Uluslararası Turizm Fuarı (ITB) sona erdi. Berlin’de yapılan fuarın bu sene 49’uncusu düzenlendi.
Fuara 186 ülkeden 10 bin turizm
firması katılmış. Dünyanın dört bir yanından gelen katılımcıların tek
amacı bir sonraki tatilinizde sizi ülkelerinde ağırlamak. 3 bin
metrekare alan üzerinde kurulu olan Türkiye, bu sene Türk Hava
Yolları'nın yanı sıra oteller, seyahat acenteleri, iller, birlikler,
dernekler ve kalkınma ajansları olarak toplam 120 turizmci ile fuara
katılmış. Göğsümüz kabardı.
Türkiye’yi dünyaya tanıtmak için
hükümetler tarafından yapılan teşvikler, sağlanan imkânlar gözden
kaçmıyor. Türkiye dünyanın gözbebeği bir ülke. Dört iklim yaşanıyor. Güneşi bol, kumu bol, tarihi eserler açısından zengin,
dini turizm açısından ilgi çekici, hem Putperestlerden, hem
Hristiyanlardan hem de Müslümanlardan kalma dünyada eşi ve benzeri
olmayan dini yapıların, mabetlerin, tapınakların bulunduğu, çeşitli
medeniyetlerin gelip geçtiği müstesna bir ülke Türkiye. Mutfağı da
fevkalade zengin.
Hattuşaş’ıyla, Efes’iyle, Ani
Harabeleriyle, Göbekli Tepesi’yle, Laodikyası’yla, Pamukkalalesi’yle
insanlık tarihinin ilk medeniyetlerinin kurulduğu harika bir ülke.
Ancak Türkiyeli turizmcilerin
tanıtım konusunda çok eksiklikleri var. Başta özgüvenleri yok Türk
tanıtımcıların. Kendi zenginliklerini tanıtmaktan çekiniyorlar, laiklik
adına çekiniyorlar, çağdaşlaşmak adına çekiniyorlar. Biz Avrupalı
olacağız derken kaybetmişiz bu değerleri. Biz Avrupalı olursak, biz
olamayız ki. Biz, biz olmazsak Avrupalı ne yapsın bizi ve bizim
ülkemizi. O zaten Avrupalı, orijinal, çakma değil.
Uluslararası Turizm Fuarını (ITB),
Mustafa Ekşi ile birlikte dolaştık. 5 saat kaldık içerde, ayaklarımıza
sarısu indi. Standları tektek gezdik. Gözlerimiz Giresun’un fındığını,
Rize’nin çayını, Ege’nin zeytinyağını ve incirini, Manisa’nın üzümünü
aradı, Ezine’nin peynirini, Malatya’nın kayısısını aradı.
Yanında lokumu ve suyu ile ikram
edilen Türk kahvesi standını aradı, İnce belli bardakta ikram edilen
Türk çayı standını aradı, Türk lokumunu, şekerlemelerini aradı... Ama
maalesef yorgun bir vaziyette geri döndü, bulamadı aradığını.
Denizli’nin tanıtım standına gittik,
özlem gidermek de vardı amaçlarımızın arasında. Hemşehrilerimizi
görecektik: Yüzümüze bile bakmaya ihtiyaç duymayan bir erkek ve dil
ucuyla bize hoş geldiniz diyen bir bayan vardı stantta. Denizli hakkında
bilgi almak istedik, bayan elimize bir broşür uzattı ve buradan
okursunuz dedi. Yine de teşekkür etmeyi ihmal etmedik.
Çanakkale’nin seramiği, Devrek’in
asası ve ortalıkta amaçsız dolaşan Karagöz ve Hacivat’ımız da olmasaydı
tamamen elimiz boş olarak geriye dönecektik.
Hayıflandık.
Diğer ülkelerle kıyas yapalım istedik ve stantları dolaşmaya devam
ettik: Yunanistan; zeytinyağından baklavasına kadar koymuş standına.
Macaristan; mahalli giysiler içinde bayanlar geleneksel tatlılarını
taze taze pişiriyor ve satışa arzediyorlar, hemen yanında nezih bir
ortamda bedava kahve ikram ediyorlar.
İran; İranlı bayan fıstığını koymuş
tezgâhına, ikram ediyor, ayrıca semaverler de kaynıyor. Norveç;
ürünlerini kocaman bir ekranda tanıtıyor.
Hollanda; tezgâhına peynirini
koymuş ve başında da çok nazik bir bayan, peynir tanıtıyor.
Papazlar tezgâhları dolaşıyor ve şans diliyorlar. Fotoğraflar çektiriyorlar.
Almanlar sucuklarını tanıtıyorlar, mahalli giysileriyle bayanlar fotoğraf çektiriyorlar ziyaretçilerle.
Biz daha bu işler nasıl olacak bilmiyoruz.
Sarığıyla, cübbesiyle ortalık yerde dolaşan bir hoca nasıl karşılanır,
bindallı giysileriyle standların önünde resim çektiren bir bayan
olabilir mi, mevlevi bir dervişin standın önünde sema etmesi, bir
alevinin semah dönmesi nasıl karşılanır? ‘Laiklik elden gider mi?
Avrupalı bize ne der?’ gibi endişeler de artık Eski Türkiye’de kaldığına
göre; bütün bu eksiklikler, beceriksizlikler neden kaynaklanıyor?
Sanırım insanımızın yeni Türkiye’ye ayak uyduramayışından. Yetkililer bu
sorunu çözmek için kolları sıvamalıdırlar.
İnsanımız her şeyi hükümetten
beklememeli. Biraz da kendileri üretken olmalılar. Ülkemizi tanıtırken
kendi değerlerimizle Avrupalının karşısına çıkmalıyız. Kum heryerde var,
güneş her yerde var. Mevlana ve Hacı Bektaş veli ise sadece Türkiye de
var. Kapadokya, Pamukkale, Türk kahvesi, Türk çayı… Sadece Türkiye de
var…
Ayrıca insanlar geldikleri ülkelerde
neler yiyecekler ve neler içecekler, nereleri gezecekler, hediye olarak neler alacaklar,
nasıl eğlenecekler, tarihi eserler nasıl korunmuş ona da bakıyorlar.
Müzik grupları ve dans grupları da
ilgilendiriyor insanları. Almanların, Romanların müzik grupları da vardı
fuarda. Türklerin müzik grupları neden olmasın. Sazıyla, neyiyle,
kemençesiyle, uduyla, davuluyla, meyiyle ilgi odağı olamaz mı bizim
müzik gruplarımız.
Bir ülke sadece kâğıtlarla ve birkaç güzel kızla tanıtılmıyor maalesef.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder