Rüştü Kam
Ha-ber.com Berlin
“İnsanları doğru ve güzele, hak ve
adalete yönlendiren din görevlisi, huzursuz ve mutsuz gönüller için bir umut
ışığı, öksüz, yetim, kimsesiz ve haksızlığa uğramış kişiler için emin ve
güvenilir bir melce ve sığınak; katı kalpli suçlular için ıslah edici bir
mürebbî; kin ve nefretle dolu kalplere sevgi zerk eden bir gönül doktoru; her
türlü günah kirine bulaşmış kimselere pişmanlık ve tövbe kapılarını açan bir
yol gösterici; toplumun ahlâkî değerlerini koruyan ve toplumsal yozlaşma ve
kötürümleşmeye karşı yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik duygularını pekiştiren
hasbî bir lider ve rol modeldir.
Sosyal olgunluğa ve adanmış bir
kişiliğe sahip olan din görevlisi, cemaati ile ilişkisi sırasında, yararsız
söz ve davranışlarda bulunmayacak, insanlar arası fikir ve düşünce
ayrılıklarını derinleştirmeyecek, dürüst, çalışkan, içi ve dışı temiz, kendine
güvenen, samimi, ileri görüşlü, nazik, kolaylaştırıcı, pozitif enerji ve sevgi
dolu bir güzel arkadaş ve dost olacaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; “Allah
sizin için kolaylık diliyor, zorluk istemiyor.” (Bakara, 185) denmiş, Hz.
Peygamber Efendimiz de; “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz,
nefret ettirmeyiniz.” buyurmuştur. (Buhârî, “İlim”, 11; “Edeb”, 80; “Cihad”,
164; Müslim, “Cihad”, 5; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 17)
Din görevlisi-cemaat ilişkisinin
sağlıklı bir biçimde yürütülebilmesi için din görevlisinin birtakım özel
nitelik ve yeteneklere, bilgi ve becerilere sahip olması gerekir. Şunu unutmayalım
ki, hiçbir kurum veya eğitim sistemi, kendisini işletecek personelin
nitelikleri üzerinde hizmet veremez veya hizmet üretemez. Bu itibarla nitelikli
ve seviyeli bir din eğitim ve hizmeti, ancak nitelikli ve seviyeli din
görevlileri tarafından verilebilir. Bugün, “Klişeleşmiş fikirlerden
kurtulmanın psiko-sosyolojik şartları; kalıplaşmış fikirlerin baskısından bizi
kurtarmaya muvaffak olacak vasıtalardan biri, hakikî manada gerçek din
adamlarıdır. Bunlar dini, hurafelerden temizlemeyi başaracak bir formasyon
alırsa, çevrelerine en büyük rehberliği yapmaya muvaffak olabilirler.” (Halis
Ayhan, Eğitime Giriş ve İslâmiyetin Eğitime Getirdiği Değerler, Damla Yayınevi,
İstanbul 1982, s. 59)
Buraya kadar vurguladığımız
tavsiye ve değerlerden, din görevlisinde bulunmaması gereken bazı özellikler de
kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bunlar genel olarak; cehalet, alanında
yetersizlik, görevini ciddiye almamak, insanları sürekli olarak azapla veya
cehennemle tehdit etmek, hoşgörüsüzlük, anlayışsızlık, kabalık,
kötümserlik, ön yargılı olmak, güven telkin edememek, insanlar arası
ayrım yapmak, herhangi bir siyasî veya ideolojik görüş ya da gruba aşırı
bağlılık ve yalancılık gibi hallerdir.”(Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi 2008
Ekim sayısında yayınlanmıştır)
Din görevlisinin profili çizilmiş
burada. “Hizmet sunacağı kitleyi tanıma ve problemleri ile ilgilenme”
şeklinde özetlemek mümkündür bu yazıyı.
7 Şubat Cuma günü Berlin Türk
Şehitliği Camii’nde kıldım Cuma namazını. Çok sevdiğim bir dostumun cenaze
namazında bulunmak istediğim için oradaydım. Zeki Bina’dan bahsediyorum. İki
cenaze daha vardı o gün orada. Saat daha 12.00 de tıklım tıklım dolmuştu caminin bahçesi. Hava
soğuktu, +3 derece civarındaydı. Cuma namazı 12.28 de kılınması gerekirken
12.38 de 10 dakikalık gecikmeyle kılınmaya başlandı. Din görevlisi kürsüden inmek
istemiyordu. Anlatılanların da cemaatin ihtiyaç duyduğu konular değildi, “kalıplaşmış
konular” anlatılıyordu. Vaazdan sonra duyurular da vardı sırada. Müezzin
ezanı çok güzel okudu, gerçek bir İstanbul müezzini gibi. Ancak bu ezanların
zaman olarak cemaata maliyeti yaklaşık 10 dakika. İkinci ezan da aynı
uzunluktaydı çünkü.
Din görevlisi hutbeyi Türkçe
olarak okudu. Hemen arkasından Almancası okundu. Çok güzel bir uygulama. Aynı
uygulamanın Berlin’deki diğer camilerde de olması ne kadar da güzel olur.
Din görevlisi Cuma namazının birinci
raketinde Beyyine, ikinci raketinde Zilzal suresini okudu. Arada bir
nağmelerini de gösterdi. Cuma namazından önce 4 rekat nafile, sonrasında ise 10
rekat zuhr-i ahir namazı kılındı. Toplam 14 rekat namaz.
Şimdi yukarıda bize profili
verilen din görevlisi ile Şehitlik Camii’ndeki uygulamayı yan yana getirirsek
şöyle bir tabloyla karşılaşıyoruz:
Bu din görevlisi hizmet verdiği
cemaati tanımıyor, onların problemlerini bilmiyor, sıkıntılarıyla ilgilenmiyor.
Yararsız söz ve davranışlarda bulunuyor. Huzursuz ve mutsuz gönüller için umut
ışığı olmuyor. Dini, hurafelerden temizlemeyi başaramamış, böyle bir formasyona
da sahip değil. Kalıplaşmış konuları anlatıyor.
Görüldüğü gibi, uygulama ile
yazılanların fazla alakası yok. Olması gereken uygulamayı netleştirelim:
1-Din görevlisi, zamanında sohbeti
bitirmeli ve namaza geçilmeliydi.
2-Kapalı yerdeki aynı cemaate, iki
tane uzun uzun ezan okunmamalı, birisi terkedilmeliydi.
3-Cumadan önce 4 rekat nafile
namazı, sonra da 10 rekat uydurma bir namaz olan zuhri ahir namazı kılınmamalıydı,
bu namazı din görevlisi hiç kılmamalıydı.
4-Beyyine ve Zilzal sureleri
okunarak namazı uzatılmamalıydı.
5-İdeal bir din görevlisinin, cemaatini
tanıyan, bilen ve onların dertleriyle sıkıntılarıyla ilgilenen bir din
görevlisinin hurafelerden dini arındırması gerekiyordu.
6-Cemaat betonun üzerinde, +3
derece soğukta 35 dakika bekletilmemeliydi. Saniyenin bile hesap edildiği
günümüzde 35 dakikanın önemini anlamayan belki sadece bizleriz.
Sayın Ataşem,
ben de biliyorum ki; sizin ve o din
görevlisinin bu konuda yapabileceği fazla bir şey yok. Yanlışlık, korkaklık tamamen
amirlerinizde, din âlimlerinde. Ataşeler derneklerde divan başkanlığı yapmanın
dışında bu tür konulara zaman ayırır ve o konuları kendilerine dert
edinirlerse, Almanya’da yaşayan Müslümanların sorunlarını ısrarla üstlerine
rapor ederlerse, insanımıza doğru
hizmeti yapmış olacaklardır. Dört senelik görev süresince, beni sokmayan yılan
bin yaşasın mantığıyla, sorunsuz bir görev anlayışıyla hareket edilirse, dört
yıl biter, dünya hayatı da biter, ancak öbür tarafta bitmeyecek olan bir hayat
vardır. Oradaki hesap çetin olacaktır. Hele Kur’an ayetlerini para karşılığı
satanları, orada çetin bir hesap
bekliyor olacak.
Sayın Ataşem,
nerede olduğumuzu bilmezsek nereye
gideceğimizi bilemeyiz. Bizler Berlin’de yaşıyoruz. Hristiyan bir ülkedeyiz,
Müslüman nüfusun azınlık olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Ehl-i Kitapla iç içeyiz.
Müslümanlar 623 yılından 1961 yılına kadar, Müslümanların çoğunlukta olduğu,
yöneticilerinin de Müslüman olduğu bir ülkede yaşadılar. Fetvalar bu fiili
durum göz önüne alınarak verildi. Almanya’da yaşayan Müslümanlar o elbiseleri
giyemiyorlar, bazen sıkıyor, bazen geniş geliyor bazen de modaya uygun
düşmüyor. Almanya’da yaşayan Müslümanlara yeni elbiseler, yeni terziler
gerekiyor.
Sayın Ataşem,
namaz kılmanın ve kıldırmanın ötesinde,
ciddi hizmetler sizleri bekliyor. İşe, zuhr-i âhir denen uydurma namazdan başlayabilirsiniz,
arkasından Cuma günü caminin içinde iki kez okunan ezanı bire düşürmek ve din görevlilerinin
zamanında namaza başlamaları gibi konular gelecektir. Biz de o zaman sizin
arkanızdan, Berlin’den Bilal Öztürk geçti diye gururla yazacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder