Harût ve Marût, çoğu müfessirle
tarafından, Allah’ın özel yetkili melekleri olarak anlaşılmıştır.
Görevleri insanlara büyü öğretmektir. Bilhassa karı ve kocanın arasını
açma konusunda görevlendirilmişlerdir. Bu anlayışın yanlış olduğunu
yazan ve söyleyen İslâm âlimleri de vardır. Hikmet Zeyveli bu âlimlerden
birisidir.
Ancak Hikmet Zeyveli gibi
müfessirlere/âlimlere itibar edilmemiştir. Bilhassa büyü pazarından
nemalanan insanlar meleklerin büyücü olduğu konusunda israr etmişlerdir.
Hâlâ ısrar edenler vardır. Hikmet Zeyveli’nin konu ile ilgili yorumu şöyledir:
Bakara Sûresinin 102. âyeti hakkında
tefsir ve mealler, âyetin nüzûl arkaplanıyla alâkasız ve aynı zamanda
akıl-almaz birçok rivayetler naklederek hikmetli olan Kur’ân âyetini
hikmetsiz ve akıl-dışı bir şekilde aktarırlar. Ancak düşünenler ve
arayanlar için doğru alternatif yorumlar bulmak da müyesser olmaktadır.
Biz burada; doğru bir alternatif olarak görülebilecek bir yorumu
özetleyerek aktariyoruz. Kaynağımız, Beşiruddin Mirza Mahmud Ahmed
tarafından yazılmış bulunan “The Holy Qur’an-With English Translation
and Commentary” adlı beş ciltlik eserdir. 1. cildin 156-160.
sayfalarından özetliyoruz.(Hikmet Zeyveli)
1. Kelimeler:
Tetlû:
a) Okumak,
b) İzlemek, uymak, takip etmek. Burada ikinci anlam kasdedilmiştir.
Şeyâtîn (Şeytanlar): Görülmeyen ve
görünen alemin şerli varlikları (İns ve Cin’den). Burada “insanların
şerlileri” kasdedilmiştir.
Sihr (Sihir): Her çeşit aldatmaca, komplo. İnsanların aklını, gözlerini aldatan gerçek-dışı olay veya olgular.
Melekeyn: İki melek. Burada mecâzen faziletli ve takvâ sahibi insanlar için kullanılmıştır.
Hârût: Bölen, parçalayan.
Mârût: Moral olarak çökerten.
2. Tefsir:
Âyetin odak noktası Medine’deki Yahudiler (Benî İsrail)’dir. Sıyak-sibak (bağlam) içerisinde bu açıkça görülmektedir.
Medine’deki Yahudiler, Müslümanlara
karşı birtakım taktik ve komplolar geliştirmektedirler. Medine dahilinde
İslâm ve müslümanlar aleyhinde ısrarla sürdürdükleri komplolar Sîret
kitaplarına bolca malzeme bırakmıştır.
Medine’li Yahudiler; dahilî
müttefiklerin yanısıra, o günkü dünya konjonktüründe İran (Pers)
İmparatorluğunu desteklemekte ve onlardan (İrandan); geçmişte “Babil
esareti”nden kurtuluşlarına nasıl yardımcı oldularsa, şimdi de
Medine’deki İslâm tehlikesinden kendilerini kurtarmaları ümidiyle,
İranın bir eyaleti mesabesinde bulunan Yemenle temas halindedirler.
Taberî’nin (ö. 311 H) naklettiğine göre: İran Şehinşâhı Kisrâ, Yemen
valisi Bâzân’a, iki adamını görevlendirmesini ve Hicaz’daki adamı (Hz.
Muhammed’i) derdest ederek kendisine göndermesini emreder. Bâzân, aldığı
emri infaz için Hicaz’a iki “kahraman”ını gönderir. Fakat –rivayete
göre– Hz. Peygamber bu kahramanlara Şehinşahlarının o gece oğlu
tarafından öldürüldüğünü haber verir. Haberin doğruluğunu tahkik eden
iki görevli, şaşkın ve eli boş Yemen’e geri dönerler. (Taberî, Tarih:
C:2, s: 655-56, Kahire Basımı).
Taberî’nin naklettiği bu olayda, Medine’li Yahudilerin rollerinin olduğu anlaşılmaktadır.
Kur’ân, Yahudilerin İslâm ve
Peygamberi aleyhine geliştirdikleri komplo ve taktikleri, kendi
tarihlerindeki iki dönemin taktiklerine benzetmektedir:
1. Hz. Süleyman’ın yönetiminin son
yıllarında, onun aleyhinde geliştirdikleri propoganda taktikleri:
Tevrat’ın ifadelerinden de anlaşıldığı üzere, gizli örgütler halinde
faaliyet gösteren bir muhalefetin propogandasına göre; Hz. Süleyman,
ömrünün sonlarına doğru yabancı birçok kadınla (Tevrata göre 700 kıral
kızı + 300 cariye) evlenerek ordu gibi bir “harem” kurmakla kalmamış;
aynı zamanda bu kadınların taptıkları putlar adına mezbahlar yapmış ve o
putlara kendisi de tapınarak kâfir olmuştur (Tevrat:1. Kırallar,
11/1-6). Adeta masonluğun çıkışını hazırlayan bu odaklar; ülkede
kargaşaya sebep olmuşlar ve Hz. Süleyman’ın ölümünden hemen sonra
İmparatorluğun İsrail (kuzeyde) ve Yehuda (güneyde) olmak üzere ikiye
ayrılmasına ve zamanla, parçalanmış “Süleyman Mülkü”nün yıkılmasına ve
İsrailoğulları’nın esaretlere dûçar olmalarına sebep olmuşlardır.
2. Babil Esareti döneminde
geliştirdikleri taktikler ve oluşturdukları örgütler: Babil Kralı
Buhtunnasr (Nebukadnezar) tarafından, Mukaddes başkentleri Kudüs ve Hz.
Süleyman’ın bizzat inşa etmiş olduğu Beytu’l-Makdis (Kutsal Ev) tamamen
yerle bir edilerek onbinlerin oluşturduğu kafileler halinde Babil’e
sürgün edilen İsrailoğulları, Babil’de geçirdikleri 50 yıllık
esaretlerinin son dönemlerinde, Babil’in aleyhinde Perslerle
(İranlılarla) örgütlü işbirliği yapmışlardır. Bu örgütlü
mücadelerinde kendilerinden ilham aldıklarını propoganda ettikleri iki
İsrailli peygamberin de isimleri geçmektedir:
Hârût ve Mârût. (Muhtemelen bunlar
isim değil lakap idiler ve istismarci örgütlerce kullanılıyorlardı.
Çünkü Hârût ve Mârût kelimeleri sırayla “bölüp-parçalamak”ve “moralmen
yıkmak” anlamlarını da taşımaktalar. Tevrat’a göre, o dönemin iki
peygamberi Haggay ve Zekharya idi.) Ancak bu iki peygamber (veya halkın
hüsn-ü zanlarıyla bu “iki Melek”) dürüst bir mücadeleyi ön görüyorlar ve
Allah yolundan sapılmamasını öğütlüyorlardı. Fakat masonik gizli
örgütler, o “iki Melek”in ilham veya vahiy eseri öğretisini istismar
ederek faaliyet gösteriyorlardı. Ayrıca gizli örgütlerine üye olarak
sadece “erkek”leri kabul ederek karı-koca ayrımcılığını bile
yapiyorlardı. Bu faaliyetlerinde Babil’in aleyhinde Perslerle yaptıkları
sıkı işbirliği sonunda, Perslere Babil’in kapılarını açmışlar ve
ülkenin Pers egemenliğine girmesini başarmışlardır.
Bütün bu faaliyetlerinin mükâfatı
olarak da, Pers Kıralı Kiruş (Cyrus), sadece onların Kudüs’e dönmelerine
izin vermekle kalmamış, aynı zamanda Kudüs ve Beytu’l-Makdis’in yeniden
inşasına da maddi yardımlarda bulunmuştur.
Kur’ân-ı Kerîm; yukarıda özetlenen
olayları kendi tarihî kültürleri olarak yakinen bilen Medine’li
Yahudilere hitabında bu olayları hatırlatmakla şunları îma etmektedir:
Gerek Hz. Süleyman gibi bir
peygamberin yönetimi aleyhinde geliştirilen, hedefi ve metodu batıl
taktiklerle; gerekse, Babil esaretinden kurtulmak için geliştirilmiş
hedefi meşru ve fakat metodu batıl komplolarla Medine’deki İslâmî
hareket engellenemez. Ayrıca, ne iddia edildiği gibi Hz. Süleyman
sapıtmıştır; ne de, birçok komplonuzun ilham kaynağı saydığınız
Babil’deki “iki Melek” (Peygamber) sizin batıl mücadelenizin kaynağı
olarak gösterilebilir. Ve siz İslâma karşı vermekte olduğunuz
mücadeleden vazgeçmelisiniz!
Şimdi bu kadar “arkaplan” bilgisinden sonra sözü Kur’ân’a bırakalım:
Bakara: 102
Onlar (Medineli Yahudiler),
Süleyman’ın yönetimi aleyhinde (döneminin) şeytanların(ın) takip
ettiklerini (takip ettikleri taktikleri, örnek alıp) izlemekteler.
(Oysa) Süleyman kâfir olmamıştı; (onun aleyhinde çalışan) şeytanlar
kâfir olmuşlardı. Onlar, insanlara (her türlü) gizli komplolar
öğretiyorlardı.
Ve (yine Medinel’li Yahudiler) (bir
de) Babil’deki (esaret döneminde) “iki Melek”e vahyedilene (tabi
olduklarını iddia edenleri) de (izlemekteler). Oysa onlar (o “iki
Melek”): “Biz (bu esaret hayatıyla) (Allah tarafından) sınanmaktayız.
(Sakın) küfre sapmayın” demedikçe kimseye birşey öğretmiyorlardı. Onlar
(Babil’deki komplocular) ise o ikisinden, karı-koca arasını açacak
şeyler öğreniyorlardı. (Mason cemiyetleri gibi kadınlara kapalı, ancak
erkek üye kabul eden örgütler kuruyorlardı)
Onlar (Babil’deki Yahudiler veya
onları izleyen Medine’li Yahudiler) Allah dilemedikçe hiç kimseye zarar
veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek ve fakat asla fayda vermeyecek
şeyleri onlardan öğreniyorlardı. Böyle bir çıkar alış-verişinde
bulunanın, âhirette bir nasibi olmadığını da gâyet iyi biliyorlardı.
Vicdanlarını sattıkları şey ne kötüdür, keşke (bunu) bilselerdi!
Evet, bu bir alternatif tefsir,
zorlayıcı değil. Fakat efsane ve hurafe ihtiva etmiyor! Bir de, nüzûl
dönemi toplumunu ilgilendiren bir mesaj ihtiva ediyor...
Selâm ile...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder