenlerin sayısı 300’dür. İnsanların karınlarını doyurmak için
harcanan paraların yarısı bile kitap okunması için, kültürlerin kaybolmaması
için harcanmıyor.
Bilgi
bittiğinde kültür alınıp satılmaya, pazarlanmaya başlar. Bugün gelinen nokta
bilginin bittiği noktadır. Bergama Müzesi önümüzde duran bir örnektir.
Kendinize ait birşeyiniz varsa odur sizin kimliğiniz.
Kültür:
bir milletin maddi ve manevi değerleri toplamı; sanat ve eserlerinin bütünü
ortak duyuş şekilleri ve tarih boyunca biriktirile gelmiş değer yargılarıdır.
Amerika Bağdat’a
petrol için gitmedi, kültürümüzü yok etmek için gitti. 250 yıllık kültür 2.500
yıllık kültürle baş edemiyordu. Şimdi (Kasım 2012) Halep’te de aynı şeyi
yapıyorlar.
Anadolu 13 ayrı
kültürün dosyalandığı yerdir. Anadolu kültürü olmasaydı dünya müzelerinin 3/4 ü
boş kalırdı.
Almanya da
Türkler kendi kültür adamlarını yetiştirmiyorlarsa, bu Almanlar bizi niçin
muhatap almıyorlar diye çikayette bulunamazlar. Kendinizi eserlerinizle tanıtabilirsiniz. Bir çanta
dolusu dolarla kültür değeri olan bir kaseyi ancak alabilirsiniz. Kültür işte
bo kadar kıymetlidir. Çünkü kültür,
bilginin tortusudur.
Kültürler
arasındaki savaştan bahsediyorsanız, sizin de o savaşta atabilecğiniz bir
merminiz olmalıdır. Kültür geçmişle alakalıdır, medeniyet ise gelecekle
alakalıdır. Geçmişinize sahip çıkmazanız geleceğinizi de oluşturamazsınız,
medeniyet kuramazsınız. Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz. Geçmişiyle övünene
gerici diyorlar, zavallı insanlardır bunlar. Muhatap alınmamalıdır.
Mesela Müsiad
Almanya’da kaç tane felsefeci yetiştirdi, kaç tane ressam yetiştirdi, kaç tane
sanat adamının elinden tuttu?
Gecekonduda
oturuyorsunuz, biliyorsunuz ki altınızda hazine var, o hazineyi kazıp çıkarmak
size zor geliyor, bu durumda siz
fakirliğe mahkumsunuz demektir.
Viyana’ya
gittim. Orada Türkiye’deki baş örtüsü zulmünden kaçan 300 tane kızımız vardı.
Onlara konuşma yapmamı istediler. Konferansın arasında sordum onlara, “hangi
bölümlerde okuyorsunuz”dedim; mühendislik, siyaset ve tıp ddallarında okuyorlar.
İçlerinde bir tane müzik okuyan yok. Oysa Viyana Mozart’ın memleketidir, orada
müzik okunur,okunmalıdır.
Bir
konu üzerinde on dakika konuşabilyorsanız siz o konuyu biliyorsunuz demektir.
Üç dakika ve öz olarak konuşabiyorsanız siz kültürlüsünüz demektir. Kültür
bilginin tortusudur.
Bize
mezarlıklara servi ağacı dikilir. Ölen insanın günahlarının eksilmesine vesile
olduğu düşünülür. Rüzgarlı havalarda sağa sola yatarak Allah’ı zikrettiğine
inanılır servinin. Hu hu diye Allah’ı
zihrettiğine inanılır. Ben araştırdım, niçin servi dikilir mezarlıklara diye,
araştırmamın geldiği nokta oldukça ilginç: Dezenfektan özelliği var
servinin. Şimdi halkımıza servi dikin
mezarlıklara desek kimse servi dikmez. İşte bilgiye verilen değer budur.
Medeniyet
kelimesini batı 1757’de kullanmaya başladı. Civilzation/Margius de Mirebeau
kullandı ilk defa ve 32 yıl sonra 1789’da Bastil hapishaneleri boşaldı. Biz
II.Mahmut döneminden beri medeniyet aramaya başladık, hâla bulamadık. Oysa biz
medeniyet kavramıyla 8. asırda tanıştık. Medine medeniyet şehri demektir.
Maverdi
VII. y.y. da medeniyetin kurulması için altı şart vardır demiş:
1-
Dinün
müttebaun: Vicdanlarda otorite kuran
din.
2-
AdlünŞamilün: Herkesi
kucaklayan adalet
3-
Emmün
âmmün: Genel güvenlik
4-
Emelün
fesîhun: Gemiş ufuk, vizyon.
5-
Hısbün
dârrun: Yaygın refah
6-
İmârat-ül
arz: Şehrin imarı
Türkiyede
Adalet, büyük sineklerin delip geçtiği, küçük sineklerin takıldığı örümcek
ağıdır.”
Tavsiyem:
1-Konuşmacılar
Almanya’nın şartlarını ve Almanya’da yaşayan Türklerin yaşam şartlarını
bilmiyorlarsa konuşmalarında özele inmememlidirler. Komik duruma
düşebiliyorlar...
2-Soru
soranlar da soru sormak için sormamalıdırlar. Soru muhatabına sorulmalıdır. Hem
konuşmacıya, hem de dinleyicilere saygılı olmak gerekir...
3-Konuşmacıları
davet edenler de, konuşmacıların uzmanlık alanlarında konular seçmelidirler.
Konuşmacıları eserlerinden tanıyanlar, hayal kırıklığına uğrayabiliyorlar...
İskender
Pala’nın uzmanlık alanı Divan Edebiyatı’dır. O’na Divan Edebiyatı’nı sevdiren
adam derler. Ama biz Divan
Edebiyatı’ndan bir beyit bile dinleyemedik O’ndan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder